25 Mayıs 2007 Sayı: 2007/20(20)

  Kızıl Bayrak'tan
   Düzen cephesinde seçim hazırlığı...
  Sermayenin seçim sonrası “niyeti”
Ankara’nın göbeğinde kontrgerilla
provokasyonu!..
Bir “solda dönüşüm” öyküsü
“Sol” görünümlü faşist parti DSP
Ah şu liberaller -
Haluk Gerger
  Düzen güçlerinin Kürt halkına karşı
“kutsal ittifakı”
  Büyükanıt emretti, Yargıtay uyguladı!
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Rejim krizi ve gündemdeki parlamento seçimi
  Seçim kampanyası ve kadro sorunu
  İbrahim Kaypakkaya ülke genelinde düzenlenen eylemlerle anıldı...
  Lübnan’da iç çatışmalar yeniden başladı
  Düşük maliyetli katil istihdamı
  Alman devleti G8 karşıtlarına saldırılarını artıyor
  Dünyadan...
  Batı Avrasya ve Ortadoğu
Abu Şehmuz Demir
  Gençliğin çözümü devrimde!
  Seçimler ve devrimci yurtsever tavır/1
M. Can Yüce
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

“Özel güvenlik” şirketleri...

Düşük maliyetli katil istihdamı

Kapitalizmin gelişimine bağlı olarak servet birikimi devasa boyutlara ulaşırken, sefalet ve açlığa mahkum edilen yoksul emekçilerin sayısı da aynı şekilde katlanarak artmaktadır. Yağmacıların biriktirdiği serveti, ondan mahrum bırakılanlardan korumak, esasen egemen sınıfların bürokratik ve zor aygıtı olan kapitalist devletin temel işlevleri arasında yer alıyor. Ancak işsizlerin/yoksulların sayısındaki devasa artış, yağmaladıkları servete sımsıkı sarılan kapitalistleri “yakın koruma” önlemleri almaya sevk ediyor. İşte bu serveti koruma paranoyası, “özel güvenlik” şirketi denen bir “sektör”ün zuhur etmesine sebep oldu.

Boyu/posu belli ölçülere uyan servetten mahrumlar ordusunun bir kısmını istihdam eden “özel güvenlik” şirketleri, bunlar aracılığıyla serveti, onu üreten servetsizlerden korumaktadır. Böylece servetlerini, servetsizlerden devşirdikleri ücretli bekçilere “emanet eden” asalak burjuvalar, gönül rahatlığı ile servetlerinin üzerine yan gelip yatabilecek olanağa kavuştular.  

İşin bu kadarı olayın “masum” boyutu sayılabilir. Zira kâr kaynağı olabilecek her alanı doldurmaya hazır müteşebbislerin cirit attığı bir dünyada,  emperyalist savaş ve işgal cephelerinin bu müteşebbislerin gözünden kaçması olası değildi. Hele “özel güvenlik” alanında çok sayıda emekli polis şefi ve rütbeli askerin iştigal ettiği göz önüne alındığında, bu “iş alanı”na gereğinden fazla ilgi gösterilmesinin şaşırtıcı bir yanı yoktur.  

Halihazırda bu “iş alanı”nın en cazip olanaklar sunduğu yer kuşkusuz ki, işgal altındaki Irak’tır. Nitekim Washington Post gazetesine konuyla ilgili bilgi veren Bağdat’taki kukla yönetimin dışişleri bakanlığına bağlı askeri operasyonlar şefi Muhammed Niama, Irak’ta 236 “özel güvenlik” şirketinin faaliyet halinde olduğunu teyit ediyor. Bazı tahminlere göre, bu şirketlerin Irak’a taşıdığı kiralık katil sayısı 100 bin civarındadır. Adı geçen Amerikan gazetesi, işgalin başladığı 2003 yılında bu rakamın 48 bin olduğunu bildirdi. Oysa resmi açıklamalarda belirtilen rakam 25 bindi.  

Kapitalist/emperyalist barbarlığı örtmenin “incir yaprağı” işlevi gören BM, nasıl olduysa işgalden 4 yıl sonra kiralık katillerle ilgili bir rapor hazırladı. “Özel güvenlik” şirketlerinin işlerini denetlemek BM’nin ilgi alanı dışında sayılır. Irak’taki 100 bin kişilik ordu, “savaş hukuku”nu belirleyen BM’nin Cenevre sözleşmesinin hiçbir maddesine uymakla mükellef olmadan, vahşi işgal adına tetikçilik yapıyor. Yani Irak’taki emperyalist orduların emrine giren yaklaşık 200 bin işgalci askerin yarısı, kağıt üzerinde de olsa BM sözleşmelerine bağlı değil. Buna karşın BM raporu rakamsal saptamalar veya insan hakları ihlallerine değinmenin ötesine geçmiyor.  

Kuşkusuz ki, hiçbir işgalci emperyalist ordu BM sözleşmelerini kaale almaz. Ancak herhangi bir hesap verme kaygısı taşımaksızın ortaklıkta dolaşan kiralık katillerin Irak halklarına karşı işledikleri suçların haddi hesabı yok. Üstelik göstermelik de olsa bunlar hakkında herhangi bir yasal işlem yapmanın olanağı da yok. Tabii bunlar öldüğünde veya sakat kaldığında da, işgalci ordulardan hesap soran ya da onları rahatsız edecek tepkiler oraya koyan kimseler de olmuyor. Üstelik çoğunluğu Latin Amerika ülkelerinden devşirildiği için, büyük ihtimalle bu tetikçilerin ölümleri ABD medyasında haber konusu bile edilmiyor.  

İşgal ordularının kiralık katilleri saflarına doldurmasının pek çok “cazip” yönü vardır. Ancak rakamın bu kadar kabarık olmasının temel nedenlerinden biri, 1 milyon Iraklının katledildiği vahşet ikliminde bile, kapitalizmin serbest piyasa kurallarının geçerli olmasıdır. Washington Post gazetesinin verdiği rakamlara göre, bir Amerikan askerine harcanan para ile (aylık ücretleri 8 bin ila 16 bin dolar arasında değişmektedir) en az altı devşirme tetikçiyi (aylık ücretleri 1200-2500 dolar arasında değişmektedir) cepheye koşmak mümkündür. Irak bataklığına saplanan Amerikan savaş makinesinin asker bulmakta zorlanması ise devşirme tetikçilere olan ihtiyacı daha da arttırmaktadır. Bir kısmının ABD ordusu denetimindeki kontr-gerilla eğitim kamplarında hazırlanması ise, işgalcilerin bu tetikçilere duyduğu rağbetin bir diğer nedenidir.  

Bu kanlı çarkı döndüren 236 “özel güvenlik” şirketi Irak’a taşıdıkları katiller aracılığıyla milyar dolarları bulan pastayı yağmalarken, savaş kundakçıları da maliyetli düşük tetikçi çalıştırma olanağına kavuşuyor. “Uygar dünya”nın ise, liberal piyasa koşullarına uygun olduğu sürece bu işleyişe bir itirazı yoktur.  

Halkların kanıyla dönen bu çark, kapitalist/emperyalist düzenin ruhuna ve yasalarına tamamen uygundur. Zira bu düzenin egemenleri için öncelik her zaman işçi sınıfı ve emekçilerin ürettiği zenginliklerin yağmalanmasını güvenceye alacak “istikrarlı” bir ortamın sağlanmasıdır. Bu uğurda yapılan herşey mübahtır ve piyasanın sağladığı “özgürlük” ortamında hiçbir müteşebbisin hevesini kıracak girişimlere hoşgörü gösterilemez. Sorun şu ki, kapitalistler için mübah olan herşey, binlerce yıllık emeklerle insanlık adına biriktirilen tüm değerlere düşmandır. Dolayısıyla artık kapitalizmi bir sistem olarak reddetmenden insanlık adına biriktirilen evrensel değerleri savunup ileri taşımanın imkanı kalmamıştır.


 

İşgalci NATO güçleri ile Kabil’deki kuklaların aczi artıyor

Afganistan işgali aylar önce beşinci yılını geride bırakmıştı. ABD emperyalizmi güdümündeki savaş aygıtı NATO’nun komutasında devam eden vahşi işgal, iddia edildiği gibi “yeniden inşa” süreci başlatmamış, tersine, Afganistan’ı ortaçağ kalıntısı bir harabeye çevirmiştir. Giderek yayılan bombalı intihar saldırıları NATO güçlerinin kâbusu olurken, eylemleri düzenleyen İslamcı güçlerin sivil halkı koruma kaygısı gütmemesi halkın da kayıplar vermesine yol açıyor. Patlayan bombalara işgal ordularının sivilleri kitlesel bir şekilde katletmesi eklendiğinde, Afganistan’ın hızla bir mezbaha görünümüne büründüğünü söylemek abartı olmaz.   

B-52 ağır bombardıman uçaklarıyla kentleri enkaza çeviren,  sayısız enkaz altında yığınla ceset bırakan NATO güçleri, Afganistan’ı umulandan daha kısa sürede işgal etmiş, bu sayede CIA yetiştirmesi Hamid Karzai başkanlığında Kabil’de kukla bir yönetim tesis etmeye muvaffak olmuştu. Ancak işgalci güçlerin “zafer” sevinci fazla sürmemiş, kısa sürede Kabil’i bile kontrol edebilecek güçten yoksun oldukları ortaya çıkmıştı. Gelinen aşamada ise hem kukla yönetim, hem de savaş aygıtı NATO şefleri, devirdikleri Taliban güçleriyle anlaşmanın yollarını arıyor. Zira saldırılarını arttıran Taliban güçleri, işgalcilerin aczini günden güne derinleştirmekle kalmıyor, Kabil’den taşınan tabut sayısında da düzenli bir artış sözkonusu.   

“Teröristleri hedef alan operasyonlar düzenliyoruz” şeklinde açıklamalar yapan NATO güçleri, neredeyse her saldırıda çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan onlarca Afganlıyı katletmektedir. Düğünleri, cenaze törenlerini defalarca bombalayan ABD güdümündeki NATO cellâtları, Talibanlardan bıkan Afgan halklarının nefretini kısa sürede kazanamayı başardılar. Bu durum, Afgan halklarını ortaçağ karanlığında boğan bir zamanların CIA yetiştirmesi Talibanlar’ın bir kez daha güçlenmesi için bulunmaz bir fırsat olmuştur. Gelinen yerde ise, Bush liderliğindeki savaş kundakçıları ile işgalin sorumluluğunu üstlenen NATO şeflerinin Afganistan’da kirli emellerine ulaşabilme beklentileri dibe vurmuştur. Taliban güçleriyle anlaşma derdine düşmelerinin altından yatan neden içine düştükleri bu umutsuzluktur.  

Verili koşullarda Afganistan’da işgal karşıtlığının Taliban’a kalmış olması, kuşkusuz ki Afgan halklarının önemli bir açmazıdır. Dahası Taliban gibi gerici bir gücün emperyalist işgalciler ve Kabil’deki kukla yönetimle anlaşma yoluna gitmesi de şaşırtıcı olmaz. Durum böyle olsa da, işgal karşıtı mücadelenin dinamiğini Afgan halklarından aldığı gerçeği ortadan kalkmıyor. Zaten işgalci emperyalistlerin yenilecek, direnen halkların kazanacak olması olgusu, tam da halkların kırılamayan bu direniş azminde somutlanmaktadır.