29 Aralık 2007 Sayı: SİKB 2007/47 (49)

  Kızıl Bayrak'tan
   2008’e girerken 2007’den kalanlar…
  Bombardımanın örttüğü gerçekler
Kürt halkının dökülen kanı egemenlerin
ahlakına ayna tutuyor!
Tekel işçilerinin eylemlerinden...
Cevizli Tekel’deki özelleştirme saldırısıyla ilgili Tek-Gıda-İş 2 No’lu yöneticileriyle konuştuk...
Gençlik hareketinden...
  Asgari ücrete ilişkin eylem ve etkinliklerden...
  Asgari ücret mi biat ücreti mi?
Yüksel Akkaya
  19 Aralık eylem ve etkinliklerinden....
  Devrimci örgüt yaşamsaldır!
  Birleşik Metal İş 17. Merkez Genel Kurulu üzerine...
  “Erdal Eren kavgamızda yaşıyor!”
  Hayvanlar alemini rüya alemi sanan bir kafa
aydın olamaz!
  “Prekarite/Prekar” ücretler zamanı:
Nereye kadar?
Yüksel Akkaya
  Sincan İşçi Kurultayı’na yürüyoruz!
  Rusya AKKA’dan resmen çekildi!
  Hamas Bush yönetimince muhatap alınmayı
talep ediyor!
  PKK / KCK yöneticilerine açık çağrı!
M. Can Yüce
  Annapolis, Kürdistan ve Ortadoğu - Abu Şehmuz Demir
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

ABD’den AB’ye kadar tüm emperyalist cephe Kürt halkına karşı Türk burjuva gericiliğinin yanında ve safında!.. 

Bombardımanın örttüğü gerçekler

 
ABD’yle yapılan istihbarat çalışmalarının ardından gelen ve ABD’nin yakından izlediği operasyonda Türk ordusuna bağlı savaş uçakları, 16 Aralık 2007 gecesi saat 01.00’de Güney Kürdistan’da Zap, Avaşin, Hakurk bölgeleri ile Kandil Dağı’nda PKK’ye ait olduğu bildirilen yerleri ve bazı Kürt sivil yerleşim alanlarını bombaladı. Basına yansıyan bilgilere göre, operasyona Diyarbakır ve Malatya’dan 26’şar olmak üzere toplam 52 uçak katıldı. Operasyona katılan F-16 ve F-4 savaş uçakları 500 ve 1000 librelik lazer güdümlü bombalar kullandılar.

Havadan bombalamaya ilişkin Genelkurmay tarafından yapılan açıklamalarda, elbette psikolojik savaş gereği, PKK’ye büyük kayıplar verdirildiği iddia edildi. PKK tarafından yapılan açıklamada ise, saldırıda 5 gerillanın ve halktan da iki kişinin yaşamını yitirdiği, 4 gerillanın ise hafif yaralandığı belirtildi. Öte yandan Kürdistan Bölge Yönetimi kaynakları bombalamalarda en az 15 köyün zarar gördüğünü açıkladı. 18 Aralık günü ise, TSK, küçük bir güçle karadan da Güney Kürdistan sınırına girdi. Karadan yapılan saldırıda da çatışmalar yaşandığı basına yansıdı. TSK açıklamalarında yine “PKK’ye büyük darbe vurulduğu” propagandası vardı. Daha sonraki günlerde de havadan bombalamalar devam etti.

Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, operasyon gecesini, “En gurur duyduğum gündür” diye niteledi. Büyükanıt, ABD’nin Irak hava sahasını Türk F-16’larına açıp operasyona onay verdiğini vurgulayarak, “İstihbarat açısından da hiçbir sıkıntımız yok. PKK, artık ayağını denk alsın. Unutmasın ki; artık bizim için onların kampları ‘BBG Evi’ gibidir” dedi.

Recep Tayyip Erdoğan da operasyonla ilgili bir açıklama yaparak orduyu kutladı. Elbette bu Türk ordusunun askeri başarısının kutlaması aslında ABD uşaklığının yeni bir boyuta taşınmasının kutlanması olarak anlaşılmalıdır. Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, ihtiyaç duyulduğunda operasyonların kararlılıkla sürdürüleceğini belirterek, “Biz hükümet olarak, en başta Silahlı Kuvvetlerimiz olmak üzere devletimizin diğer ilgili birimleriyle tam bir uyum ve kararlılık içerisinde bu belayı ülkemizin gündeminden çıkarma azmi ve kararlılığı içerisindeyiz” dedi.

Bu son sınırötesi operasyonuyla sermaye devleti, bir kez daha Kürt sorununda geleneksel inkâr ve asimilasyonun yanı sıra imha politikalarını terketmeyeceğini göstermiş oldu. ABD’nin icazeti ve desteği, iç ve genel konjonktürün avantajlarını da değerlendirerek Kandil Dağı eteklerine ve bölgedeki Kürt yerleşim birimlerine yönelik olarak yapılan harekât, bir kez daha sermaye devletinin Kürt sorunu konusundaki çıkmazını göstermiş oldu.

Öte yandan sınırötesi operasyonun ardından, “ABD’yi aklama kampanyası” tüm hızıyla sürüyor. Operasyon Amerikancıları sevince boğarken, Güney Kürdistan yönetimine ve Kürt siyasi çevrelerine de “ABD’nin tercihi biziz” mesajı verildi. Özellikle Aydın Doğan’ın gazetelerinde, “Operasyonun ABD sayesinde gerçekleştiği” ve “Çuval geçirme krizinin geride kaldığı” temaları öne çıktı. Milliyet gazetesinde “Milliyet” imzasıyla yayımlanan “Çuval skandalından istihbarat işbirliğine” başlıklı değerlendirme yazısında, ABD’yle yaşanan gerilim döneminin sona erdiği ifade edilerek şu satırlara yer verildi:

“Bu harekâtın ABD ile uzun bir hazırlık döneminin ardından, eşgüdüm içinde icra edilmiş olması önemlidir. İstihbaratın en azından bir bölümünün ABD tarafından sağlandığı açık bir sırdır. Böylelikle önce 1 Mart tezkere oylamasıyla kopan, ardından 4 Temmuz’daki çuval skandalıyla yere çakılan Türk-ABD askeri işbirliğinde yeniden normalleşme dönemine girilmiştir. Bush yönetimi, yayımladığı resmi bir açıklamayla, Türk Hava Kuvvetleri’nin operasyonuna açık bir destek vermiştir. Zaten harekât, Başbakan Erdoğan’ın 5 Kasım’da Washington’da Başkan George Bush ile yaptığı görüşmenin somut bir sonucu olarak görülmelidir.”

AKP hükümetinin operasyonun gelişim sürecinde başarılı olduğunu vurgulayan Milliyet, hükümetin bundan sonraki süreçte “Eve Dönüş Yasası dahil olmak üzere bir dizi barışçı çözüm adımı atması gerektiğini” söyledi. Sınır ötesi operasyonun en büyük destekçilerinden olan Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök ise, Mesut Barzani ve DTP’lilere yönelik ağır tehditler içeren yazısında, “Türkiye Amerika Birleşik Devletleri’ni yeniden yanına çekmiştir” tespitinde bulundu. “Tabii, Amerika da yeniden Türkiye’yi kazanmıştır” diye ekleyen Özkök, yazısını “Yani Kandil’deki bombalar, herkesin menfaatine olmuştur” ifadesiyle sonlandırdı. 

Gerek Milliyet, gerekse Hürriyet’teki yazılarda, ABD’nin 5 Kasım buluşmasının ardından üzerine düşeni yaparak, istihbarat desteği sunduğu yorumu yoğun biçimde yer buldu. Aydın Doğan’ın en etkili iki gazetesinin “ABD-Türkiye gerilimi aşılmıştır” tespitinde bulunması önemlidir. Açıktır ki tüm bunlar, kitlelerdeki anti-Amerikancı eğilimleri geriletme operasyonunun bir parçasıdır. 

Kuşkusuz ki, sınırötesi operasyonlarla PKK’ye karşı askeri bir zafer kazanmanın mümkün olmadığı/olamayacağı, bu operasyonları düzenleyenler tarafından da biliniyor. Bu bakımdan, yapılan operasyonlar askeri olmaktan çok, siyasi sonuçları bakımından önem taşımaktadır. 16 Aralık ve sonrası hava saldırıları, 1 Mart savaş tezkeresinin reddi ve Süleymaniye’de Türk askerlerinin başına çuval geçirilmesiyle gerilen ABD ve Türkiye egemenleri arasındaki ilişki ve işbirliğinin yeni bir boyuta taşınmasının adımı olarak değerlendirilmelidir.

Operasyona giden sürecin 5 Kasım’daki Bush-Erdoğan görüşmesiyle hazırlandığı ve bu görüşmede yapılan pazarlıklar sonucu Bush’un, PKK’yi “ABD’nin düşmanı” ilan ettiği biliniyor. Burada henüz tüm açıklığıyla bilinmeyen şey, ABD’nin Erdoğan’ın hangi taviz ve sözleri karşılığında böylesi bir tutum içine girdiğidir. Fakat şu kesine yakın bir gerçektir ki, bu operasyonlar ile Türkiye egemenleri bölgede ABD stratejisine daha ileriden bağlanmıştır. Bu operasyonlar ile dün ABD karşıtlığını PKK üzerinden gerekçelendiren geniş kesimlerin yarın bölgede ABD’nin savaş arabasına koşturulacağı bir sürecin önü açılmaya çalışılmaktadır.

Bir süre önce Genelkurmay Başkanı’nı istifaya çağıran MHP, “bu operasyonla yetinilemez” açıklamasında bulunurken, CHP, “geç kalınmıştır, arkası gelmelidir” demektedir. Diğer düzen güçleri de bu kapsamda açıklamalar yaparak, Kürtler’in tepesine, Kürt dağ ve ovalarına yüz ton top bomba boşaltılmış olmasından dolayı mutluluklarını dile getirmektedirler.

Bu harekât ile yükselen ABD karşıtlığının, sermaye düzeni ve devletinin ihtiyaçları çerçevesinde kısmen dizginlenmiştir. Genelkurmay Başkanı Büyükanıt, “ABD’nin desteği sadece istihbari bilgilerle sınırlı değildir. ABD bize hava sahasını açarak büyük bir katkı sunmuştur” açıklamasıyla, ABD karşıtlarını olumlu yönde etkileme çabasındadır. 5 Kasım, Bush-Erdoğan görüşmesinden bu yana övgüler dizilen ABD ilişkileri Türk askerlerinin başına çuval geçirme olayından sonra, yeniden olağan seyrine kavuşturulmak istenmektedir.

ABD ise, iki tarafı da dengeleyecek bir taktik politika izlemektedir. Savaş uçaklarının özellikle PKK kamplarının olduğu bölgeye yaklaşmadığı, karşı tarafın uçaksavar gibi silahlarla yanıt vermesinden kaçındığı anlaşılmaktadır. Bu durum, ABD’nin çizdiği bir sınır olabileceği gibi, Türk savaş uçaklarının herhangi bir saldırıyla karşılaşmaları ve zayiat vermeleri durumunda içine düşeceği zorluklar ve bunun yaratacağı yeni ve daha olumsuz gelişmeleri engellemek de olabilir. Sermaye devleti, ABD’nin açtığı hava sahası ve verdiği istihbarat ve diğer desteklerle önceden belirlenmiş hedeflere yüz ton bomba boşaltarak zayiat vermeden geri dönmüş olmayı büyük bir başarı olarak değerlendirmekte ve bunun üzerinden iç kamuoyunu yedeklemeyi amaçlamaktadır.

Türkiye, 25 yıldan bu yana devam eden Kürt halkına yönelik kirli savaşta 300 milyar dolar harcadı. 30 bin dolayında insan hayatını kaybetti. Son operasyonda da en az 20 milyon dolar harcandığı söylenmektedir. İşçi ve emekçilerin en küçük ihtiyaçları için maddi kaynak sıkıntısından söz edenler, 20 milyon doları bir operasyon için rahatlıkla gözden çıkarabilmişlerdir. Zira, “kaynak yetersizliği” işçi ve emekçiler için söz konusudur, sermaye devletinin ihtiyaçları için değil.

Sınırları ABD tarafından çizilen, Kürt ve Türk halkı arasındaki kardeşlik ilişkilerini daha da örseleyen, Türkiye’yi adım adım Ortadoğu bataklığına çeken bu son sınırötesi operasyon, Kürt sorununun çözümüne değil, daha da karmaşık bir hal almasına hizmet edecektir. Esasen bu soruna sermaye düzenin sunabileceği bir çözüm de yoktur. Çözüm, tüm milliyetlerden emekçilerin işçi sınıfının devrimci bayrağı altında birleşmesinden ve bu bayrak altında mücadele etmesinden geçmektedir. Tarihsel deneyimler, halkların devrimci birliğinin, sermaye iktidarı ve emperyalistler yenilgiye uğratılarak elde edilebileceğini göstermektedir.