25 Mayıs 2007 Sayı: 2007/20(20)

  Kızıl Bayrak'tan
   Düzen cephesinde seçim hazırlığı...
  Sermayenin seçim sonrası “niyeti”
Ankara’nın göbeğinde kontrgerilla
provokasyonu!..
Bir “solda dönüşüm” öyküsü
“Sol” görünümlü faşist parti DSP
Ah şu liberaller -
Haluk Gerger
  Düzen güçlerinin Kürt halkına karşı
“kutsal ittifakı”
  Büyükanıt emretti, Yargıtay uyguladı!
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Rejim krizi ve gündemdeki parlamento seçimi
  Seçim kampanyası ve kadro sorunu
  İbrahim Kaypakkaya ülke genelinde düzenlenen eylemlerle anıldı...
  Lübnan’da iç çatışmalar yeniden başladı
  Düşük maliyetli katil istihdamı
  Alman devleti G8 karşıtlarına saldırılarını artıyor
  Dünyadan...
  Batı Avrasya ve Ortadoğu
Abu Şehmuz Demir
  Gençliğin çözümü devrimde!
  Seçimler ve devrimci yurtsever tavır/1
M. Can Yüce
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Lübnan’da iç çatışmalar yeniden başladı

ABD destekli İsrail saldırısının geçen yaz püskürtülmesinden sonra BM komutasındaki NATO güçlerinin Güney Lübnan’a yerleşmesi ile savaş son bulmuş, ancak siyasi arenadaki gerginlik devam etmişti. Zira gerici Arap rejimleriyle ABD-İsrail ikilisi tarafından desteklenen Fuad Sinyora başkanlığındaki “Suriye karşıtı” hükümet, Hizbullah’ın başını çektiği muhalefetle anlaşmaya yanaşmamış, “batılı dostları”ndan aldığı desteğe yaslanarak dayatmalarını bugüne kadar sürdürebilmiştir.

Bir çeşit “pat” durumunun yaşandığı Lübnan’da Hizbullah önderliğindeki muhalefetin, “yeni bir kabine oluşturmak veya seçime gitmek” hedefiyle başlattığı kitlesel eylemler bir sonuç vermediği gibi, Fuad Sinyora başkanlığındaki hükümet de meşruiyet sorununu aşamamıştır. Bu arada emperyalist/siyonist güçlerin Lübnan’ın iç işlerine müdahaleleri devam etmiş, bu güçlerin iç dayanakları olan “Suriye karşıtı” ittifak her sorundan Hizbullah ve Suriye’yi sorumlu tutarak, ABD ve İsrail’in kışkırtıcı politikalarına gerekçeler sunmaya çalışmıştır.

Etnik, dinsel, mezhepsel parçalanmanın alabildiğine yaygın olduğu ülkede, Lübnan direnişinin kısmi birleştirici etkisine rağmen her an çatışmaların patlak verebileceği, hatta 1990 yılında sonra eren iç savaşın yeniden başlama tehlikesinin bulunduğu farklı çevreler tarafından dile getirilmiştir. Bu koşullarda Lübnan’ın kuzeyindeki Trablus kenti yakınlarında Lübnan ordusu ile İslamcı bir grup arasında cereyan eden çatışmaların gündeme gelmesi, bir kez daha gözlerin Lübnan’a çevrilmesine yolaçtı.

Kolluk güçlerinin Trablus’ta banka soyan silahlı bir grubu takibe alması ile başlayan çatışmalar kısa sürede yayılmış, 40 bin civarında Filistinli mültecinin yaşadığı Nahr El Bared kampına sıçraması ile katliama dönüşmüştür. Lübnan ordusu askerlerinden, Feth-ül İslam örgütüne mensup olduğu söylenen silahlı güçlerden ve kamp sakini Filistinliler’den onlarca kişinin öldürülmesine yol açan çatışmalar birkaç gün sürdü. Ateşkes yapıldığını bildiren açıklamalar yapılmakla birlikte, çatışmaların tekrar başlama ihtimali ortadan kalkmış değil.

El Kaide’yle bağlantılı olduğu söylenen Feth-ül İslam örgütü adına yapılan açıklamada, örgütün Sünnileri korumak için harekete geçtiği iddia edildi. Lübnan ordusu ise, örgütün kurduğu pusuya düşürülen 20 askerinin öldürülmesinden sonra Nahr El Bared mülteci kampını top ateşine tutarak karşılık verdi. Filistinli örgütlerden El Fetih, Hamas ve İslami Cihad adı geçen örgütle bir ilgilerinin bulunmadığını açıkladılar. Bu arada El Fetih Lübnan ordusunu desteklediğini bildirdi.

Çatışmaları değerlendiren “Suriye karşıtı” ittifaka mensup bütün taraflar, herhangi bir somut veri sunmadan hemen Suriye’yi suçlamaya başladılar. Tabii bu suçlamaların bir ucu Suriye ile iyi ilişkiler içinde bulunan Hizbullah’a da uzanıyor. Ancak ortada Suriye ya da Hizbullah’ın böyle bir çatışma istediğini ortaya koyan bir veri bulunmuyor. Ayrıca böyle bir çatışmanın Hizbullah veya Suriye’nin çıkarlarına hizmet edeceğini iddia etmek için mantıklı bir sebep de yok. Görünen o ki, Lübnan’daki ABD-İsrail işbirlikçilerinin Suriye’yi suçlamak dışından bir dertleri bulunmuyor. Buna karşın bu suçlamaları henüz ciddiye alan olmadı. Zaten son 17 yılın en kanlı çatışmalarının neden bu günlerde başladığı, kimler tarafından planlandığı veya kışkırtıldığı henüz netlik kazanmış değil.

Genelde bölgenin, özelde Lübnan’ın içinde bulunduğu durum gözönüne alındığında, çatışmaların Lübnan halklarının birliğini daha da zedeleyeceğine kuşku yok. Nitekim “Suriye karşıtları”nın başını çeken Saad Hariri’nin partisine bağlı silahlı güçler sokağa inmiş, böyle bir talep olmadığı halde “Lübnan ordusuna yardım etmek” bahanesiyle çatışmada taraf olmuştur. Siyonist işgale karşı savaşan Hizbullah’ın silah bırakmasını isteyen bu parti, İsrail’e karşı savaşmayan silahlı güçlerini dağıtmadığı gibi, çatışmaları bu güçlerini sokağa salmak için fırsat bilmiştir.

Öte yandan bu çatışmalar Lübnan’da yaşayan 300 bin civarında Filistinli mültecinin aleyhine olmuş, Filistinliler’in Lübnan’daki varlığı yeniden tartışma konusu edilmeye başlanmıştır. Çatışmanın Filistinliler’in yaşadığı kampa taşınması ise, kampın Lübnan ordusu tarafından kuşatılmasına vesile olmuş, dahası Nahr El Bared kampı sakinleri gıda ve su sıkıntısı çekerken, kamp sakinlerinden çok sayıda ölü ve yaralının olduğu da bildirilmiştir.

Etnik, dinsel, mezhepsel ayrımları öne çıkaran örgütlerin yaygınlaşması bölgedeki kaosu daha da derinleştiriyor. Ayrıca bu tür örgütler, emperyalist/siyonist düşmana karşı hayati önem taşıyan halkların birleşik direnişi önüne dikilen bir engele de dönüşüyor. Oysa bölge halklarının ihtiyacı, birleşik direnişi temel alan devrimci bir program etrafından birleşerek her tür yapay ayrımın etkisini kırmaktır.


Siyonist saldırganlığa Hamas-El Fetih çatışmaları eklendi!

Filistin direnişinin yakıcı sorunu devrimci önderlik boşluğunun doldurulmasıdır!

İşgalci İsrail ordusunun vahşi saldırıları devam ederken, Hamas ile El Fetih arasında patlak veren çatışmalar vahim bir hal aldı. Gazze’nin caddeleri, alanları ve sokaklarında günlerdir devam eden çatışmalar, taraflar arasında dört kere ateşkes anlaşması imzalanmasına rağmen bitirilemedi. Onlarca Filistinli’nin yaşamını yitirdiği çatışmalarda, yüzlerce kişinin yaralandığı bildiriliyor.

Suudi Arabistan’ın Mekke kentinde varılan anlaşmanın ardından El Fetih-Hamas ortaklığı ile kurulan “Filistin Birlik Hükümeti”nde bazı bağımsız bakanlar da yer almıştı. Hükümetin bu bileşimden oluşması, güya Filistin halkı etrafına örülen yıkıcı ablukanın kaldırılmasına vesile olacaktı. Buna göre “uluslararası toplum” Filistin Yönetimi’ne yeniden “mali yardım” yapmaya başlayacak, mali iflasın eşiğindeki ekonominin canlandırılmasına katkı sunulacaktı. Oysa yaratılan bu beklentinin dayanaktan yoksun olduğu her halinden belliydi. Zira ABD emperyalizminin başını çektiği uluslararası toplumun İsrail’i korumak dışında bir derdi yoktur. Dünya gericiliğinin başını çeken bu güçlerin, Filistin sorununa iğreti bir çözüm için dahi siyonistlere baskı yapması söz konusu değildir.

Yeni hükümetin kurulması için Hamas’ın kısmi geri adım atması emperyalist/siyonist zorbaları rahatlatmaya yetmedi. Bir kez daha Filistinlileri birbirine kırdırmak için harekete geçen ABD-İsrail ikilisi ve bir takım işbirlikçileri, Filistin Yönetimi’ne değil fakat doğrudan Mahmut Abbas’a “yardım” etmeye başladılar. Basına yansıyan pek çok haberden anlaşıldığı üzere, Filistin hükümetini resmen tanımayan ABD emperyalizmi, Hamas’a karşı El Fetih’i mali ve askeri yönden destekleyerek iç çatışmaları kışkırtmaya hız verdi. Siyonist ordunun aralıksız devam eden saldırı ve katliamları da ABD’nin kirli planının bir parçası şeklinde devam etti. Bazı haberlerde ise, emperyalist/siyonist güçlerin Filistin Birlik Hükümeti’ni yıkmaya çalıştığı dile getirildi.

Bu gelişmelerin ardından iç çatışmaların şiddetlenmesi, ABD ile işbirlikçilerinin kışkırtıcı girişimlerinin belli ölçüde karşılık bulduğuna işaret ediyor. Filistin halkını ve direnişi hedef alan gerici kışkırtmaların karşılık bulmasında, Hamas-El Fetih arasında devam iktidar mücadelesinin de önemli bir payı var. Aksi yöndeki açıklamalara rağmen tarafların çatışmaları engelleyecek bir inisiyatif geliştirememesi, iktidar mücadelesinin kimi yerde Filistin toplumunun çıkarlarına ağır bastığının da göstergesidir. Oysa İsrail işgalinin devam ettiği yerde ciddi bir iktidardan söz etmek kolay değil. Gerçekte uğruna çatışılacak bir iktidar için siyonist işgalin defedilmesi gerekiyor. Aksi halde siyonistler tarafından bir gecede Filistinli bakanların toplanmasının ve İsrail zindanlarına kapatmasının önüne geçilemez.

Gerek Hamas’ın, gerekse de El Fetih’in devrimci programdan yoksun oluşları, hem Filistin halkının temel çıkarlarının savunulmasına engel oluyor, hem de işgal karşıtı direnişin güçlendirilmesi çabasının merkeze oturtulmasına engel oluyor. Aksi halde, vahşi işgal altında olan bir ülkede tüm taraflar direnişi zayıflatacak politikalardan uzak dururdu. Oysa iç çatışmanın direnişi zayıflattığı, tüm zorluklara rağmen direnişi bugünlere taşıyan Filistin halkının moralini bozduğu, bu yönüyle de bu çatışmanın siyonist İsrail’e yaradığı açıktır.

Devrimci önderlik planında yaşanan boşluk, emperyalist/siyonist güçlerin kışkırtmalarının karşılık bulmasına zemin oluşturduğu gibi, kaçınılmaz olarak işgal karşıtı direnişi de zayıflatmaktadır. Bundan dolayı Filistin direnişinin devrimci siyasal önderliğe duyduğu ihtiyaç günden güne artmaktadır.