29 Aralık 2007 Sayı: SİKB 2007/47 (49)

  Kızıl Bayrak'tan
   2008’e girerken 2007’den kalanlar…
  Bombardımanın örttüğü gerçekler
Kürt halkının dökülen kanı egemenlerin
ahlakına ayna tutuyor!
Tekel işçilerinin eylemlerinden...
Cevizli Tekel’deki özelleştirme saldırısıyla ilgili Tek-Gıda-İş 2 No’lu yöneticileriyle konuştuk...
Gençlik hareketinden...
  Asgari ücrete ilişkin eylem ve etkinliklerden...
  Asgari ücret mi biat ücreti mi?
Yüksel Akkaya
  19 Aralık eylem ve etkinliklerinden....
  Devrimci örgüt yaşamsaldır!
  Birleşik Metal İş 17. Merkez Genel Kurulu üzerine...
  “Erdal Eren kavgamızda yaşıyor!”
  Hayvanlar alemini rüya alemi sanan bir kafa
aydın olamaz!
  “Prekarite/Prekar” ücretler zamanı:
Nereye kadar?
Yüksel Akkaya
  Sincan İşçi Kurultayı’na yürüyoruz!
  Rusya AKKA’dan resmen çekildi!
  Hamas Bush yönetimince muhatap alınmayı
talep ediyor!
  PKK / KCK yöneticilerine açık çağrı!
M. Can Yüce
  Annapolis, Kürdistan ve Ortadoğu - Abu Şehmuz Demir
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Annapolis, Kürdistan ve Ortadoğu

Abu Şehmuz Demir

Bugüne kadar Ortadoğu ve Filistin sorununa yönelik birçok zirve ve konferanslar yapıldı. Tüm bu konferansların her zaman tek bir amacı olmuştur. O da, bölgenin kangrenleşen sorunlarının çözümü yerine, bu sorunları daha da derinleştiren ABD ve müttefiklerinin coğrafya üzerinde geliştirdikleri böl-parçala stratejisinin daralan yönlerine yeni taktikler ile bir nefes aldırılmasıdır. Çeşitli “çözüm” ya da “çözümler” adı altında ABD öncülüğünde yarım asırdır yapılan konferans ve zirveler, bölgenin mazlum ve mağdur halklarına yönelik vahşi uygulamaların hayata geçirilmesine hizmet etmiştir.

Geriye dönüp bir göz attığımızda, Ortadoğu’nun mazlum ve mağdur halklarında olan Kürtler ve Filistinliler’e yönelik olarak, yüzyıla yakın bir süredir, bölge ve uluslararası düzenek çerçevesinde entrika üzerine entrika çevrilmektedir. Öyle ki, 20. yüzyıldan 21. yüzyıla devredilen ulusal sorunları çözülmemiş ender halklardan ikisidir Kürt ve Filistin halkları. Bu iki sorun bölgenin kanayan yarası olarak halen çözümünü bekliyor. Ancak günümüzün barbarlarının önünde böyle bir çözüm anlayışı bulunmuyor. Geçen yüzyılda olduğu gibi bu yüzyılda da, Siyonizmi kendisine rehber edinen İsrail, Filistin halkını “uygar dünya”nın gözleri önünde evire çevire dövmeyi sürdürüyor.

Aynı anlayışın değişik bir biçimine sahip olan, Kürtler’i egemenliği altında tutan bölgenin gerici devletlerinden Türk devleti, şovenizm histerisini tırmandırarak Kürtler’e yönelik sindirme, korkutma, tehdit ve zulüm politikalarını sürdürmede ısrar ediyor. Uluslararası emperyalist merkezlerin desteğini arkasına alarak, rastgele köyleri bombalayarak, Kürt halkına yönelik zulüm estiriyor. Tarihten bu yana süregelen zulüm hiç kimseye bir şey kazandırmadığı gibi, zulümden gıdasını alan günümüzün barbarlarına da hiçbir şey kazandırmayacak.

İsrail ve Türkiye bölge toprakları üzerinde, kuralsız ve kaidesiz saldırıları temel politikaları haline getirmiş bulunuyor. Birisinin Doğu Arap ile Batı Arap arasında yer alan Filistin topraklarında, diğerinin ise Mezopotamya topraklarının kadim halklarından olan Kürtler’e yönelik zulmü devam ediyor. Ancak zulüm ne kadar yol alırsa alsın, mağdur olan her iki halk da kendi geleceği ve onurlu dünya toplumuna katılmak için direncini koruyarak, barbarlara karşı sebatla karşı durmayı sürdüreceklerdir. Zira, Filistin ve Kürt halkını egemenlikleri altında tutan devletlerin zor ve şiddet politikaları, her iki halkın hiçbir sorununu çözmediği gibi, bu inkar ve imha politikaları, sorunları kangrenleştirmektedir.

Bölgenin köklü sorunlarına bir de ABD ve müttefiklerinin Şatt ü-Arap boylarındaki Irak topraklarında estirdiği işgal ve zulüm eklendiğinde, bölge halkı koyu bir zulüm altında tutulmaya çalışılıyor. Ortadoğu coğrafyasında Irak’ta, Filistin’de, Kürdistan’da ve Lübnan’da orman yangınları devam ediyor. Yangının sönmesi de yakın dönemde olanaklı görünmüyor. Tersine, bölgeyi yangın tarlalarına çeviren bu stratejinin sahipleri, bölgenin diğer sahalarında yangınların tutuşturulması için ittifak zeminlerini sağlama almaya çalışıyorlar. Bu amaç doğrultusunda Araplara aktarılan cüzi silahların yanı sıra, İsrail tüm bölgeyi vurabilecek askeri teçhizat ile donatılıyor. Bu, ABD’nin bölge üzerinde egemenliğinin pekiştirilmesi ve çıkarlarının korunması içindir.

ABD, müttefikleri ve İsrail, şu an önlerinde en büyük engel olarak gördükleri İran’ın bölgedeki etkinliğinin kırılması için, bölgede ve dünyada havuç ve sopa siyasetini sürdürüyorlar. Bu çerçevede ABD Savunma Bakanı Robert Gates ve Hariciye Bakanı Condoleezza Rice sık sık bölgeye gelerek, Ortadoğu’da İsrail’in bekasını korumanın yanı sıra, ABD’nin bölge üzerinde etkinliğini artırmaya çalışıyorlar. Bölgeye düzenledikleri bu mekik diplomasisi ekseninde, Lübnan, Filistin ve Irak’ta bir dizi kaos politikalarını hayata geçirmeye çalışarak, bölgedeki kritik fay hatlarının ibreleriyle oynuyorlar.

Lübnan üzerinde sürdürdükleri siyasal kriz senaryoları nedeniyle, bu ülke 9. kez Cumhurbaşkanını seçmek için bir araya geldiği halde seçemedi ve diken üstündeki kriz devam ediyor. Bu sürecin nasıl sonuçlanacağı da henüz belirsiz.

Öte yandan bu güçler Irak’ta işgalin kalıcılaşması için, mezhep çatışmalarını körükleyerek, böylece Irak’taki istikrarsızlığı sürdürerek bölgede yerleşik bir konum edinmeye çalışıyorlar. Yine, bir yılı aşkın bir süredir Filistin’de, El-Fetih ile Hamas arasındaki uçurumun derinleşmesi için, Filistinli gruplar arası çatışmaları tahrik ederek, güçten düşürülmüş ya da güdükleştirilmiş bir Filistin yaratmak için süreci körüklüyorlar.

Bir sabah uyandığınızda, örneğin 2008’de, başkenti Kudüs olan Kenanlar diyarında bir Filistin devletinin kurulduğunu veya ilan edildiğini duyduğunuzu düşünün! Sözde bu sorunun halledilmesi için onlarca devlet ve sivil örgüt temsilcileri Annapolis’e uçtular. Gerçekte ise ABD ve İsrail dünyayı aldatarak, bu sorunun çözümüne yönelik yanıt aramak yerine, bölge üzerinde hayata geçirmek istedikleri yayılmacı stratejilerine yol yordam aradılar. 28 Kasım 2007’de ABD’nin Annapolis şehrinde yapılan Filistin-İsrail zirvesi, Filistin halkına Araf’da (cennetle ile cehennem arası) bir yaşamı dayattığı gibi, İsrail ve müttefiklerinin bölgede hayata geçirmek istedikleri stratejik hedefleri çerçevesinde yeni imkanların zeminlerinin örülmeye çalışılmasına tanıklık etti.

1990’lardan bugüne çeşitli adlar altında yapılan Filistin-İsrail eksenli Madrid, Oslo, Camp David, Taba, River vb. tüm zirveler, Filistin halkını oyalamaya hizmet etti ve bölgeye yeni bir düzeni dayatmaktan başka bir şey getirmedi. Tüm diğer zirve dönemlerinde olduğu gibi, Annapolis ve Paris zirveleri esnasında da İsrail, Filistin topraklarına yönelik saldırılarını sürdürerek Filistinlileri öldürmeye devam ediyordu. Zirvede İsrail’in bu zulmüne yönelik hiçbir karar çıkmadığı gibi, adete İsrail’in Gazze’de estirdiği devlet terörüne göz kırpılıyordu. Çünkü katılımcı güçler sorunun çözümü için değil, bölgedeki mevcudiyetten gıdasını almak için bir araya gelmişlerdi. Bunlardan Türkiye ise, bu zirvede, Kürt halkına yönelik saldırı ve imha vizesini alarak, içte sindirme politikasının yanı sıra, sınır ötesi saldırı hareketinin onayını aldı. Saldırı hareketine izin veren ABD ve müttefikleri Kürtler’e havuç sopa siyasetini göstererek, “ben olmadan varlığın söz konusu” olamaz sinyalini verdiler.

Toparlarsak, İsrail, Filistin topraklarındaki işgal alanlarını genişlettiği gibi, Filistin coğrafyasının ötesinde bir yayılmacılık emelini sürdürüyor. Balfour’dan bu yana, diğer zirvelerde olduğu gibi, Annapolis’te yapılan ve sonrası yapılacak olan zirveler, bölge halklarına yeni açılımları dayatacağı gibi, bölgedeki süreci çeşitli yönlerden kışkırtarak tetikleyecektir.

ABD’de yapılan zirveye 50’ye yakın ülkenin yanı sıra birçok uluslararası kurum ve kuruluşun çağrılması ve sorunun asıl muhataplarından biri olan Hamas’ın çağrılmaması, sorunun çözümü değil çözümsüzlüğüdür. Birinci Dünya Savaşı döneminde Balfour Deklarasyonu ile bölgenin kalbine bir hançer gibi yerleştirilen yapay İsrail devleti ile ABD bölgeye yeni bir girdap sürecini dayatma hesapları içerisinde olup, bölgedeki “ayrık otları”nı gerekçe göstererek, yeni bir mizansen sergilemeye çalışmaktadırlar. Her iki devletin de hedefinde özgür bir Filistin devleti olmadığı gibi, bölgeye yönelik böl ve parçala stratejisi devam etmektedir. Bölgedeki gerici devletler de buna mendil açmaktadır.

Kısaca özetlersek, Irak savaşı bir yana, özellikle geçen yıl İsrail’in Lübnan’a yönelik savaştan boynu eğik çıkmasından bu yana, bölgeye dayatılan iki kutuplu planın derinleştirilmesi için süreç hızlandırılmaya çalışılıyor. Ortadoğu’da bugün İran eksenli gelişen ret cephesinin önünün alınması için, ABD ve müttefiklerinin Ortadoğu siyaseti, her gün bir şekil alarak çok yönlü devam ediyor. Arap yarımadasını İran’a karşı bir bloğa dönüştürmek için, bu halkanın bir parçası olan Suriye’yi koparma çabaları uluslararası alanda sürüyor. Kısacası, ABD ve müttefikleri tarafından bölgeye dayatılan ve sürece yayılan stratejilerin merdiven başları kan ve barut kokuyor.

18 Aralık ‘07