3 Ağustos 2007 Sayı: 2007/30(30)

  Kızıl Bayrak'tan
   Seçimler sonrası yeni dönem...
  “İstikrar” sorunu sürüyor!
“Sivil ve demokratik anayasa” masalları…
Düzen partileri seçim depreminin
altında kaldı!
Kemalizm ve Anayasa tartışmaları
ne anlatıyor?
Milletvekillerine cezaevlerine giriş sınırlaması...
  Kıdem tazminatı hakkı gaspedilmek isteniyor…
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Sınıfın devrimci programını işçi ve emekçi kitlelere taşıyan etkin bir seçim faaliyeti
  Direnişçi Sanovel işçileriyle konuştuk...
  Tekstil atölyesi mi, esir kampı mı? - Yüksel Akkaya
  Bir damla su için sosyalizm!
  Binali Soydan serbest bırakıldı!
  Emperyalist işgal Irak’ta halkın
yarısını açlığa mahkum etti!
  Emperyalist-siyonist güçler Filistin halkını teslim almaya çalışıyor...
  Balkanlaşma ve iç savaş sarmalında Ortadoğu - Volkan Yaraşır
  DTP ve meclis - M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Sivil ve demokratik anayasa” masalları…

Demokratik hak ve özgürlüklerimiz için mücadeleye!

Hala 12 Eylül faşist askeri darbesinin ardından hazırlanmış olan anayasa ile yönetilen Türkiye’de, bir süredir anayasanın değiştirilmesi tartışılıyor. “Sivil anayasa” başlığı ile gündeme oturan değişiklik tartışmaları ile “demokrat” bir AKP ile beraber demokrat bir Türkiye imajı çizilmek isteniyor.

Anayasalar, genel olarak “yürürlükte oldukları toplumun bütününü bağlayan kuralların çerçevesini çizen, toplumsal yaşama ilişkin en genel kuralları ve düzenlemeleri içeren metinler” biçiminde tanımlanır. Ancak bu açık bir manipülasyondur. Teknik olarak anayasa metinleri gerçekten de bir toplumda egemen olan kuralların özetini ve sistematik dile getirilişini ifade eder. Ancak ilişki Anayasa Hukuku kitaplarında kurulduğunun tam aksi yöndedir. Bu metinler esasında egemen sistem olan kapitalizmin kendi sürekliliği açısından gereksinim duyduğu ve uluslararası ve ulusal dengelere göre demokratikliği de değişen, bu değişikliğe uygun bir esneklikte hazırlanmış çerçevede metinlerdir.

Bunun anlamı, kapitalizm koşullarında hazırlanan bir anayasanın, devletin örgütsel yapısında ne tür değişikliklere yol açarsa açsın, sivil bir iktidar tarafından hazırlanıp hazırlanmadığından da bağımsız olarak, ancak kapitalizmin olabileceği kadar demokrat, kapitalizmin olabileceği kadar sivil ve yine kapitalizmin olabileceği kadar özgürlükçü olacağıdır.

Gelinen yerde tartışılan “sivil anayasa”yı sivil kılan tek şey, askeri bir şura tarafından hazırlanmıyor oluşudur ve bu durum kapitalistlerin bir anayasayı sivil ilan edebilmeleri için yeterli bir kıstastır. Ancak güncel olarak içinden geçtiğimiz süreci kabaca hatırlayabilen herkes hiç de “sivil” bir toplumda yaşamadığımızı ve anayasayı gerçekten “sivil” yapabilmenin olanaklarının bu düzen içerisinde alabildiğine dar olduğunu görecektir.

Kaldı ki kapitalistlerin yaptığı sivil-asker ayrımı genel olarak yasaların kırbacı altında olan kesimler açısından bir şey ifade etmemektedir. Anayasayı ister hakilere bürünmüş paşalar, ister takım elbiseliler hazırlasınlar, sömürü ve talan düzeni süregeldiği ölçüde, sözkonusu değişiklik, burjuvazinin farklı klikleri arasında dönemsel olarak etkin gücün el değiştirmesi anlamına gelecektir.

Demokrasi yalanları

Basına yansıtıldığı kadarıyla “sivil anayasa”nın ilk yalanlarından birisi demokratik hak ve özgürlükler alanına ilişkin. Uzun uzadıya tanımlanan AB normları, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kriterlerine bağlılık, hak ve özgürlüklerin ancak ve ancak bu kriterler ekseninde sınırlanabilir olması… Biraz çaba harcasalardı bu listeyi daha da uzatabilirlerdi!

Gerçek şu ki, Anayasa’da neyi, hangi hükümle, hangi cümleyle güvence altına alırlarsa alsınlar, baskı ve terörü rehber edinmiş olan bu sermaye düzeninde daha özgür olmayacağız, daha insanca yaşamayacağız.

Halihazırda bizlere demokratikleşmenin belgesi olarak sunulan bu metnin demokrasi ve insan hakları ile ilgili kısmı zaten bugünkü hukuk düzeni içerisinde, Anayasa’da olmasa da farklı yasal düzenlemeler ve uluslararası sözleşmeler çerçevesinde teknik ve “yazılı” olarak korunmaktadır. Ancak bu korumanın kendisi göstermelik olduğu ölçüde, ne yargısız infazlar son bulmaktadır, ne işkenceler... Hala gözaltında kayıplar, hala sokak ortası infazları sürmektedir. Bu anayasa taslağından kısa bir süre önce ise, bugün bu taslağı hazırlayan “yetkililer” eliyle polisler daha da yetkilendirilmiş, geçtiğimiz yıl içinde terörle mücadele kapsamında bir dizi gerici yasanın altına imza atılmıştır.

“Çocuklar korunacak!” ve “Kadınlara pozitif ayrımcılık” masalı…

Sivil anayasa ile çocukların da BM standartları ile korunacağı ifade ediliyor. Bilindiği üzere Türkiye zaten BM’nin bir üyesi ve söz konusu kurumun standartları, protokolleri, sözleşmeleri vb. ile bağlı bir devlet. Ancak bu bağ bugüne kadar çocuklara hiçbir hayır getirmedi de, üzerine bir de anayasal güvence (!) eklenince mi çözülecek?

Peki anayasal güvence denen şey çocuklara güzel bir gelecek sağlamanın güvencesi olacak mı? Sermaye düzeninin sürekliliği için özel olarak yöneldiği çocuk emeğinin sömürülmesi duracak mı? BM standartları bunu durdurabilecek güçteydi de bugüne kadar neden olmadı?

Bu düzen çocukları koruyabilmekten bütün olanaklarıyla yoksundur. Onlara bir gelecek vaadedemez. Milyonlarca çocuk oldukça erken yaşlarda girdikleri fabrika ve atölyelerde, sağlıksız koşullarda ve güvencesiz çalışmaya mahkum edilmiş durumdadır. Eğitimin paralılaştırılması ile beraber bu hakları da gaspedilmiştir!

Bu düzen çocuklara sağlıklı bir çevre ve güvenceli bir yaşam hakkı veremez. Zira düzenin kendi sürekliliği sürekli olarak doğayı ve çevreyi tahrip etmekte, kirletmektedir. Dahası çarpık yapılaşmadan trafik sorununa kadar bir dizi başlık çocukların yaşadığı çevresel koşulları çekilmez kılmaktadır.

Devlet yurtlarının ve okullarının hali ortadadır. Yurtlarda dayak, baskı, taciz ve tecavüz sürerken, devlet okullarında tuvaletten bozma sınıflar nice çocuğun unutamayacağı “çocukluk anıları” arasında yerini almıştır!

Kadınlara uygulanacak “pozitif ayrımcılık” konusunda da özünde söylenecek farklı bir söz yoktur. Bu düzen emekçi kadına kapitalizmin tarihi ile yaşıt ayrım noktaları dayatmıştır. Ev kölesi kadınlar fabrika köşelerinde de karın tokluğuna sömürülürlerken, bu düzenin gerçek yasaları gereği ayrımın en alasını yaşamaktadırlar.

“YÖK kalkacak” aldatmacası

Sivil anayasa ile AKP iktidarı, daha önceki iktidar döneminde çatışma yaşadığı bütün kurumlarda bir bir değişikliğe gitmeyi kafasına koymuş görünüyor. YÖK kalkacak, cumhurbaşkanlığının yetkileri kısıtlanacak, hakimler ve savcılar üst kurulunda Adalet Bakanı yer almayacak ve bu kurum ile Yüksek Askeri Şura kararlarına dava açılabilecek ve hatta Anayasa Mahkemesi kararlarına da dava edilebilecek!

AKP ve sivil anayasa ile bu denilenlerin hepsi yapılabilir. Kapitalizm kendi doğasına uygun olarak dönemsel ihtiyaçlara göre şekil alırken, baskı aygıtı olan devlet örgütlenmesinde de çeşitli değişimlere gidecektir. Ve doğal olarak bu değişimleri “şeffaflık”, “hukukun üstünlüğü” olarak sunacaktır.

Basitçe soralım! Peki, mantık değişecek midir? Örneğin YÖK kalkacaktır da, YÖK mantığı değişecek midir? Üniversitelerden polis çekilecek, eğitim bilimsel bir çerçeveye oturtulacak, soruşturmalar ve bütün diğer baskı araçları durdurulacak mıdır?

Bu sorulara bir çırpıda verilecek “hayır” yanıtı bu değişikliğin taşıdığı anlamı da beraberinde açıklar; YÖK kalktığında değişecek tek şey üniversitenin tepesindeki postalın rengi ve belki de üniversitelere çöreklenmiş sermaye grubunun amblemi olacaktır!

AKP’nin 4,5 yıllık hükümeti süreci burjuvazinin farklı klikleri arasındaki çatışmalara sahne olmuştur. Sivil anayasa denen şey de işte bu çatışmalara AKP tarafından radikal bir çözüm arayışı, rakiplerinin inisiyatif alanlarını daraltarak yaratmaya çalıştığı tekelin oluşturulması çabasıdır.

Bu düzenin anayasası sömürücülere hizmet etmektedir!

Bu düzenin anayasası sömürücülerin çıkarına göre düzenlenmektedir. Egemen sermaye sınıfının baskı aracı devlet ve onun anayasası ezenden, sömürenden, baskıcıdan yanadır. Demokratik hak ve özgürlüklerin düşmanıdır. Böyle bir anayasa yıllardan beri yürürlüktedir ve her koşulda uygulanmaktadır. Baskı ve zor ile uygulanan bu anayasa bir avuç asalağın egemenliğinin sürmesinin tek güvencesidir, bu asalakların yaşam sigortasıdır.

Bu gerçeğe rağmen, kapitalist toplum içerisinde işçi ve emekçilerin hak ve özgürlüklerine daha fazla yer ayıran, bunları daha fazla gözeten anayasaların hazırlanması elbette mümkündür. Ancak bu, işçi ve emekçilerin demokratik hak ve özgürlükleri için mücadele etmesi ile gerçekleşebilecektir. Bugün ise AKP salt göz boyamanın, orduya ve önünü tıkayan diğer rakiplerine fark atmanın olanaklarını sağlamanın, daha yetkili olmanın derdindedir.

Bütün bunlara rağmen AKP dediklerini bir kısmını yine de yapabilir. YÖK’ü kaldırabilir, din derslerini seçmeli yapabilir. Cumhurbaşkanlığı yetkilerinin sınırlanmasını sağlayabilir. Ancak sistemin özünü değiştiremez. Halihazırda anayasa değişikliklerini de kendi için gerçekleştiren AKP, tüm maddeleri baştan da yazsa kapitalizmin yıllar önce yazılmış kurallarını değiştiremez! Bu kuralları ancak ve ancak işçi ve emekçilerin devrimci mücadelesi değiştirebilir!