25 Mayıs 2007 Sayı: 2007/20(20)

  Kızıl Bayrak'tan
   Düzen cephesinde seçim hazırlığı...
  Sermayenin seçim sonrası “niyeti”
Ankara’nın göbeğinde kontrgerilla
provokasyonu!..
Bir “solda dönüşüm” öyküsü
“Sol” görünümlü faşist parti DSP
Ah şu liberaller -
Haluk Gerger
  Düzen güçlerinin Kürt halkına karşı
“kutsal ittifakı”
  Büyükanıt emretti, Yargıtay uyguladı!
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Rejim krizi ve gündemdeki parlamento seçimi
  Seçim kampanyası ve kadro sorunu
  İbrahim Kaypakkaya ülke genelinde düzenlenen eylemlerle anıldı...
  Lübnan’da iç çatışmalar yeniden başladı
  Düşük maliyetli katil istihdamı
  Alman devleti G8 karşıtlarına saldırılarını artıyor
  Dünyadan...
  Batı Avrasya ve Ortadoğu
Abu Şehmuz Demir
  Gençliğin çözümü devrimde!
  Seçimler ve devrimci yurtsever tavır/1
M. Can Yüce
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Sermayenin seçim sonrası “niyeti”

Düzen partilerinin programları artık neredeyse tekleşti. Tornadan çıkmış gibi birbirine benziyor. İşçi ve emekçiler de bunun farkında. Dolayısıyla seçimden sonra kurulacak hükümetin uygulayacağı politikaların neler olduğunu pek merak eden yok. Hangi parti/ partiler seçimi kazanırsa kazansın, kurulacak hükümetin her alandaki politikalarını esasta İMF ve TÜSİAD’ın belirlediği gerçeği genel kabul görüyor. O nedenle de seçim sonrası uygulanacak politikaları merak edenler asıl olarak İMF veya TÜSİAD gibi sermaye kuruluşlarının raporlarına, açıklamalarını dikkate alıyor.

Buradan hareketle baktığımızda, seçim sonrası uygulanacak ekonomik ve sosyal politikaların büyük bölümünün şimdiden belli olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü bundan birkaç gün önce Türkiye ile yürütülen gözden geçirme görüşmelerini ele alan İMF yönetimi, sunulan niyet mektubunun metnini de kamuoyuna açıkladı. Açıklanan niyet mektubu, 22 Temmuz sonrasında kurulacak hükümetin programı niteliğinde.

Niyet mektubu toplam 26 maddeden oluşuyor. Yakın zamanda düzen siyasetinde yaşanan siyasal çalkantıların ekonomi alanındaki kimi riskleri arttırdığı belirtilen mektupta, buna rağmen “güçlü politikaların” sürdürülmesi konusunda taahhütlerde bulunuluyor. Bu, kim hükümete gelirse gelsin, iç siyasal dalaşmanın sonucu ne olursa olsun, işçi ve emekçilere dönük saldırı planları aksamayacak anlamına gelmektedir. İMF de mektubu onaylayarak bundan herhangi bir şüphesi olmadığını göstermiştir.

Bilindiği gibi geçtiğimiz aylarda İMF’nin bütçe uygulamaları konusundaki en temel eleştirilerinden biri sağlık harcamalarındaki artışa ilişkindi. SSK hastanelerinin devredilmesinden sonra sağlık sektöründeki yağma ve talanın görülmemiş boyutlara artmasının ürettiği sonuçlardan biri de bu alana ayrılmış bütçe harcamalarının şişmesiydi.

Gözden geçirme görüşmeleri sırasında bu durum İMF heyeti tarafından eleştirilmiş ve hükümetten ek tedbirler alması istenmişti. Niyet mektubunda “sağlık harcamalarının hedefleri riske etmemesi için önlemler geliştirildi” denilerek, sağlıkta yıkım politikalarının derinleştirilmesinden övgüyle söz ediliyor. Mektupta bununla da yetinilmiyor, artık her hastane için 3’er aylık bütçeler belirleneceği, harcamalar üzerinde daha sıkı bir kontrol uygulanacağı, bu sayede harcamaların daha da kısılacağı müjdeleniyor. Demek oluyor ki seçimden sonraki hükümetin ilk hedeflerinden biri sağlıkta yıkımı derinleştirmek olacak.

Bir diğer önemli taahhüt de kazaya uğrayan sosyal yıkım yasasına ilişkin. Niyet mektubunda sosyal yıkım yasasının seçimden hemen sonra yeniden meclisin gündemine geleceği, bunu takip eden 6 ay içinde de mutlaka uygulamaya geçileceği ifade ediliyor.

Gene seçim sonrasına ertelenen saldırılardan biri de eletrik özelleştirmeleri ve elektrik fiyatlarına yapılacak zamlar. Bu yıl yapılması düşünülen elektrik dağıtım özelleştirmelerine 3 şirket üzerinden 2008 yılından itibaren başlanacağı yönünde İMF’ye söz veriliyor. Elektrik fiyatlarının bugüne kadar neden arttırılmadığı münasip bir dille gerekçelendirildikten sonra, seçimi takip eden dönemde bu konuda da düzenleme yapılacağı ifade ediliyor. Yani seçimden sonra hem elektriğe zam geliyor, hem de enerji dağıtım tesisleri birer birer yağmaya açılıyor. Belli başlı tüm sermaye grupları bu alandaki yağmadan pay kapmak için şimdiden sıraya girmiş durumda.

Sermaye son iki yılda özelleştirme konusunda büyük mesafe katetti. Belli başlı tüm büyük KİT işletmeleri özelleştirme yağmasına açıldı. Az sayıda KİT işletmesi için ise geriye sayım başlamış durumda. Seçim yaklaştığı için ağırdan alınan Tekel, şeker fabrikaları, Pektim gibi özelleştirmelerde son adımların önümüzdeki yıl başından itibaren atılacağı, 2009 yılı sonuna kadar özelleştirilmesi planlanan tüm kuruluşların elden çıkarılacağı niyet mektubunda açık bir dille vurgulanıyor.

Kısacası seçimler işçi ve emekçilere hiçbir şey vaat etmiyor. Hangi düzen partisi hükümet olursa olsun işçi ve emekçilerin payına düşecek olan tek şey daha fazla saldırı, daha fazla yıkım ve yoksulluk. Bu saldırı politikalarını AKP’nin mi yoksa CHP-DSP gibi başka partilerin mi yürüteceği sermaye açısından fazla bir önem taşımıyor.

İşçi ve emekçiler seçimlere ve seçim sonrası döneme bu gerçekler ışığında bakmak durumundadır. Seçim oyununda işçi ve emekçilerden kendi cellatlarını seçmeleri istenecektir. Bu politikayı boşa çıkarmanın yolu bağımsız sınıf çıkarları doğrultusunda İMF-TÜSİAD düzenine ve onun uşağı partilere karşı mücadeleyi yükseltmekten geçmektedir.



 

Düzenin propagandasına kanma, Şemdinli’yi unutma!

Ankara’nın en işlek merkezlerinden olan Ulus’ta patlayan bomba sonucu 6 kişi öldü 100 kişi de yaralandı. Ne amaçla ve kimler tarafından konulduğu henüz açıklık kazanmamasına rağmen düzen ağız birliği ederek suçluyu ilan etti: PKK. Öyle ki, daha olay sıcaklığını korurken ve olay yerinden yaralılar taşınırken askeri ve sivil devlet yöneticilerin bu yöndeki açıklamaları birbirini izledi. Medya da bu koroya eşlik etmekte gecikmedi. Bu koroya bakılırsa, olay üzerinde tartışma götürmeyecek biçimde PKK’nin eseri ve bundan dolayı da terörle mücadelenin şiddetini yükseltmekten başka yol yok!

Fakat, olaya böyle bakılırsa, bombanın adresi PKK’yi değil bizzat devletin kendisini gösteriyor. Öyle ya, medya bombanın askeri ve sivil devlet yöneticilerinin geçiş güzergahı olarak kullanılan bir noktaya konulduğunu iddia ediyor fakat, bu kocaman bir yalandan başka bir şey değildir. Bombanın patladığı mekan protokol güzergahı değil, bir emekçi semti olan Mamak’a kalkan halk otobüslerinin duraklarıdır. Diğer taraftan bombanın zamanlamasına bakıldığında, böyle bir olayın PKK tarafından yapılmasının ne derece manasız olduğu kolayca anlaşılabilir. Zira, bomba DTP’nin bağımsız adaylarla seçimlere girmesi nedeniyle seçim sürecinin düzen için tam bir handikaba dönüştüğü bir dönemde patlatılıyor. Böyle bir ortamda PKK tarafından yapılacak böyle bir eylem, kendi ayağına kurşun sıkmaktan başka bir sonuç yaratabilir mi? PKK’nin bunun yapabilmesi için tüm mantığını yitirmesi ya da daha da kötüsü devletin karanlık odakları tarafından planlanan provokasyonların basit bir aleti haline gelmiş olması lazım...

Ortada duran birçok açık olgu, böyle bir bombanın en çok da devletin, ama özellikle de ordunun işine yaradığını göstermektedir. Dahası bir de, bombanın atılmasının hemen öncesinde “Terörle mücadele sorumlusu” Edip Başer’in görevden alınması gibi bir gündem ortada duruyorken!

Aslında Şemdinli’den sonra böylesi bir olay karşısında bombacıların ilk aranacağı yer Genelkurmay Başkanlığı olmalıdır. Şemdinli’de halkın üzerine atılan, sonra da PKK’ye maledilmeye çalışılan bombalamaların faillerinin bizzat Genelkurmay Başkanı tarafından korunan jandarma astsubayları olduğu açığa çıkmıştı. Bu nedenle her bakımdan devletin, ama özellikle de ordunun yararına olan, yarar ne kelime can simidi gibi işlevi yerine getiren bu bombanın faillerinin PKK’den ziyade Genelkurmay’da aranması gerekir. Ortada Şemdinli duruyorken, düzen güçlerinin olay henüz yaşanmışken hepbir ağızdan PKK’yi lanetlemelerinin başka bir izahı da olamaz.

Dikkatte değer bir biçimde, olay mahallinde ilk beliren devlet görevlilerinin başında Şemdinli “kahramanı” Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükkanıt gelmiştir. Büyükkanıt, olay yerinde yaptığı açıklamada, benzer olayların sürebileceğine dair kötü bir kahenette bulunmuş, terörle mücadelenin süreceğini söylemiş, uluslararası desteğe vurgu yapmıştır. Belli ki, ortada duran klasik bir kirli propaganda savaş taktiğinden başka bir şey değildir.

Amaç, Kürt halkını sindirmek, amaç işçi ve emekçileri şoven ve milliyetçi histeriyle zehirlemektir. Amaç, bu yolla baskı ve zoru meşrulaştırmaktır. Amaç, düzen içi kavgada güçlü bir konuma gelebilmektir.

İşçi ve emekçiler, düzenin kirli propagandasına prim vermemeli, tüm bu gerçeklerin ışığında Şemdinli halkının izinden gerçek katillerin yakasına yapışmalıdırlar.