25 Mayıs 2007 Sayı: 2007/20(20)

  Kızıl Bayrak'tan
   Düzen cephesinde seçim hazırlığı...
  Sermayenin seçim sonrası “niyeti”
Ankara’nın göbeğinde kontrgerilla
provokasyonu!..
Bir “solda dönüşüm” öyküsü
“Sol” görünümlü faşist parti DSP
Ah şu liberaller -
Haluk Gerger
  Düzen güçlerinin Kürt halkına karşı
“kutsal ittifakı”
  Büyükanıt emretti, Yargıtay uyguladı!
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Rejim krizi ve gündemdeki parlamento seçimi
  Seçim kampanyası ve kadro sorunu
  İbrahim Kaypakkaya ülke genelinde düzenlenen eylemlerle anıldı...
  Lübnan’da iç çatışmalar yeniden başladı
  Düşük maliyetli katil istihdamı
  Alman devleti G8 karşıtlarına saldırılarını artıyor
  Dünyadan...
  Batı Avrasya ve Ortadoğu
Abu Şehmuz Demir
  Gençliğin çözümü devrimde!
  Seçimler ve devrimci yurtsever tavır/1
M. Can Yüce
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Sermayenin çözümü seçimde...

Gençliğin çözümü devrimde!

Sermaye düzeni emeğe olduğu kadar gençliğe de düşmandır. Gençliği ardı arkası kesilmeyen iktisadi saldırılar ve bunları bütünleyen baskı ve zor uygulamalarıyla denetim altında tutmayı hedefler. Zira gençliğin taşıdığı dinamizm sermaye iktidarı açısından derin bir korku sebebidir. Özellikle dünya ölçeğinde hafızalardan silinmeyen ‘68 gençlik hareketi bu korkuyu büyütmekte, sermaye düzenini gençliğe karşı daha tedbirli olmaya zorlamaktadır. Bu tedbirler çok yönlü olup, her çeşit baskıyı, sindirme politikasını içerdiği gibi, gençliği apolitize ederek kimliksizleştirmeyi ya da düzen safına çekmeyi de içermektedir.

Ancak sermaye düzeninin bütün bu çabalarını boşa düşüren, bu düzenin kendi doğasıdır. Egemenliğinin sürekliliğini işçi ve emekçi kitleler üzerindeki sömürü ve talanının sürekliliğine bağlayan bu kokuşmuş düzen, alt sınıflara mensup gençlik kitlelerinin talepleri karşısında gün geçtikçe derinleşen bir çözümsüzlükle karşı karşıyadır. Bununla paralel olarak söz konusu gençlik güçleri de artan baskı ve derinleşen geleceksizlik sorunu merkezli olarak, süregiden düzene büyük bir öfke duymaktadır. Bugün temel sorun, alttan alta biriken bu öfke ve tepkiyi büyüyen bir harekete dönüştürmektir. Önümüzde duran seçim süreci, işçi ve emekçi sınıflara mensup gençlik kesimleri açısından bu öfkeyi açığa çıkartmanın anlamlı bir vesilesi olacaktır. Bu öfkenin olabildiğine güçlü dışavurulması ise sandıklarda çözüm arayan sermaye düzeni açısından çözümsüzlüğün tescilini ifade edecektir!

Sermaye düzeni gençliğin en ufak bir talebini bile karşılamaktan aciz bir durumdadır. Bugün alt sınıflara mensup gençliğin karşı karşıya olduğu sorunların toplamı düşünüldüğünde, bu çerçevede düzenin yapabileceği hiçbir şey kalmadığı açıkça görülecektir. Gençlik düzenin tam bir acz içinde olduğunu görmeli ve beklentilerinin karşılığını sandıkta değil, kendi birleşik gücünde aramalıdır. Çünkü açık ki o sandık Pandora’nın sandığıdır. Ve içinden şimdiye kadar işçi-emekçilerin, gençliğin hayrına tek bir şey çıkmamıştır.

Gençlik sandıktaki şovenizmi, faşizmi değil halkların kardeşliğini seçecektir!

Bugün içinde yaşadığımız tablo ortadadır. Sokak ortasında linç girişimlerinin meşrulaştırıldığı, sokak ortası infazların doğallaştığı, Kürt halkına dönük inkâr ve imha politikalarının savaş nidalarıyla birleştirilerek her gün yeniden ve yeniden pazara sürüldüğü bir dönemdir bu.

301 ve benzeri yasal düzenlemelerle hukuki zemini yaratılmış olan şoven linç atmosferi, düzenin kurumlarının üstünü örtme gereği duymaksızın gerçekleştirdiği fiili uygulamalarla beslenmekte, şoven-faşist kudurganlık devlet eliyle ödüllendirilmektedir. Birkaç yılın bilânçosundan ilk akılda kalanlar düşüldüğünde bu görülebilecektir: Uğur Kaymaz (13) katledilmiş, Uğur’un katili polisler beraat etmiştir. Bu karar sermaye düzeninde Kürt öldürmenin cezası olmadığının bir kanıtı olarak tarihe geçmiştir. Trabzon’da linç girişimleri yaşanmış, linç saldırısına maruz kalanlar gözaltına alınmış, terörist ilan edilmiştir. Bunun sonuçları çok geçmeden ülkenin dört bir yanında patlak veren linç girişimleri ile görülmüştür. Hrant Dink sokak ortasında 301’in hediyesi olan 3 kurşunla katledilmiş, ardından yüzbinlerin “Hepimiz Ermeni’yiz” sloganları düzenin sözde iktidar ve sözde muhalefet partilerince “Hepimiz Türk’üz” tepkisiyle karşılanmıştır. En son Boğaziçi Üniversitesi’nde halkların kardeşliği temalı bir etkinlik burjuva bir gazetenin manşetine “tuhaf” olarak geçmiş, açıkça hedef gösterilmiştir.

Toplumun genelindeki bu tablonun üniversitelerdeki yansımalarını görmemek için kör olmak gerekiyor. Hemen her üniversitenin demirbaşına dönüşmüş ÖGB’ler, koridorlarda cirit atan sivil polisler, kapı önüne ve bazen üniversite kantinlerine konuşlanmış çevik kuvvet ekipleri… Kız arkadaşına sarılmaktan yemekhane zamlarına karşı çıkmaya varan geniş bir yelpazede açılan soruşturmalar, hemen her hafta bir ildeki üniversiteden haberi yansıyan sivil faşist saldırılar… Bu tablonun ortaya çıkardığı fotoğraf; YÖK amblemi önünde kol kola girmiş polis-idare-sivil faşist üçlüsü oluyor! Üniversiteler de bütün bir toplum gibi kışlalaştırılıyor!

Şovenizm de, faşizm de, halkların kardeşliğinin önüne set çeken, halkları katleden, halklar arasına düşmanlık tohumları eken zihniyet de işte 22 Temmuz’da “oy” atacağımız o sandıkların içinde. Tam da bu yüzden halkların kardeş olduğu bir dünya, sokak ortası linçlerin yaşanmadığı bir toplumsal yaşam, koridorlarında, amfilerinde baskının ve polislerin kol gezmediği bir üniversite için gençlik düzenin partilerini değil, özgürlüğü ve halkların kardeşliğini seçmelidir!

Gençlik sandıktaki geleceksizliği ve eğitimin ticarileştirilmesini değil, eşit, parasız eğitimi ve özgür bir geleceği seçecektir!

Neo liberal politikalar çerçevesinde yeniden yapılandırılan eğitim, alt sınıflara mensup gençlik kesimleri açısından eğitim hakkının sermaye düzeni tarafından gaspı sonucunu doğurmaktadır. Bu yeniden yapılandırma politikaları çerçevesinde kamusal bir hak olan eğitim hakkı, yarı kamusal bir uygulamaya kavuşturulmuş, hizmet alan bedelini öder mantığı bu alanda da hâkim kılınmıştır.

Alt sınıflara mensup gençlik kesimleri açısından bir yandan üniversiteye giriş geleceğin tek koşulu olarak tanımlanırken, diğer yandan gün geçtikçe üniversitelerin kapıları bu kesimlere kapatılmaktadır. Milyarlık dershaneler, okullar arası eşitsizlikler, AOBP uygulaması vb. ile bu süreç emekçi kökenli liseliler açısından içinden çıkılmaz bir hal almaktadır.

Üniversitelerde de tablo farksız değildir. Paralı eğitim uygulamaları, eğitimin yan alanlarını da kapsayarak (barınma, sağlık, yemek vb.) yaygınlaştırılmaktadır. Har(a)ç bedellerine her yıl yapılan zamlar, not çizelgesi, öğrenci belgesi vb. hizmetlerin dahi paralı hale getirilmesi, geniş bir öğrenci grubu açısından eğitimi sürdürebilmenin önünü tıkamaktadır.

Artık gençlik kesimlerinin bilincinde üniversite, gelecekle eşanlamlı olmaktan çoktan çıkmıştır. Bugün azımsanamayacak genişlikte bir üniversiteli kesim derin bir geleceksizlik kaygısıyla karşı karşıyadır. Her yıl üniversiteler Türkiye’nin büyük işsiz ordusuna ellerinde diplomalarıyla yeni neferler eklemektedir. Mezuniyet sonrası iş bulabilmek neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Bu durum mesleki yeterlilik yasaları, yetkin mühendislik, sözleşmeli öğretmenlik, aile hekimliği uygulamalarıyla derinleşmektedir.

Bu düzen gençliğe tek seçenek sunmaktadır. Bu seçenek ise açık bir geleceksizlikten ibarettir. 22 Temmuz’da karşımıza çıkartılacak olan sandıkların bugüne kadar bizleri bu geleceksizlik tablosu içerisine hapsetmek isteyenlerle, bu geleceksizliği derinleştirecek olanlarla ya da parlamentoda bu sorunu çözme iddiasıyla kitleleri aldatanlarla doludur. Gençliğin ise artık ne sabredecek gücü, ne boyun eğecek lüksü kalmıştır. Gençlik 22 Temmuz’da eğitim hakkına ve geleceğine sahip çıkmak zorundadır!

Gençlik sandıktaki emperyalist işgal politikalarını değil, anti-emperyalist mücadeleyi seçecektir!

ABD’nin Ortadoğu’da süregelen işgal politikaları Türkiye egemenlerince açıkça desteklenmekte, pastadan pay almak telaşıyla bu emperyalist işgal planında aktif bir rol oynayabilmek için kırk türlü taklalar atılmaktadır. Gelinen yerde meclis salonlarında, kapalı kapılar ardından işçi-emekçi kesimlere mensup gençliğin yaşamı üzerine pazarlıklar yapılmaktadır. Afganistan, Irak, Lübnan, Filistin emperyalist saldırganlığın sonuçlarını yaşamakta, İran, Suriye gibi birçok ülke ise namlunun ağzındadır. Sermaye düzeni ise gençlik kesimlerinden demagojik söylemlerle bu ülke halklarını katletmelerini beklemekte, karşılığı olmayan vaatlerle gençliğı kendi askeri olmaya ikna etmeye çalışmaktadır.

Ancak bu çabalar boşunadır. Gençlik ABD askeri olmayı, sermaye düzeninin köle-askeri olmayı açıktan reddetmektedir, reddecektir! 22 Temmuz’da sandıktan savaş çığırtkanlığı yapanların yanında olmadığını, emperyalizme karşı mücadeleden taraf olduğunu gösterecektir. 1 Mart’ta tezkereyi geçirmek için yırtınan, bugün laik cephe içinde şövalye rolü oynayan CHP de, Lübnan tezkeresinin imzacısı AKP de dün cepheye sürmeye çalıştıkları gençlik güçlerinden bugün oy dileniyor. Gençlik onlara yanıtını anti-emperyalist mücadeleyi seçerek er geç verecektir.

Gençlik sandıktaki burjuva gericiliği ya da parlamenterist hayalleri değil düzene karşı mücadeleyi seçecek!

Bugün seçim sandıklarında bizlere burjuva gericiliğinden gericilik beğenmek dayatılıyor! Bugün seçim sandıklarında bizlere emperyalist işgalin suç ortaklığı, Kürt halkına uygulanan inkâr ve imha politikalarına onay dayatılıyor! Bugün vereceğimiz oylarla bizden geleceğimizi sermayenin ellerine teslim etmemiz isteniyor.

Ama bizlerin ne boş hayallere karnımız tok! Bizim Amerikancı düzen partilerine ve çözümü burjuva mecliste gören reformist-sol partilere verilecek oyumuz yok! Bizleri geleceksizliğe mahkûm eden, işsizlik, savaş, yıkım, ticari eğitim, terör ile hayatımızı çekilmez hale getiren sermaye partilerinden sorulacak hesabımız var!

Gençlik olarak, her biri mücadele bayrağını yükseltmeyi gerektiren talep ve şiarlarımız için bizi mücadeleye çağıran bağımsız sosyalist milletvekili adaylarını destekliyoruz. Tüm gençliği işçi sınıfının devrimci programı etrafında birleşmeye çağırıyoruz.

(Ekim Gençliği’nin Mayıs-Haziran ‘07 tarihli 103. sayısından alınmıştır...)


 

Geleceğimiz ve özgürlüğümüz için tek seçenek devrim ve sosyalizm!

Uzun yıllar hatırlanacak ve tartışılacak bir 1 Mayıs’ı geride bıraktık. Akıllardan çıkmayacak olan; birçok ilde gerçekleşen anlamlı ve coşkulu mitinglerin ötesinde, İstanbul’da, şehrin dört bir yanına yayılan 1 Mayıs coşkusunun eyleme dökülmüş hali olacak. Sermaye düzeninin yıllara yaydığı Taksim yasağı karşısında emekten yana güçlerin oluşturduğu cephe “Taksim 1 Mayıs alanıdır!” sözünü o gün Taksim Meydanı’na fiilen girerek, barikatlarla çevrilmiş Taksim’e çıkan bütün yolları 1 Mayıs alanına dönüştürerek sahiplenmiş oldu.

Sermaye düzeninin sözcüsü İstanbul Valisi İstanbul’da tam bir terör atmosferi yarattı. Bırakın 1 Mayıs’a katılmak için şehir dışından ve şehir içinde evlerinden yola çıkan binlerce insanın karşı karşıya kaldıkları terörü, 1 Mayıs’a katılmak niyeti taşımaksızın evinden işine-okuluna gitmek için yola çıkan insanlar bile sermaye düzeninin 1 Mayıs korkusunun yarattığı sonuçlardan nasibini almış oldu.

Bini aşkın eylemcinin gözaltına alındığı, onlarca kişinin yaralandığı ve hatta bir kişinin biber gazından dolayı yaşamını yitirdiği İstanbul 1 Mayıs’ında estirilen terörden nasibini alanların arasında liseli güçler de vardı. 1 Mayıs için hazırlıklarını gerek pankartıyla, gerek araç temini ile çok önceden yapmaya başlamış olan Ertuğrul Gazi Lisesi İLGP’yi 1 Mayıs sabahı okulun önünde akrepler, okulun içerisinde çevik kuvvet bekliyordu. Yan yana gelen 2-3 kişilik liseli “grupların” bile dağıtılmaya çalışıldığı Ertuğrul Gazi Lisesi’nden İLGP’li öğrenciler, bütün o baskı ve yasağa rağmen 1 Mayıs’ı İstiklal Caddesi’nde kutlamayı başarabilenler oldu.

Yine Beşiktaş’ta 1 Mayıs’a katılmak için buluşan eylemcilere azgınca saldıran polis, bu arada yoldan geçmekte olan liselileri biber gazına boğdu. Beşiktaş’taki liseliler, gazetelere yansıdığı gibi eylemcilere sıkılan gazdan etkilenmediler, çevik kuvvet tarafından bizzat tartaklanarak açık bir saldırıya maruz kaldılar.

Sabah saatlerinden başlayıp hava kararana dek süren 1 Mayıs 2007, emek güçlerinin ısrarı, iradesi sonucunda kazanılmış oldu. Bu kazanım açık ki devrimci güçler cephesinde ciddi bir moral ve motivasyon yarattı. Şimdi yapılması gereken, bu moral ve motivasyonu kuşanarak, 1 Mayıs’taki zaferimizin bize yüklediği sorumlulukları yerine getirmek, 2008’de Taksim Meydanı’na ve diğer illerdeki meydanlara onbinleri doldurmak için bugünden çalışmak…

İçinden geçtiğimiz süreç, düzen içi çatışmaların derinleştiği, işçi ve emekçilerin, gençlik kesimlerinin bu suni çatışmada bir taraf haline getirilmeye çalışıldığı bir süreçtir. Böylesi bir süreçte sermaye düzeninin herhangi bir kliğinin peşine takılmaksızın, düzene karşı üçüncü bir taraf olarak birleşmek, düzen karşıtı mücadeleyi büyütmek ertelenemez bir sorumluluktur. Bu, toplumun bütün ezilen ve sömürülen kesimleri açısından geçerlidir. Yaklaşan seçim süreci bu açıdan anlamlı bir olanağa işaret etmektedir. Toplumun seçimler vesilesiyle politize olacağı bu iki aylık süreç, güçlü bir biçimde değerlendirilmelidir. Özellikle anti-laik/laik kutuplaşmasında bir anda ortaya çıkan mitinglerde, gösterilerde süse dönüştürülen liseli güçlerin yaşadığı bilinç bulanıklığının aşılması noktasında liseli güçlerimiz ısrarlı bir çaba harcamalıdır. Seçim sürecinde burjuvazinin propaganlarının iç yüzünü teşhir etmeli ve liselilerin gelecek mücadelesinde çözümün ceylan derili koltuklarda oturanlardan gelmeyeceği, tek çözüm yolunun liselilerin yürüteceği düzen karşıtı mücadele olduğu örnekleriyle anlatılabilmelidir. Bu çerçevede liseli güçlerimizin en büyük olanağı, önümüzdeki bir ay daha da yoğun sürdürecekleri ÖSS karşıtı kampanyadır. Söz konusu kampanya süreci, bu düzenin ve bu düzenin partilerinin liseli gençliğe vaat edecek hiçbir şeyi kalmadığının güçlü bir teşhirinin yapılabilmesinin olanaklarını fazlasıyla taşımaktadır.

ÖSS duvarını yıkalım!

Eğitim ve öğretim döneminin sonuna yaklaşıyoruz. Bu aynı zamanda ÖSS’ye sayılı günler kaldığının da habercisi. Şimdiden son sınıf öğrencileri lise binalarından ayrıldı. Dershanelerin etüt salonları yılın tüm aylarından daha kalabalık. ÖSS yaklaştıkça ÖSS stresi ile beraber, çarpık eğitim sisteminin bir uzantısı olan bu eleme sınavına karşı duyulan tepkiler de daha yüksek sesle dile getirilir oldu.

Liseli gençliğin bu en temel sorununu gündemleştirebilmek için Liselilerin Sesi ikinci dönem başından bu yana yoğun bir çaba harcıyor. ÖSS’ye ilişkin metinler, ÖSS’nin teşhiri amacıyla çıkartılan –çoğunlukla yerel olmakla beraber- çeşitli materyallerle sorunun üzerine gitmeye çalışıyor. Haziran ayı artık bu çabaların ürünlerinin görüleceği zamana işaret ediyor. 3 Haziran günü İstanbul LGP’nin gerçekleştireceği “Öğrenci Sömürü Sınavı Kaldırılsın Şenliği”, 10 Haziran’da İstanbul’da “ÖSS duvarını yıkalım!” şiarı etrafında örgütlenecek miting, yine aynı tarihlerde İzmir’de ortak örgütlenecek olan basın açıklaması, bir dönemdir harcadığımız çabanın yarattığı sonuçları görebileceğimiz temel alanlar olacaktır.

Tek başına sıraladığımız tarihlerde yapılacak eylem-etkinlikler üzerinden bakıldığında bile, ÖSS gündemine ilişkin geçen seneleri aşan bir çalışma sürecinin örgütlenebildiğini ifade etmek mümkün. Özellikle geçmiş yıllardan farklı olarak bu sene açığa çıkan ÖSS’ye karşı muhalefette birleşik bir zemin yaratabilme yönlü bakış ve yaklaşımların anlamlı olduğunu söylemeliyiz. Liseli gençlikte ÖSS karşıtı bir bilinç yaratabilmenin, bu bilincin ilk elden sınırlılıkları olsa da eylem alanlarına taşınabilmesinin zeminini oluşturma çabası harcamak, önümüzdeki dönem açısından umut vericidir.

Bu noktada Liselilerin Sesi çalışması yürüten tüm alanlarımızın üzerine çok yönlü görevler düşmektedir. İlk olarak, hangi düzeyde olursa olsun liseli gençliğin birleşik mücadelesinin zeminlerini yaratma çabası ısrarla harcanmalıdır. Bugünkü koşullarda kimi siyasal örgütlenmelerle eylemsel yan yana gelişler bile önemlidir. Kaldı ki tartışmamız hiç de siyasal yan yana gelme sınırında değil, tersine liselerimizdeki geniş kesimlerle buluşma tartışmasıdır. Bu konuda ÖSS karşıtı kampanya süreci anlamlı bir olanağa dönüşebilirse önümüzdeki seneye deneyim bırakmanın da bir vesilesi olacaktır. Mesela okullardaki tiyatro toplulukları, müzik grupları, dergi çıkartan güçler, kendi kurumsallıkları ile İLGP’nin açık toplantılarına çağırılabilir. Bu toplulukların özgün çalışmaları ve kimlikleri ile kendilerini temsil etmelerinin olanakları sağlanarak, bu güçlerin okullardaki mücadele süreçleri ile bağ kurmalarının yol ve yöntemleri aranabilir.

İstanbul/Kartal’da Denizler anması için oluşan ortaklığın, şimdi Mayıs şehitleri anması çerçevesinde yinelenmesi, yerel bir örnek olmasına karşın ÖSS mitingi için yan yana geliş kadar önemlidir. Liseli gençlik mücadelesinin süreçlerine bakıldığında, neredeyse ‘96’dan bu yana ortak iş yapma örneklerine rastlanamamaktadır. İstanbul LGP’nin her yıl 6 Kasım sürecinde harcadığı çabayı (ki bu maalesef diğer çevrelerin ilgisizlik duvarına çarpmaktadır) dışta tutarsak, liseli gençliğin kazanılması çerçevesinde bu seneye kadar birleşik adımların atıldığı çok fazla örneğe sahip değiliz.

Bu çerçevede liseli gençlik çalışmamız birleşik bir gençlik mücadelesinin gereklerini yerine getirebilmelidir. Ancak bu, liseli gençlik mücadelesine sistematik bir bakışa sahip olmadıkları gibi, örgüt konusunda da şabloncu yaklaşan çevrelerin tartıştığı merkezi platform, birlik vb. arayışları üzerinden bir birliktelik değil, tersine okullar, semtler, dershaneler düzleminde yan yana gelişleri, yani çalışmanın özgün yanları ile uyumlu bir tarzda yürütülebilen bir birliktelik olmalıdır. Liseli gençliğin de birleşik kitlesel bir örgütlülüğe ihtiyacı olduğu açıktır. Ancak bugün böyle bir örgütlülüğe giden yol açık ki okullardan, dershanelerden geçmektedir. Yoksa masa başı tartışmalarla birleşik ve kitlesel bir örgütlenmenin olanaklarının yaratılabilme şansı yoktur.

Üzerimize düşen ikinci bir görevse, liseli gençliğe ilişkin tartışmalarda karşımıza çıkan iki temel yaklaşımla mücadele etmektir.

Bu eğilimlerden birincisi, bu alanın bir kadro devşirme alanı olarak görülmesi ve liseli gençliğin devrimci mücadelesinin geliştirilmesi yönlü her türlü çabanın yerini, liseli “gençlerin” mücadeleye kazanılmasının almasıdır. Bu yönelimi daha önceleri çokça tartıştığımız için tekrarlamayacağız.

Aynı derecede önemli bir ikincisi ise, liseli gençliği bir bütün olarak apolitik görme eğilimidir. Bunun sonucu olarak, liseli gençliğin mücadele gündemleri belirlenirken, popülerlik, ilgi çekicilik gibi kavramlarla, liseli gençliğe yakıştırılan apolitizmin içine düşülmesidir. Elbette liseli güçlere kendi gündemleri üzerinden seslenmek, bu çerçevede gelişen bir mücadele perspektifi oluşturmak önemlidir. Ancak düzenin dört koldan kuşattığı, iktisadi saldırılarla geleceksizleştirirken, sosyal-kültürel saldırılarla bir bütün olarak gericileştirmeye çalıştığı liseli gençlik kesimlerine devrimci alternatifi göstermenin yolu, açık ki düzenin güçlü bir teşhirinden geçmektedir.

Liselilerin Sesi bu çerçevede üzerine düşen görevleri, kendi seçtiği yolda zorluklarına rağmen ısrarlı bir biçimde yürüyerek, sürekli ve sistemil bir çalışma yürüterek gerçekleştirecektir. Biz liseli gençliğin devrimci alternatifiyiz, bunu bilerek yolumuzu yürüyeceğiz. Bunun karşısında yer alan ve enerjilerini liseli gençlik mücadelesine en ufak bir katkı yapmayacak bir biçimde tüketen her türlü eğilime karşı mücadelemizi ısrarlı bir biçimde sürdüreceğiz!

Liselilerin Sesi

(Liselilerin Sesi’nin Mayıs ‘07 tarihli

16. sayısından alınmıştır...)