3 Ağustos 2007 Sayı: 2007/30(30)

  Kızıl Bayrak'tan
   Seçimler sonrası yeni dönem...
  “İstikrar” sorunu sürüyor!
“Sivil ve demokratik anayasa” masalları…
Düzen partileri seçim depreminin
altında kaldı!
Kemalizm ve Anayasa tartışmaları
ne anlatıyor?
Milletvekillerine cezaevlerine giriş sınırlaması...
  Kıdem tazminatı hakkı gaspedilmek isteniyor…
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Sınıfın devrimci programını işçi ve emekçi kitlelere taşıyan etkin bir seçim faaliyeti
  Direnişçi Sanovel işçileriyle konuştuk...
  Tekstil atölyesi mi, esir kampı mı? - Yüksel Akkaya
  Bir damla su için sosyalizm!
  Binali Soydan serbest bırakıldı!
  Emperyalist işgal Irak’ta halkın
yarısını açlığa mahkum etti!
  Emperyalist-siyonist güçler Filistin halkını teslim almaya çalışıyor...
  Balkanlaşma ve iç savaş sarmalında Ortadoğu - Volkan Yaraşır
  DTP ve meclis - M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Emperyalist-siyonist güçler Filistin halkını teslim almaya çalışıyor...

Direnen Filistin halkının iradesini kıramayacaklar!

Irak’ta bir milyon kadın, erkek ve çocuğun katledilmesinin, İsrail savaş makinesinin geçtiğimiz yaz Lübnan halkları üzerine salınmasının, siyonist rejimin Filistin’deki vahşi yıkım ve katliamlarının baş sorumlusu olan neo faşist çetenin şefi Bush, “Filistin sorununa çözüm bulmak için konferans çağrısı” yapacağını ilan etti. Irak’ı bir ölüm tarlasına çeviren işgali “demokrasi ve özgürlük ihracı” olarak lanse eden savaş kundakçılarının “Filistin Barış Konferansı”nı toplamaları, Filistin halkı adına hayra alamet bir gelişme değildir. Zira ırkçı-siyonist rejimin hamilerinin Filistin halkı için barış istemesi eşyanın tabiatına aykırıdır.

Nitekim Bush, “fino köpeği” Blair’i, “Barış sürecinin Ortadoğu temsilcisi” sıfatıyla bir kez daha piyasaya sürdü. Böylece, süresi dolmadan hem Başbakanlık’tan hem de İşçi Partisi Genel Başkanlığı’ndan istifa etmek durumunda kalarak İngiliz siyaset çöplüğünü boylayan Blair, “deneyimli bir cellat” olarak bir kez daha haydutbaşı Bush’un tetikçisi olarak işbaşı yapmış oldu.

Blair’i temsilci olarak kabul eden “Ortadoğu Dörtlüsü” (ABD, AB, BM, Rusya), “barış süreci”ni başlatmak için ilk toplantısını Portekiz’in başkenti Lizbon’da yapacağını duyurdu. Hamas liderlerini Moskova’da ağırlayan Rusya’nın bazı çıkışları dışta tutulursa, “Ortadoğu Dörtlüsü”nün siyonist rejimin iradesine aykırı bir adım atması beklenmiyor. Blair gibi Ortadoğu halklarına düşmanlığı tescil edilmiş bir eli kanlıyı temsilci olarak ataması da, dörtlünün Filistin halkı lehine herhangi bir adım atma niyetinin olmadığının bir göstergesidir.

Nitekim bölgeye ilk gezisini gerçekleştiren Blair, Hamas yetkileriyle görüşmezken, siyonist şeflerle bolca vakit geçirdi. Görüşme sonrasında bir açıklama yapan İsrail dışişleri bakanı Tzipi Livni’nin, Ortadoğu sorununda bir dönüm noktasının arifesinde bulunduklarına yönelik sözleri de Blair’le görüşmeden duyulan memnuniyeti anlatıyordu.

Tel Aviv’deki siyonist şefler, Bush’un açıklamasını ilk andan itibaren desteklemiş, sorunun “çözümü” için çizilen çerçeveyi uygun bulduklarını dile getirmişlerdir. Irkçı-siyonist şeflerin, hamileri Bush tarafından gündeme getirilen “çözüm” önerisine anında sarılmaları boşuna değil elbette. Zira savaş çetesinin şefi, Filistin halkının temel sorunlarını dışta tutan bir “barış planı” dayatma hazırlığındadır. Bu planda ırkçı-duvarın yıkılması, mültecilerin geri dönüş hakkı, Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimlerinin boşlatılması, Doğu Kudüs sorunun çözülmesi gibi Filistin halkının temel sorunlarının hiçbiri yer almamaktadır.

Buna rağmen, Filistin yönetimi başkanı Mahmut Abbas’la ekibi Bush’un ortaya koyduğu “çözüm” platformunu “çok yüreklendirici” bulabilmektedir. Dahası Abbas, Bush-Rice ikilisinden duyduğu sözlere dayanarak, İsrail hükümeti ile bir yıl içinde kapsamlı bir barış anlaşmasına varmayı umduğunu söylüyor. Görünen o ki, emperyalist-siyonist zorbaların kışkırttığı iç savaşın aktif tarafı olan El Fetih’in şefleri, gelinen yerde tüm umutlarını ABD emperyalizmine bağlamış durumdalar.

Öte yandan, direnişçi güçlerin önemli bir kesimini denetleyen Hamas’ın tutumu da pek iç açıcı değil. İsrail’in hamisi emperyalist güçler Hamas’ı tecrit etmek için her yola başvururken, bu örgütün liderleri muhatap alınmak için boş çabalar sarfetmekten geri durmuyorlar. Sergilenen bu zaaf, emperyalist güçleri, başta Filistin olmak üzere bölge halklarının önünde teşhir etmenin önündeki temel engellerinden biri durumunda.

Direngen Filistin halkına diz çöktürmeyi temel alan bu küstahça saldırının zamanlaması kuşkusuz rastlantı değildir. Tersine, iç savaş kışkırtmaları karşılık bulduktan, Filistin fiilen parçalandıktan, Mahmut Abbas ve ekibi emperyalist-siyonist güçlerin dayatmalarına boyun eğecek noktaya geriledikten, Hamas emperyalistler nezdinde meşruluk arar hale geldikten sonra bu pervasız saldırı gündeme gelmiştir. Bu da Filistin halkının yaklaşık iki yıldır devam eden saldırılar dizisinin yeni bir aşmasıyla karşı karşıya olduğunun göstergesidir.

İsrail’in hamileri bugüne kadar Filistin halkının iradesini bu kadar kaba bir şekilde hiçe sayan bir tutum içine girememişlerdi. Emperyalist-siyonist güçlerin bu küstah tutumu alabilmeleri, direnişi kemiren uğursuz iç savaşın yarattığı tahribat ve Filistin’in bütünlüğünün parçalanmış olmasıyla açıklanabilir.

Emperyalist-siyonist güçlerin o kibirli, saldırgan, zorbalıkla örülü tutumları bilinmektedir. Ancak sözkonusu Filistin olduğunda bu fütursuz küstahlığın er geç direnişe çarparak parçalanması kaçınılmaz olacaktır. Zira ne Filistin Hamas ve El Fetih’ten ibaret, ne de Filistin direnişi bu iki örgüte endekslidir. Filistin halkının yiğitçe direngenliği, ırkçı-siyonist işgalin ve emperyalist saldırganlığın reddinden beslenmektedir. Dolayısıyla, kimi zaman zayıflasa bile, özgürlüğünü söküp koparana kadar Filistin halkının direnişi sürecektir. Elbette ilerici-devrimci güçler ile halkların emekçi katmanlarının enternasyonal dayanışması ile...


Pakistan da ABD savaş makinesinin hedefi olabilir…

Bağımlı ülke emekçileri emperyalistler ve işbirlikçilerine karşı direnmelidir!

Emperyalist güçlerin bağımlı ülkelerle kurdukları ilişkilerin “efendi-uşak” esasına dayandığı bilinmektedir. Ancak bu aşağılamalara maruz kalan uşaklar yine de kimi zaman fiili saldırılara maruz kalmaktan kurtulamazlar. Tıpkı 1 Mart tezkeresinin kazaya uğramasından sonra Türk ordusunun kafasına çuval geçirilmesi örneğinde olduğu gibi.

Tescilli ABD işbirlikçilerinden Pakistan rejimi şu sıralar Washington kaynaklı küstahça tehditlere maruz kalmaktadır. Neo-faşist çete sözcülerinin peşpeşe yaptıkları açıklamalar, Amerikan savaş makinesinin Pakistan halkları üzerine bomba yağdırma olasılığını gösteriyor. Gerekçe malum; “teröre karşı savaş”.

Saldırganlığın ilk işaretini bir süre önce yayımlanan istihbarat raporu vermişti. Washington’da yayınlanan bu raporda, El Kaide’nin Pakistan’ın kuzey bölgelerinde yeniden toparlanmaya başladığı belirtilmiş, örgütün yeniden saldırıya geçebileceği öne sürülmüştü.

İkinci işareti veren Amerikan Ulusal İstihbarat Dairesi Başkanı Mike McConnell ise, El Kaide şefi Bin Ladin’in Pakistan’ın kuzeyinde Afganistan sınırına yakın bir noktada olduğunu tahmin ettiklerini belirtti.

İstihbarat şefinin ardından devreye giren haydutbaşı Bush’un iç güvenlik danışmanı Frances Townsend, El Kaide lideri Usame bin Ladin’in Pakistan’da olduğunu kesinleştirmeleri halinde bu ülkede operasyon yapabileceklerini söyleyerek tehdide yeni bir boyut kazandırdı.

Amerikan askerlerinin Pakistan topraklarında operasyon düzenleyip düzenlemeyeceği sorusunu yanıtlayan Bush’un danışmanı, “El Kaide terör örgütü ve liderleri Usame bin Ladin’le başa çıkmak için, Amerika’nın elindeki her türlü seçeneği kullanacağını” söyledi.

Son olarak medya karşısında boy gösteren Beyaz Saray sözcüsü Tony Snow da, belli hedeflere saldırı düzenleme seçeneğinin masada olduğunu belirterek, saldırı için fiili hazırlığın yapıldığını açıklamış oldu.

Diktatör Pervez Müşerref başkanlığındaki gerici Pakistan rejimi, Washington kaynaklı saldırgan açıklamaları bir süre sessizce izledikten sonra nihayet efendiye bir çift söz söyleme cesareti bulabildi. Gelişmelerle ilgili televizyona demeç veren Pakistan Dışişleri Bakanı Hurşid Kasuri, Amerika’nın, ülkesindeki aşiret bölgelerinde güvenliği sağlama işini Pakistan ordusuna bırakması gerektiğini belirterek şunları söyledi: “İki kişiyi yakalamak için 50 sivilin hayatını kaybedebileceği bir saldırıya göz yumamayız. Kamuoyu bunu kabul etmez. Amerikalılar’ın da bunun hoş karşılanmayacak bir şey olduğunu anlayabileceğini sanıyorum.”

Amerikan savaş makinesi olası bir askeri saldırı için hazırlıkların tamamladığını açıkladıktan sonra Pakistanlı bakanın verdiği titrek tepki, işbirlikçi rejimlerin emperyalist efendiler karşısındaki iradesizliğini bir kez daha gözler önüne sermiştir.

Şeriatçı örgütlerin devlete kafa tutacak kadar güçlendiği Pakistan’da kanlı boğazlaşmalar dönemi başlamış bulunuyor. 1970’li yılların sonunda Sovyetler Birliği’ni Afganistan bataklığına çekebilmek için CİA ile birlikte şeriatçı örgütleri eğiten Pakistan rejimi, buna karşın gelinen yerde Washington’daki efendiye yaranmakta güçlük çekiyor. Bu sürecin Pakistan halklarına bıraktığı miras ise askeri cuntalar, kanlı boğazlaşmalar, işsizlik ve sefaletten başka bir şey değildir. Bu vahim tabloya her an Amerikan savaş makinesinin yağdıracağı bombalar da eklenebilir. Görüldüğü üzere ABD emperyalizmi ile suç ortaklığı yapan gerici rejim olduğu halde, Pakistanlı emekçiler ağır bir bedel ödemiştir. Yazık ki, ödemeye de devam etmektedir.

Pakistan örneği, bağımlı ülke işçi ve emekçilerinin emperyalistlerle yerli işbirlikçilerine karşı kararlı bir direniş sergileyemediklerinde maruz kalacakları akıbeti göstermesi açısından da çarpıcıdır.


 

Pakistan da ABD savaş makinesinin hedefi olabilir…

Bağımlı ülke emekçileri emperyalistler ve işbirlikçilerine karşı direnmelidir!

Emperyalist güçlerin bağımlı ülkelerle kurdukları ilişkilerin “efendi-uşak” esasına dayandığı bilinmektedir. Ancak bu aşağılamalara maruz kalan uşaklar yine de kimi zaman fiili saldırılara maruz kalmaktan kurtulamazlar. Tıpkı 1 Mart tezkeresinin kazaya uğramasından sonra Türk ordusunun kafasına çuval geçirilmesi örneğinde olduğu gibi.

Tescilli ABD işbirlikçilerinden Pakistan rejimi şu sıralar Washington kaynaklı küstahça tehditlere maruz kalmaktadır. Neo-faşist çete sözcülerinin peşpeşe yaptıkları açıklamalar, Amerikan savaş makinesinin Pakistan halkları üzerine bomba yağdırma olasılığını gösteriyor. Gerekçe malum; “teröre karşı savaş”.

Saldırganlığın ilk işaretini bir süre önce yayımlanan istihbarat raporu vermişti. Washington’da yayınlanan bu raporda, El Kaide’nin Pakistan’ın kuzey bölgelerinde yeniden toparlanmaya başladığı belirtilmiş, örgütün yeniden saldırıya geçebileceği öne sürülmüştü.

İkinci işareti veren Amerikan Ulusal İstihbarat Dairesi Başkanı Mike McConnell ise, El Kaide şefi Bin Ladin’in Pakistan’ın kuzeyinde Afganistan sınırına yakın bir noktada olduğunu tahmin ettiklerini belirtti.

İstihbarat şefinin ardından devreye giren haydutbaşı Bush’un iç güvenlik danışmanı Frances Townsend, El Kaide lideri Usame bin Ladin’in Pakistan’da olduğunu kesinleştirmeleri halinde bu ülkede operasyon yapabileceklerini söyleyerek tehdide yeni bir boyut kazandırdı.

Amerikan askerlerinin Pakistan topraklarında operasyon düzenleyip düzenlemeyeceği sorusunu yanıtlayan Bush’un danışmanı, “El Kaide terör örgütü ve liderleri Usame bin Ladin’le başa çıkmak için, Amerika’nın elindeki her türlü seçeneği kullanacağını” söyledi.

Son olarak medya karşısında boy gösteren Beyaz Saray sözcüsü Tony Snow da, belli hedeflere saldırı düzenleme seçeneğinin masada olduğunu belirterek, saldırı için fiili hazırlığın yapıldığını açıklamış oldu.

Diktatör Pervez Müşerref başkanlığındaki gerici Pakistan rejimi, Washington kaynaklı saldırgan açıklamaları bir süre sessizce izledikten sonra nihayet efendiye bir çift söz söyleme cesareti bulabildi. Gelişmelerle ilgili televizyona demeç veren Pakistan Dışişleri Bakanı Hurşid Kasuri, Amerika’nın, ülkesindeki aşiret bölgelerinde güvenliği sağlama işini Pakistan ordusuna bırakması gerektiğini belirterek şunları söyledi: “İki kişiyi yakalamak için 50 sivilin hayatını kaybedebileceği bir saldırıya göz yumamayız. Kamuoyu bunu kabul etmez. Amerikalılar’ın da bunun hoş karşılanmayacak bir şey olduğunu anlayabileceğini sanıyorum.”

Amerikan savaş makinesi olası bir askeri saldırı için hazırlıkların tamamladığını açıkladıktan sonra Pakistanlı bakanın verdiği titrek tepki, işbirlikçi rejimlerin emperyalist efendiler karşısındaki iradesizliğini bir kez daha gözler önüne sermiştir.

Şeriatçı örgütlerin devlete kafa tutacak kadar güçlendiği Pakistan’da kanlı boğazlaşmalar dönemi başlamış bulunuyor. 1970’li yılların sonunda Sovyetler Birliği’ni Afganistan bataklığına çekebilmek için CİA ile birlikte şeriatçı örgütleri eğiten Pakistan rejimi, buna karşın gelinen yerde Washington’daki efendiye yaranmakta güçlük çekiyor. Bu sürecin Pakistan halklarına bıraktığı miras ise askeri cuntalar, kanlı boğazlaşmalar, işsizlik ve sefaletten başka bir şey değildir. Bu vahim tabloya her an Amerikan savaş makinesinin yağdıracağı bombalar da eklenebilir. Görüldüğü üzere ABD emperyalizmi ile suç ortaklığı yapan gerici rejim olduğu halde, Pakistanlı emekçiler ağır bir bedel ödemiştir. Yazık ki, ödemeye de devam etmektedir.

Pakistan örneği, bağımlı ülke işçi ve emekçilerinin emperyalistlerle yerli işbirlikçilerine karşı kararlı bir direniş sergileyemediklerinde maruz kalacakları akıbeti göstermesi açısından da çarpıcıdır.


ABD emperyalizmi Ortadoğu’daki işbirlikçilerini silahlandırıyor!

İşgal karşıtı direniş Amerikan savaş makinesinin Irak bataklığına saplanmasına yol açınca, Bush liderliğindeki neo-faşist çetenin “sıradaki ülkeler” diye tanımladığı Suriye ve İran’a cephe açması şimdiye kadar mümkün olmadı. Siyonist ordu aracılığıyla Lübnan Hizbullah’ını tasfiye edip bu iki ülkeye giden yolları açma girişiminin fiyaskoyla sonuçlanması ise, ABD-İsrail komutasındaki halkları köleleştirme seferinin yalpalamasını daha da pekiştirdi. Ancak bu durum emperyalist-siyonist güçlerin bölge politikalarını terkettikleri anlamına gelmiyor. Yapılan değişiklikler, aynı politikanın değişik taktik ve araçlar denenerek hayata geçirilmesi çabasından ibarettir.

Emperyalist-siyonist güçler, mezhep çatışmalarını kışkırtmak, Amerikancı Sünni devletleri İran’a karşı seferber etmek için aylar önce harekete geçmişti. “Ilımlı Sünni eksen” oluşturma hazırlıkları çerçevesinde yapılan girişimler özellikle Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün gibi ABD uydusu gerici rejimler şahsında somut adımlara konu edilmişti. Bununla birlikte birkaç aydan beri bu hazırlıklara dair bilgiye rastlamak pek mümkün olmadı. Ancak son günlerde Washington’dan yansıyan haberler, kirli hazırlıkların devam ettiğini ortaya koymaktadır.

ABD basını, neo-faşist çete artıklarının Ortadoğu’daki soysuz işbirlikçilerini silahlandırmak için Pentagon’da önemli hazırlıklar yapıldığını duyurdu. Ankara’daki işbirlikçi takımının ABD’den aldığı silahların oranı zaten tam bilinmiyor. Buna karşın kamuoyuna açıklanan ihalelerin miktarının bile milyar dolarlar tuttuğu biliniyor. ABD’nin silahlandırma hamlesi ile İsrail, Mısır, Suudi Arabistan ve beş Körfez ülkesinin yeni silahlarla donatılmasına devam edilecek.

Konuyla ilgili haberi veren Washington Post gazetesi, ABD’nin Suudi Arabistan ile petrol üreticisi beş Körfez ülkesine 20 milyar dolar tutarında silah satacağını yazdı. Gazete, ABD’nin 10 yıl içinde İsrail’e 30 milyar dolar, Mısır’a ise 13 milyar dolar askeri yardım sağlamayı planladığını da duyurdu.

Washington Post, ABD yönetiminin, Suudi Arabistan ile beş Körfez ülkesi; Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Katar, Bahreyn ve Umman’a uydu güdümlü bombalar, uçak modernizasyonları ve savaş gemilerini de içeren silahlar satmayı planladığını belirtti.

Bu arada ırkçı-siyonist rejimin başı Ehud Olmert de, haftalık bakanlar kurulu toplantısının açılışında yaptığı konuşmada, “ABD Başkanıyla, askeri yardımın önümüzdeki on yıllık sürede 30 milyar dolara yükseltilmesi konusunda anlaştık. Bu, gelecek yıldan itibaren yılda 3 milyar dolara denk geliyor” dedi. Bu miktarın, ABD’nin İsrail’e verdiği askeri ve savunma yardımlarında yüzde 25’lik bir artışa tekabül ettiğini belirtti.

Bu arada Amerika Dışişleri Bakanı Condolezza Rice ile Savunma Bakanı Robert Gates’in bölge turuna çıkması da, basında yer alan haberleri doğruluyor. Yapılan açıklamaya göre iki bakan, bölge gezisi kapsamında Körfez ülkeleriyle yapılacak silah anlaşmalarını da imzalayacak. Bu sözleşmelerin ABD’nin Ortadoğu’daki suç ortaklarını güçlendirmeyi ve İran’ın bölgede giderek artan etkisini azaltmayı hedeflediği belirtiliyor.

ABD’nin Ortadoğu’daki işbirlikçilerini silahlandırma planının açıklanmasından hemen sonra, İran’ın da Rusya’dan savaş uçağı alımı için hazırlıklara başladığı bildirildi. Bazı kaynaklar, Rusya’nın İran’a 250 adet son teknoloji ürünü uzun menzilli Sukhoi 30 savaş uçağı satmayı planladığını ileri sürdüler.

Bu silahlanma yarışı ile silah tekellerinin kasaları dolacak. Ancak sorun bundan ibaret değildir. Asıl tehlike, emperyalist-siyonist güçlerin bölge halklarını köleleştirme emellerine ulaşabilmek için yeni cepheler açmak, çatışmaları yeni alanlara sıçratmak için zemin döşüyor olmalarıdır.

Bölge halklarının olası yeni çatışma ve yıkımları önlemek için, ABD-İsrail ikilisi ile suç ortaklarının planlarını bozma kararlılığıyla direnmekten başka yolu yoktur.


 

Savaş aygıtı NATO Afgan halkları üzerine “küçük bombalar” yağdıracak!

Afganistan işgalinin sorumluluğunu Amerikan savaş makinesinden devralan NATO güçleri, aradan geçen süreye rağmen henüz başkent Kabil’de bile kontrolü sağlayamadı, ama sık sık sivil halkı toplu şekilde katletmeyi başarabildi. “Teröristler barınıyor” gerekçesiyle köylerin, kasabaların savaş uçakları tarafından bombalanması, Afganistan’da “sıradan vaka” haline geldi. Düğünlerin, cenaze törenlerinin vurulması da yaygın bir uygulama.

Emrinde onbinlerce işgalci asker bulunan NATO şefleri sık sık “Talibanları vurduk, şu kadar militan öldürdük” şeklinde açıklamalar yapıyor. Taliban’a karşı bu kadar “başarılı” olan NATO güçleri, nedense hiçbir yeri doğru dürüst kontrol edemiyor. Saldırılarla ilgili bilgi veren yerel kaynaklar ise öldürülenlerin halktan sivil insanlar olduğunu açıklıyor. Savaş aygıtının hizmetindeki medya tekellerinin de sivil katliamları gizlemesi mümkün olmuyor.

NATO komutasında devam eden Afganistan işgalinin, gelinen yerde bu savaş aygıtının bir katiller çetesinden müteşekkil olduğu gerçeğini tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermesi, “uygar batı”da rahatsızlık yarattı. Yıllardır devam eden katliamlarla ilgili tepkisini ancak son günlerde ortaya koyan (kendisi de bu katliamların siyasi sorumlularından biridir) İtalyan Dışişleri Bakanı Massimo D’Alema, “Afganistan’daki sivillerin ölümü ahlaki olarak kabul edilemez. Siyasi olarak da felaket etkisi yapmaktadır” şeklinde konuştu.

D’Alema’nın konuşmasının yankı yaratması, NATO şeflerini “çözüm” arayışına yönletti. NATO genel sekreteri Jaap de Hoop Scheffer, İngiliz Financial Times gazetesine bir demeç vererek, soruna çözüm aradıklarını bildirdi. Buldukları “çözüm”ü de açıklayan NATO şefi, Afganistan’da Taliban’a karşı düzenledikleri operasyonlarda sivil ölümlerdeki artışı engellemek amacıyla, daha küçük bombalar kullanma seçeneğini araştırdıklarını söyledi. Komutanlarının bazı operasyonlarda uçaklara daha hafif bombalar yüklemeye çalıştıklarını belirten Hoop Scheffer, “sivil ölümleri tümüyle durdurmanın ise imkansız olduğunu” öne sürdü.

Afganistan’da siviller işgalin başladığı günden beri kitleler halinde katledilmektedir. Ancak ne NATO şefleri, ne de bu savaş aygıtının emrine asker sunarak halklara karşı suç işleyen devletlerin görevlileri bu konuda söz söyleme gereği duymuştur. (Halen Kabil’deki NATO birliklerinin komutasını üstlenen Türk ordusunun şefleri ile “Müslüman” AKP hükümetinin başındaki kişiler de sözkonusu katliamları izlemekle yetiniyorlar).

Gelinen yerde NATO şefinin gösterdiği “duyarlılık” hiç de sivil insanların katledilmesini engelleme kaygısından ileri gelmiyor. O, savaş aygıtı NATO’nun siyasi imajının yerlerde sürünmesine bir çözüm arıyor. Bulduğu çözüm ise, sivilleri büyük bombalarla değil de küçük bombalarla katletmekten ibarettir. Cellatlar takımı tarafından yönetilen NATO gibi bir ölüm makinesinin bulacağı “çözüm”de ancak bu kadar olur.

NATO aygıtı eliyle işlenen katliamlara dur demek, ancak bu savaş makinesini işgal ettiği ülkelerden söküp atmakla mümkün olacaktır.