3 Ağustos 2007 Sayı: 2007/30(30)

  Kızıl Bayrak'tan
   Seçimler sonrası yeni dönem...
  “İstikrar” sorunu sürüyor!
“Sivil ve demokratik anayasa” masalları…
Düzen partileri seçim depreminin
altında kaldı!
Kemalizm ve Anayasa tartışmaları
ne anlatıyor?
Milletvekillerine cezaevlerine giriş sınırlaması...
  Kıdem tazminatı hakkı gaspedilmek isteniyor…
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Sınıfın devrimci programını işçi ve emekçi kitlelere taşıyan etkin bir seçim faaliyeti
  Direnişçi Sanovel işçileriyle konuştuk...
  Tekstil atölyesi mi, esir kampı mı? - Yüksel Akkaya
  Bir damla su için sosyalizm!
  Binali Soydan serbest bırakıldı!
  Emperyalist işgal Irak’ta halkın
yarısını açlığa mahkum etti!
  Emperyalist-siyonist güçler Filistin halkını teslim almaya çalışıyor...
  Balkanlaşma ve iç savaş sarmalında Ortadoğu - Volkan Yaraşır
  DTP ve meclis - M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kemalizm ve Anayasa tartışmaları ne anlatıyor?

AKP milletvekili Profesör Zafer Üskül, “Atatürk milliyetçiliği ile Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılığın Anayasa’da yer almaması” gerektiğini belirtince kıyamet koptu. Başta Kemalist çevreler olmak üzere düzen solu ve bir kesim Üskül’ün bu çıkışına sert yanıtlar verdiler. Bu çevreler böyle bir talebin, AKP’nin gizli planını yansıttığını, amacının cumhuriyetin kurucu ilkelerini ortadan kaldırmak olduğunu ve bunun bir AB dayatması olduğunu belirttiler. Diğer taraftan ise, liberal sol başta olmak üzere sınırlı bir çevre de Üskül’ün açıklamalarına destek vererek devletin demokratikleşmesi için bu tür bir değişikliğin kaçınılmaz olduğunu belirttiler. Bu arada ifade etmek gerekir ki, sol bir gelenekten gelen ve seçimlerden önce büyük tantanalarla AKP’ye katılan Üskül’e partisi de sahip çıkmadı. Genel olarak yaptığı zamansız bir çıkış olarak değerlendirildi ve kişisel görüşü olarak lanse edildi.

Seçimlerden sonra düzen siyasetinin yaşadığı ilk çalkantılı tartışma konusu olan bu olay, esasında düzen siyasetinin bundan böyle nasıl bir seyir izleyeceğine dair de önemli bir ilk işaret oldu. Cumhurbaşkanlığı seçimleri ana çatışma sahası olmakla birlikte, düzen cephesinde kamplaşma esasında düzen ve devlet yönetimine egemen olmak temelinde yürüyen bir mücadeledir. Bu mücadelenin taraflarından birinde yer alan ordu, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana sahip olduğu, darbe ve kirli savaşla arttırdığı ayrıcalıklarını yitirmek istememektedir. Ordunun öncülüğünü yaptığı bu kampta, ayrıca onunla aynı hatlarda duran sivil devlet bürokrasisi ile birlikte burjuvazinin emperyalist-kapitalist dünya sistemi ile neo-liberal politikaların gerektirdiği entegrasyondan zarar gören kesimleri bulunmaktadır. Diğer tarafta ise, tekelci burjuvazinin yanında bu politikalardan büyük kazançlar sağlayarak büyük bir sermaye birikimine ulaşan burjuvazi bulunmakta, onları da kurulu düzenden umutlarını kesmiş fakat çözümü bu ikincisinde gören küçük burjuva kesimler izlemektedir.

Seçimler, bu ikinci kampın zaferiyle sonuçlanmıştır. Böylelikle, ordu merkezli kamp savunma konumuna itilirken, tekelci burjuvazinin kaymak tabakasının arkasında olduğu ikinci kamp rakibine karşı onu tutunduğu mevzilerden koparıp atacak hamleleri yapacak moral ve siyasal kazanımlar elde etmiştir. Dolayısıyla, seçimlerden sonra cumhurbaşkanlığı seçimleri ile birlikte büyüyen mücadelenin bu çerçevede devam edeceği belliydi. Bu mücadelede Kemalizm tartışması ise oldukça özel bir yer tutmaktadır. Zira, ordu merkezli kamp devlet yönetiminde sahip olduğu ayrıcalıklı konumu sürdürebilmek için büyük ölçüde Kemalist ideolojiye ve bu ideolojiye atfedilen argümanlara dayandırmaktadır. Deyim uygunsa bu güçlerin bugünkü ana sığınağı Kemalist ideolojik söylemdir. Özellikle, Kıbrıs, Kürt sorunu ve AB gibi ordunun tekelci burjuvaziyle ters düştüğü konularda, bu söylem etkili biçimde kullanılmaktadır. Bundan dolayı Zafer Üskül’ün çıkışı onların bu sığınağına çomak sokmak anlamına gelmektedir. İşte bu nedenle de oldukça sert ve saldırgan biçimde karşılanmaktadır.

Aslında Kemalizm olarak tanımlanan ideoloji, kapsamlı ve ayrıntılandırılmış bir düşünce sisteminden ziyade, CHP’nin 1931 programında yer alan “altı ok” olarak adlandırılan ve altı başlıkta sıralanan ilkeden oluşmaktadır. Bunlarla birlikte Atatürk’ün siyasi kişiliğinin yüceltilmesiyle oluşturulan kişi kültüyle kurulu düzenin temel ideolojisi haline geldi. Kemalizmin 6 başlıkta ifade edilen ana ilkeleri şöyledir: Cumhuriyetçilik, laiklik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik ve inkılapçılık. Bu ilkelerin toplumsal yaşamdaki karşılığı, Kemalist devlet ideolojisinin gerçek niteliğini gözler önüne sermektedir.

Bu ilkelerden cumhuriyetçilik ilkesi, ilk olarak saltanatın geri gelmesinden yana olanlara karşı dile getirilmişse de, esasında kurulu düzenin varlığını ne pahasına olursa olsun sürdürmenin ve mevcut rejimin üstünlüğü düşüncesini toplum ölçeğinde yaymanın dayanağı olarak kullanılmıştır.

Laiklik, devlet ve dinin ayrılması anlamında değil, esasta dinin devlet tarafından toplumu egemenlik altında tutmak amacıyla kullanılmak üzere denetlenmesi anlamında kullanılmıştır. Bundan dolayı devlet Sünniliği diyanet başkanlığına dayanarak örgütlemiş, diğer taraftan bunun dışındaki mezhep ve dinlere karşı ayrımcı ve saldırgan bir siyaset izlemiştir.

Milliyetçilik ilkesi, ırkçılık ölçüsünde bir Türk milliyetçiliği ile birlikte başta Kürt halkı olmak üzere ülkedeki diğer ulus ve azınlıklar karşısında inkar ve imhaya dayalı bir siyasetin adı olmuştur.

Halkçılık, sınıf ayrımlarını inkar eden, toplumun “sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış kütle” olduğu iddiasına dayanan faşist bir ideolojik-siyasal çizginin ifadesi olmuştur.

Devletçilik, geçici bir tutum olan ve o gün için zayıf burjuvazinin yapamadıklarını yapmayı ve onu palazlandırmayı amaçlayan ekonomide devletçilikten öteye, işin aslında, devletin çıkarlarının herşeyin üstünde tutulması ve devlete boyun eğmenin emekçi halkın zihinlerine kazınması anlamına gelmiştir.

İnkılapçılık ise, Atatürk inkılaplarını korumak adı altında kurulu düzende değişim ve reform istemenin önünde bir engel olarak kullanılmıştır.

Kuşkusuz, işçi sınıfına, emekçilere, Kürt halkına ve devrimci güçlere karşı on yıllardır sistemli bir biçimde yürütülen faşist baskı ve terörün ideolojik temeli olarak kullanılan Kemalizm, işçi sınıfının ve Kürt halkının düşmanı, Aleviler’in, devrimci, ilerici güçlerin düşmanı bir ideolojidir. Bundan dolayı devrimci güçler bu ideolojiye ve onu bayrak yapanlara karşı kesintisiz ve amansız bir mücadele yürütmektedirler. Fakat, onların bu mücadelesiyle, bugün Zafer Üskül’ün dile getirdiği ve tekelci burjuvazinin bir kesiminin de uzun süredir gündeminde olan mücadele arasında hiçbir yakınlık bulunmamaktadır. Zira, devrimci güçler en başta Kemalist ideolojiye karşı mücadeleyi kurulu devlet düzeninden ve bu düzenin egemeni durumundaki tekelci burjuvaziden bağımsız bir mücadele olarak görmemektedirler.

Oysa, emperyalistler ve tekelci burjuvazi açısından bugün Kemalizm olarak mücadele edilen esasta, bu ideolojinin yeni dönem stratejilerinin ve neo-liberal politikaların gereklerinin önünde bir engel olarak kullanılmasına karşıdır. Yoksa, örneğin Kemalizmin gerçek içeriğini oluşturan işçi sınıfına düşmanlık, ırkçılık, halklara düşmanlık ve dinin bir afyon olarak kullanımından vazgeçilmemektedir. Tersine köhnemiş Kemalist ideolojinin yetersiz kalması ölçüsünde, tüm bunları daha etkili biçimde kullanmak üzere ideolojik ve siyasi bir yenilenme ihtiyacı duymaktadırlar. Diğer taraftan ise, baştan da belirtmiş olduğumuz gibi Kemalizme karşı mücadele, esasta düzen içi güç ve etkinlik mücadelesinin bir alanı olarak görüldüğü ölçüde, amaç rakibin konumunu zayıflatmak ve ona karşı üstünlük sağlamaktır. Güç mücadelelerinin, sadece şiddet ve zor araçlarıyla değil siyasi, ideolojik ve kültürel alanlarda da sürdürüldüğü gerçeğiyle birlikte düşünüldüğünde bunun anlamı da yerli yerine oturmaktadır.

Tüm bunlarla birlikte, devletin fiili ve gerçek anayasası olan “Milli Güvenlik Siyaset Belgesi” ile yönetildiği hatırlanırsa, Anayasa’nın kağıt üzerinde göstermelik bir belgeden ibaret olduğu da anlaşılabilir. Dolayısıyla bu gerçek dikkate alınırsa, bugün Anayasa ve demokratikleşme çerçevesine oturtulmaya çalışılan mücadelenin gerçek muhtevası da daha iyi anlaşılabilir.

Devrimci güçlerin, bu tartışma dolayısıyla alacakları tutum ise esasta tüm bu gerçekleri ortaya koyarak yaşanan tartışmanın gerici özü ve niteliğine dikkat çekmek olduğu kadar, sınıf mücadelesi alanında birikmiş kapsamlı görevleri omuzlamak üzere her zamankinden daha büyük bir enerjiyle hareket etmek; düzene karşı devrim bayrağını yükseltmektir.