3 Ağustos 2007 Sayı: 2007/30(30)

  Kızıl Bayrak'tan
   Seçimler sonrası yeni dönem...
  “İstikrar” sorunu sürüyor!
“Sivil ve demokratik anayasa” masalları…
Düzen partileri seçim depreminin
altında kaldı!
Kemalizm ve Anayasa tartışmaları
ne anlatıyor?
Milletvekillerine cezaevlerine giriş sınırlaması...
  Kıdem tazminatı hakkı gaspedilmek isteniyor…
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Sınıfın devrimci programını işçi ve emekçi kitlelere taşıyan etkin bir seçim faaliyeti
  Direnişçi Sanovel işçileriyle konuştuk...
  Tekstil atölyesi mi, esir kampı mı? - Yüksel Akkaya
  Bir damla su için sosyalizm!
  Binali Soydan serbest bırakıldı!
  Emperyalist işgal Irak’ta halkın
yarısını açlığa mahkum etti!
  Emperyalist-siyonist güçler Filistin halkını teslim almaya çalışıyor...
  Balkanlaşma ve iç savaş sarmalında Ortadoğu - Volkan Yaraşır
  DTP ve meclis - M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Seçimler sonrası yeni dönem...

27 Nisan’da sanal alem üzerinden devreye konulan askeri muhtıra ile dayatılan erken seçimden çıkan sonuçlar, sermaye meclisinin iradesini postalla çiğneyen militarist güçleri hayal kırıklığına uğrattı. ABD, AB şefleri ile işbirlikçi büyük burjuvazi ise, sonuçlardan fazlasıyla memnun kaldılar. Elbette hükümeti hangi parti veya partiler kurarsa kursun, sonuçta emperyalizme ve işbirlikçi büyük burjuvaziye hizmet etmek burjuva siyasetinde değişmez kuraldır. Ancak yine de oyların yarıya yakınını alan AKP’nin hükümeti kuracak olması, işçi sınıfı ve emekçileri hedef alacak saldırı programlarının uygulanması için çok daha işlevsel olacaktır. Aynı işlevsellik, bölgede emperyalist-siyonist güçlerin tetikçiliğini üstlenmek açısından da geçerlidir.

“Yeni dönem”mi, “istikrar”mı?

Bazı liberal çevreler, seçim sonuçlarının “ordu ve bürokrasiye muhtıra” anlamına geldiğini savunarak, Türkiye’de “yeni bir dönem”in başlayacağını iddia etmeye başladılar. “Yeni bir dönem başlıyor balonu”nu şişirenler, dinsel gericiliğin önde gelen temsilcisi AKP’nin kuracağı hükümetten “demokratik açılımlar” bekliyor ya da öyle görünmeyi uygun buluyorlar. Böyleleri görevli birer şarlatan değillerse eğer, tam bir aymazlık içindedirler.

Bu arada emperyalist merkezler, “Türkiye’de demokrasi güçlendi” tekerlemesini tekrarlayıp dururken, Tayyip Erdoğan’ın bazı müritleri de anayasa değişikliğinden sözediyor. Bu değişikliğin mahiyeti henüz belli olmamakla birlikte, olası anayasa değişikliğinin esas olarak sermayeye hizmet edecek ama bu arada dinci gericilerin işini de belli ölçüde kolaylaştıracak nitelikte olacağını tahmin etmek güç değil. Nitekim halen başta olan AKP hükümeti, seçimlerin hemen öncesinde yaptığı anayasa değişikliği ile polis devletini daha da tahkim etmişti. Son günlerde artan işkence vakaları sözkonusu değişikliğin ilk yansımaları.

Ortada “yeni dönem” olmasa da, hükümetten medyaya, sermayeden emperyalist güçlere kadar uzanan gerici cephe bileşenlerinin “istikrarı koruma” sorunu üzerinde özel tarzda durdukları bir gerçek. İstikrarın toplumsal muhalefetten dolayı değil, egemenler arası çatışmadan dolayı bozulabileceği kaygısı içinde olan sermaye ve emperyalist güçler, uzlaşmacı olması için AKP’ye telkinlerde bulunuyorlar. Ne de olsa cumhurbaşkanı seçimi halen netameli bir iş olarak orta yerde duruyor. Seçim sonuçlarıyla kısa süreli bir sarsıntı geçiren militarist güçlerin muhtıranın arkasında durduklarını bir kez daha ilan etmeleri, düzenin çatışan gerici güçlerinin istikrarı bozma ihtimalinin yerli yerinde durduğunu gösteriyor. Militarizmin medyadaki bazı sözcüleri ise, “ordunun gücünü küçümsemeyin, sonra pişman olursunuz” mesajları iletiyorlar.

AKP’yi kutsayan TÜSİAD, medyanın belli köşelerini tutan sermaye kalemşörleri ile Washington’daki efendiler, Tayyip’le müritlerinin cumhurbaşkanı seçimi konusunda uzlaşmacı bir tutum almasını beklediklerini dile getiriyorlar. Zira onlar, AKP’nin geçici, militarist bürokrasinin ise kalıcı ve esas iktidar gücü olduğunu bildikleri için, AKP atına binmişken, generalleri ürkütmeden yol almak istiyorlar.

Her sorunun “sihirli çözümü” diye yutturulmak istenen “istikrar”, işbirlikçi burjuvazi ile Washington’daki efendileri için salt sosyal yıkım programlarının uygulanması ve Kürt halkının özgürlük talebinin bastırılması için değil, ABD-İsrail komutasındaki büyük Ortadoğu/büyük İsrail projesinde komşu halklara karşı tetikçilik rolü üstlenebilmek açısından da özel bir önem taşımaktadır. Ne de olsa içeride toplumu kontrol edebilen bir rejim, dışarıdaki maceralara daha pervasızca katılabilir.

İsrail, Mısır, Suudi Arabistan ve bölgedeki diğer uşaklarını silahlandıran ABD emperyalizminin, Ortadoğu’da yeni çatışmalar planladığı, bu çatışmalarda NATO’nun ikinci büyük gücünü oluşturan Türk ordusunu denklem dışı tutmasının pek olası olmadığı hesaba katıldığında, Washington’daki efendilerin “istikrar”a neden bu kadar önem verdikleri daha kolay anlaşılır.

Sermayenin saldırılarına, ırkçı-şoven histeriye ve emperyalizme karşı mücadele!

İşçi sınıfı ile emekçiler seçimlerde gerici kutupların dolgu malzemesi oldular. Özellikle de en az diğerleri kadar işçi ve emekçi düşmanı olan AKP’nin peşine takıldılar. Bu arada ezilen Kürt halkının azımsanmayacak bir kesimi de AKP’nin peşine takılanlar arasında yerini aldı.

Düzenin siyaset arenasındaki ırkçı-gerici partilere emekçilerin oy vermesi için ortada hiçbir neden yoktu. Düzen meclisini sorunların çözüm platformu olarak sunan reformistlerin etkisi ise Kürt halkının duyarlı kesimlerinin ötesine geçemedi. Komünistler olarak, emekçileri, sınıfın bağımsız devrimci programı etrafında birleşmeye, mücadele etmeye çağırdık. Çağrımızı etkin bir şekilde ve gür bir sesle yükselttik. Ancak sınıf hareketinin güçsüz olduğu bugünkü koşullarda, çalışmamız önemli kazanımlar sağlasa da, ulaşabildiğimiz işçi ve emekçi sayısı doğal olarak sınırlı kaldı.

Bu durumun geçici olduğu hiçbir koşulda unutulmamalıdır. Verili koşulların sınıf ve kitle hareketinin gelişimine bağlı olarak değişmesi kaçınılmazdır. Zira emekçiler ırkçılık, şovenizm, gericilik zehrinin kol gezdiği bu atmosferden belli ölçülerde zehirlenmiş olsalar da, kapitalizmin ürettiği uzlaşmaz çelişkiler yerli yerinde durmaktadır. Dahası kurulacak hükümetin saldırılarda çok daha pervasız olacağı, asalak kapitalistlerin avuç ovuşturmaya başlamasından da anlaşılıyor. İMF, TÜSİAD ve diğer sermaye örgütleri de, hükümeti kurmaya hazırlanan AKP’den beklentilerini sıralamaya başladılar. Zaten TÜSİAD 60. hükümetin “yol haritası”nı aylar önce çizmişti. Washington’dan gelen hararetli destek ve “PKK’ye karşı ortak operasyon düzenleme” vaadlerine gelince, bunlar, Ankara’daki işbirlikçilere yeni, ama bir o kadar da uğursuz roller hazırlandığına işaret etmektedir.

Görüldüğü üzere işçi sınıfı, emekçiler ve Kürt halkı açısından, saldırıların daha da ağırlaşması dışında tabloda önemli bir yenilik yok. Tüm bunlar ise işçi sınıfının, emekçilerin ve ırkçı-inkarcı politikaya maruz kalan Kürt halkının hoşnutsuzluğunun artacağı, sermaye ve onun düzeniyle çatışmanın giderek hız kazanacağı bir döneme girdiğimizin işaretleridir.

Kokuşmuş kapitalist düzeni yıkıp sosyalizmi kurma mücadelemizin güncel öncelikleri, doğal olarak işçi sınıfının, emekçilerin ve ezilen Kürt halkının sorunlarını işlemeyi, taleplerine sahip çıkmayı içerecektir. Ancak bu taleplerin seçimden, meclisten veya diğer düzen kurumlarından medet umularak değil, yalnızca örgütlü bir mücadele ile kazanılabileceğini de ısrarla anlatacağız.

İşçi sınıfı ve emekçilerin hayatını karartan İMF-TÜSİAD saldırı programları, Türk egemenlerinin suç ortaklığıyla komşu halkların emperyalistler tarafından kıyımdan geçirilmesi, Kürt halkının ırkçı-inkarcı politikaya maruz kalması, asalak burjuvazinin, hak arama mücadelesini boğmak ve demokratik hakları gaspetmek için polis devletini tahkim etmesi… Burada anmadığımız pekçok musibetle birlikte tüm bunlar düzenin her gün yeniden ürettiği ve çözümüne engel olduğu temel sorunlardır.

Bu sorunlardan kaynaklanan acil ekonomik, sosyal ve siyasal talepler uğruna mücadeleyi hiçbir şekilde gözardı etmeyen, bu talepleri kazanmak için meşru-militan mücadelenin önemini bir an olsun unutmayan bir mücadele çizgisinde hareket edeceğiz; bununla birlikte, gerçek çıkışın ancak toplumsal bir devrimle bulanabileceğini ve köklü bir çözümün ancak sosyalizmde olabileceğini, tüm temel toplumsal sorunların kaynağı olan kapitalizmi hedefleyen bir devrimci mücadele perspektifiyle hareket etmedikçe gerçek bir çıkış yolunun bulunamayacağını bir an bile unutmayarak işçilere ve emekçilere döne döne bu gerçeği anlatacağız.

Dönemin görevlerini bu genel devrimci perspektif içinde ele almak durumundayız…