25 Mayıs 2007 Sayı: 2007/20(20)

  Kızıl Bayrak'tan
   Düzen cephesinde seçim hazırlığı...
  Sermayenin seçim sonrası “niyeti”
Ankara’nın göbeğinde kontrgerilla
provokasyonu!..
Bir “solda dönüşüm” öyküsü
“Sol” görünümlü faşist parti DSP
Ah şu liberaller -
Haluk Gerger
  Düzen güçlerinin Kürt halkına karşı
“kutsal ittifakı”
  Büyükanıt emretti, Yargıtay uyguladı!
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Rejim krizi ve gündemdeki parlamento seçimi
  Seçim kampanyası ve kadro sorunu
  İbrahim Kaypakkaya ülke genelinde düzenlenen eylemlerle anıldı...
  Lübnan’da iç çatışmalar yeniden başladı
  Düşük maliyetli katil istihdamı
  Alman devleti G8 karşıtlarına saldırılarını artıyor
  Dünyadan...
  Batı Avrasya ve Ortadoğu
Abu Şehmuz Demir
  Gençliğin çözümü devrimde!
  Seçimler ve devrimci yurtsever tavır/1
M. Can Yüce
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Büyükanıt emretti, Yargıtay uyguladı!

Şemdinli’nin “iyi çocukları” yeniden yargılanacak!

Yargıtay 9. Ceza Dairesi Şemdinli’de Umut Kitabevi’nin bombalanmasıyla ilgili davada, sanık astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz hakkında Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen hapis cezası kararını “eksik soruşturma” gerekçesiyle, usul yönünden bozdu.

Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi, sanıkları Haziran 2006’da, “çete kurmak, insan öldürmek, insan öldürmeye teşebbüs ve yaralama” suçlarından 39 yıl 5 ay 10’ar gün hapse mahkûm etmişti. Şimdi dava tekrar Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilecek. Ve söz konusu mahkeme ya kararında diretecek ya da Yargıtay’ın direktifleri (!) doğrultusunda yeniden yargılamayı seçecektir. Van’da görev yapan hâkimlerin -ilk aldıkları karardan sonra hala varsa- mesleki gelecekleri alacakları karara sıkı sıkıya bağlı olduğuna göre, muhtemelen birkaç ay sonra yeni bir Şemdinli davası görülecek ve yine muhtemelen Büyükanıt’ın “iyi çocukları” beraat edip Genelkurmay’dan aldıkları pırpırlarla mutlu bir yaşam sürecektir.

E-muhtıra öncesi Büyükanıt, 14 Nisan mitinginin rengini, hatta pankartların şiarını belli eden, önümüzdeki süreçte bu ülkede Genelkurmay tarafından yaşatılacakların ipuçlarını veren bir konuşma yapmıştı. İçerik itibariyle muhtıraya gebe olan bu konuşmanın içinde birkaç cümleyle Şemdinli davası da anılmış ve Büyükanıt öz çocukları olarak görüp bağrına bastığı sanıklar hakkında verilen kararı “dünyada örneği olmayan bir hukuk cinayeti” olarak nitelendirmişti. (Hukuk fakültelerinin ilk yıllarında öğrencilere, süren davalarla ilgili konuşmanın dava sürecini etkileme ihtimalinden dolayı yasak olduğu anlatılır. Ama “üzerinize üst düzey bir üniforma geçirdiğinizde bu ülkede her konu hakkında ahkam kesebilirsiniz” diye bir not eklenmez!) İşte Büyükanıt’ın bu konuşmasından kısa bir süre sonra Yargıtay’ın önüne gelen dosya gerçekten de tarihe yazılacak bir gerekçe ile bozuldu. Hukukun üstünlüğünün, hukuk devleti ilkesinin, yargının bağımsızlığı söyleminin burjuvazi açısından dönemsel ihtiyaçları çerçevesinde yorumlanıp uygulandığını -daha anlaşılır bir ifade ile palavra olduğunu- gözler önüne serdi.

Yargıtay’ın sanıkların mahkumiyetine ilişkin kararı bozma gerekçesine geçmeden öne Büyükanıt’a göre hukuk katlini ifade eden kararın alınmasına vesile olan Şemdinli’yi kısaca hatırlamakta fayda var.

“İyi çocuklar” babalarının izniyle bombayla oynuyor!

Şemdinli’de Umut Kitapevi’nde bir bomba patlıyor, bombayı kitapevine koyanlar arka kapıdan kaçarlarken halk tarafından yakalanıyor ve ardından bombayı koyanların astsubay olduğu ortaya çıkıyor. Şemdinli’de yaşananların en kısa özeti budur herhalde.

Büyükanıt’a göre aslında ortada cezalandırılacak herhangi bir şey yoktur. “İki genç asker, askeriyede öyle dolaşırken ellerine geçen bombalarla oyun oynarken bir hata yapmışlardır”, o kadar! Ancak olayın yaşandığı dönemde Büyükanıt’ın tam da bu anlama gelen “bombayı koyanları tanırım, iyi çocukturlar” açıklaması, Şemdinli’de yaşananların olay örgüsünün özetlenmesiyle üzerinden atlanmasını sağlayamadı. Çünkü devlet çekmecesinden tam da, “PKK şuraya bomba koydu, burayı havaya uçurdu” açıklamalarını basına dağıtmak için çıkartmak üzereydi ki, bir anda suçüstü yakalandı. Bombada parmak izi, olay yerinde çekilmiş görüntüler ve dahası ülkenin dört bir yanından korkunç bir öfke ve tepki vardı... Sonuçta bu seferlik o önden hazırlanmış bildik konuşmalar rafa kaldırılmak zorunda kalındı.

Yakın dönemde ordunun hizaya çekmeye çalıştığı Erdoğan, o dönemde “Sonu nereye ulaşırsa ulaşsın gereği yapılacak” demiş, Şemdinli’de ne yaşandığı apaçık ortada olmasına ve konunun üzerini kapatmaya çalışmasına rağmen ordunun hizaya çekme operasyonuyla karşılaşmıştı.

Yakın tarihimize Susurluk’tan sonra devletin çeteleşen yüzünün en tartışmasız örneği olan Şemdinli olayı daha sonra da iddianamesinden duruşmalarına kadar sürekli gündemde kaldı.

Dava süreci tartışmalarla başladı. Örneğin MHP’nin Yargıtay’ın mahkumiyet kararını bozmasını İslami gericiliğe ve PKK’ye indirilmiş bir şamar olarak nitelediği açıklamada, Şemdinli davası ile ilgili hazırlanan iddianamenin “mesleki geçmişi şaibeli bir savcı tarafından hazırlandığı” vurgulanmaktadır. Bu tartışmalar Şemdinli davasının görülmeye başladığı ilk günlerden bu yana sürmektedir.

Sonuçta dava sonuçlanmış ve asker kökenli iki sanık hakkında mahkumiyet kararı verilmiştir. Doğal olarak temyize gidilmiş ve dosya Yargıtay’a gelmiştir. Genelkurmay’ın 12 Nisan’daki konuşmasında kullandığı ifadelerle zaten Yargıtay kararının ne olacağını o günden tahmin etmeyi sağlamaktadır. Sonuçta 2 sanığı değil devleti mahkum eden bir karar bozulmuş, yasama, yürütme ve yargı organlarıyla orduya bağlı olan sermaye devleti mekanizmaları da rahat bir nefes almıştır!

Yargıtay’dan kanun önünde eşitlik konusuna çarpıcı bir yaklaşım:

“Teröristle askeri aynı yasalarla mı yargılayacağız?”

Yargıtay, sanıklara dönük suçlamaların maddi ve manevi unsurları itibariyla oluştuğuna ilişkin delil olmaması nedeniyle şu gerekçeyle kararı bozmuş oldu: “Asker olan sanıkların, terör örgütünün işlediği suçlarla aynı suçu işledikleri şeklindeki nitelendirme, hayal gücünün de çok ötesinde tamamen varsayımlara dayalı, hukuki değerden yoksun düşünceye dayanmaktadır” deniliyor

Hukuk fakültelerinde Yargıtay kararları incelemelerinde sınav sorusu olabilecek bu gerekçe üzerine kabaca düşünüldüğünde, ilk akla takılan kavram “hukuki değer” kavramı olmaktadır. Hukuki değerlerin arasında askerlerin dokunulmazlığı gibi bir ilke mi söz konusudur? Yahut devlet kökenli terörün görmezden gelinme şartı söz konusu hukuki değerlerin temelini mi oluşturur? Hukuki değer ne menem bir şeydir ki, kanun önünde eşitlik ilkesini hiçe sayarak insanları asker ve terörist olarak ikiye bölüp, hayata geçirdikleri eylemleri bu toplumsal statülere göre yorumlar?

Sonra “varsayım” deniliyor! Sanıklar olay mahalinde yakalanmıştı. Sanıkların aracından planlar, krokiler, suçun işlendiğini gösteren bilumum delil toplanmıştı. Sanıkları yakalamaya çalışanların üzerilerine araçlar sürülmüş, ateş edilmişti. Biz düşüncenin yargılandığı, “gözünün üzerinde kaşın var” denilerek insanların ömür boyu hapse mahkûm olduğu bir hukuk düzeninde yaşıyoruz. Bu düzenin mahkemelerinde varsayımlar hep güçlü delil muamelesi görmüştür. Ama gerçeğin halk eliyle teslim edildiği yargının karşısına hiç de varsayımlar değil, çırılçıplak gerçekler çıkmıştır bu kez. Devlet terörürü gerçeği çıkmıştır! Devlet terörünün köklerinin derinliği çıkmıştır! Ve Yargıtay; bu gerçeği alıp varsayıma indirgemiş, adeta bir kâğıt parçası gibi paramparça etmiştir. Bizlere ise alt metinde başka bir gerçeği ifade etmiştir! Bildiğimiz bir gerçeği; “bu ülkede yargı bağımsız değildir!”

Yargı kimi yargılar, kimi yargılamaz?

Sadece son iki ayı düşünelim. Uğur Kaymaz davasının polis sanıkları beraat etti. Şemdinli davasında verilen mahkumiyet kararı bozuldu. Yargıtay’ın Şemdinli ile ilgili bozma kararından üç gün sonra, 24 Eylül 1996’da Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nde 30’a yakın tutuklu ve hükümlünün gardiyan, jandarma ve polis tarafından cop, kalas, beyzbol sopası, demir, çivili sopa kullanılarak vahşice dövülmesi ve 10 tutuklunun ölmesi ile ilgili davada verilen mahkumiyet kararı bozuldu. Bu üç dava ile ilgili alınan kararları yan yana koyduğumuzda, kaba ve çıplak bir sonuçla karşı karşıya kalıyoruz: Devlet terörünün yasalarda hiçbir cezası yok ve yargı devletin uyguladığı terörü temize çıkardığı bir aklama kurumundan başka bir şey değil.

Bu coğrafyada suç olan ne, suç olmayan ne? Kürt olmak suç bir kere. Kürtler’e uygulanan terörün Türk Ceza Kanunu’nda işi ne? Yoksul olmak ama yoksullukla barışık yaşamamak suç! Kendini düşünmek dururken toplumun bütününü düşünmek sonra… Hatta yalnızca düşünmek de suç. Ekmek çalmak suç, banka hortumlamak değil ama. Kitapevi açmak, kitap okumak suç, kitapevi bombalayanlar elbette suçsuz. Adaletin temeli mülkdür sonuçta. Mülkün kadar suçsuzsun kanunlar huzurunda ve giysilerindeki yama kadar suçlu! Karşınızdaki hakim, savcı cübbesi giymiş adamlar, asker üniformalarını evde bırakmışlar!