16 Şubat 2007 Sayı: 2007/06(06)

  Kızıl Bayrak'tan
   Ordu ve hükümet Beyaz Saray’ın kapısında sıraya girdiler…
  Emperyalistleri ve siyonistleri
topraklarımızda istemiyoruz!
  İşbirlikçiler Washington’daki savaş
ağalarının huzurunda!
  Faşizme ve şovenizme karşı militan
kitle mücadelesi!
Düzen solunda seçim manevraları
Baharı kazanmak 8 Mart’ı kazanmaktan geçiyor!
Geleneksel şiddetten kurtulmak için
geleneksel devletten kurtulun!
 Clara Zetkin (1857- 1933): Uluslararası emekçi kadın
hareketinin komünist öncüsü...
  Kadına yönelik şiddete karşı tavır almak sınıfsal bir görevdir!
  Tersane İşçileri Birliği Derneği 1. Olağan Genel Kurulu’nda buluşalım!
  İşçi sınıfının toplumsal konumu ve tarihsel devrimci misyonu
  El Fetih’le Hamas “Mekke Konferansı”nda anlaştı…
  Putin’den ABD-NATO tehditlerine rest!
  Kaymağı özel
ordular yiyor - Mumia Abu-Jamal
  Dünden kalan miras ve yeniden düşünmek -
Yüksel Akkaya
  TÜMTİS Genel Sekreteri Gürel Yılmaz ile konuştuk...
  Devlete hizmette gelinen aşama:
Türk(iye) milliyetçiliği!
M. Can Yüce
  Eylem ve etkinliklerden...
  Basından...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Emekçinin Gündemi dağıtımından gözlemler…

Fabrikalar ve emekçi semtlerinin içiçe geçtiği bölgemizde, bu iki alana yönelik bir müdahale aracı olarak çıkardığımız Emekçinin Gündemi'ni semtte ve fabrikalarda kullanmaya başladık.

Kullanılan diğer yerel yayınlara göre daha farklı bir işlevi yerine getiren yerel yayınımızın ilk sayısının deneyimleri çalışmamız için oldukça ön açıcı sonuçlar çıkardı. Düzenlenme ve biçim olarak çalışmanın somut ihtiyaçları ve düzeyi üzerinden şekillenen Emekçinin Gündemi'ni klasik bülten anlayışının dışında bir bakış açısıyla planladık. Somut gündemler üzerinden politika yapan ve etrafımızdaki işçileri bu politikalar çerçevesinde yayının bir parçası haline getirmeyi amaçlayan bir yayın olacak Emekçinin Gündemi. Kültür sanat köşesi, hukuk köşesi, emekçi kadın köşesi, sınıf hareketinden vb. başlıklar altında köşeler oluşturduk. Her sayımızı bölgemizin somut-öznel ihtiyaçları, ülkenin toplumsal-siyasal gündemi ve bölgemizde yaşanan sınıf hareketlenmeleri üzerinden canlı ve popüler bir şekilde kullanmayı hedefliyoruz. Yayınımızı planlarken, en önemli kaygılarımızdan biri de, işçileri fabrika ve semtler üzerinden kuşatabilmekti. Yerel bir yayın olarak güncelliği yakalamak amacıyla şimdilik 20 günde bir çıkarmayı düşünüyoruz. İleride bu süreyi daha da düşürmeyi hedefliyoruz.

Çalışma yürüttüğümüz alan olan Güneşli, Yenibosna ve Küçükçekmece oldukça geniş bir bölge. Metal, tekstil, plastik, kağıt, gıda sektörlerinde üretim yapan irili ufaklı fabrikaların, organize sanayi bölgelerinin ve küçük sanayi sitelerinin bulunduğu bölgemizde temel önemde fabrikaları ve tüm sektörleri gözeten bir planlama yaparak yerel gazetemizi kullanıma soktuk. Üç sanayi sitesi, aralarında stratejik önemde fabrikaların da bulunduğu 15 fabrika ve iki semtte bülteni kullanmaya başladık. 1500 adet bastırdığımız yerel gazetemizi götürdüğümüz fabrikaların çoğunluğunun sendikal örgütlülüğü var. Buralarda çalışan işçilerin sanayi siteleri ile tekstil sektöründe azgın sömürü koşullarında çalışan işçilere nazaran tepkileri görece zayıf olsa da, gün geçtikçe biriken öfke gözle görülebiliyor. Sınırsız ve kuralsız sömürü koşullarının hüküm sürdüğü sanayi sitelerinde ve tekstilde ise işçilerin öfkesi çok daha yoğun. Bu nedenle daha fazla ilgi gördüğümüzü söyleyebiliriz.

Genelde yayınlarımızı sınıfa ulaştırma biçimimiz dağıtım şeklinde oluyor. Biz ise yerel yayın faaliyetimizde bunun dışında bir yol izledik. Emekçinin Gündemi'ni birçok fabrikada satış biçiminde kullanma kararı aldık. Geçmiş bülten çalışması deneyimlerinden ders çıkararak bu sonuca vardık. Bu tip yerel araçların bölge veya fabrikalarda kökleşmeyi kolaylaştırması gerekiyor. Ancak dağıtımla sınırlı kaldığımızda bunu yeterince başaramıyoruz. İşçilerle bire bir diyaloga giremediğimiz için sınıfın ileri ve mücadelede istekli unsurlarını tespit etmekte zorlanıyoruz. Sembolik de olsa işçilerden maddi bir karşılık almadığımız koşullarda yayın gereken ilgiyi göremeyebiliyor. Çıkardığımız bu sonuçlardan hareket ederek, yerel gazetemizi satış yöntemiyle kullanıma sokma kararı aldık.

Başlangıçta ilk kez bu yöntemi kullanıyor olmaktan dolayı olumsuz bir psikoloji oluşsa da, işçilerden aldığımız tepkiler tespitlerimizde yanılmadığımızı gösterdi. İşçilerin yoğun olarak kullandığı güzergâhlarda, sanayi sitelerinin kapılarında, fabrika önlerinde yaptığımız satışlarda işçiler bülteni sahiplendiler ve ücretini vererek aldılar. Öyle ki bazı yerlerde bir saatlik satışta 100'e yakın bülten sattık. İşçiler bültenin sembolik ücretini vermekte zorlanmadılar. Böylece çok rahat diyaloglar kurduk. İşçiler fabrikalarında yaşadıkları sorunları bizlere açtıkları gibi daha sonra görüşme talebinde de bulundular. Semte dönük kullanma kaygısıyla da hazırlanan bir yayın olduğu için semtte de rahatlıkla kullandık. İşçi servislerinin kalktığı noktalarda yaptığımız satışlarda işçiler oldukça ilgiliydi.

Emekçinin Gündemi'ni bölgemizde bulunan fabrikalardaki sendika temsilcilerine götüreceğiz. Böylece onlarla sürekli görüşme zemini yaratmaya, temsilcilerin bu yayın aracılığıyla kendilerini ifade etmelerini ve onu sahiplenmelerini sağlamaya çalışacağız.

Elbette yayınımızın içeriği ve kullanım tarzı yönünden katetmemiz gereken uzun bir mesafe var. Henüz yolun başındayız. Ancak asgari bir başarıyı yakaladığımızı ve bunun hedefimize ulaşmada bize önemli bir dayanak oluşturduğunu düşünüyoruz. Önümüzdeki sayılarda eksikliklerimizi gidererek çalışmamızı güçlendirmeyi hedefliyoruz.

Emekçinin Gündemi


“En” başarısız liseler!

11 Şubat tarihli Radikal gazetesinde Türkiye’nin en başarısız liseleri ilan edildi. “Doğu illeri”ndeki başarısızlığa artık alışmış olmanın verdiği rahatlıkla, vurgunun İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerdeki liselerin başarısızlığına yapılması tercih edilmiş. Listede göze çarpan, başarısız tüm liselerin yoksul emekçi semtlerinde olması. Bu bir tesadüf değil, eğitimin ancak parası olanlara sunulan bir hizmet olduğunun açık kanıtıdır. Artık ülkemizde parası olmayanın okuyamadığı ortadadır. Bir üniversiteye girebilmek için dershane, özel ders vb.’ne milyarlar dökmek gerekiyorken, bu olanakları olmayan emekçiler çocuklarını ancak evlerinin yakınındaki liselere gönderebiliyor. Burada ise karşılarına yozlaşma, geleceği olmayan bir hayat çıkıyor.

Emekçi semtlerindeki liselilerin bu durumu yıllardır apaçık ortada iken, sermaye devleti okulların önüne polis dikmekten, kameralar yerleştirmekten öte hiçbir adım atmamıştır. Bu okulların ciddi öğretmen açıkları sorunları iyice katmerlendirmiştir. Okulda anlatılan dersler dışında öğrenme şansı olmayan öğrencilerin önü, derslerin boş geçmesiyle daha da tıkanmıştır. Dolayısıyla bu öğrenciler yoğun “ÖSS maratonu”na kendi yaşıtlarına göre daha başından yenik başlarlar.

Eğitimi sırtında bir yük olarak gören devlet, boş dersleri doldurmak yerine eğitimi ticarileştirerek kasasını doldurmayı tercih etmektedir. Emekçi semtlerinde her geçen gün derinleşen kültürel yozlaşmanın sonuçlarına da en çok bu liselerin öğrencileri maruz kalmaktadır. Okulların kapısında her gün uyuşturucu satıcıları bekliyor ve öğrencilerin bir çoğu bu uyuşturucu bataklığına saplanmış durumda. Geçtiğimiz aylarda özel bir kolejin tuvaletinde çekilen “uyuşturucu partisi” görüntüleri büyük bir olay yaratmıştı medyada. Devlet yetkilileri bu olayları sanki ilk defa görmüş gibi şaşırmış, paniğe kapılmışlardı. Oysa emekçi semtlerindeki liselerde bu tip olaylar artık iyice sıradanlaşmıştı. Zaten bu durum hiçbir önem taşımıyor sermaye devleti için.

Semtlerdeki lise gerçekliği böyleyken ne oradaki öğrencilerin gelecekten bir beklentisi var, ne de bunu düşünmek için ortamı. Gazetelerin dönem dönem yayınladığı listeler söze gerek bırakmadan herşeyi anlatıyor. Bu öğrencilerin başarısız olması bizi hiç şaşırtmıyor. Çünkü onlara sunulan gelecek yalnızca ceplerindeki para kadar. Fakat “özgürlükler sistemi kapitalizm” elbette boş durmuyor. Emekçilere ve ÖSS’ye girecek olan milyonlarca gence farklı bir alternatif sunuyor. Kapitalizmin sunduğu alternatifte hayal kurmak bedava! İşte size uçsuz bucaksız özgürlük!

G. Bahar


ÖDP 5. Konferansı’nı yaptı

ÖDP “Eşitlikçi, özgürlükçe sol seçeneği yaratalım!” şiarıyla 5. Konferansı’nı gerçekleştirdi. Konferansta parti tüzüğü çerçevesinde kongreyle belirlenecek yeni yönetimin önümüzdeki süreçte izleyeceği politikalar konusunda tavsiye kararları alındı.

Konferans 11 Şubat Pazar günü saat 11.00’de başladı. Divanın oluşturulmasının ardından gündem okundu. Ardından “Başta ırkçılık ve ayrımcılık cinayetine kurban giden Hrant Dink olmak üzere eşitlik, özgürlük, devrim ve sosyalizm mücadelesinde yitirilenler” anısına saygı duruşunda bulunuldu.

İlk konuşmayı ÖDP Genel Başkanı Hayri Kozanoğlu yaptı. Konuşmasına Hrant Dink’i anarak başlayan Kozanoğlu şunları söyledi: “O gün hepimiz Hrant’tık, hepimiz Ermeni’ydik. Yarın kim zulme uğrarsa, kim hangi kimliği nedeniyle haksızlıkla, adaletsizlikle karşılaşırsa, kim aşağılanır, dışlanır, ötekileştirilirse, onunla duygularımızı paylaşır, ‘Kürdüm, çingeneyim, kadınım’ diye yine haykırırız. Solingen’de hepimiz Türk, Gazze’de Filistinli, Fransa’da Cezayirli olduğumuz gibi...”

Kozanoğlu konuşmasında Deniz Baykal’ı da eleştirdi. “Hrant’dan başka, Kürtler’den başka, TAYAD’lılardan başka, solcu üniversite öğrencilerinden başka kimse milliyetçilikten korkmasın. Milliyetçilik halka karşıdır, insanlığa karşıdır. Biz hiçbir zaman milliyetçi olmadık, olmayacağız. Herkesin devlet katında kendini eşit yurttaşlar olarak hissetmesi için Veysel Güneyler gibi, Denizler, Mahirler, İbolar gibi bedel ödemeye hazırız ” dedi.

Cumhurbaşkanlığı tartışmalarına da değinen Kozanoğlu, temel sorunun 12 Eylül rejiminin vesayetinden kurtulamamak, geçmişle hesaplaşamamak ve bir türlü demokratikleşememek olduğunu söyledi. Düzen partilerinin dar alanda küçük tepişmeler yaptığını; AB, IMF, NATO konusunda birbirlerinden farklı düşünmediğini; böylesi bir mutabakatta devrimci seçeneğin yaratılması gerektiğini vurguladı. Demokratikleşme konusunda AB’nin bir çıta olmaktan çıktığını ve bu konuda ulusalcılara karşı özgürlükçü bir hattın güçlendirilmesi gerektiğini belirtti. Kozanoğlu konuşmasını mücadele çağrısıyla bitirdi.

Daha sonra kürsüye çıkan Ufuk Uras konuşmasında ÖDP’nin ırkçı, milliyetçi hezeyan, nefret ve linç kültürünü yayanlara, neoliberalizme ve AKP’ye karşı tek seçenek olduğunu belirtti. “‘Benim kabem emektir, insandır’ diyenlere kapımız sonuna kadar açık. Bir arada siyaset yapmayı savunuyoruz. ‘Sol’suz Türkiye soluksuz kalır” dedi. CHP’de Deniz Baykal’ın hizibine uğramış sosyal demokratlara da, “Milliyetçilik yarışının kazananı yoktur” diyerek çağrıda bulundu. AKP iktidarına karşı solun tek seçenek olduğunu vurguladı. Uras da konuşmasını birleşik mücadele çağrısıyla bitirdi.

Kongre, Hrant Dink anısına gösterilen belgeselle devam etti.

Önergelerin sunulmasının ardından genel başkanlığa son anda aday olan Ufuk Uras ile Alper Taş konuşma yaptılar. Seçimlerin ardından Ufuk Uras oy çokluğu ile yeni genel başkan seçildi.

Kızıl Bayrak/Ankara


40. yılında DİSK arşivini açıyor!

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) 12 Şubat günü 40. yıl etkinlikleri kapsamında “DİSK arşivini açıyor” başlıklı bir basın toplantısı gerçekleştirdi. DİSK’in 40 yıl önce 12 Şubat 1967’de kuruluş kararının alındığı Çemberlitaş’ta bulunan Şafak Sineması’nda düzenlenen toplantıya DİSK Yönetim Kurulu üyeleri ve geçmişte DİSK’de görev alan yöneticiler ile uzmanlar katıldı.

Açılış konuşmasını DİSK Genel Sekreteri Musa Çam yaptı, DİSK’in 40 yıllık arşivinin düzenlenmesine ilişkin bilgiler verdi. Daha sonra DİSK’in tarihinden kesitler sunan kısa bir sinevizyon gösterildi.

İşçi sınıfı ve demokrasi mücadelesinde yaşamını yitirenler anısına bir dakikalık saygı duruşunun ardından kürsüye DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi çıktı. Çelebi bu toplantıyı düzenlemekteki amaçlarını anlattı. 40. yıl kapsamında düzenleyecekleri etkinlikler hakkında bilgi verdi ve DİSK’in arşivini kamuoyuna açtıklarını duyurdu.“Arşivler tüm kurumların bellekleridir. Geçmiş okunmadan bugünü algılamak ve yarını korumak zordur” diyen Çelebi Türkiye’de bellek düşmanlığının bir gelenek haline geldiğini, 12 Eylül dönemi boyunca içlerinde siyasi partilerin de bulunduğu çok sayıda sendika, dernek, vakıf gibi kurumların arşivlerinin SEKA’ya gönderilerek kâğıt hamuru yapıldığını belirtti. Arşivlerini Türk Sosyal Tarih Araştırma Vakfı’nın (TÜSTAV) tasnif ettiğini ve dijital ortama taşıdığını, bundan sonra isteyen herkesin bu kaynaklardan ve belgelerden yararlanabileceğini duyurdu. Çelebi, sözlerini DİSK’in 40. yıl çağrısı ile bitirdi.

DİSK 26 Şubat günü “DİSK 40 yıllık dostlarıyla buluşuyor” adıyla Lütfü Kırdar Kongre Merkezi’nde bir etkinlik düzenleyecek. Saat 19.00-22.00 arasında gerçekleştirilecek etkinliğe Arif Sağ, Ataol Behramoğlu, Edip Akbayram, Ferhat Tunç, Genco Erkal, Mazlum Çimen, Moğollor, Onur Akın, Rahmi Saltuk, Ruhi Su Dostlar Korosu, Sadık Gürbüz, Selda Bağcan, Suavi, Timur Selçuk, Yavuz Bingöl, Yavuz Top, Zülfü Livaneli katılacak.

Ayrıca yıl içerisinde “15-16 Haziran” ve “12 Eylül” başlıklı iki büyük gezici sergi düzenlenecek. DİSK’in mücadelesini geleceğe taşımak için “Sözlü tarih” çalışması yapılacak. İstanbul’da uluslararası işçi kuruluşları ile bir toplantı düzenlenecek. Kemal Türkler, Abdullah Baştürk, Kemal Nebioğlu, Rıza Kuas ve İbrahim Güzelce anılarına şiir, öykü, sosyal politikalar konularında yarışmalar düzenlenecek.

Kızıl Bayrak/İstanbul


DİSK’ten 40. yıl paneli...

DİSK, 40. yıl etkinlikleri kapsamında 13 Şubat günü Mecidiyeköy Kültür Merkezi’nde “DİSK’in kuruluş nedenleri ve mücadele içinde DİSK kurumsal kimliği” başlığı ile bir panel düzenledi. Panele eski ve yeni DİSK yöneticileri ile işyeri temsilcileri katıldı.

İlk olarak DİSK’in tarihinden kesitler sunan kısa bir sinevizyon gösterimi gerçekleştirildi. Ardından DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi açılış konuşmasını yaptı. Konuşmasına Nazım Hikmet’ten “Bu kırkıncı yılımızda/ ne bir ormanız/ ne şose boyunda tek tük kavak ağacı/ bir tarlayız tohumu saçılmış/ Hepimiz kırkına bastık bu sabah” dizeleri ile başlayan Çelebi “DİSK’in 40 yılını düşünmek aslında Türkiye tarihini düşünmektir. Çünkü DİSK’in tarihi, aynı zamanda Türkiye’nin ve Türkiye işçi sınıfının tarihidir. Ama asıl hatırlamamız gereken nokta; DİSK’in Türkiye’nin bugünü ve yarını olduğudur” dedi.

Çelebi’nin ardından DİSK Eğitim Dairesi’nden Faruk Pekin bir konuşma yaptı. DİSK’in devlet sendikacılığından ilk büyük kopuş olduğunu anlatan Pekin, “Türkiye işçi sınıfı ne kazandıysa DİSK ile kazanmıştır” diyerek konuşmasını bitirdi.

Daha sonra serbest kürsüde, DİSK’in kuruluşundan bugüne içerisinde yer alan birçok konuşmacı anılarını anlattı. Bu bölümde 15-16 Haziran Direnişi, DİSK’in ilk kuruluş süreçleri, Derby işgali, Saraçhane Mitingi, ‘77 1 Mayıs’ı gibi Türkiye işçi sınıfı için anlamlı birçok eylem ve direnişe dair anlatımlarla o dönemin işyeri temsilcisi ve şube başkanları nostaljik anlar yaşattılar. Serbest kürsü bölümü Mehmet Gecenoğlu’nun Kavel Kablo Fabrikası’nda 1978 yılında yapılan grevde yazdığı şiiri okuması ile son buldu.

Panel’in kapanış konuşmasını Süleyman Çelebi yaptı. DİSK’in 40. yılının kutlandığı 2007 yılını bir mücadele yılına çevireceklerini belirten Çelebi, örgütlenmelerinin önündeki yasal engeleri kastederek, “Ya bu yasaları deleceğiz ya da bu yasaları bizim istediğimiz gibi yapacaklar” sözleriyle konuşmasını sonlandırdı.

Kızıl Bayrak/İstanbul


DİSK’ten 40. yıl paneli...

DİSK, 40. yıl etkinlikleri kapsamında 13 Şubat günü Mecidiyeköy Kültür Merkezi’nde “DİSK’in kuruluş nedenleri ve mücadele içinde DİSK kurumsal kimliği” başlığı ile bir panel düzenledi. Panele eski ve yeni DİSK yöneticileri ile işyeri temsilcileri katıldı.

İlk olarak DİSK’in tarihinden kesitler sunan kısa bir sinevizyon gösterimi gerçekleştirildi. Ardından DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi açılış konuşmasını yaptı. Konuşmasına Nazım Hikmet’ten “Bu kırkıncı yılımızda/ ne bir ormanız/ ne şose boyunda tek tük kavak ağacı/ bir tarlayız tohumu saçılmış/ Hepimiz kırkına bastık bu sabah” dizeleri ile başlayan Çelebi “DİSK’in 40 yılını düşünmek aslında Türkiye tarihini düşünmektir. Çünkü DİSK’in tarihi, aynı zamanda Türkiye’nin ve Türkiye işçi sınıfının tarihidir. Ama asıl hatırlamamız gereken nokta; DİSK’in Türkiye’nin bugünü ve yarını olduğudur” dedi.

Çelebi’nin ardından DİSK Eğitim Dairesi’nden Faruk Pekin bir konuşma yaptı. DİSK’in devlet sendikacılığından ilk büyük kopuş olduğunu anlatan Pekin, “Türkiye işçi sınıfı ne kazandıysa DİSK ile kazanmıştır” diyerek konuşmasını bitirdi.

Daha sonra serbest kürsüde, DİSK’in kuruluşundan bugüne içerisinde yer alan birçok konuşmacı anılarını anlattı. Bu bölümde 15-16 Haziran Direnişi, DİSK’in ilk kuruluş süreçleri, Derby işgali, Saraçhane Mitingi, ‘77 1 Mayıs’ı gibi Türkiye işçi sınıfı için anlamlı birçok eylem ve direnişe dair anlatımlarla o dönemin işyeri temsilcisi ve şube başkanları nostaljik anlar yaşattılar. Serbest kürsü bölümü Mehmet Gecenoğlu’nun Kavel Kablo Fabrikası’nda 1978 yılında yapılan grevde yazdığı şiiri okuması ile son buldu.

Panel’in kapanış konuşmasını Süleyman Çelebi yaptı. DİSK’in 40. yılının kutlandığı 2007 yılını bir mücadele yılına çevireceklerini belirten Çelebi, örgütlenmelerinin önündeki yasal engeleri kastederek, “Ya bu yasaları deleceğiz ya da bu yasaları bizim istediğimiz gibi yapacaklar” sözleriyle konuşmasını sonlandırdı.

Kızıl Bayrak/İstanbul


Adana’da 301. madde paneli

Son dönem sıkça tartışılan 301. madde üzerine 11 Şubat günü Adana Eczacılar Odası’nda bir panel düzenlendi. Panele yaklaşık 150 kişi katıldı.

TMMOB, DİSK, KESK, Düşünceye Özgürlük İçin Hukukçular Komitesi tarafından organize edilen “3 kurşun, 0 koruma, 1 ölü, 301 tartışılıyor!” başlıklı panele Adana Barosu avukatlarından Gülşen Battal yönetici, Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu ve İstanbul Barosu eski başkanlarından Doç. Dr. Yücel Sayman konuşmacı olarak katıldı.

Panel, Av. Gülşen Battal’n yaptığı açılış konuşmasıyla başladı. Ardından Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu 301. maddenin içeriğini ve hukuksal boyutunu anlattı. Doç. Dr. Yücel Sayman ise, otoriter, despot devletlerde bu tip yasaların olduğunu, 301. maddeyi tartışmanın aslında devlet biçimini tartışmak olduğunu, devletin toptan değiştirilmesi gerektiğini vurguladı. Yücel Sayman “kamuoyunda reform denildiği zaman, toplum her zaman geriye götürülmüştür, 301. madde de bizim bireysel olarak özgürlüklerimizi geriye götürmektedir” dedi. Sayman düşüncenin suç haline getirildiğini, yargının sadece devleti korumakla yükümlü olduğunu, bunun yanlışlığını dile getirdi.

Kızıl Bayrak/Adana