|
Eğitimde yeni
dönem...
Biriken sorunlar
katmerleşen saldırılar
Yeni bir eğitim yılına girdik. Bu yıl karşılaşılan/karşılaşılacak
olan sorunlar önceki senelere kıyasla kat be kat artmış durumda. Ekonomik
krizin faturası eğitim alanında da işçilere ve emekçilere çıkarılıyor.
Üniversitelerde harçlar, yurt ücretleri; ortaöğretimde kitap, kırtasiye
masrafları, katkı payı soygunu, giyim kuşam, servis derken, bir emekçinin
maaşını rahatlıka 3- 4’e katlayan harcamalar bu faturanın görünen
yanı. Diğer yanındaysa, yapılan onca harcamaya ve emeğe rağmen yine
işsizlik, yine geleceksizlik, yine sefalet koşulları... Bir de yaşanan
tüm bu sorunlara eğitim emekçilerinin yaşadıkları eklenince, Türkiye’de
verilen eğitimin düzeyi ve hedefi net olarak görülebilir.
Üniversiteler birer ticarethane
Eğitimin paralı hale getirilmesi yeni karşılaştığımız bir sorun değil.
Yıllardır üniversitelilerden alınan harçlar her yıl yapılan zamlarla
giderek astronomik rakamlara ulaşmıştır. Örneğin İngilizce eğitim
gören bir mühendislik fakültesi öğrencisinin yıllık harcı tam 340
milyonu buluyor. Şimdilik birçok öğrenciye verilen harç kredisi bu
yükü hafifleten bir yan taşıyor. Ancak geçtiğimiz yaz gerçekleşen
rektör yürüyüşleri sırasında ifade edilen bir talep, bu durumun da
çok uzun sürmeyeceğini gösteriyor.
Rektörlerin (siz şirket yöneticileri okuyun) sözcülüğüne soyunmuş
olan ODTÜ rektörü Ural Akbulut’un bu konuda söyledikleri önemli:
“Harç kredisine gerçekten ihtiyacı olan öğrencileri bırakın
biz belirleyelim ve dağıtımı da biz sağlayalım. Halihazırda birçok
öğrenciye ihtiyacı olmadığı halde verilen bu krediyi ihtiyacı olmayanlardan
keseriz. Bu da bize buradan gelecek katkılarla eğitimi kusursuz bir
biçimde sürdürme olanağı sağlar.” Ve bu sözlerinin ardından
hemen ekliyor: “Eğitimi sürdürebilmemizin tek yolu bu. YÖK bu
konuda hızlı davranmalı.”
Bir yandan yüzmilyonları bulan dönemlik harçlarla öğrenci ailelerini
soyan YÖK ve üniversite yönetimleri, bir yandan da yemekhanelerden
yurtlara, mediko-sosyallere kadar tüm hizmetleri özelleştirerek sermayeye
peşkeş çekiyorlar. Elbette tüm bu hizmetlerinin karşılığında sermayeden
kendilerine düşen payı da alıyorlar. Bu kimi zaman hesap cüzdanlarına
eklenen “0”lar oluyor, kimi zaman da şirket yönetimlerinde
uygun bir mevki.
Devletin yükseköğrenim kurumlarına yaptığı katkı gerçekten çok sınırlı.
Vakıf adı altında kurulan özel üniversiteler devlet üniversitelerinden
kat be kat fazla pay alıyorlar. Denebilir ki, bu üniversiteler öğrencileri
için harcadıklarını iddia ettikleri miktarın yarısından fazlasını
devletten almaktadırlar. Buna bir de bedava arazi, düşük faizli, 3
yıla varan ödemesiz, 7-8 yıla varan vadeli kredi olanakları, bütçelerinin
neredeyse yarısının devlet tarafından karşılanması eklenirse, devletin
bu üniversitelere verdiği “önem” ve “öncelik”
daha kolay anlaşılır.
İlk ve ortaöğretim: Sorunlar
giderek ağırlaşıyor
Bu yıl 16 milyon öğrenci, 550 bin eğitim emekçisi ve binlerce görevli,
yeni eğitim-öğretim yılında bütçeden ayrılan %8.37’lik payla
idare edecekler. Bütçeden ayrılan bu miktarı okullara paylaştırırsak;
okul başına 103 milyon düşüyor. Bu parayla elektrik, su, telefon,
yakıt giderleri de karşılanacak. Hal böyle olunca eğitimin paralı
hale getirilmesi devlet için tek yol olarak görülüyor. Çünkü bütçeden
eğitime daha fazla pay ayırmaları mümkün değil. Düzenin askerinin,
polisinin, batan bankalarının paraya ihtiyaçları varken eğitimin ne
önemi olabilir ki onlar için. Hem eğer “Çocuklarımızın geleceğini
düşünüyorsak herşeyi de devletten beklememek lazım”!
Katkı payı adı
altında ticarileştirilen eğitim
İlk ve orta öğretim kurumlarında zorunlu bağış olarak alınan katkı
payları 1997’de çıkarılan bir yasayla meşrulaştırıldı. Her yıl
Milli Eğitim Bakanlığı’nca aksi yönlü yapılan açıklamalara karşın
veliler okul derneklerine bağış yapmaya zorunlu kılındı. Aksi takdirde
kayıt yapılmayacağı tehditi savruldu. Böylelikle eğitim emekçileri
“tahsildara” veliler ise yolunacak kaza dönüştürüldü.
Eğitim kurumları bir çeşit ticarethaneye, öğrenciler de müşterilere
çevrildi.
8 yıllık eğitim için birkaç yıllığına konulan ek vergilerin süreklileştirilmesi,
paralı eğitim saldırısında yeni bir halka oldu. Bugün cep telefonu
faturlarından gelir vergisine kadar bu ek vergiler toplanmaktadır.
Toplanan bu paraların eğitim için kullanılmadığı gün gibi açık. Deprem
için toplanan paraların batık bankaları kurtarmakta kullanıldığı gerçeği
daha yeni ortaya çıkmışken, eğitim için toplanan vergilerin de nereye
gideceği bir sır değil.
Kitap ve kırtasiye masrafları ise ayrı bir rant kapısına dönüşmüştür.
Yapılan son %50’lik zamdan sonra ortalama kitap ücreti 3 milyona
çıkmıştır. Yaklaşık 250 trilyonun döndüğü bir piyasadır bu.
Bir başka rant kapısı ise okul servisleridir. Burada da kitap piyasasındakini
aratmayacak paralar dönmektedir. Fatura tabii ki yine işçi ve emekçilere
kesilmektedir.
Eğitim kurumlarına döktüğümüz o kadar paraya rağmen verilen eğitimin
kalitesi de giderek düşüyor. Derslik başına düşen öğrenci sayısı İstanbul
gibi bir metropolde 70 ila 80 arası. Türkiye ortalaması ise 56’dır.
70 bin kadar dersliğe, 120 binin üzerinde eğitimciye ihtiyaç var.
Buna rağmen YÖK formasyon hakkını gaspederek binlerce öğretmen adayını
işsiz bırakmıştır. Birçok okulda çok sayıda ders boş geçiyor. 2000
okul bu yıl hiç açılmayacak.
Metropoller de dahil olmak üzere birçok okul bu yıl ısınma problemiyle
karşı karşıya. Bilgisayarlı eğitim konusunda verilen onca vaade rağmen
hiçbir gelişme sözkonusu değil. Bırakın bilgisayarlı eğitimi fizik,
kimya ya da biyoloji laboratuvarı olan okul sayısı her ilde parmak
sayısını geçmeyecek kadardır.
Bu koşullar altında eğitim gören gençlerin üniversite sınavlarında
başarı kazanmalarını beklemek zaten mümkün değil. Olsa olsa tabela
üniversitelerden birine girerek, geldikleri okuldan farksız bir eğitim
alarak “nitelikli” birer işsiz olabilirler.
Eğitim sürecinde temel önemde yer tutması gereken öğretmenlerin de
durumu içler acısıdır. Kalabalık sınıflarda, birçok teknik olanaktan
mahrum eğitim vermeye çalışan öğretmenler aldıkları maaşla aybaşını
zar zor getirebilmekteler. Sendika hakkı tanınmayan eğitim emekçilerinin
üzerindeki baskılar ise her geçen gün artmaktadır.
Tüm bu sorunlarla başedebilmenin tek yolu, taleplerimiz ekseninde
biraraya gelerek, örgütlü mücadeleyi yükseltmektir. Bunun dışında
bir seçeneğimiz yoktur.
Taleplerimiz!
* Her düzeyde parasız eğitim!
* Öğrencilerin eğitimle ilgili tüm ihtiyaçları devlet tarafından karşılanmalı!
* Okullarda yeterli spor salonu, tiyatro vb. sosyal tesisler ile bilgisayar,
fizik, kimya, biyoloji laboratuvarları bulunmalı!
* Servis ihtiyacı gerekli her güzergahta ve ücretsiz olarak karşılanmalı!
* Gerici-faşist içerikli müfredat ve ezberci eğitim sisteminin yerine
bilimsel düşünceye dayanan, öğrenciyi araştırmaya, sorgulamaya yönelten
bir eğitim sistemi!
* Herkese sınavsız üniversite!
* Sınıf mevcutları 30’un altına indirilmeli!
* Öğretmen açıkları derhal kapatılmalı, formasyon hakkı ücretsiz olarak
geri verilmeli!
* Öğretmenlerin kendilerini geliştirebilmeleri için yıl içinde periyodik
seminerler düzenlenmeli, pedagojik alanda yetersiz olanlara pedagoji
kursu verilmeli!
* Sözleşmeli öğretmen uygulamasına son verilmeli, sözleşmeli personel
kapsamında olanlar kadroya alınmalı!
* Norm kadro yönetmeliği kaldırılmalı!
* Öğretmenlere ve tüm kamu emekçilerine grevli-toplusözleşmeli sendika
hakkı tanınmalı, maaşlar yoksulluk sınırı olan 850 milyonun üzerine
çekilmeli!
* Öğrencilere ve öğretmenlere okul tarafından bedensel ihtiyaca uygun
(öğrencilerin büyüme çağında olduğu gözetilerek) ücretsiz yemek verilmeli!
* Eğitimde öğrenci-eğitim emekçisi-veli bileşiminde oluşacak bir kurula
söz, karar ve yetki tanınmalı!
* Bütçeden eğitime tüm bunları karşılayacak ve geliştirecek oranda
pay ayrılmalı!
|