16 Şubat 2007 Sayı: 2007/06(06)

  Kızıl Bayrak'tan
   Ordu ve hükümet Beyaz Saray’ın kapısında sıraya girdiler…
  Emperyalistleri ve siyonistleri
topraklarımızda istemiyoruz!
  İşbirlikçiler Washington’daki savaş
ağalarının huzurunda!
  Faşizme ve şovenizme karşı militan
kitle mücadelesi!
Düzen solunda seçim manevraları
Baharı kazanmak 8 Mart’ı kazanmaktan geçiyor!
Geleneksel şiddetten kurtulmak için
geleneksel devletten kurtulun!
 Clara Zetkin (1857- 1933): Uluslararası emekçi kadın
hareketinin komünist öncüsü...
  Kadına yönelik şiddete karşı tavır almak sınıfsal bir görevdir!
  Tersane İşçileri Birliği Derneği 1. Olağan Genel Kurulu’nda buluşalım!
  İşçi sınıfının toplumsal konumu ve tarihsel devrimci misyonu
  El Fetih’le Hamas “Mekke Konferansı”nda anlaştı…
  Putin’den ABD-NATO tehditlerine rest!
  Kaymağı özel
ordular yiyor - Mumia Abu-Jamal
  Dünden kalan miras ve yeniden düşünmek -
Yüksel Akkaya
  TÜMTİS Genel Sekreteri Gürel Yılmaz ile konuştuk...
  Devlete hizmette gelinen aşama:
Türk(iye) milliyetçiliği!
M. Can Yüce
  Eylem ve etkinliklerden...
  Basından...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Kadına yönelik şiddete karşı tavır almak sınıfsal bir görevdir!

Kadına yönelik şiddet yalnızca kaba-fiziksel şiddetle sınırlı değil!

Son zamanlarda basında şiddete uğrayan kadın haberlerine sıkça rastlamaya başladık. Gazeteler ve TV’ler, eğer saldırılar ölümle sonuçlanmışsa haber yapmaya değer buluyor. Oysa kadına yönelik şiddet yalnızca ölümle sonuçlanan fiziksel saldırılarla sınırlı değil. Yoksulluk da bir şiddettir, eğitimsiz ve cahil bırakmak da... Küfür ve hakaret nasıl bir şiddetse, toplumsal yaşamın her alanında karşılaştığımız eşitsizlikler de şiddettir... Ev işlerine mahkum edilmek de bir şiddettir, gerici yasa ve geleneklerle baskı altında tutulmak da... Evet tüm bunların hepsi kadına yönelik şiddet ve baskının birer parçasıdır. Ve bir sistem sorunu olan tüm bu uygulamalar, ne gazetelere yansıyor ne üzerinde durulmaya değer bulunuyor. Ama elbette, ağır sakatlanmalar ve ölümlerle sonuçlanan kadına yönelik şiddet, çok daha yakıcı bir sorun olarak çıkıyor karşımıza. Her yıl şiddete maruz kalan yaklaşık olarak 1200 kadının ölmesi sorunun ne denli vahim bir hal aldığını gösteriyor.

En çok emekçi kadınlar şiddete maruz kalıyor!

Şiddet gerekçelerine bakıldığında durumun ne denli tüyler ürpertici olduğunu daha iyi anlıyoruz: Afyon’da Ümmü K, sık banyo yaptığı için kendisini aldattığı gerekçesiyle eşi tarafından boğazı kesilerek öldürüldü. Güngören’de Fatma Çalışkan uykudayken, hasta olan eşinin üzerine kaynar su döktü. Bir hafta sonra Fatma Çalışkan eşi tarafından öldürüldü. Sakarya’da kocası, kızının gözleri önünde Habibe Şimşek’in üstüne benzin dökerek yaktı. Habibe Şimşek 5 aylık hamileydi. Tekirdağ’da Bülent Karaca adlı tekstil işçisi, eşi Leyla Karacayı sabah kahvaltıyı geç hazırladığı için 2 yaşındaki oğlunun önünde bezle boğarak öldürdü. Malatya’da Fatma Seven kocası tarafından 4 çocuğuyla birlikte boğularak öldürüldü. İmam nikahlı Fatma, geçen sene kocasını terkedip baba evine gitmişti. Ancak kocası Cabbar Seven kızıyla Fatma’yı rehin almıştı. Bunun üzerine zorla barıştırılıp resmi nikahları kıyıldı. İzmir’de Müjgan Çetindal bakkaldan veresiye 3 milyonluk çocuk bezi aldığı için inşaat işçisi kocası Ruşen Ç. tarafından öldüresiye dövüldü. Olayın televizyona yansıması üzerine Ruşen Ç. gözaltına alındı. Ancak Müjgan Ç. kendisi ve çocuklarının can güvenliği olmadığı için şikayetçi olmadı. Örnekler çoğaltılabilir. Ama bu kadarı bile şiddetin boyutunu anlamak için yeter de artar bile. Töre cinayetlerinde öldürülen genç kızlara, sokakta yürürken bile tanık olduğumuz şiddet görüntülerini de eklediğimizde, kadının tam anlamıyla bir şiddet sarmalıyla kuşatıldığını görüyoruz. Şiddete uğrayan kadınların ezici bir çoğunluğunun emekçi ve yoksul olması ise, bu soruna biz işçilerin daha özel bir tarzda eğilmesini gerektiriyor. Yasalarda-kağıt üstünde kalan haklarını bile kullanamayan, çoğunlukla çalışma yaşamına katılamayan eve hapsedilmiş kadınların yoksulluk, cehalet ve şiddet sarmalından nasıl kurtulacağı her şeyden önce biz kadın işçilerin üzerinde durması gereken bir sorundur. Çünkü kadının ezilmesinin gerisinde ezilen bir sınıfa ve ezilen bir cinsiyete mensup olma gerçeği var.

Emekçi kadınlar kendi sorunlarına neden duyarsız?

Sömürünün ve şiddetin her boyutunu fazlası ile yaşamalarına rağmen maalesef emekçi kadınlar bu sorunları gerektiği gibi ciddiye almıyor. Geleneksel rol ve davranış kalıplarının, gerici değer yargılarının içselleştirilmesi, sorunu daha da ağırlaştırıyor. İstanbul’da bir sağlık ocağında 146 kadınla görüşülerek yapılan araştırma, bu konuda bilinçlenmenin ne denli önemli olduğunu gözler önüne seriyor. Araştırmaya katılan kadınların yüzde 82.9’u ya hiç eğitim almamış ya da ilkokul mezunu. Araştırmaya katılan kadınların yüzde 63.7’si çocukluğunda anne baba dayağı yemiş, yüzde 40.4’ü kocasının fiziksel şiddetine uğruyor. Çocukların yüzde 26’sı şiddete tanık oluyor. Kadınların yüzde 76.7’si çocuklarına şiddet uyguluyor. Bu kadınların yüzde 42.5’i çocuklarının bakımlarını ihmal etmeleri, yüzde 41.8 kocalarına karşılık vermeleri halinde, yüzde 37’si ise kadının parayı gereksiz yere harcaması durumunda kocanın uyguladığı şiddeti haklı buluyor.

Bu ve başka araştırmalar da gösteriyor ki, emekçi kadınların uğradıkları şiddeti kanıksamaları, şiddetin daha da yaygınlaşmasını kolaylaştırıyor. Kadınların ezici çoğunluğu yuva bozulmasın diye baskı ve şiddete katlanıyor. İşsizliğin çığ gibi büyümesi ve işsiz kalma sorunuyla öncelikle kadınların yüz yüze kalması, kendilerine olan özgüven zayıflığı nedeniyle boşanmayı kolayından tercih etmiyorlar. Ekonomik olarak eşlerine bağlı olmaları bu durumu kabullenmelerini kolaylaştırıyor.

Emekçi kadınların asıl sorunları çarpıtılıyor!

Emekçi kadınlara yönelik şiddet bu kadar açıktan yapılabiliyorsa bunun bir nedeni muhakkak ki vardır. En basitinden bu düzen kadınlara karşı herhangi bir güvence sağlamıyor. Ayrımcılık yasalarla ve geleneksel yargılarla sürekli olarak destekleniyor. Bir taraftan kadının cinselliği bir meta olarak pazarlanırken, diğer taraftan namus sorunu yalnızca kadının omuzlarına yıkılıyor. Şiddete uğrayan kadınları korumaya dönük olarak çıkarılan yasalar bile gerici bir ayrımcılık kokuyor. Yeni yasaya göre örneğin, eğer şiddete uğrayan kadın evli değilse ya da resmi nikahı yoksa, devlet ona koruma tahsis etmiyor. Yani açıkçası bu kadınları, kadından saymıyor. AKP hükümete geldiğinden bu yana kadın sorunu yalnızca türban sorunu çerçevesinde sürdürülen bir kısır tartışmaya konu oluyor. Her iki kesim de kadın sorunun üstünü türban, laiklik kutuplaşmasıyla örtmeye çalışıyorlar. Bunun için kampanyalar düzenleniyor. Böylece ezilen bir cinse ve ezilen bir sınıfa mensup olmaktan dolayı yaşanan kadın sorununun özü gözlerden saklanıyor... Ne bu sorunun en temelinde yatan işsizlik, yoksulluk, ağır çalışma koşulları, ayrımcı uygulamalar gündeme geliyor, ne de vahşet düzeyine varan töre cinayetlerine, fiziksel şiddet uygulamalarına karşı ciddiye alınır bir önlem alınıyor. Milletvekillerinin eşlerini dövdüğü, kadının cinsel bir meta, namus timsali ve daha çok sömürmeye elverişli bir emek gücü olarak görüldüğü bir düzenden kadın sorununu çözmesi beklenebilir mi?

Kadına yönelik şiddet bir sistem sorunudur!

İçinde yaşadığımız sömürü düzeni sürekli şiddet üretiyor. Sömürüye dayalı bir sistem olan kapitalizm şiddet olmadan varlığını sürdüremez. Bu düzende şiddete en çok ve en önce maruz kalanlar ise kadınlar ve çocuklardır. Şiddeti üretenlerden şiddete maruz kalanları koruması beklenemez. Şiddeti bir insanlık suçu, bir ayıp olarak tanımlayıp asıl suçluları ortada bırakmak, sorunun esasına dokunmak biz işçilerin tutumu olamaz. Evet kadına, çocuğa karşı şiddet uygulamak bir suçtur. Kadına yönelik şiddeti üreten baskı ve sömürü düzeni gözardı edilerek suçu tek tek bireylerde aramak gerçekleri tersyüz etmektir. Asıl suçlu bu suça itilmiş olan bireyleri de yaratan, bu suça zemin hazırlayan düzenin kendisidir. Bir başka deyişle kadına yönelik şiddet, sermayenin işçi ve emekçilere uyguladığı baskı ve şiddetin yalnızca bir yansıması ve olağan bir sonucudur. Egemen sınıfların ezilen ve sömürülenler üzerindeki her türden egemenliği ortadan kaldırılmadıkça, kadının şiddete maruz kalması da kökten çözülmüş olmayacaktır.

Emekçi kadınlar şiddet sarmalından ancak mücadele ederek kurtulur!

Ama bundan, sömürü düzeni ortadan kaldırılıncaya kadar bu sorunu ertelemek, görmemezlikten gelmek ya da önemsememek sonucu çıkarılmamalıdır. Aksine, tam da bu bilinçle açık, net ve kararlı bir tutum almak gerekir. Ezilen, sömürülen ve her gün şiddet ve baskılara maruz kalan bir sınıf olarak, bu vahşete ve gericiliğe seyirci kalamayız. Kadının her alanda tam hak eşitliği ve özgürlüğü için mücadele, sınıfın özgürleşmesi mücadelesinin kopmaz bir parçasıdır. Fabrikada, sokakta, evde, toplumsal yaşamın her alanında kadına yönelik şiddet, baskı ve gerici uygulamalara karşı mücadele etmek biz işçilerin öncelikli görevidir. Emekçi kadınların bu mücadelede oynayacağı rolün çok daha belirleyici olduğunu ayrıca belirtmeye gerek bile yok. Son olarak bu sorunun önemli bir parçası da kadınla erkek arasındaki ilişki olduğu için, sözlerimizi bir tespitle bitirelim:

Nasıl ki başka bir ulusu ezen bir ulus özgür olamazsa, başka bir insanı ezen bir insan da özgür olamaz!

(Emekçinin Gündemi’nin Şubat 2007 tarihli 1. sayısından alınmıştır)