3 Ağustos 2007 Sayı: 2007/30(30)

  Kızıl Bayrak'tan
   Seçimler sonrası yeni dönem...
  “İstikrar” sorunu sürüyor!
“Sivil ve demokratik anayasa” masalları…
Düzen partileri seçim depreminin
altında kaldı!
Kemalizm ve Anayasa tartışmaları
ne anlatıyor?
Milletvekillerine cezaevlerine giriş sınırlaması...
  Kıdem tazminatı hakkı gaspedilmek isteniyor…
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Sınıfın devrimci programını işçi ve emekçi kitlelere taşıyan etkin bir seçim faaliyeti
  Direnişçi Sanovel işçileriyle konuştuk...
  Tekstil atölyesi mi, esir kampı mı? - Yüksel Akkaya
  Bir damla su için sosyalizm!
  Binali Soydan serbest bırakıldı!
  Emperyalist işgal Irak’ta halkın
yarısını açlığa mahkum etti!
  Emperyalist-siyonist güçler Filistin halkını teslim almaya çalışıyor...
  Balkanlaşma ve iç savaş sarmalında Ortadoğu - Volkan Yaraşır
  DTP ve meclis - M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Töre uğruna bir kadın daha katledildi!

Geçtiğimiz hafta Şanlıurfa’nın Suruç ilçesine bağlı Yatırtepe köyü-Yeni Yapan mezrası yakınlarındaki çöplükte bir kadın cesedi bulundu. Başından tüfekle vurulmuş, yüzü, el ve ayak parmakları parçalanmış, saçı ve vücudunun bir kısmı yakılmış cesedin Halise Taşkın’a ait olduğu anlaşıldı.

Cinayetin ardından ortaya çıkanlar olayın bir töre cinayeti olduğunu gösteriyor. Taşkın’ın cenazesine babası dışında ailesinden kimse katılmadı, cenazesi 10 kişiyle kaldırıldı, ağıt yakılmadı ve taziye çadırı kurulmadı. Zira bölgede töre cinayeti kurbanlarına çadır kurulmaz.

Taşkın, görücü usülüyle evlendirildiği eşiyle anlaşamamış, yaklaşık 4 ay öncesinde baba evine dönmüş bir Kürt kadınıdır. Ölümü üzerine ailesi 22 Temmuz sabahı oy kullanmak için evden çıktığını söylerken, eşi “bilgim yok ailesine sorun” demektedir. Böyle trajik bir ölüm karşısında yaşanan soğukkanlılık, suçun örtülmeye çalışılmasından başka nedir ki?

Halise Taşkın bu köhnemiş düzenin çürümüş değerlerinin ürünü olarak katledildi. Tıpkı, evlilik dışı ilişkiye girdiği gerekçesiyle taşlanarak öldürülen Şemse Allak gibi. Tıpkı, tecavüze uğrayıp hamile kaldıktan sonra ağabeyi tarafından öldürülen Kadriye Demirel gibi, tıpkı Güldünya Tören gibi...

Sessizce, arkasında sorular bırakarak yaşama veda eden Halise Taşkın’ın adı da töre adına öldürülen binlerce kadının yanına eklendi.

 

Kadın sorununu BM çözemez!

Birleşmiş Milletler’in “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi”nin yürürlüğe girmesi üzerinden 26 yıl geçti. 26 yıldır olduğu gibi bu yıl da “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi” toplandı. Komite, sözleşme hükümleri ile ortadan kaldıracaklarını iddia ettikleri kadın ayrımcılığı konusunda ne kadar mesafe katedildiği tartışmasını yürütüyor. Sonuç bu yıl da kendileri açısından tatmin edici değil. Zira, açık ki kadın sorunu, sorunun nedenleri tanımlanıp, buna uygun bir mücadelenin geliştirilmesi için çaba harcanmadığı sürece, kağıt üzerindeki hükümler ile çözülemez! Kadın sorunu temel bir toplumsal sorundur ve sorununun gerçek çözümü işçi sınıfının iktidarı altında mümkündür.

Bu yıl komite, yaptığı açıklamada, kadın sünneti, AİDS, kadına yönelik şiddet konularında anlamlı mesafe katettiklerini ileri sürdü. Ancak BM Genel Kurulu Başkanı Bahreynli kadın hukukçu Şeika Haya Raşid El Halife kadınların yaşama koşullarını iyileştirmenin en temel yolunun eğitim olanaklarının geliştirilmesi ve yoksullaşmayla mücadele olduğunu belirtiyor. Bu konularda mesafe katedilmesi gerektiğini vurguluyor. Acaba Raşid El Halife, yoksullukla mücadele etmenin yolunun bünyesinde yeraldıkları ve BM’nin de temel bir parçası olduğu emperyalist-kapitalist dünya ile mücadeleden geçtiğinin farkında mı?


S avda: “Teslim olmayacağım!”

Vicdani retçi Halil Savda, Çorlu Askeri Cezaevi’nden 28 Temmuz günü serbest bırakıldı. 30 Temmuz günü saat 17.00’de birliğe teslim olması istenen Halil Savda, aynı gün İstanbul İHD’de saat 13.00’te konu ile ilgili bir açıklama yaparak şunları söyledi:

“Askeri Mahkeme askerlik yapmak konusunda baskı yaptı ve ‘Her Türk’ün askerlik yapacağını’ söyledi, ben de şiddete karşı olduğumu, askeri elbiseyi giymeyeceğimi söyledim. (...)

“Neden vicdani retçi olduğumu ise şöyle özetleyebilirim; ordu tüm kurumların içine sızmış bulunuyor, kuvayi-milliyeci, vatansever çeteler çıkıyor her yerden. Vicdani ret, toplumsal bir barış, şiddetsizlik ve yaşama arzusudur. Uluslararası bütün sözleşmeler vicdani retti tanır ama bu egemen yapı kendisinin zayıflayacağını düşündüğünden, vicadi rettin altında imzası olmasına rağmen izin vermiyor. Bugün askeri birliğe tesilm olmayacağım. Vicdani ret ve barış mücadelesini sürdüreceğim. Hiçbir zaman kaçmadım, kaçmayacağım. Umarım ki tekrar tekrar hapis cezasına çarptırmazlar ama hiç de öyle görünmüyor.”

Kızıl Bayrak/İstanbul

“İran idamları durdurmalıdır!”

İran’ın Sine kentinde tutuklanarak cezaevine konulan ve 8 aydır tutuklu bulunan iki muhalif Kürt gazetecinin idamına karar verildi.

Kürtçe ve Farsça dillerinde çıkan ve İran rejimine ters düştüğü için 2005 yılında kapatılan Haftalık Aso Gazetesi çalışanı Abdel Wahd Botimar ve Adnan Hasan Poor isimli gazeticiler hakkındaki idam kararının kaldırılması talebiyle İHD İstanbul Şubesi bugün Cağaloğlu’ndaki İran Konsolosluğu önünde bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Açıklamada; tutuklu gazetecilere kaldıkları cezaevinde işkence yapıldığı ve din egemenliğine dayalı İran devletinin iki Kürt gazeteci hakkında idam kararı verdiği söylenerek, idam kararının kaldırılması talep edildi.

Kızıl Bayrak/İstanbul

“Tutuklananlar serbest bırakılsın!”

16 Temmuz günü Ankara’da seçim gündemli yapılan eylemin ardından tutuklanan 87 HÖC’lünün serbest bırakılması talebiyle yapılan açıklama ve eylemler sürüyor. Haklar ve Özgürlükler Cephesi 31 Temmuz günü yaptığı basın toplantısıyla tutuklananların serbest bırakılması talebini yineledi. Toplantıya Yunanistan İlköğretim Öğretmenleri Sendikası ve Yunanistan Adliye Çalışanları Sendikası Yöneticileri destek amacıyla katıldılar.

Basın metnini HÖC temsilcisi Eyüp Baş okudu. Baş, seçimlerin çare olmadığını, çarenin bağımsızlık ve demokrasi mücadelesini geliştirmek olduğunu vurgulamak için düzenlenen Ankara yürüyüşüne katılanların kolluk güçleri tarafından engellendiğini söyledi. Bağımsızlık ve demokrasi talebini yinelemeye devam edeceklerini belirten Baş, herkesi tutuklanan 87 kişiyle dayanışmaya çağırdı. Eğitim-Sen 3 No’lu Şube Başkanı Dursun Yıldız da bir destek konuşması yaptı.

HÖC’lüler 27 Temmuz günü de Galatasaray Postanesi önünde basın açıklaması yaptıktan sonra Adalet Bakanı’na mektup yolladılar. “Bağımsızlık ve demokrasi istedikleri için tutklananlar serbest bırakılsın!” pankartının açıldığı ve saldırıya uğrayanların resimlerinin taşındığı eyleme 50 kişi katıldı.

ÇHD’den suç duyurusu

Konu ile ilgili olarak İstanbul ÇHD, 27 Temmuz günü Şişli Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Suç duyurusunun ardından ÇHD Taksim’de bulunan bürolarında HÖC’ü hedef alan saldırı ve tutuklama terörü hakkında bir basın toplantısı düzenledi. Toplantı HÖC’ün Ankara’da uğradığı saldırının görüntülerinin yer aldığı bir sinevizyon gösterimi ile başladı. Ardından basın açıklaması okundu. Taksim’de saldırıya uğrayan Mücadele Birliği Platformu’ndan Ali Ekber Sever de bir konuşma yaptıktan sonra basın toplantısı sona erdi.

Kızıl Bayrak/İstanbul


Mahmut Seren toprağa verildi!

Geçirdiği kalp krizi nedeniyle 28 Temmuz günü hayatını kaybeden DİSK Genel-İş Genel Başkanı Mahmut Seren’e 29 Temmuz günü cenaze töreni yapıldı. İlk olarak Genel-İş Sendikası Genel Merkezi önünde tören düzenlendi. DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, Genel Merkez önünde yapılan törende Seren’in sendikal mücadeleye katkılarının altını çizdi. Tören alkışlarla ve karanfillerin bırakılması ile son buldu.

Evli ve iki çocuk babası olan Mahmut Seren’in özgeçmişi şöyle:

1952 yılında Diyarbakır’ın Hani İlçesi’nde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Hani’de, lise öğrenimini Diyarbakır Endüstri Meslek Lisesi’nde, üniversite öğrenimini de Gazi Üniversitesi Mesleki Eğitim Fakültesi İş ve Teknik Eğitimi Bölümü’nde yaptı. Öğrenciliği boyunca Sümerbank İplik Fabrikası, DSİ ve belediyede çalıştı. 1992 yılında DİSK/Genel-İş’in yeniden faaliyete başlaması ile Diyarbakır Şube Başkanlığı görevine getirildi. 1993 Mayıs’ında Diyarbakır Demokrasi Platformu adına yapılan bir basın açıklamasından dolayı 22 demokratik kitle örgütünün başkanıyla birlikte 20 ay hapis, 250’şer milyon para cezasına çaptırıldı. 1995’te çıkarılan Yasa ile kalan cezası 5 yıl içinde bir daha tekrarlanması koşulu ile serbest bırakıldı. Sendikanın Diyarbakır 8. Bölge Şube Yönetim Kurulu üyeliği yaptı. 1998 yılında yapılan Olağanüstü Genel Kurul’da Genel Yönetim Kuruluna seçildi; Eğitim Daire Başkanlığı görevini yürüttü. 20-21 Mayıs 2000 tarihinde yapılan Olağan Genel Kurulda yeniden Genel Yönetim Kuruluna seçildi. Eğitim Daire Başkanlığı görevini yürüttükten bir süre sonra Genel Sekreterlik görevine getirildi. İsmail Hakkı Önal’ın vefatının ardından 6 Eylül 2002 tarihinde yapılan görev dağılımında Genel Başkanlığa getirildi. Sendikanın 17-18 Ocak 2004 tarihinde yaptığı Olağan Genel Kurulunda ve 5-6 Ağustos 2006 tarihinde yapılan Olağanüstü Genel Kurulda yeniden Genel Başkanlığa seçildi. Seren, ayrıca DİSK’in 12. Olağan Genel Kurulu’nda Yönetim Kurulu Üyeliğine, daha sonra yapılan görev dağılımında ise Genel Başkan Yardımcılığı görevine getirildi.


Yaşar İnce yalnız değildir!

Son dönemlerde Tekirdağ F Tipi başta olmak üzere cezaevlerinden gelen haberler devletin devrimci tutsakları bilinçli bir biçimde ölüme mahkum ettiğini, F tipleri ile iletişimi güçleştirerek bu ölümleri sessiz sedasız gerçekleştirmenin hesabını yaptığını gösteriyor.

Son dönemlerde F tiplerinden gelen haberlerin ağırlık noktasını, işkenceler, keyfi hücreye kapatma cezaları, genelgenin uygulanmaması için yaratılan onlarca bahane, baskı ve zor uygulamaları, hasta ve tedavisi şart olan devrimci tutsakların bu haktan mahrum bırkılmaları ve açık bir biçimde ölüme mahkum edilmeleri oluşturuyor. Erol Zavar ile beraber bütün çıplaklığı ile açığa çıkan örneklere her gün yenileri ekleniyor!

TKP/ML TİKKO tutsağı Yaşar İnce de tıpkı Zavar gibi cezaevinde ölüme terkedilmiş durumda. Hepatit B taşıyıcısı olan İnce, cezaevi koşullarından kaynaklı hastalığı aktif hale dönüştüğü ve tedavisi de engellendiği için adım adım kötü sona yaklaşıyor. Bilinçli olarak hastane sevkleri geciktiriliyor. Gerekli müdahaleler türlü gerekçelerle erteleniyor. İnce cezaevinde tek kişilik hücrede tutuluyor.

Bugün cezaevlerinde benzer durumda birçok devrimci tutsak var. Devlet yıllar önce yine devrimcilerin kanı ve canı pahasına açtığı bu tabutluklarda onların ölümüne gün sayıyor. Bütün bu saldırılara karşı, devrimci tutsaklara sahip çıkmak ve mücadeleyi büyütmek sorumluluğu ile karşı karşıyayız.