30 Kasım 2007 Sayı: SİKB 2007/46(46)

  Kızıl Bayrak'tan
   İşçi sınıfı, emekçiler ve ezilen Kürt halkının
birleşik devrimci mücadelesi!
  Kürt sorununa Amerikan formülü netleşiyor
Gazetemize yönelik hukuk terörü sürüyor!
Telekom grevi üzerine...
Telekom işçileriyle dayanışma eylemlerinden...
Tersanelerde kurultay çalışmaları...
  TÜMTİS’ten “abluka”ya yanıt!
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  AK Parti Kürtler’in Deccal’i mi?
Yüksel Akkaya
  Marks’ın Kapital’i
  140. Yılında Kapital‘in Güncelliği sempozyumu...
  Fırtına öncesi sessizlik!..
Haluk Gerger
  Dünyadan...
  Şiddetin kaynağı olan kapitalist sisteme karşı
emekçi kadınlar bir adım ileri!
  İstanbul Gençlik Forumu toplanıyor!
  Söz sırası gençlikte...
  İstanbul Liseli Gençlik Platformu’ndan çağrı:
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Emperyalistler ve işbirlikçilerinin kirli planlarını bozmak için...

İşçi sınıfı, emekçiler ve ezilen Kürt halkının birleşik devrimci mücadelesi!

İki taraftan generallerin katılımıyla 5 Kasım’da Beyaz Saray’daki Oval Ofis’te gerçekleşen haydutbaşı Bush-Erdoğan görüşmesinde, Kürt halkına düşmanlıkta mutabakat sağlandığı artık herkesin malumudur. Ancak PKK’ye saldırı konusunda “geri adım” attığı söylenen neofaşist çetenin bunu Erdoğan ya da müritlerinin takkesi için yapmadığı açık olduğuna göre, ortada dönen pazarlıklarda efendinin uşağa biçtiği bir takım roller olduğu tartışmasızdır. Nitekim sermaye medyasının köşelerini tutan kalemşor takımı bile, Türk sermaye devletinin Washington’dan elde ettiği “ödünler” karşılığında ne tür yükümlülüklerin altına girme taahhüdünde bulunmuş olabileceğini halen tartışmaktadır.

Her ne kadar Beyaz Saray’daki pazarlıklar -adet olduğu üzere- kapalı kapılar ardında bitirilmiş, tam da ırkçı-şoven histerinin doruğa çıktığı günlerde Oval Ofis’te huzura çıkan generallerle Tayyip Erdoğan sır vermemiş olsa da, Ankara’daki işbirlikçilerin Washington’daki efendilere önemli vaatlerde bulunduğundan şüphe edilmemektedir..

Kasım ayında peşpeşe yaşanan gelişmeler de bu yöndeki kanıyı güçlendirecek cinstendir. Ankara’da, Genelkurmay’dan AKP hükümetine, medyadan düzen partilerine kadar geniş bir yelpazede esen “değişim rüzgârları” dikkatlerden kaçmadı. Güney Kürdistan’dan benzer yönde değişim sinyalleri gelirken, ilk defa aktif tutum içine girdiği gözlenen AB emperyalistlerinin de “Türk devletinin hassasiyetleri”ni dikkate aldığı görüldü. Artık AB emperyalistleri de, eğer gerekli ise Türk ordusunun “sınırötesi operasyon” yapabileceğini söylüyorlar. Hatta biraz daha ileri giderek, dünyanın “terörle mücadele” konusunda Türk devletine destek vermesi çağrısında da bulundular.

Tüm bunların yanısıra en çarpıcı gelişmeyi, NATO’nun en büyük iki savaş aygıtının, ABD ile Türk ordularının giderek pekişen işbirliğinde görmek mümkündür. Bu işbirliği ya da daha somut bir ifadeyle suç ortaklığı yeni değil elbette. Nitekim savaş makinesi NATO, ABD emperyalizminin çıkarlarını korumakla mükellef “hazır kıta” görevini yerine getirirken, Türk ordusu da Bosna, Kosova, Afganistan, Lübnan gibi ülkelerde devam eden işgale fiilen katılmaktadır. Ancak Pentagon komutasındaki işgalcilerin, NATO’nun ikinci büyük ordusunun başına çuval geçirmesinden sonra ilişkilerin kısmen zedelendiği dikkate alındığında, ilişkilerin bu düzeyde pekişmesi dikkat çekicidir.

İlkin, Irak’taki işgalci orduların ABD’li komutanı general David Petreus ile ABD Genelkurmay Başkan Yardımcısı James Cartwright Ankara’ya gelerek Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Ergin Saygun’la kapalı kapılar ardında görüşmeler yaptılar. Görüşmelerin içeriğine dair basına herhangi bir açıklamada bulunulmadı. Ardından geçen hafta sonu ABD’nin Avrupa Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Bantz Craddock Ankara’ya geldi. Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ı Genelkurmay Başkanlığı karargâhında ziyaret eden Amerikalı generalin, Büyükanıt’la yaptığı görüşmede, PKK’ye karşı ortak mücadeleye ilişkin işbirliği konularının ele alındığı, bu çerçevede istihbarat paylaşımının da gündeme geldiği bildirildi.

Genel söylemler dışta tutulursa, ABD’li generallerle Türk generallerinin görüşmeleri medya da pek yer almadı. Zira Kürt halkına düşmanlık zemininde ırkçılığı kışkırtan gerici rejimin efendileri, “milli duyguların” bu kadar kabardığı bir dönemde ABD’li generallerden fazla söz etmeyi uygun görmemiş olsalar gerek.

Ankara’da generaller arası görüşmeler devam ederken, Washington’dan, hem de bizzat ABD savaş makinesinin tepesindeki amiral tarafından yapılan açıklama, hem Oval Ofis’teki pazarlıkların, hem de Ankara’daki üst düzey görüşmelerin mahiyeti hakkında fikir verecek niteliktedir. Ankara’daki görüşmeler devam ederken, Washington’da basın toplantısı düzenleyen ABD Genelkurmay Başkanı Amiral Mike Mullen, “Türkiye ile ilişkilerimiz hayati. Gelecekte de kuvvetli olmasına ihtiyaç var” dedi. Gazetecilerin sorularını yanıtlayan Amiral Mullen, “Türkiye ile hayati ilişkilerimiz var. Ordudan orduya ilişkiler çok uzun bir zamandır hep kuvvetli oldu. Bu ilişkilerin gelecekte de kuvvetli olmasına ihtiyaç var” biçiminde anlamlı ve vurgulu ifadeler kullandı.

Hatırlanacağı üzere haydutbaşı Bush, PKK ile mücadeleyi daha iyi koordine edebilmek için, ABD ile Türkiye’nin genelkurmay ikinci başkanları arasında özel bir iletişim hattı kurulacağını duyurmuştu. Nitekim Mullen de, “ABD’nin yapmak istediği destek olmak. (Türkiye ile) Stratejik hedeflerimizin bilincinde olmamız gerekiyor. PKK ilan edilmiş bir terörist örgüttür. Biz bu örgütü veya yaptıklarını desteklemiyoruz” dedi.

5 Kasım’dan sonra PKK karşıtı tiksinti verici söylem, DTP’ye linç girişimleri, Kürt halkını hedef alan ırkçı propaganda bunaltıcı derecede yoğunlaştı. Artık PKK liderleri de dahil olmak üzere farklı çevreler, silahlı Kürt hareketinin ABD’nin desteği ve onayıyla -kısmen de olsa- tasfiyesinin gündemde olduğunu, bu yönde hazırlıklar yapıldığını, buna yönelik bir harekatın her an gündeme gelebileceğini ifade ediyor. Bu arada askeri bir harekata gerek kalmadan PKK’nin tasfiye edilebileceğini savunanlar da var.

Bu böyle olmakla birlikte, ABD Genelkurmay Başkanı’nın sözünü ettiği “stratejik hedefler”in esas olarak PKK’nin tasfiyesiyle ilgili olduğunu düşünmek ciddi bir yanılgı olur. Nitekim ABD’li amiralin sözü geçen basın toplantısında İran’la ilgili sorulara verdiği yanıtlar, “stratejik hedefler”in içeriği hakkında da fikir vermektedir.

ABD’nin İran’a karşı askeri seçeneği hiçbir zaman masadan kaldırmayacağını söyleyen amiral Mullen, “İran’ın kullandığı dil, nükleer silah elde etme çabası ve Irak’taki isyancılara desteği çerçevesinde İran beni endişelendiriyor” diye konuştu. “İran’ın yapıcı ve sorumlu bir rol aldığını görmek istiyoruz” diyen Mullen, ancak “Irak ve Afganistan’dan sonra gelebilecek şeye karşı hazırlıklı olmalıyız” ifadesini kullanarak, ABD emperyalizminin bölge halklarına karşı üçüncü bir cephe açmaya hazırlandığı tehdidini savurdu.

Demek ki, “stratejik hedefler” PKK’nin tasfiyesiyle değil, İran’a karşı olası saldırıyla ilgilidir. Burada PKK’nin tasfiyesi, ancak bu hedefe giden yolun açılması çerçevesinde bir adım olarak değerlendirilebilir. Kimi çevreler Türk ordusunu Irak bataklığına çekme hazırlığından söz etse de, kritik halkanın İran’a olası saldırı olduğundan kuşku duymamak gerek.

Bu gelişmelere paralel olarak, Türk egemenlerinin “Kürt sorunu çözecek projeler”den söz etmeleri tesadüf değildir. Zira Washington’daki efendiyle “stratejik hedefler”e birlikte yürüyebilmek için, Kürt sorununu konusunda iğreti de olsa bir “çözüm” üretmek gerektiği, artık Ankara’daki işbirlikçi takımı tarafından da kabul edilmektedir. Bizzat kirli savaşa komuta etmiş generallerin çıkıp, “Kürt sorununu sadece askeri güçle çözemezsiniz” türünden açıklamalar yapması, yalnızca ırkçı-inkârcı resmi devlet politikasının iflasının kabulü değil, aynı zamanda savaş kundakçılarıyla “stratejik hedefler”e ortak yürüme hevesinin de dışavurumudur.

Belirtmek gerekir ki, yayılmacı emelleri, “bölgesel güç olma” argümanıyla ifade edenler, bu maceraya atılmak için ABD emperyalizmine taşeronluk yapmak dışında bir yol olmadığını çok iyi bilmektedirler.

Ankara’daki Amerikancı rejimin bir takım görevlileri, Kürt sorununun çözümü çerçevesinde, yeniden AB sürecinden söz etmeye başlasalar da, somut olan, polis devletinin günden güne tahkim edilmesidir. Öyle ki, artık kolluk kuvvetleri sokak ortasında cinayet işlemekte bir sakınca görmüyorlar. Bundan dolayıdır ki, gelinen yerde düzen medyasındaki liberal köşe yazarları bile, polis devletinden söz etmek durumunda kalıyorlar.

Sermaye iktidarının Washington’daki efendileriyle “stratejik hedefler”e birlikte yürüme adına Kürt sorununu çözeceği iddiası çirkin bir yalandan ibarettir. Zira düzen içi çözüme inanacak derecede çaresizleşmiş DTP’ye bile tahammül edemeyen bir zihniyetin, iğreti de olsa Kürt halkına sunabileceği bir çözüm ufukta görünmemektedir. Kaldı ki, emperyalistlerle yürütülen pazarlıklar çerçevesinde bir takım “çözümler” gündeme gelse bile, bunların nemenem şeyler olacağı pekçok deneğimden bilinmektedir. Bu durumda olsa olsa Kürt burjuvazisinin gönlünü hoş edecek bazı adımlar atılabilir. Ancak bu kadarının Kürt işçi ve emekçilerinin sorunlarının çözümüyle hiçbir ilgisi yoktur.

Bu süreçten Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerinin payına düşen/düşecek olanlar da, neo liberal saldırıların ağırlaştırılarak sürdürülmesi, her tür demokratik hak ve özgürlüğün ortadan kaldırılması, dolayısıyla sosyal kazanımların, sendika ve grev hakkının fiilen gasp edilmesidir. Irak bataklığına girilmesi veya İran’a olası bir saldırı durumunda ise, işçi-emekçi çocuklarının cephelerde telef edilmesi bir diğer ağır bedel olacaktır.

Tabloya işçi sınıfı, emekçiler ve ezilen Kürt halkı açısından baktığımızda… Emperyalistlere, işbirlikçilerine, neoliberal saldırıya ve ırkçılığa karşı ortak mücadele zemininde buluşmak dışında bir çıkış yolu yoktur. Kuşkusuz ki, bu şartlarda kader birliğini sağlamak kolay değil. Zira ırkçı-şoven histerinin kirlettiği bir iklimde işçi-emekçilerle Kürt halkı arasındaki ilişkiler de zedelenmiştir. Dolayısıyla emekçilerle Kürt halkı arasındaki birliği sağlamak komünist, devrimci ve ilerici güçlerin en öncelikli görevidir. Güncel planda devrimci siyasal faaliyet bu perspektifle örülmelidir.