25 Mayıs 2007 Sayı: 2007/20(20)

  Kızıl Bayrak'tan
   Düzen cephesinde seçim hazırlığı...
  Sermayenin seçim sonrası “niyeti”
Ankara’nın göbeğinde kontrgerilla
provokasyonu!..
Bir “solda dönüşüm” öyküsü
“Sol” görünümlü faşist parti DSP
Ah şu liberaller -
Haluk Gerger
  Düzen güçlerinin Kürt halkına karşı
“kutsal ittifakı”
  Büyükanıt emretti, Yargıtay uyguladı!
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Rejim krizi ve gündemdeki parlamento seçimi
  Seçim kampanyası ve kadro sorunu
  İbrahim Kaypakkaya ülke genelinde düzenlenen eylemlerle anıldı...
  Lübnan’da iç çatışmalar yeniden başladı
  Düşük maliyetli katil istihdamı
  Alman devleti G8 karşıtlarına saldırılarını artıyor
  Dünyadan...
  Batı Avrasya ve Ortadoğu
Abu Şehmuz Demir
  Gençliğin çözümü devrimde!
  Seçimler ve devrimci yurtsever tavır/1
M. Can Yüce
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Seçimler ve devrimci yurtsever tavır/1

M. Can Yüce

Cumhurbaşkanlığı seçimi üzerinde yaşanan kriz, muhtıra, Anayasa Mahkemesi kararı ve sonuçta alınan seçim kararı ve bu eksende yaşanmakta olan politik gelişmeler, her kesimin gündeminde; güncel politik tutum ve davranışlarını etkilemektedir. Her kesim 22 Temmuz seçimleri karşısındaki duruşunu, politikasını belirlemeye, politik olanak ve güçlerini harekete geçirmeye çalışıyor. Bu yönüyle Kürt halkı ve politik temsilcileri de sorunu her açıdan tartışıyor ve politikasını belirliyor.

Genelde seçimler, Kürdistan için, KUKM için ne anlam ifade ediyor? Bugüne kadar seçimlerde doğru bir çizgi izlendi mi? 22 Temmuz seçimlerinde devrimci yurtsever güçler, emekçi Kürt halkı nasıl bir tutum almalıdır? Kürt halkını ve onun mücadele değerlerini bu düzene bağlamak, bu düzenin bir parçası haline getirmek için çırpınan İmralı Partisi’ne, onun seçim tavrına karşı devrimcilerin tavrı ne olmalıdır? Bu soruların yanıtlarını birçok yönüyle tartışmakta ve ikirciksiz bir biçimde ortaya koymakta büyük yarar var.

Kürdistan’da kurumlaştırılan siyasal sömürgeciliğin çok önemli özellikleri var. TC adına atılan her adım, gerçekleştirilen her kurumlaşma Kürtlerin inkarı ve imhası ile Kürdistan ülkesinin yok sayılması üzerine yapılmış, Kürdistan yok sayılarak, Türkiye’nin bir uzantısı, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri olarak tanımlanmış, her kurumlaşma ve ilişki de bu stratejik bakış açısına göre belirlenmiştir. Bu anlamda Türkiye’nin herhangi bir il ve ilçesinde olan her kurumun aynısı, idari ve politik yapının aynısı Kürdistan’a taşırılmıştır. Bu bir ve tek yapı sadece resmi, idari, siyasal yapıda değil, “sivil” alan ve kurumlar için de geçerlidir. Partiler, sendikalar, dernekler ve benzeri kurumlar… Böyle tekçi, merkezi ve bire bir aynı kurumlaşmanın gerçekleşmesi boşuna değildir; Kürtleri inkar ve imha, Kürdistan’ı adı ve ülke gerçekliği ile tarihten, bilinç ve bilinçaltlarından silme stratejisine oturuyor; bu, aslında sömürgeci inkar ve imha siteminin kendisidir!

Kuşkusuz bu kurumlaşmanın bütünü, tek tek her parçası ve ilişkisi Kürdistan açısından meşru değildir. İşgal ve sömürge sisteminin meşruiyetini kabul etmek mümkün değildir!

İnkar ve imha sitemini ve onun her bir parçasını ve ayrıntısını meşru görmek, bu meşruiyete onay vermek, bilerek veya bilemeyerek bu meşruiyetin bilinç ve bilinçaltlarında derinleşmesine hizmet edecek davranışlarda bulunmak, en hafif deyimle yurtseverliğe sırt çevirmekten başka bir şey değildir.

Kürdistan’daki her kurumlaşma gibi seçimler de meşru değildir, sömürgeci sistemin tamamlayıcı, onu meşrulaştırıcı, sömürgeci egemenliği gizleyici bir kurumudur. Aynı durum partiler, daha doğru bir değişle siyaset kurumu için de geçerlidir.

Öncelikle Türk siyaset kurumunun, onun bir parçası olan seçim ve partilerin bu konumunun, inkar ve imha sisteminin ayrılmaz birer unsurları olduğu gerçeğini bilmek ve bunu açıkça ortaya koymak gerekiyor. Seçimlerin Kürdistan ve UKM açısından gayrı-meşrululuğunu net, açık ve ikirciksiz bir biçimde ortaya koymadan ulusal kurtuluş, bağımsızlık ve özgürlük, kimlik mücadelesi konusunda ciddi, samimi ve tutarlı olmak mümkün değildir. Seçimler karşısında en başta göz önünde bulundurulması gereken birinci nokta budur! Bu, ilkesel bir yaklaşımdır ve hiçbir biçimde sulandırılmaya gelmez! Bununla birlikte Kürt halkının kendi kaderini tayın hakkını kayıtsız koşulsuz, net ve ikirciksiz savunmak da bu ilkesel yaklaşımı bütünleyen başka bir ilkesel yaklaşımdır. Aslında bu ikisi birbirini bütünleyen bir bütünün iki parçası niteliğindedir.

Bu ilkesel yaklaşım atlanarak söylenecek her söz, alınacak her tavır her şeyden önce “Kürdistanî” bir nitelik ve renk taşımaz. Eğer sömürgeci siyasal egemenliği meşrulaştıran, bu egemenliğin bilinçlerde bulanmasına yarayan bir davranış içine girerseniz, sizin diğer sömürgeci düzen partilerinden ve onların üyelerinden ne farkınız kalır?

TC, sadece genel anayasal, yasal, siyasal ve idari düzenlemelerle yetinmemiştir. Aynı zamanda bunu tamamlayan özel düzenlemeler ve politikalar geliştirmekten de geri durmamıştır. Kürt halkının bu yasal düzenleme ve kurumları devrimci tarzda aşma olasılıklarını, hatta kendi adına reformcu tarzda bile delmelerini önleyici anayasal ve yasal düzenlemeler getirmiştir. Yüzde onluk seçim barajı bu engellerden biridir. Yine bu son kriz döneminde birbirine olmadık laflar eden düzen partileri bağımsız adayların ortak listede yazılması konusunda tartışmasız birlikte hareket etmiş ve bağımsız adayların seçilmesini zorlaştırmışlardır.

Geçmişte SHP listelerinde seçilen DEP milletvekillerinin başına getirilenler de bilinmektedir. Kaldı ki bu milletvekillerin devrimci, sömürgeci sitemi cepheden karşılayan bir duruşları olmamasına rağmen sistem yine bastırıcı ve engelleyici davranmıştır. Örneğin L. Zana ve H. Dicle, milletvekili andını Türkçe ve Kürtçe okudukları için, yanı kendi dilleriyle kendilerinin inkar sistemine bağlı kalacaklarını namus ve onurları üzerine yemin ettikleri için büyük bir saldırıya, meclis içi linç girişimine maruz kalmış, bu baskılar karşısında geri adım atmış ve “usulüne” göre milletvekili yeminini yeniden içmişlerdir. Ama buna rağmen linç kampanyası devam etmiş, hapse atılmalarına ve sonra bu düzene biat etmelerine rağmen düzenin efendilerinin hıncını yatıştırmayı başaramamışlardır.

Konuyu dağıtmadan şunu anlatmak istiyoruz. Bu inkar ve imha siteminde Kürt adına hiçbir şeye yaşam hakkı tanınmadı, tanınmıyor. Teslimiyet, ihanet, itaat ve düzenin bir eklentisi olma yalvarışları sömürgeci sistemin yumuşamasını ve esnemesini getirmek şurada dursun, bu davranışlar, onların daha da pervasızlaşmasını tetikliyor. Kısacası seçimler karşısında doğru bir TC ve sömürgeci egemenlik bilincinin olması şart, yoksa ayaklar altına alınıp çiğnenmek, kaçınılmaz son olur!

Bu sistem, kendi kendini inkar edenlerin, bu düzenin içinde ve onun partileri aracılığıyla siyaset yapanların önüne engel dikmiyor. Bilindiği gibi 1940’lara kadar iradesi ve gücü kırılan, büyük ölçüde direniş dinamikleri, potansiyelleri ve olasılıkları dağıtılan Kürt egemen sınıflarının sömürgeci düzen partileri içinde siyaset yapmalarına olanak verilmiş, hatta çeşitli biçimlerde teşvik edilmişlerdir. Çünkü bu siyaset ilişkisi ve siyaset yapma tarzı sömürgeci sistemi meşrulaştırıyor, Kürt ve Kürdistan bilincini kafalardan ve yüreklerden siliyordu. Bir yandan da aşiretçi feodal yapı ve parçalanmışlık particilik biçiminde derinleştiriliyor ve sürdürülüyordu. Ancak emekçiler ve yoksullar adına devrimci radikal, bu düzenden her açıdan ve tam kopuşu öngören mücadelenin gelişmesi ve bunun Kürt halkının hemen hemen her kesimini etkisine alması, sömürgeci sistemin yeni karşı-devrimci önlemler ve kurumlar geliştirmesini koşullamıştır!

Sömürgeci egemenliğin bir parçası olan ve meşru olmayan seçimlerin bu niteliğini ortaya koymak, hiçbir zaman gözardı edilmemesi gereken ilkesel bir yaklaşımdır. Bu ilkesel yaklaşım, seçimlere katılma olanağını ortadan kaldırır mı? Ya da seçimlerde ne yapmalı? Sadece anılan ilkesel duruşu tekrarlamak yeterli mi?

Kuşkusuz yeterli değildir. Güç ve olanaklara bağlı olarak birçok taktik geliştirilebilir. Ancak bunların ayrıntısına girmek yerine genel bir çerçeve çizmekte yarar vardır. Satırbaşlıkları biçiminde özetlemek gerekirse;

Bir: Seçimlerin gayrı-meşruiyetini unutmadan ve gözardı etmeden, hatta bu ilkesel duruşu en başta vurgulayarak, özellikle bunu temel ve vazgeçilmez bir koşul olarak görerek seçimlere katılabilir, aday gösterilebilir, bu adaylar için oy istenebilir. Bu seçimler meşru değildir; bu gayrı-meşruiyeti deşifre etmek, teşhir etmek, sömürgeci partilerin gayrı-meşruiyetini anlatmak için seçim sürecinden, onun olanaklarından yararlanarak anılan tavır geliştirilebilir. Bu, bir taktik yaklaşımdır. Bu taktik yaklaşım, sömürgeci egemenliğe, meclisine, partilere ve seçimlere ve bunların üzerinde şekillendiği resmi çizgiye cepheden tavır alma yaklaşımına oturan taktik bir yaklaşım…

İki: Seçime katılırken, aday belirlerken ve belirlenen adaylar için oy isterken, gözetilmesi gereken esas amaç, ille de Meclise girmek ve orada meclisin çizdiği sınırlar içinde siyaset yapmak olmamalıdır. Oy almanın ve seçilmenin başka devrimci amaçları olmalı ve onlara hizmet etmelidir. Kendi halkının oyu ile seçilmek, onun temel istemlerini temsil etmek, bunu her platformda göstermek daha önemli ve önemsenmesi gereken bir tutumdur. Kürt halkının kendi kaderini özgürce belirleme hakkını savunmak ve olanaklar elveriyorsa seçimleri bu bağlamda bir referanduma çevirmek mümkündür!

Üç: Seçilen aday, TC yasalarına göre artık “milletvekili” sayılır. Ondan Mecliste yemin etmesi istenir. Bu yemin, sömürgeci sisteme, kendi halkının inkarını ve imhasını temel ve vazgeçilmez ilke sayan “Anayasal düzene” bağlılığı içeriyor. Bu, aslında kendi kendisini inkar etmek, kendisine verilen oylara ve onlara içerilen temel istemlere sırt çevirmek anlamına gelir. Yemin ile Kürdistanî kimlik bağdaşmaz. O nedenle anılan yemini reddetmek takınılması gereken tavır olmalıdır. Bu, düzeni cepheden karşılamanın da kaçınılmaz bir gereğidir! Bilindiği gibi Kuzey İrlanda’da Cumhuriyetçi adaylar da seçildiğinde “Majestelerinin Meclisine” gitmemiş ve “Majestelerine” bağlılık yemini etmemişlerdi…

Dört: Kendisini devrimci yurtsever aday olarak önerenlerin bağlı olması gereken temel ilke ve ölçüler bunlar olmalı ve bu adaylar da bunların bilincinde hareket etmelidirler. Bu duruşun, herhangi bir gerilla duruşundan ve yaşamından daha riskli ve tehlikelerle dolu olduğunu bilmek gerekiyor. Düzenin siyaset zemininde ve açık olarak bu devrimci duruşu sergilemenin bedeli az ağır olmayacaktır. Tutuklanma, hapis, işkence ve ölüm dahil her türlü tehlikenin kendisini beklediğini bilmek ve bunun bilinci ve ruhsal donanımına sahip olmak çok önemlidir. Bu bir devrimci yaşam tarzı ve duruştur; devrimci politika yapma tercihidir. Yoksa milletvekili seçilmek, önünde açılacak olanaklarla bu düzen içinde farklı yaşam tercihlerinde bulunmak başka bir şeydir, bunun devrimci bir yaşam olmayacağı da çok açıktır!

Bu genel çerçevenin bugünkü Kuzey Kürdistan somutunda somut-pratik bir karşılığı var mı?

Bu sorunun yanıtı kapsamlıdır ve bir sonraki yazımızda bu konuyu tartışmayı sürdüreceğiz. Ancak şu kadarını belirtmek gerekirse, bu sorunun kısa yanıtı “Hayır”dır! Nedenlerini açmaya çalışacağız. Ayrıca yukarda sorduğumuz, ama yanıtına sıra gelemeyen sorular var, bunların da yanıtını bir sonraki yazımızda vermeye çalışacağız. Kürdistan’da seçim pratiklerine, DEP’ten HADEP’e, oradan DTP’ye uzanan süreci ayrıntılı ele almak gerekir. O zaman devrimci yurtsever bakış ve duruşun pratik anlamı ve değeri daha bir yerli yerine oturur.

(Devam edecek…)

22 Mayıs 2007