Ekim Gencligi ARSIVKIZIL BAYRAK
 
Ekim '01
SAYI: 48
 İçindekiler
  Ekim Gençliği'nden...
  Örgütlü mücadeleyi yükseltelim!
  Dünyü çapında yeni bir emperyalist terör dalgası!
  "Emperyalizm kağıttan kaplandır!"
  Biriken sorunlar ketmerleşen saldırılar
  "Sınavsız üniversite" aldatmacası altına gizlenen saldırı
  Eğitimde özelleştirme saldırısı yeni boyutlar kazanıyor
  Faşist genelgeleri fiili mücadele ile parçalamalıyız!
  Eğitimde fırsat eşitsizliği daha da derinleşiyor
  Parasız ve bilimsel eğitim sosyalizmle gelecek!
  Liseli gençlik ve platform çalışmasının sorunları
  Yeni döneme örgütlü hazırlık
  Formasyon saldırısına karşı duyarlılığı örgütleyelim!
  Ulucanlar katliamının hesabını soralım!
  Yaz çalışması ve deneyimler
  "Irkçlılık konferansı"...
  Bir türküdür direniş boy verir zindanlarda...
  Toplumsal çözülme
  İsviçre Ekim Gençliği bu yılın ikinci Gençlik Kampı'na hazırlanıyor...
  Yaz çalışmamızın bir ayağı olarak Hacıbektaş Şenlikleri...
  Ulucanlar direnişi ve Partili olma sorumluluğu
  Liselerde politik çalışmanın bazı sorunları
  Okur mektupları



 
 
Bir türküdür direniş boy verir zindanlarda...


‘82' den bu yana bir gelenektir Ölüm Oruçları bu ülkede. Faşist rejim dışarıda toplumsal muhalefeti ezdikten sonra, içerde de devrimci tutsaklara teslimiyeti dayatarak, böylece ülkeyi dikensiz gül bahçesine çevirmeyi hesaplıyordu. Bu saldırılar devrimci tutsaklar tarafından ‘82 ve ‘84'te yanıtlanmış, devrimci iradenin teslim alınamayacağı gösterilmiştir. Yapacak bir şeyleri kalmayan devrimci tutsakların bedenlerini ölüme yatırmaları, başeğmez tavrın, direnişin adıdır artık.

'96 zindan direnişi de yine bu bilinçle başladı. Eskişehir tabutluğunu kapattırmak ve F tipi projesinden devleti vazgeçirmek için tutsaklar bedenlerini ölüme yatırdılar.
Devrimci dayanışmanın en iyi örneğini gösteriyorlardı devrimci tutsaklar. Her yapıdan yiğit devrimciler ölüme yattı. Talepler net, bilinçler açıktı. "Direniş devrime, teslimiyet düzene çıkar".

Dışarısı 60'lı günlerden, ölümlerden sonra hareketlenmeye başlar. Her yerde militan eylemler yapılır. Kitle örgütleri de çok önemli(!) desteklerini esirgemezler. Binlerce insan sokaklara çıkar.

O dönemin DYP-RP hükümeti ise şaşkındır direniş ve direnişe verilen destek karşısında. Şevket Kazan'ın yaptığı açıklamalar ilk şehidin verilmesiyle birlikte tamamen boşa çıkmıştır. Ve devletin direniş kırmaya yönelik hiç bir hazırlığı, politikası yoktur bu açıklamalar dışında. Zaten istikrarsız, zayıf olan hükümet, daha da fazla güç kaybetmeye başlamıştır.

Zafer kolay kazanılmamıştır. 12 devrimci hücre hücre eriyerek ölümsüzleşirken dışarıdaki ses daha da büyümüştür. Direniş devrimcilerle kitleler arasında bir yakınlaşma sağlamıştır.

Fakat kazanılan büyük zaferin ardından kazanımlar gerektiği gibi değerlendirilememiş, kitlelerle kurulan bağlar geliştirilememiş, hücre saldırısı Ulucanlar katliamıyla birlikte tekrar karşımıza çıkmıştır.

Gelelim bugünün mevsimleri deviren, belki de zindanların gördüğü en büyük direnişe. 96 ile kıyaslayacak olursak; içerde birlik ve bütünlük 19 Aralık katliamından sonra ancak sağlanmış ve dışarısı katliam sonrasında devletin yoğun terörü sonucu nefessiz kalmıştır.

Bu sefer devlet de daha hazırlıklı ve kararlıdır. Her ayrıntısıyla plan CİA masalarında hazırlanmıştır. Sermaye iktidarının kendi sözcülerinin de ifade ettiği gibi; "İçerisi dizginlenemezse, dışarıda istikrar sağlanamaz." Bu çok iyi bilinmektedir.

Devletin bu günkü aşırı tahammülsüzlüğünü, hücre tiplerini yaşama geçirmedeki kanlı kararlılığını buradan anlamak gerekir öncelikle. Dışarıda devrimci hareketi ehlileştirip, düzen içi sınırlara çekmek; toplumsal muhalefeti ezip, işçi-emekçi kitlelere gözdağı vermek; içerde devrimci tutsakların teslim alınmasıyla, hücrelere konulmasıyla mümkün olacaktır ancak.

Devrimci tutsakların ayları bulan onlarca tutsağın şehit düşmesine, katliamlara, hücrelere, suskunluk fesadına, zorla müdahalelere, tahliye oyununa, devletin manevralarına rağmen devam eden destansı ÖO direnişini, devrimci tutsakların bükülmez iradelerini, kararlılıklarını da yine buradan anlamak gerekir.

2000-2001 Ölüm Orucu direnişi, bundan önce yaşanan tüm direnişleri de aşan bir direniştir. Zaferi ve kazanımları da öncekileri çok çok aşacaktır.

84'ten bu yana bir gelenektir zindan direnişi. Başeğmezliğin, ölümüne kararlılığın, devrimci iradenini teslim alınamazlığının, direnişin adıdır.

Direniş geleneği sürüyor...

Ceren Ezgi




Tuzluçayır’da Ölüm Orucu Direnişi etkinliği:

Kolektif emeğin anlamlı ürünü


Yaz sürecinde “düzenin karanlığına, geleceksizliğine, hücre duvarlarına teslim olmayacağız” şiarıyla sürdürdüğümüz politik faaliyetimizin pratik ayağını, Ankara cephesinde, süreci kucaklayan etkinliklerle de tamamlamayı hedeflemiştik.

11 Ağustos Cumartesi Tuzluçayır’da bu bakışla ölüm oruçlarını ve düzenin hücre saldırısını konu alan bir salon etkinliğini düzenledik. Etkinliğin ön çalışmasının bir ayağını yoğun ajitasyon-propaganda çalışması oluşturdu. 500 çağrı metnini bölgeki evlere sözlü propagandayla elden dağıttık. Yürekleri genç olan herkesi umudu büyütmek, yüreklerimizi ve beynimizi kirletenlere dur demek için etkinliğimize katılmaya çağırdık. Ve afişlerle bunu besledik.

Diğer önemli ayak olan etkinliğin programını ise kolektif bir çalışmanın ürünü olarak planladık. 65 kişinin katıldığı etkinliğe, Ümit Altıntaş yoldaşın “kahverengi sevdalı bulut” şiiriyle başladık. Ardından avukat Selçuk Kozağaçlı ölüm orucu sürecini değerlendiren bir konuşma yaptı. Fosem'in 19 Aralık katliamını belgesel diliyle anlattığı kısa metrajlı film gösterisini, ölüm orucu şehitleri ve tüm devrim şehitleri için saygı duruşunda bulunarak tamamladık.

Tahliye edilen ölüm orucu direnişçilerinden olan Muharrem Kurşun, Haydar Baran ve Ertuğrul Kaya da düzenlediğimiz etkinliğe katıldılar. Ve direnişin anlamı, yaşamın hücreleştirilmesi saldırısı, hücreler ve katliamda yaşananlar üzerine konuşmalar yaptılar. Onların bu şekilde katılımı izleyici kitleyi oldukça etkiledi.

M. Kurşun'un bir işçinin hücrelere atıldıktan sonra nasıl devrimcileştiğini konu alan, “Hiçbir zaman geç değil” başlıklı öyküsü tiyatro olarak oynandı. Program son olarak müzik dinletisiyle sona erdi.

Genç komünistler sürecin omuzlarına yüklediği sorumluluğun bilinciyle kısa bir zaman dilimi içinde altını iyi bir içerikle dolduran anlamlı bir iş çıkardılar. Katılımcılarn büyük bir çoğunluğunun çalışma yürüttüğümüz bölgeden gelmiş olması ve uzun süredir açık çağrılı, direnişi konu alan bir eylemin yapılmamış olması, etkinlik için önemli noktalardı.

Etkinlik sonrası bu türden etkinliklerin süreklileştirilmesi yönünde tepkiler aldık.

Ankara'dan genç komünistler, düzenin tüm saldırılarına karşı faaliyetlerini sürecin ihtiyaçlarını karşılama iddiasıyla sürdürecekler.

Ekim Gençliği/Ankara




Dersim Munzur Festivali’nde halkın öfkesi!..

Katliamcı devlet protesto edildi!


Dersim halkı, devrimci hareketlere yakınlığı ve bölgede yükselen ulusal kurtuluş mücadelesi nedeniyle, yıllarca devletin çıplak terörüne maruz kaldı. Katliamların, işkencelerin, kaybetmelerin, köy yakmaların OHAL adı altında olağanlaştırılıp, resmileştirildiği Dersim’de halk, devrimci ve muhalif kimliğini bedeller ödeyerek korumayı başarmıştır. Baskı ve katliamlara karşı yıllarca direnen Dersim halkı bu yıl ikincisi düzenlenen Munzur Doğa Festivali’ni sahiplenerek, devletin festivali kanlı yüzünü gizlemek için bir araç olarak kullanılmasına izin vermedi.

28-30 Temmuz tarihlerinde düzenlenen festivale katılım ve coşku geçen yıla göre oldukça fazlaydı. Devletin, şenliğin içini boşaltma çabası, valilik tarafından programa yapılan son dakika müdahaleleriyle somutlandı. Ancak halkın tepkisi gecikmedi. Dersim girişine düzenin gerici-faşist ideolojisini ve Kürt kimliğinin reddini içeren "vecizeler”in yazıldığı pankartların asılması, konserin düzenleneceği alana Devlet Bahçeli’ye teşekkürler sunan pankartın asılması, bazı Kürtçe şarkıların yasaklanması, programda yer alan bazı grupların valilik tarafından son anda programdan çıkarılması ve festival başlamadan şehir merkezine polis, asker yığınağı yapılması, tüm bunlar birarada sloganlarla protesto edilmeye başlandı.

Protestocu kitle tarafından önce "Festival bizimdir bizim kalacak", "Vali istifa", "Dersim bizimdir, bizimle özgürleşecek!" şeklinde sloganlar atılmaya başlandı. Daha sonra bu sloganlar yerini; "Yaşasın Ölüm Orucu Direnişimiz!", "Anaların öfkesi katilleri boğacak!", “İçerde dışarda hücreleri parçala!”ya bıraktı. Bunun üzerine eylemin bitirilmesi için çağrı yapılmaya başlandı. Ancak bu işe yaramayınca bu kez etkinlikler için gelen aydın ve sanatçılar, platform üzerinden kitleyi durdurabilmek için konuşmaya başladılar. Kamer Genç ve bazı sanatçılar, halk tarafından konuşmalarına dahi izin verilmeden yuhalanarak platformdan inmeye zorlandılar.

Halk daha sonra sloganlarla yolu kapatarak stadyum’a doğru yürüyüşe geçti. Bu arada kitlenin arasından geçmeye çalışan bir polis minibüsü ve Jandarma makam aracı tahrip edildi. Kitlenin yolu trafiğe tamamen kapatması ve karalılığı üzerine, yol panzerler ve özel timler tarafından kesildi. Havaya aydınlatma fişekleri atılıp ortam iyice gerildikten sonra asker panzerden su ve kurşun sıkarak kitleyi dağıtmaya çalıştı. Yaşanan kısa süreli dağınıklığın ardından kitle tekrar toparlanıp yürüyüşe geçti.

Stadyum girişinde özel tim ve polisin yoğun üst aramasına tepki olarak başlayan sloganlara, özel tim ve polisler azgınca saldırarak karşılık verdi. Kitle bu saldırıyı taş ve sopayla yanıtladı. Yaşananlar sırasında çok sayıda insan ve polis çeşitli yerlerinden yaralandı. Yaralananlar tedavi için hastaneye kaldırıldılar.

Tüm yaşananlar devletin oyunun boşa çıkarmış oldu.

2. ve 3. günde de şenlikler devletin sıkı ablukası altında devam etti. Şenlikler müzik gruplarının konserleri, aydın ve sanatçıların katıldıkları panel ve söyleşiler biçiminde sürdü.

Şenlikte yaşananlar bir yanıyla devletin kirli yüzünü bir kez daha ortaya koyup, yüzündeki demokratiklişme maskesini indirirken, diğer yandan Ölüm Orucu direnişinin geldiği noktadaki etkisini göstermektedir. Bu etki yaşanan azgınca teröre rağmen, Dersim halkının "Yaşasın Ölüm Orucu Direnişimiz!", sloganlarında vücut bulmuştur.

Dersim’den bir EG okuru.