3 Ağustos 2007 Sayı: 2007/30(30)

  Kızıl Bayrak'tan
   Seçimler sonrası yeni dönem...
  “İstikrar” sorunu sürüyor!
“Sivil ve demokratik anayasa” masalları…
Düzen partileri seçim depreminin
altında kaldı!
Kemalizm ve Anayasa tartışmaları
ne anlatıyor?
Milletvekillerine cezaevlerine giriş sınırlaması...
  Kıdem tazminatı hakkı gaspedilmek isteniyor…
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Sınıfın devrimci programını işçi ve emekçi kitlelere taşıyan etkin bir seçim faaliyeti
  Direnişçi Sanovel işçileriyle konuştuk...
  Tekstil atölyesi mi, esir kampı mı? - Yüksel Akkaya
  Bir damla su için sosyalizm!
  Binali Soydan serbest bırakıldı!
  Emperyalist işgal Irak’ta halkın
yarısını açlığa mahkum etti!
  Emperyalist-siyonist güçler Filistin halkını teslim almaya çalışıyor...
  Balkanlaşma ve iç savaş sarmalında Ortadoğu - Volkan Yaraşır
  DTP ve meclis - M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Tekstil atölyesi mi, esir kampı mı?

Yüksel Akkaya

İnternet sitelerine düşen bir haber, aradan değil yıllar, yüzyıllar geçse de tekstil işçilerinin kaderinin değişmeyeceğini gösteriyor. Önce haber, sonra yorum:

“İzmir’de, Organize Sanayi Bölgesindeki 5 tekstil fabrikasında çalışan yaklaşık 300 işçi bulantı, kusma, yüksek ateş ve boğazda yanma belirtileriyle hastanelere başvurdu.

AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, Atatürk Organize Sanayi Bölgesi’ndeki 5 değişik tekstil fabrikasında çalışan yaklaşık 300 işçi, mide bulantısı, boğazda yanma, yüksek ateş ve kusma şikayetleriyle bölgedeki sağlık kuruluşlarına başvurdu.

İşçilerden 41’inin İzmir Eğitim Araştırma Hastanesi’ne gönderildiği, diğerlerinin ise Yenişehir ve Atatürk Eğitim Araştırma Hastaneleri’ne yönlendirildiği belirtildi.

Hastane yetkilileri, hasta şikayetleri arasında boğazda yanma ve yüksek ateş de bulunduğunu, bu belirtilerin virüs kökenli olabileceğini ifade ederek, önlem amacıyla hastalara ve hastane görevlilerine maske takıldığını bildirdiler.

Yetkililer, hastalardan kültür alındığını, çıkacak sonuca göre konunun netleşeceğini ifade ettiler.

İzmir İl Sağlık Müdür Yardımcısı Cengiz Balaban belirtilerin nedeninin tespit edilmesi için çalışmaların devam ettiğini kaydetti”.

Herhangi bir emek tarihçisi için bu “güncel” haberde garipsenecek bir şey yoktur. Zira, evinden koparılıp, bir atölyeye, bir fabrikaya hapsedileli beri tekstil işçileri hep kendilerini esir kamplarında hissettiler. Bu kamplar, eskiden, sabah gün ışığı ile “faaliyete” başlar, akşam gün batımı ile faaliyete son verirdi. Ne zamanki aydınlatma araçları kandilden fenere, fenerden elektriğe döndü, esir kamplarındaki çalışma süreleri de uzadı. Değişen tek şey, teknoloji ile birlikte çalışma sürelerinin de uzaması oldu.

Emek tarihçileri, büyük kapatılmada, tekstil işçilerinin sık sık hastalandıklarına, zehirlendiklerine de tanıklık eder. Sağlık alanındaki tüm gelişmelere, yasalardaki işçi güvenliği ve sağlığı ile ilgili tüm “iyi” düzenlemelere rağmen bu durumda pek bir değişiklik olmamıştır. Şaşırtıcı bir durum olmasına rağmen, ne patronlar ne de memleketi yönetenler buna şaşırmazlar, olağan karşılarlar. Zira, tekstil işçilerinin kaderi böyle yazılmıştır! Onlar sermaye birikiminin hamallarıdır ve ilk sermayenin kaynağını oluştururlar. Bu nedenle, çalışma koşulları, ilişkileri ve ücretleri pek değişmez. Büyük bir istikrarla hastalıklar ve zehirlenmeler de sebat eder, tekstil işçilerinin yakasını bırakmaz. Genç kızların, eli mahkum erkeklerin işçilik yaptığı bu sektör tarihte büyük başkaldırılara da tanıklık etmiş olmasına rağmen, bir türlü bu talihsiz konumdan kurtulamamıştır. Bu sektörün çalışanlarının kaderi, bu sektörün ortadan kalkmasına bağlı gibidir.

Dünyanın her yerinde kötü ve ağır çalışma koşullarına sahiptir. Böyle olduğu için Amerika’da bu iş L Tipi cezaevlerindeki mahkumlara karın tokluğuna yaptırılır. Esir kamplarından daha ağır koşullara sahip olduğunu söylemeye gerek yok. Ancak, tekstil sanayinin ABD’de cezaevlerinde varlığını sürdürmesi, bu işin ne anlama geldiğini bize göstermesi açısından oldukça çarpıcı bir örnek. Unutmayalım ki, Türkiye de çok sayıda L tipi cezaevinin inşaatına başlamış bulunmaktadır.

İzmir’deki zehirlenme büyük olasılıkla yemekler ya da içme suyundan kaynaklanmaktadır. Eskiden, tütün işçileri paslı tenekelerde kendilerine verilen sular ile hava alamadıkları kapalı ortamlarda sık sık zehirlenirlerdi. Benzeri bir durum bugün İzmir’in organize sanayideki, yani esir kampındaki, bu tekstil işçileri için geçerlidir.

Ve, ne hazindir ki, her iki seçmenden birinin oy verdiği AK Parti hükümeti bu çalışma koşullarını iyileştirmek yerine, daha da kötüleştirmeyi düşünmektedir. Belki de daha çarpıcı olanı, bu işçileri yarısının da AK Parti’yi umut olarak görmesidir!


Sağlıkta dönüşümün hikayesi!..

Haseki Hastanesi’nde yerde yaşlı bir adam… Kollarında, bacaklarında sargılar… Bir kısmı açılmış, açılan yerlere kara sinekler üşüşmüş. Hastanenin giriş kapısından iki-üç adım ileride, sedyede değil, yerde yatıyor. Bu anlatılan yaşlı adamın hikayesi mi peki?! Hayır; sadece onun değil! Bu anlatılan şu çok meşhur “sağlıkta dönüşüm” saldırısının hikayesidir! Hikaye bu kadar geniş olduğu ve yaşlı adam hikayenin sadece bir paragrafında durduğu için bu tablo hepimizi ilgilendiriyor. Ama hikayenin kendisinden çok bu hikayeyi yaratanlara dair bir şeyler söylemek gerekiyor. Zira sermaye düzeni ve onun uşakları bugüne kadar işçi ve emekçilerin yaşadığı kölelik koşullarını pekiştiren o kadar çok hikayeye imza attı ki...

Seçimlerden sonra TÜSİAD hükümetten beklentileri sıralamış ve “tamamlayın artık şu sağlıkta dönüşüm projesini” demişti. AKP’nin de bu söylenenleri canla başla yaşama geçirmek için uğraşacağından şüphe duymamak gerekiyor. Çünkü emir büyük yerden!

Hikayenin içinden başka bir pasaj: Tarih 18 Temmuz 2007! Seçimlere hazırlık tüm hızıyla sürüyor! Kömürler, mazotlar ve sayısız boş vaadler meydanda cirit atıyor! AKP’nin İstanbul 3. bölgeden aday gösterdiği Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nun hastanesinde bir kadın anne oluyor! Anne ve bebeğin hastane masrafları 800 YTL tutuyor. Baba bu masrafları ödeyemeyeceğini ama her türlü ödeme şartını kabul ettiğini ifade ediyor. Ancak AKP’li adaya ait hastane diyor ki “Burası özel hastane kardeşim. Parayı nasıl bulursanız bulun getirin, hastanızı alın!” Kıscası anne ve bebek rehin kalıyor!

Yine başka bir kare! Yeni yılda maganda kurşunu başına isabet etmiş bir genç, yaşayacak mı yaşamayacak mı belirsiz. Kameralar babasına dönmüş, her biri maganda kurşununa feryat figan etmesini bekliyor, haber malzemesi avında. Ancak baba olanca acısına rağmen diyor ki, “nasıl ödeyeceğim ben bu masrafları?” Baba gaddar mı, elbette hayır! Ama sağlık sistemi patronların, sömürücülerin lehine dönüşüyor! Ve bu dönüşüm babaları da dönüştürüyor! Artık önce sağlık değil, önce can değil, önce geçim derdi, önce para! Çünkü para olmadan sağlık da olmuyor!

Sağlıkta dönüşüm, sağlıkta yıkım demektir! Sağlıkta dönüşüm hastanelerde daha fazla rehin kalan hasta, kapılarda daha fazla ağlayan refakatçı ve hastane kapısına atılan hastalar demektir! Bu dönüşüm sermaye düzeni açısından daha fazla kâr, işçi ve emekçiler açısındansa ölüm demektir!



Kapitalist patron önce izne gönderdi, sonra kaçtı!

Kocaeli’nin Körfez İlçesi’nin Tütünçiftlik Beldesi’nde bulunan bir tekstil atölyesinin patronu işçilerini önce ücretsiz izin saldırısı ile karşı karşıya bıraktı, ardından atölyeyi boşaltarak 290 işçinin bütün haklarından yoksun bir biçimde işsiz kalmalarına yolaçtı.

İşyerlerine geldiklerinde makinelerin taşındığını, binanın boşaltıldığını gören işçiler gün boyu tepkili bir biçimde bekleyişlerini sürdürdüler. Daha sonra eski atölyenin olduğu yere gelen ve kağıt üzerinde işletmenin sahibi olarak görünen Fahri Çalık işçilerin ödenmemiş bir aylık maaşlarının ve tazminatlarının ödeneceği taahhüdünde bulundu.

AKP’nin seçimlerden zaferle çıkması üzerine sermaye çevrelerince atılan sevinç çığlıkları ve sürekli dile getirdikleri “aynen devam edin” beklentisinin sonuçları kısa sürede görülmüş oldu. Hastaneden kapı dışarı atılanlar, toplu iş sözleşmesindeki talepleri karşılanmadığı için lokavtla tehdit edilen işçiler ve işçilerin haklarını vermeyerek kaçan patronlar...

Sermaye sınıfı, işçi sınıfının yaşamı ile oynuyor ve bunu türlü dalaverelerle, gözünü bile kırpmadan yapıyor! İşçi sınıfı da sermaye sınıfının üzerine aynı kararlılıkla gitmek ve kendisini sömüren bu asalaklar takımını tarihin çöplüğüne atmak zorunda!