30 Kasım 2007 Sayı: SİKB 2007/46(46)

  Kızıl Bayrak'tan
   İşçi sınıfı, emekçiler ve ezilen Kürt halkının
birleşik devrimci mücadelesi!
  Kürt sorununa Amerikan formülü netleşiyor
Gazetemize yönelik hukuk terörü sürüyor!
Telekom grevi üzerine...
Telekom işçileriyle dayanışma eylemlerinden...
Tersanelerde kurultay çalışmaları...
  TÜMTİS’ten “abluka”ya yanıt!
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  AK Parti Kürtler’in Deccal’i mi?
Yüksel Akkaya
  Marks’ın Kapital’i
  140. Yılında Kapital‘in Güncelliği sempozyumu...
  Fırtına öncesi sessizlik!..
Haluk Gerger
  Dünyadan...
  Şiddetin kaynağı olan kapitalist sisteme karşı
emekçi kadınlar bir adım ileri!
  İstanbul Gençlik Forumu toplanıyor!
  Söz sırası gençlikte...
  İstanbul Liseli Gençlik Platformu’ndan çağrı:
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Annapolis seremonisi: İşe yaramaz “yol haritası”nın yeni bir versiyonu!

Son yılların sözü en çok edilen toplantısı ABD’nin Annapolis kentinde gerçekleşti. Medya tekellerinin fazlasıyla önem vermesi, Filistin halkının sorunlarının çözümüne zerre kadar bir katkı sunmayacağının baştan beri belli olmasına rağmen toplantının bu kadar öne çıkarılması rastlantı değildir. Toplantıya gösterilen bu yoğun ilgi, ancak medya tekellerinin başını tutan baronların emperyalist-siyonist güçlerle organik bağ içinde olmalarıyla açıklanabilir.

Annapolis toplantısının savaş çetesinin şefi Bush’un konuşmasıyla açılması ve Condoleezza Rice’ın konuşmasıyla kapanması, bu seremoninin çirkinliğini göstermeye yetiyor. Zira bu iki savaş kundakçısı, işgalden sonra katledilen bir milyon 200 bin sivil Iraklının cellâdıdır. Filistin’de devam eden siyonist işgal, yıkım ve katliamların en hararetli destekçileri de bu uğursuz ikilidir.

Siyonist şeflerle birlikte savaş kundakçısı bu ikilinin organize ettiği bir toplantının Filistin sorununa çözüm aramak gibi yansıtılması, 60 yıldır derin acılar çeken bu halkla alay etmekten başka bir anlam taşımamaktadır. Çünkü Filistin halkının maruz kaldığı akıl almaz zulmün dolaysız sorumluları bizzat bu toplantının organizatörleridir.

Hal böyleyken Filistin yönetimi başkanı Mahmut Abbas ile ekibinin toplantıdan beklenti içinde olmaları trajik olduğu kadar utanç vericidir de. Daha önce Oslo, Madrid, Camp David, Taba zirveleri, Suudi Arabistan İnisiyatifi, Yol Haritası gibi girişimlerden Filistin halkının acil sorunlarının çözümü konusunda bir arpa boyu yol alınmamışken, diğerlerinden çok daha ciddiyetsiz ve herhangi bir somut hedefi olmayan bir toplantıdan beklenti içinde olmak, siyasi iradeyi emperyalist-siyonist güçlere teslim etmekle eşdeğerdi. Nitekim bunun farkında olan direnişçi Filistin halkının, daha toplantı devam ederken sokağa çıkarak tepkisini ortaya koyması, bu halkı çirkin seremonilerle aldatmanın mümkün olmadığını bir kez daha göstermiştir.

Kahire’de buluşan Arap Birliği dışişleri bakanlarının bir kısmının Annapolis’e gitmesi, bu oluşumun emperyalist-siyonist güçler karşısındaki aczini birkez daha gözler önüne sermiştir. Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün gibi Amerikancı rejimlerin yansıra, Suriye dışişleri bakanının da Annapolis’e gitmesi, gerici rejimlerin kaypaklığını gösteren çarpıcı bir örnektir. Amerikancı rejimlerin zaten Bush yönetimine karşı gelmesi beklenmiyordu. Ancak İsrail işgali altındaki Golan Tepeleri sorununun gündemde yer almaması durumunda toplantıya katılmayacağını açıklayan Suriye yönetiminin buna rağmen Washington’dan gelen bir telefonla karar değiştirmesi, Şam’daki rejimin kaba pragmatizmini gözler önüne sermiştir.

Neticede Annapolis kentinde düzenlenen toplantı, İsrail ve Filistin liderlerinin Beyaz Saray’da resmen barış müzakerelerine başlayacağı duyurusuyla sona erdi.

Toplantıya Türk dışişleri bakanı Ali Babacan’ında aralarında bulunduğu 50’ye yakın kişi katıldı.

Toplantıda üç figür öne çıktı: George Bush, Ehud Olmert, Mahmut Abbas… Savaş çetesin şefi Bush, bu toplantıyla İsrail-Filistin barış görüşmelerinin yeniden başlayacağını öne sürdü. Filistin yönetimi başkanı Mahmud Abbas, toplantıyı “asla tekrarlanmayacak tarihi bir fırsat” diye niteledi. İsrail Başbakanı Ehud Olmert, toplantıya Filistinliler ve tüm Arap ülkeleriyle tarihi bir uzlaşı sağlamak için geldiğini iddia etti.

Bu sözlerin Filistin halkı nezdinde elbette hiçbir değeri yoktur. Zira Washington’da sarfedilen içi boş sözlerin vahşi işgal altında yaşam savaşı veren Filistin halkının günlük yaşamında hiçbir karşılığı yoktur.

Filistin devletinin kurulacağına dair söylemlere ise, bu sözleri sarfedenler bile inanmamaktadır. Herkes biliyor ki, İsrail’in derdi barış değil, işgal ve yeni toprak gasplarıdır. Nitekim sorunla ilgili örgütler, sadece son bir yıl içinde İsrail’in 3 bin 500 yerleşim inşa ettiğini saptamıştır.

İsrail’in bir diğer derdi ise “Yahudi devleti” olarak tanınmaktır. Bu durumda Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkı fiilen ortandan kalmış olacaktır. Bu arada ırkçı-duvar inşaatı devam ederken, Kudüs’ün bölünmemesi için İsrail parlamentosu (Knesset) apar topar bir yasa çıkardı. Buna göre ancak meclisin üçte iki çoğunluğu onay verirse Doğu Kudüs Filistinliler’e devredilebilecek. Irkçı-faşist zihniyet temsilcilerinin cirit attığı bir parlamentoda üyelerin üçte ikisinin Kudüs’le ilgili böyle bir karara onay vermesi söz konusu bile olamaz.

Toplantıdan çıkabilecek bir sonuç varsa, o da ABD’nin gerici Arap rejimleri ile İsrail’i bir nebze daha yakınlaştırması, böylece İran karşıtı cepheyi biraz daha tahkim etmesidir.

Filistin’le ilgili ise bir “yol haritası” çizildi. Muhtemelen Abbas-Olmert görüşmeleri devam edecektir. Bu sayede savaş kundakçıları da Filistin sorununun çözümüyle ilgiliymiş gibi pozlar takınmayı sürdürecektir. Buna karşın esas sorun tüm yakıcılığıyla yerli yerinde duracaktır. Doğal olarak Filistin halkının önündeki tek çıkış yolu da anti-emperyalist, anti-siyonist direniş olmaya devam edecektir.

 

Paris banliyölerinde isyan!

Paris’in kuzeyinde bulunan Villiers-le-Bel banliyösünde Pazar günü meydana gelen ve 15 ve16 yaşlarındaki motosikletli iki Afrikalı gencin, polisin karıştığı kazada yaşamlarını yitirmesi üzerine başlayan ve isyana dönüşen gençlik eylemleri diğer banliyölere de sıçradı.

Üç gündür süren olaylarda yüzün üzerinde araç ateşe verildi, polis binalarına molotof atıldı, polisle çatışıldı. Polis yetkilileri gençleri ve yaşanan olayları şehir gerillalarının eylemi şeklinde niteledi. Polisin gözyaşartıcı bomba, plastik mermi ve boya tabancası kullandığı eylemlerde eylemciler yer yer taş ve fişeklerle kendilerini savundular.

Olayların 2005 yılında yaşanan Getto İsyanı’ndan daha etkili olduğu ifade ediliyor. Pazar gününden beri yaralanan polis sayısı 120’ye yükselirken, eylemciler arasında yaralı olup olmadığına ilişkin resmi açıklamalarda hiçbir ifade yer almıyor. Fransa’da 2005’te üç hafta süren olaylar sırasında toplam 200 polis yaralanmıştı

Polisin banliyölerde aldığı geniş önlemler nedeniyle olayların hızı biraz düştü.

Bu arada Paris Savcılığı kazaya sebebiyet veren ve gençlerin ölmesine neden olan polis memurunun, “doğru” davrandığını savunarak, hakkında inceleme başlatmadı. Ancak tanıklar, polisi kazadan sonra gençlerle ilgilenmek yerine çekip gittiğini, yani olay yerini terkettiklerini söyleyerek suçluyorlar.

Kazayı inceleyen Ulusal Polis Genel Müdürlüğü, polis aracının ağır hasar görmüş olmasının nedeninin kazadan sonra gençlerin demir çubuklarla saldırısı olduğunu savunmuştu. Görgü tanıkları ise soruşturmanın kolaylaştırılması için gençlerin polis aracına zarar vermesini engellediklerini ifade etmişlerdi. Le Monde gazetesinin yayınladığı bir video görüntüsü de bunları doğruluyor.

Kazadan birkaç dakika sonra çekilmiş amatör video görüntüsünde de polis aracındaki hasar ile basında çıkan fotoğraf arasında uyumun olduğu ve polisin olay yerine ilk yardımın hızlı bir şekilde ulaştığını öne sürmesine karşın görüntülerde, polisin gençleri olay yerinde bıraktıklarına işaret ediyor. Yani gazete görgü tanıklarının suçlamalarını doğruluyor.

Bu arada Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy adli soruşturma açılacağını, polise kurşun sıkanların ağır ceza mahkemelerine çıkarılacağını, sert önlemler alınacağını duyurdu. İçişleri Bakanı ise “suçluların” hiçbir tolerans beklememesini istedi.

Fransa’nın banliyölerinde yoksulluk, işsizlik, konutsuzluk, geleceksizlik, ırkçılık gibi ağırlaşan sosyal ve ekonomik sorunlarla boğuşan gençlerin 2005 yılında isyanları da cezalarla, sınır dışılarla bastırılmaya çalışılmıştı. Gençler o gün “yine geleceğiz!” demişlerdi ve yine geldiler. Yine öfkelerini isyana döktüler. Yine sürekli çözümsüzlük üreten sistemin karşısında dikildiler. Tam da bu nedenden dolayı yine gelecekler!

 

Dünyadan...

Yunanistan’da öğretmenlerden grev!

Yunanistan’da öğretmenler ile üniversitelerde görevli öğretim üyeleri bir kez daha greve gittiler. Düşük ücret zamlarını protesto eden öğretmen ve üniversite öğretim üyeleri 24 saatlik bir grev örgütlediler. Atina ile Selanik kentleri başta olmak üzere birçok kentte yürüyüş düzenleyen öğretmenlere, eğitimde kalitenin artırılması talebiyle öğrencilerin de katılmasıyla ülke genelinde ilk ve orta öğretim okulları kapalı kaldı.


Alman makinistler masaya oturuyor

Alman demiryollarında yaşanan tarihin en büyük grevinin ardından, patronlar ile sendika masaya oturuyor. Alman makinistler sendikası GDL, karşılarına çıkan teklifin kendilerinde hayal kırıklığı yarattığını, ancak buna rağmen masaya oturacaklarını söyledi. Ancak sendikanın ayrı bir iş sözleşmesi düzenlenmesine ilişkin talebi devam ediyor.

 

Venezüella’dan Kolombiya’ya tutum!

FARC ile Kolombiya hükümeti arasında, örgütün elindeki 45 rehinenin serbest bırakılması için arabuluculuk yapan Chavez’in arabuluculuğu Kolombiya tarafından iptal edildi. Chavez bunun üzerine Kolombiya ile Venezüella’nın ilişkilerinin dondurulduğunu açıkladı.


Malezya’da azınlıklardan “yasal hak” talebi!

Malezya’da Hintli azınlıklar “yasal hak” talebi ile eylem yapıyorlar. 10 bin Hintli’nin gösterisine polis sert şekilde müdahale etti. Başkent Kuala Lumpur’da toplanan Hintliler resmi dairelerde çalışmalarını önleyen, sosyal ve siyasal hak tanımayan yasalara karşı pankart açtı. Önce coplarla müdahale eden polis, sonra da tazyikli su sıktı. 27 milyonluk Malezya’da toplumun en fakir kesimi olan 3 milyonluk Hintli azınlığın özel sektörde bile çalışması izne bağlı.


6 New Yorklu’dan biri aç!

New York Açlıkla Mücadele Koalisyonu geçen yıllara göre yardıma muhtaç yaşayan yoksulların oranının % 20 arttığını kaydetti. Örgüt yoksulluk düzeyindeki genel artışla birlikte, hükümetin gıda yardımlarında yaptığı kesintilerin bunda rolü olduğunu söyledi.

Yoksullukla Mücadele Koalisyonu Başkanı Joel Berg, “Kentte bu yıl gıda malzemesi dağıtan depolar ve aşevlerinin tuttuğu kayıtlar incelendiğinde, artan sayıda işçi ailesinin, daha fazla çocuk ve ihtiyarın yiyecek kuyruklarına girdiği anlaşılıyor” dedi.

Şu an New York’da 6 kişiden birinin açlıkla yüzyüze olduğu söyleniyor.


Paraguay’da ulaşım işçileri grev kararı aldı!

Dünya genelinde ulaşım sektöründe yaşanan grevlere Paraguay’da katılıyor! Paraguaylı ulaşım işçileri ücret artışı, toplu sözleşmenin yeniden düzenlenmesi ve çalışma şartlarının iyileştirilmesi talebiyle 3 Aralık ve 3 Ocak tarihleri arasında greve çıkacaklarını duyurdu.

Asuncion Otobüs Terminali İşçileri Sendikası’nın yayınladığı bildiride, sendikalı işçilerin çalışma saatlerini iyileştirmesi için belediye yönetimi üzerinde de baskı uygulanacağı belirtiliyor.


Avustralya’da seçimleri İşçi Partisi kazandı!

Avustralya’da yapılan seçimlerde İşçi Partisi sandıktan birinci çıktı. Başbakan John Howard liderliğindeki muhafazakarların ve diğer anlamıyla ABD’nin sadık müttefikinin 11 yıllık iktidarı da sona ermiş oldu.

Guatemala: 1954’ten beri ilk “solcu” devlet başkanı…

Kirli savaş şefi generale seçim şamarı!

“Sol dalga”ya mesafeli görünen Latin Amerika ülkelerinden Guatemala’da da değişim rüzgârları esmeye başladı. Geçen günlerde yapılan devlet başkanlığı seçimlerinin “favorisi” olarak lanse edilen kirli savaş generali Perez Molina, beklenenin tersine hezimete uğradı. Başkanlığı merkez-sol adayı Alvaro Colom kazandı.

Askeri istihbarat eski şefi generalin seçim programında güvenlik kuvvetlerini %50 çoğaltmak, suça karşı asker kullanmak gibi vaatler de vardı. Yani generalin temsil ettiği sınıfların zihniyetindeki tek yönetim biçimi hala faşist cuntadır. Merkez-sol adayı -düzen solu diye okunması gerekiyor- Alvaro Colom ise, kirli savaş suçlarının araştırılması ve toprak reformu gerçekleştirme gibi iddialı vaatlerle seçimlere girdi. Seçimlerden galip çıkmasını sağlayan da bu vaatler oldu. Vaatlerinde durup durmayacağını ise önümüzdeki dönem gösterecek.

36 yıllık kirli savaşın ardından…

Guatemala’da askeri faşist cuntalar dönemi ve bunun dolaysız sonucu olarak kirli savaş 36 yıl sürmüştü. Tepeden tırnağa kontralaşan Guatemala devletinin kolluk kuvvetleri, istihbarat örgütleri, bunların yetmediği yerde ise devletin beslediği faşist ölüm mangaları tarafından yüzbinlerce insan katledildi. Kesin rakam bilinmemekle birlikte, kirli savaşta 300 bin civarında sivilin öldürüldüğü tahmin ediliyor.

1960’lı yılların başında CIA patentli faşist cuntaya karşı silahlı mücadeleyi başlatan gerilla hareketi, 1996’da devletle anlaşarak savaşa son vermişti. Ancak o zaman baskın durumda olan kirli savaş generalleri, devlet terörüyle yüzbinlerce kişiyi katlettikleri halde, anlaşmaya savaş suçlarını işleyenler için “dokunulmazlık” maddesi eklemeye muvaffak olmuşlardı. Kirli savaş suçlarının hesabı sorulamadığı içindir ki, katliamlarda en ağır suçları işleyen askeri istihbaratın başındaki general, sivil kılığa girerek seçimlerin iddialı adayı olabilmişti.

İşkenceci-katil, ajan-provokatör, kontracı-darbeci yetiştiren “Amerikan Okulu”nda eğitim gören eli kanlı generalin devlet başkanlığına soyunması, Guatemalalı egemenlerden güçlü destek aldığını gösteriyor. Kirli savaş 1996’da sona ermiş olsa da, bu ülke egemenlerinin sınıfsal çıkarlarını koruma aracı olarak Guatemala devletinin niteliğinde herhangi bir değişiklik olmamıştır.

Guatemala yerlileri de artık sözünü söylüyor

Alvaro Colom’un seçimden galip çıkması, Maya yerli halkı ile diğer kır emekçilerinden yaygın destek almasına bağlanıyor. Bu olgu, Guatemala’da kalabalık bir nüfus oluşturan yerlilerin politik alanda daha etkili söz söyleme sürecine girdiğine işaret ediyor.

Venezüella ile birlikte “sol dalga”nın kabardığı Bolivya, Ekvador gibi ülkelerde toplumsal muhalefetin güçlenmesinde, yerli emekçilerin mücadele alanına etkin bir şekilde inmesinin de payı olmuştur. Çoğunluğu yoksul kır emekçilerinden oluşan yerli nüfus, sınıfsal baskının yanısıra, ırk ayrımcı politikalara da maruz kalıyor. Kirli savaşın uzun sürdüğü Guatemala’da yerlilerin durumu ise diğer ülkelerdekinden de vahimdir. Bu çifte baskı, yerli emekçilerin mücadele dinamizmine ivme katmaktadır.

Guatemala’da hem sol-sosyalist hareketin hem de işçi ve emekçilerin güçlü bir mücadele geleneği var. Guatemala halkı daha 1944 yılında diktatör Jorge Ubico başkanlığındaki cuntayı ayaklanma ile devirmiştir. Ülke tarihindeki ilk serbest seçimlerde ise, emperyalistlerle işbirlikçilerinin “komünist olmak”la suçladığı Jose Arevalo Bermejo’yu başkanlığa seçmiştir.

Bir sonraki seçimde ise dönemin sosyalist adayı Jacobo Arbenz yüzde 65 oyla başkanlığa seçilmiştir. Halkın ezici desteğiyle işe başlayan Arbenz başkanlığındaki yönetim, kayda değer demokratik reformlar gerçekleştirmiştir. Arbenz ve ekibi daha 1950’li yıllarda grev ve sendikal örgütlenme hakları üzerindeki yasakları kaldırmış, gelir dağılımındaki adaletsizliği düzeltmeye çalışmış, tarım reformu yapma hazırlığına başlamış, dış ticarete vergi koymuş, üniversite özerkliğini savunmuştur.

CIA patentli askeri darbe, tam da emekçilerin bu kazanımlarını ortadan kaldırmak için tezgâhlandı. Ancak darbeden bir süre sonra başlayan silahlı direniş, 20. yüzyılın en uzun süreli kirli savaşına rağmen neredeyse 40 yıl devam etti. Gerilla hareketinin askeri cephede olmasa da ideolojik-politik cephede yenilgiye uğraması, toplumsal muhalefeti bir dönem için zayıflattı. Ancak bu dönem çok uzun sürmedi. Zira kirli savaş döneminde işlenen suçların hesabı henüz sorulmadığı gibi, daha da önemlisi keskin sınıf çelişkileri de yerli yerinde duruyordu.

Düzen solu adayının seçim kazanması kendi başına önemli bir olay sayılmayabilir. Ancak sözkonusu Guatemala olduğunda, bu seçim sonuçları, gerici medyanın tam desteğini arkasına alan bir kirli savaş şefinin saf dışı bırakılması anlamına geliyor ki, emekçilerin tercihi, düzenin militarist kurumlarına duyulan tepkinin de dışavurumu olmuştur.

Kontralaşmış bir devletin varlığı koşullarında, “merkez-sol” bir başkanın çok şey yapması beklenemez. Ancak kitle hareketinin basıncıyla sınırlı bir takım adımlar atabilir. Dolayısıyla Guatemala işçi sınıfı ile kent ve kır yoksullarını zorlu sınıf mücadeleleri beklemektedir. Önemli dinamikler barındıran toplumsal muhalefetin zengin mücadele birikimine yaslanması ve onu da aşarak yol alabilmesi, ülkede sol hareketin mesafe almasını da kolaylaştıracaktır.