Ekim Gencligi ARSIVKIZIL BAYRAK
 
Ekim '01
SAYI: 48
 İçindekiler
  Ekim Gençliği'nden...
  Örgütlü mücadeleyi yükseltelim!
  Dünyü çapında yeni bir emperyalist terör dalgası!
  "Emperyalizm kağıttan kaplandır!"
  Biriken sorunlar ketmerleşen saldırılar
  "Sınavsız üniversite" aldatmacası altına gizlenen saldırı
  Eğitimde özelleştirme saldırısı yeni boyutlar kazanıyor
  Faşist genelgeleri fiili mücadele ile parçalamalıyız!
  Eğitimde fırsat eşitsizliği daha da derinleşiyor
  Parasız ve bilimsel eğitim sosyalizmle gelecek!
  Liseli gençlik ve platform çalışmasının sorunları
  Yeni döneme örgütlü hazırlık
  Formasyon saldırısına karşı duyarlılığı örgütleyelim!
  Ulucanlar katliamının hesabını soralım!
  Yaz çalışması ve deneyimler
  "Irkçlılık konferansı"...
  Bir türküdür direniş boy verir zindanlarda...
  Toplumsal çözülme
  İsviçre Ekim Gençliği bu yılın ikinci Gençlik Kampı'na hazırlanıyor...
  Yaz çalışmamızın bir ayağı olarak Hacıbektaş Şenlikleri...
  Ulucanlar direnişi ve Partili olma sorumluluğu
  Liselerde politik çalışmanın bazı sorunları
  Okur mektupları



 
 

“Irkçılık Konferansı”...

Dünün köle tacirleri
bugünün ırkçılık savunucuları


Güney Afrika Cumhuriyeti, milyonlarca işçinin genel grevine ve onbinlerce ırkçılık-kölelik karşıtının eylemlerine aynı günlerde sahne oldu. On yıl öncesine kadar ırkçılığın “anavatanı” olan bu ülkede beyazların ayrıcalıkları hala devam ediyor. Bu yönüyle, işçi sınıfının ekonomik-demokratik hakları uğruna sermayeye karşı mücadelesi ile ırkçılık karşıtı eylemlerin aynı ülkede ve aynı dönemde yapılması, bu eylemleri daha da anlamlı kılıyor.

“Irkçılık karşıtı konferans”ta, ABD, AB ve uşaklarının dayatmaları sonucu, kölelerin torunlarına tazminat ödenmesi ve İsrail’in ırkçı bir devlet olarak mahkum edilmesi sonuç bildirgesinin dışında bırakıldı. Böylece Birleşmiş Milletler ve emperyalistler köle taciri atalarını, ırkçılığı ve İsrail’in Filistin halkına karşı işlediği katliamları savundular. Türk sermaye devletinin temsilcileri de bekleneceği gibi emperyalist blok ve İsrail’e tam destek verdiler.

Başta Küba lideri Fidel Kastro olmak üzere bazı yoksul ülke temsilcileri ve konferansa katılan kitle örgütleri emperyalistlere karşı bir basınç oluşturmaya çalıştılar. Ama sonuç emperyalistlerin istediği yönde oldu. Yine de emperyalistleri rahatsız edecek önemli tartışma ve eylemler oldu, konferans boyunca. Burjuvazinin kirli geçmişi ve güncel olarak insanlığı yok oluşa doğru sürüklemesi, konferans vesilesiyle yeniden etkin biçimde teşhir edildi.

7 Eylül de sona eren konferans, ne Kofi Annan’ın beklediği gibi anlaşmayla sonuçlandı, ne de ırkçılık sorununun çözülmesi yönünde kayda değer bir adım atılabildi. Herşeye rağmen konferans, BM’nin emperyalizmin bir paravan örgütü olduğu gerçeğinin bir kez daha görülmesine, ABD ve AB’nin ırkçılık karşısındaki iki yüzlü tutumlarının açığa çıkmasına hizmet etmiş oldu. BM genel sekreteri olarak Annan, konferans boyunca ABD, AB ve İsrail’i rahatsız eden etmenleri ortadan kaldırmanın telaşı içinde oldu. Bu tutum, BM’nin asıl kaygısının ne olduğunu somut olarak göstermiştir.

Söylemde ırkçılık karşıtlığı şampiyonu olan emperyalist ülkeler, işin ucu kendilerine dokununca yüzlerindeki maskeleri söküp atmak zorunda kalmışlardır. Şimdiki zenginliklerin temelinde bulunan sermaye birikiminin oluşmasında köle ticareti ve kölelerin önemli bir payı var. Buna rağmen, değil tazminat ödemek, özür dilemeye bile yanaşmıyorlar. Ancak pişmanlık duyma lütfunda bulunabilecekler. Böylece tarihleri olan köle ticaretini cepheden sahipleniyorlar.

İsrail için harcadıkları çabalar, emperyalistlerin üç yüz yıl önceki atalarıyla aynı zihniyeti biraz cilalayarak, 21. yüzyıla taşıdıklarının göstergesidir. Zira İsrail, elli yılı aşkın bir süredir Filistin halkını katlediyor, ekonomisinin gelişimini zorbalıkla engelliyor, her türden aşağılama ve hakarete maruz bırakarak, ırkçılığın âlâsını yapıyor. Buna rağmen insan hakları "savunucusu " ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri, bu savaş makinası devleti mahkum eden bir kararın çıkmasını engellemek için (ki bunu başardılar) konferanstan çekilme tehdidi de (ABD ve İsrail çekildiler) dahil olmak üzere, özel bir çaba harcadılar. Ne de olsa İsrail, onların gayri meşru çocuğudur.

Kölelik fiilen ortadan kalkmadığı gibi, bugün de bu ülkeler ırkçılığın kaleleri durumundadır. ABD’de zenci ve kızılderililere uygulanan ırkçılık kimi zaman yerel ayaklanmalara neden olacak boyuttadır. Avrupa Birliği ülkelerinde ise yabancı düşmanlığı ve ırkçılık gittikçe yaygınlaşmakta ve faşist çeteler yeni cinayetler işlemekteler. Gelişecek sınıf mücadelesinin önünü kesmek ve hedefinden saptırabilmek için bu çetelere ihtiyaçları olacaktır. Sosyal hakların gaspı, ekonomide yaşanan daralma ve yaygınlaşan işsizlik, Cenova örneğinde gördüğümüz gibi, artık yüz binleri sokaklara dökebilmektedir. Emperyalist burjuvazinin huzurunu bozan bu gelişmelerin önünü alabilmek amacıyla ırkçılardan yararlanmaması için hiçbir neden yoktur.

Emperyalist ülkelerdeki tablo, ırkçılık karşısında takındıkları tutumun aynasıdır. Ama eğer köle ticareti için tazminat ödeyip, özür dileselerdi kirlilikten arınıp temiz mi olacaklardı? Ortada Irak, Yugoslavya, Filistin, Kürdistan, Ruanda ve benzeri canlı örnekler önümüzde durdukları sürece, hiçbir manevra onların katliamcı çirkin yüzlerini şirinleştiremez. Irkçılık, kölelik, savaş yıkım ve katliamlar özel mülkiyet düzenlerinin ayrılmaz parçalarıdır. Ama özel mülkiyet düzenini son halkası olan kapitalizm, bu konuda öncelleri olan köleci ve feodal sistemleri fersah fersah geride bırakmıştır.

Uygar kapitalist toplumun gelişme düzeyi bahsettiğimiz sorunları aşabilecek gibi görülür. Teorik olarak bu mümkündür. O halde, kapitalizmin vizyonunu da bozan bu sorunlar neden çözülmüyor? Kötü, niyetli, kendini bilmez devlet-hükümet yetkilileri mi bundan sorumlu? Yoksa bu işin gerisinde başka nedenler mi bulunmaktadır? Bu sorunların devam etmesinde ya da yeniden ortaya çıkmasında farklı etkenlerin rolü olmakla beraber, temel neden bizzat kapitalist sistemin kendisidir.

Burjuvazi, kapitalizmin emperyalist aşamasıyla beraber gericileşmiş ve tarihsel olarak aşılması gereken bir engel haline dönüşmüştür. Bu nesnel durum, bu sınıf adına iktidarı elinde tutanları her türlü gerici, ırkçı, faşist uygulamalardan vazgeçmelerini engelliyor. Dolayısıyla, teorik olarak çözülebilecek sorunları düzen yeniden ve yeniden kendisi üretiyor.

Bu durumda BM konferansları, ırkçılık sorununu çözümüne katkı sunabilir mi? Böyle bir beklenti, karşılıksız kalmaya mahkumdur. Konferans bildirgesinde Filistin halkının kaderini tayin ve bağımsız devlet kurma hakkının tanınması aldatıcı bir görüntüdür. Aynı belge İsrail’in “güvenlik hakkı”nı da tanıyorsa, Filistin halkına tanıdıkları hakları boşa düşürüyor demektir. Durban örneğinde olduğu gibi, bu konferanslar, emperyalizmi ve gerici uşaklarını teşhir etmek için belli imkanlar sunmaktadır. Bu imkanlar elbette son sınırına kadar kullanılmalıdır. Gerçek çözüm ise başka yerde aranmalıdır.

Nasıl ki sömürü düzenine katlanmak bir kader değilse, ırkçılığa ve faşizme katlanmakta bir kader değildir. Tarihsel olarak bu sorunları aşmak, gerçek çözüme ulaşmayı gerektirir. Bu konu da devrimci proleteryanın çözebileceği sorunlar alanına girmiştir. Kapitalizmin ürünü olan sorunlar, ancak kapitalizm parçalanıp yıkıldığı zaman, insanlığın geçmişinde yaşanan karanlık sayfalar haline gelebilecektir.