3 Ağustos 2007 Sayı: 2007/30(30)

  Kızıl Bayrak'tan
   Seçimler sonrası yeni dönem...
  “İstikrar” sorunu sürüyor!
“Sivil ve demokratik anayasa” masalları…
Düzen partileri seçim depreminin
altında kaldı!
Kemalizm ve Anayasa tartışmaları
ne anlatıyor?
Milletvekillerine cezaevlerine giriş sınırlaması...
  Kıdem tazminatı hakkı gaspedilmek isteniyor…
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Sınıfın devrimci programını işçi ve emekçi kitlelere taşıyan etkin bir seçim faaliyeti
  Direnişçi Sanovel işçileriyle konuştuk...
  Tekstil atölyesi mi, esir kampı mı? - Yüksel Akkaya
  Bir damla su için sosyalizm!
  Binali Soydan serbest bırakıldı!
  Emperyalist işgal Irak’ta halkın
yarısını açlığa mahkum etti!
  Emperyalist-siyonist güçler Filistin halkını teslim almaya çalışıyor...
  Balkanlaşma ve iç savaş sarmalında Ortadoğu - Volkan Yaraşır
  DTP ve meclis - M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kıdem tazminatı hakkı gaspedilmek isteniyor…

Kıdem tazminatının gaspına karşı mücadeleye!

Yaklaşık beş yıl boyunca birçok saldırı yasasına imza atan AKP hükümeti, yeni dönemde kıdem tazminatını gaspetmek için çalışmalarına başlayacak.

Emek düşmanı her yasa değişikliğinde kıdem tazminatlarının gaspı da gündeme getirildi. TİS dönemlerinde de kıdem tazminatı hep patronların hedefinde oldu. Bu saldırının başarısı durumunda, işçi sınıfı kazanımlarından birini daha kaybedecek.

Kıdem tazminatı nedir?

Ne zaman yasalaştı?

Kıdem tazminatı, bir işyerinde belirli bir süre çalışıp iş sözleşmesi sona eren işçiye veya ölümü halinde mirasçılarına, hizmet süresi ile ücretine göre değişen miktarda işveren tarafından ödenmesi gereken parayı ifade eder. Kıdem tazminatı ilk olarak 1936 yılında iş yasasında yer aldı.

Kıdem tazminatı 12 Eylül askeri faşist darbesi sonrasında kuşa çevrildi. İşçi ücretlerinin düşmesi nedeniyle kıdem tazminatı da eridi. Ancak her yıl bir brüt aylık değerinde olan kıdem tazminatı işçiler açısından hala da önemli bir yerde duruyor.

Kıdem Tazminatı Yasası ilk çıktığında, işçilerin kıdem tazminatını haketmeleri için beş yıl çalışma süresi şartı getirilmişti. Her yıl için 15 günlük maaş tutarı üzerinden hesaplanan kıdem tazminatı, işçilerin mücadeleleri ile bir yıl çalışma zorunluluğu ve 30 gün üzerinden hesaplanmaya başlandı.

Kıdem tazminatı her dönem sermayenin hedefinde oldu

Sermaye hükümeti kıdem tazminatlarını fona devretmek için de bir çok kez nabız yokladı. Çalışma Bakanı Murat Başesgioğlu, fona çok sıcak baktığını ve uygun bir zamanda gündeme getireceklerini sürekli dile getirdi.

Tazminat fona devredilirse, patronlar bu fona ödeme yapacak. İşçilerin fondan yararlanabilmesi içinse en az 10 yıl çalışması gerekiyor. Patronun ödeme yapmaması halinde ise işçiye para verilip verilmeyeceği noktasında herhangi bir açıklık bulunmuyor. Ayrıca paranın diğer fonlarda olduğu gibi kuşa çevrilip işçiye ödenmesi tehlikesi de bulunuyor.

Fon ciddi olarak en son 15-16 Eylül 2004 tarihlerinde toplanan 9. Çalışma Meclisi’nde gündeme getirildi, ancak işçi ve patron örgütlerinin tepkisi üzerine “Fonun kapsamlı bir şekilde tartışılıp değerlendirildikten sonra gündeme getirilmesi” kararı alındı.

Çalışma Bakanı Murat Başesgioğlu “üzerinde mutabakat sağlanana kadar fonu rafa kaldırdıkları”nı belirtse de, kıdem tazminatı fonunu gündeminden hiç düşürmedi.

Patronların baskısı sonuç verdi. Sermaye hükümeti patronların yükünü azaltacak bir anlayışla değişik alternatifler üzerinde çalışmaya başladı. Kıdem tazminatının her tam yıl için 30 günlük brüt ücretten 15 günlük brüt ücrete indirilmesi gündemleştirilmeye başlandı. Bir diğer olasılık olarak fonun patronların istediği biçimde yeniden düzenlenmesi gündeme getirildi.

İşçi sınıfının düşmanı “Bilim Kurulu” yine iş başında

İşçilerin çalışma koşullarını daha ağırlaştıran, köleliği yasal hale getiren yeni İş Kanunu’nu hazırlayan “Bilim Kurulu” Kıdem Tazminatı Fonu Taslağı’na da el attı. Kurulun hazırladığı amaç bölümünde şunlar ifade ediliyor: “Bu kanunun amacı kapsamına giren işçilere ve hak sahiplerine belirtilen esaslara göre kurulacak Kıdem Tazminatı Fonu’ndan hak edecekleri kıdem tazminatının ödenmesi ve bu tazminatın güvence altına alınmasıdır.” İlk bakışta bir sorun gözükmüyor. Saldırının asıl kapsamı ise ezop dili kullanılarak satır arasına sıkıştırılıyor. Yasa taslağında “İşçilere veya hak sahiplerine fona prim ödenmiş olan her tam yıl için prim hesabına esas olan ücretinin otuz günü tutarında kıdem tazminatı ödenir” denilmektedir. Kısacası, aşırı kâr hırsıyla yatıp kalkan patronlar kendi paylarına düşen primi öderlerse eğer, işçiler kıdem tazminatı hakkından yararlanabilecekler.

Kıdem tazminatını elde etmek için bir işçinin en az 10 yıl prim ödemiş olması, kısacası sürekliliği ve iş güvencesi olan bir işte çalışması gerekiyor. Çalıştığı halde patron tarafında primi ödenmeyen veya çalışma süresi 10 yıldan az olan işçilerin kıdem tazminatı hakkı gaspedilecek.

Kıdem Tazminatı Fonu Yasa Tasarısı

22 maddeden oluşan taslağa göre, patron tarafından yatırılması zorunlu olan primler, fonun ana kaynağını oluşturuyor. Kurulacak olan fona patron her ay işçinin adına giydirilmiş brüt ücretinin yüzde 3’ü oranında prim ödeyecek. Uygulamada olan kıdem tazminatında ise en son alınan aylık ücret ve çalıştığı süre baz alınarak hesaplanıyordu.

“İşçilerin ödenmeyen kıdem tazminatı ve ücretleri güvenceye alınmış olacak” şeklinde sunulmaya çalışılan tasarı, bu ikiyüzlüce yalana rağmen, aslında işçinin işten atıldığında kıdem tazminatı almasını olanaksızlaştırıyor. Tasarıya göre, “işçilerin kıdem tazminatı sadece ölüm ve emeklilik halinde fondan karşılanacak”. Emeklilik ve ölüm halleri dışında işçiler en az 10 yıl prim ödemek suretiyle fondan yararlanmaya hak kazanabilecekler. Yani işçinin sigorta priminin dışında bir de bu fona para yatırması gerekiyor ki, işten atıldığında kıdem tazminatı alabilsin! Kısacası, tıpkı “İşsizlik Sigortası Fonu” gibi, işçilerin hiç faydalanamadığı, göstermelik bir fon kurulmak isteniyor.

Tasarıda, “Kıdem tazminatı miktarı fona prim ödenmiş her tam yıl için prim hesabına esas olan ücretin 30 günü tutarında ödenir” deniyor. Patronların itirazına neden olan esas yan da burası. 4857 sayılı yeni İş Yasası taslağında, kıdem tazminatı için işçinin yarım ücretinin esas alınması öngörülüyordu. Ancak taslağın görüşmeleri sırasında AKP hükümeti geri adım atarak, yasaya bunu 30 gün olarak geçirtti. Şimdi patronlar örgütü TİSK, kölelik yasasında yarım kalan işi tamamlamak için Kıdem Tazminatı Fonu’nda sürenin 15 güne düşürülmesini dayatıyor. Bu, işçi sınıfı açısından kıdem tazminatı hakkının yarı yarıya budanması demektir.

Tasarıda, kıdem tazminatı miktarının belirlenmesine esas alınacak ücretin de ne olacağı tartışma konusu. Tasarıda ücret için, “İşçinin çalıştığı ve adına prim yatırılan son takvim yılının ortalamasıdır” deniliyor. Mevcut uygulamaya göre, kıdem tazminatı işçinin son aldığı ücret üzerinden hesaplanırken, yeni düzenlemede bunun nasıl hesaplanacağı net değil. Tasarının süre ve ücret konusunda açıklığının olmayışı bazı hak gaspları için açık kapı bırakıyor.

Sermaye 2007 yılında yasanın çıkarılmasını istiyor

TİSK Başkanı Tuğrul Kutadgobilik, kıdem tazminatı konusunun 2007 yılında mutlaka ele alınması gerektiğini dile getirdi. Yaptığı açıklamada; “Eskiden iş güvencesi, işsizlik sigortası yoktu. Kıdem tazminatı bir anlamda bu fonksiyonları görüyordu. Artık bu uygulamalar ülkemizde mevcut. O nedenle kıdem tazminatı konusunu yeniden ele almalıyız. Bu konu, 2821 ve 2822 sayılı sendikal yasalarla birlikte ele alınmalı. Mevcut işçilerin kazanılmış haklarını zedeleme niyetimiz yok. Tarafların uzlaşmasıyla böyle bir düzenleme yapılabilir. 10 yıllık süre kısa bir zaman. Kıdem tazminatı emeklilikte ödensin. İşverene istihdamla ilgili yeni yükler gelmesin” diyerek, sermayenin niyetini ortaya koydu.

Burjuvalar kıdem tazminatını kaldırmayı, işçilerin iş güvencesi ve işsizlik sigortası hakkına sahip olması gerekçelerine dayandırıyorlar. Oysa iş güvencesi, 30 ve daha fazla işçi çalıştıran işyerleri için geçerlidir. Ülkemizde 383 bin işyerinden ancak 31 bini bu sayıda işçi çalıştırabiliyor. Yani işyerlerinin yüzde 8’i iş güvencesi kapsamında bulunuyor. En fazla işsizlik ödeneği net asgari ücretin üstüne çıkamıyor.

İş güvencesi tazminatı almak için yargıya başvurmak, hem pahalı hem de uzun bir sürece yayılıyor. İşçi davayı kazansa bile alacağı tazminat, dört ile sekiz aylık ücreti ile sınırlandırılıyor. Bu hakların hiçbirinin kıdem tazminatının yerini tutamayacağı aşikardır. Kıdem tazminatı emekliliğe kalırsa, işverenler kolaylıkla işçi çıkarabileceğinden, işçilerin sendikalaşmasının bedeli de ağırlaşır.

Sendika ağalarının tutumu

Sendika ağaları da kıdem tazminatı saldırısına yönelik açıklamalar yapmaya başladılar. Salih Kılıç, “1 Ocak 2008’den itibaren yeni işe girenler açısından fon uygulaması olabilir. Mevcut işçiler yönünden ise, eskiden olduğu gibi işten çıkarılma durumunda kıdem tazminatı ödenmelidir” sözleriyle görüşünü açıkladı.

Süleyman Çelebi ise, “Üçlü Danışma Kurulu toplantısında kıdem tazminatının 2821 ve 2822 sayılı yasalarla birlikte ele alınması gündeme geldi. Biz kıdem tazminatını pazarlık konusu yapmayız. Bazı işyerlerinde işçi kıdem tazminatını alamıyor. Bu yerler için fon uygulaması olabilir. Ancak kazanılmış haklar açısından bir kayıp doğurmayacak biçimde düzenlenmelidir” dedi.

Bakanlığın elinde bulunan Kıdem Tazminatı Fonu Kanunu taslağı yasalaşırsa, mevcut kıdem tazminatı uygulaması tarihe karışacak. İşten çıkarmada kıdem tazminatı ödenmeyecek ve kıdem tazminatı bir tür emeklilik ikramiyesine dönüştürülecek. Kıdem Tazminatı Fonu’nun kurulması ile kıdem tazminatı işçi ve işveren arasındaki bir alacak ilişkisi olmaktan çıkacak. İşçinin muhatabı işveren değil fon yönetimi olacak. İşçi ciddi zarar görecek. Yasanın yaratacağı bu vahim sonuçlar sendika ağalarının umurunda değil.

Kıdem Tazminatı Fonu iki büyük tehlike ve açmaz içeriyormuş, kıdem tazminatı artık fiilen on beş gün üzerinden hesaplanacakmış, işçi kıyımı artacakmış, işçilerin sendikalaşmasını bedeli ağarlaşacakmış, bunların hiçbiri sendika ağalarını ilgilendirmiyor.

Kıdem tazminatı saldırısının panzehiri mücadeledir!

Tüm yasal değişiklikler sermayeye hizmet çerçevesinde yapılıyor. Sermaye devleti, hükümetleri ve sendika ağaları sermayeye hizmette sınır tanımıyor. Kıdem tazminatı saldırısı sermayeyi yükten kurtarma anlayışının ürünüdür. Sendika ağaları her zaman olduğu gibi işçi sınıfının mücadele ateşini söndürmek için itfaiyeci rolünü oynayacaklardır. Çok sıkıştıklarında Ankara merkezli hava boşaltma eylemleri gerçekleştirip nutuklar atmakla yetineceklerdir.

İşçi sınıfı emeğinin korunması mücadelesine dört elle sarılmalı, kıdem tazminatının sermayeye peşkeş çekilmesine izin vermemelidir.


 

THY işçisi örgütlü gücüyle kazanacak!

Hava İş Sendikası’nın THY AO ile 21. dönem, THY Teknik AŞ ile 1. dönem toplu sözleşme görüşmeleri 16 Mart tarihinde başlamıştı. 11.300 işçiyi kapsayan toplu sözleşme görüşmelerinde bugüne kadar bir anlaşma sağlanamadı. Yılbaşında yapılan toplantılarda THY Genel Müdürü Temel Kotil’in işçilere “Sizler için çok iyi teklifler hazırladık!” demesine rağmen ne resmi pazarlık ne de arabulucu sürecinde işçilerin talepleri dikkate alındı. 112 maddelik toplu sözleşme taslağında 40 asıl ve 3 geçici madde üzerinde anlaşma sağlanamadı. Anlaşma sağlanamayan maddelerin yarısına yakınını ücret, ücrete ilişkin haklar ve çeşitli sosyal yardımlarla ilgili maddeler oluşturuyor. Bunun dışında çalışma koşullarını düzenleyen çeşitli idari maddelerde de patron tarafı uzlaşmaz tutumunu sürdürüyor. Patronun bu tutumu karşısında sendika ise 20 Temmuz günü gerçekleştirdiği eylemlerle her iki şirkete de grev kararlarını astı.

THY dünyaya söz vermiş!

Her toplu sözleşmede olduğu gibi THY’de de patron işçilerin taleplerini görmezden geliyor. İşçiler daha düşük ücretlerle ve daha kötü koşullarda çalışsın, böylece kâr oranları her geçen gün daha fazla yükselsin istiyor. Ancak benzer birçok örneğin aksine THY zor durumda olduğunu, zarar ettiğini iddia edemiyor. Yani minareyi kılıfına sığdıramıyor. Durum böyle olunca THY patronlarının aklına verdikleri sözler geliyor. “Dünyanın bir numarası olacağız!” diye söz verdiklerini ifade eden Kotil, THY’nin uluslararası plandaki payını her yıl %2-3 oranında arttırdığını, ciro-kâr oranı açısından da Avrupa’da British Airways’ten sonra %4.6 ile ikinci olduğunu, şirketin bütün yapılanmasını bu hedefler doğrultusunda oluşturduklarını da itiraf etmekten çekinmiyor. İşçilere ilk yıl için %10, ikinci yil için enflasyon oranı artı yüzde bir zam öneren THY bu oranın giderlerini %2 arttırdığını, sendikanın istediği ilk 6 ay için %23, ikinci 6 ay için enflasyon oranı artı yüzde 5’in giderlerini %6 arttıracağını ve bunu asla kabul etmeyeceklerini ifade ediyor. Ücretle ilgili birçok maddede benzer itirazlarını sürdüren THY yönetimi, sendika tarafından gündeme getirilen idari maddelere de şirket işleyişini olumsuz etkileyeceği gerekçesi ile tümden karşı çıkıyor. En son 24 Temmuz’da yapılan görüşmede de THY olumsuz tutumunu sürdürdü.

Kısacası THY, kendisini “dünyanın bir numarası” yapacak olan işçilerinden kendi dayattığı koşullarda çalışmalarını istiyor. İşçilerin kararlı tutumu karşısında ise baskı ve tehditlere başvurmaktan çekinmiyor.

‘91’in Kozlu’ları işçiye aba altından sopa gösteriyor!

Toplu sözleşmenin resmi arabulucu süresi 17 Haziran’da dolmuştu. Bu süreye kadar karşılıklı olarak kararlılıklarını ilan eden taraflar bir süre için yaklaşan genel seçimlerin ortaya çıkaracağı tabloyu beklemeye başladılar. Bu arada sendika hukuki sürecin işlemesi ile birlikte grev kararını aldı ve 20 Temmuz günü gerçekleştirdiği eylemlerle grev kararını işyeri kapılarına astı. İşçilerin sahiplenmesiyle alınan bu grev kararının ardından THY yönetimi de grevi engellemek için türlü yöntemi denemeye başladı. 1991’de yaşanan 37 günlük grevin THY’yi %25 zarar ettirdiğini, yolcu sayısını 4.5 milyondan 20 milyona çıkaran THY’de yaşanacak bir haftalık grevin 45 günün kaybolması anlamına geleceğini ifade eden Genel Müdür Kotil “Sendikanın isteklerini kabul etmemiz, THY’nin elde ettiği bütün kazanımları kaybetmesi demek. THY’nin tekrar o günleri yaşamasını istemiyorum, çalışanların sağduyusuna güveniyorum” diyerek işçileri ikna etme çabasına girişti. Kotil, ayrıca ‘91’de Genel Müdür olan Cem Kozlu’nun grevi beklemediğini ve yaşanan grev sonucunda THY’nin büyük zarar ettiğini, kendisinin de bugün Kozlu’nun ruhhalini taşıdığını ifade ediyor. Bunu yaparken, ‘91’de 855 kişinin grev sonucunda işten atıldığını hatırlatıyor ve yönetim kurulunda olası bir greve karşı lokavt kararı alarak işçileri tehdit etmeyi ihmal etmiyor.

Bu tehditler aynı zamanda fiziki baskı ve tehditlerle de birleştirildi. Grev kararının alındığı günden beri işçiler kapalı kapılar ardına çekilerek tehdit ediliyor, işçilere zorla grev oylaması için dilekçe yazdırılıyor. İşçilerin %25’ine bu dilekçeleri yazdırarak grev kararını yapılacak oylamaya bırakmayı ve bu oylamada da yine baskı ve tehditlerle “greve hayır” kararı çıkartmayı planlıyorlar. Sendika yönetimi ise bu dilekçelerin baskı ve tehditlerle imzalatıldığını, dilekçe imzalayan işçilerin dilekçeleri imzaladıktan sonra kendilerine gelip zorla imzalattırıldığına dair tutanak tutturduklarını ifade ediyor. Sendika, baskıyla toplanan bu imzalar hakkında savcılığa suç duyurusunda bulundu.

Gelinen aşamada toplanan dilekçelerin ardından 6 Ağustos’tan itibaren THY’de grev oylaması yapılacak. Ya işçiler “greve hayır” diyecekler, ya da grevin etkin bir koz olduğu bilinci ile “greve evet” diyecek, greve ne zaman çıkacaklarına bu oylamadan sonra karar verecekler. Ancak bugüne kadar yapılan eylemlerde ortaya çıkan tablo, patronun hesabının tutma şansının zayıf olduğunu, THY işçilerinin haklarını savunmak noktasında kararlı olduklarını gösteriyor. Bu çerçevede çıkacak “greve evet” kararından sonra ise Ağustos’un ortasını geçmeyecek şekilde greve çıkılması planlanıyor.

Örgütlü güç kendisini hissettiriyor!

Sürecin bu noktaya kadar gelmesi ve işçilerin kırılmayan kararlı duruşu THY yönetimini her geçen gün daha fazla zora sokuyor. Bugüne kadar çalışanların yürüttüğü meşru mücadeleyi karalamaya çalışan yönetim, gelişen tablo karşısında görüşme çağrıları yapmaya başladı. Sendika ile görüşmeye her zaman hazır olduklarını ifade eden THY Yönetim Kurulu Başkanı Candan Karlıtekin “Sandıklar ortaya konulmadan gelin bu işi bağlayalım!” diyerek düştükleri aciz durumu da ifade etmiş oldu.

Tüm baskı ve tehditlere karşın mücadelesini bugüne taşıyan THY işçisi örgütlü gücünü daha da geliştirebilirse, bu sürecin sonunda istediğini elde etmeyi başarabilecektir.