16 Şubat 2007 Sayı: 2007/06(06)

  Kızıl Bayrak'tan
   Ordu ve hükümet Beyaz Saray’ın kapısında sıraya girdiler…
  Emperyalistleri ve siyonistleri
topraklarımızda istemiyoruz!
  İşbirlikçiler Washington’daki savaş
ağalarının huzurunda!
  Faşizme ve şovenizme karşı militan
kitle mücadelesi!
Düzen solunda seçim manevraları
Baharı kazanmak 8 Mart’ı kazanmaktan geçiyor!
Geleneksel şiddetten kurtulmak için
geleneksel devletten kurtulun!
 Clara Zetkin (1857- 1933): Uluslararası emekçi kadın
hareketinin komünist öncüsü...
  Kadına yönelik şiddete karşı tavır almak sınıfsal bir görevdir!
  Tersane İşçileri Birliği Derneği 1. Olağan Genel Kurulu’nda buluşalım!
  İşçi sınıfının toplumsal konumu ve tarihsel devrimci misyonu
  El Fetih’le Hamas “Mekke Konferansı”nda anlaştı…
  Putin’den ABD-NATO tehditlerine rest!
  Kaymağı özel
ordular yiyor - Mumia Abu-Jamal
  Dünden kalan miras ve yeniden düşünmek -
Yüksel Akkaya
  TÜMTİS Genel Sekreteri Gürel Yılmaz ile konuştuk...
  Devlete hizmette gelinen aşama:
Türk(iye) milliyetçiliği!
M. Can Yüce
  Eylem ve etkinliklerden...
  Basından...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

El Fetih’le Hamas “Mekke Konferansı”nda anlaştı…

ABD-İsrail patentli Suudi girişiminin ilk adımı atıldı, ya sonra?..

Defalarca ateşkes anlaşması yapılmasına rağmen önlenemeyen El Fetih-Hamas arası silahlı çatışmalar son günlerde durulmuş görünüyor. 100 civarında Filistinli’nin ölümüne, birkaç yüz kişinin yaralanmasına yol açan çatışmaların durması doğal ki olumlu bir gelişme olarak değerlendiriliyor. Ancak çatışmaları -en azından şimdilik- bitiren anlaşmaya Amerikancı Suudi Arabistan rejiminin gözetiminde varılmış olması birçok soruyu ve sorunu birlikte getiriyor.

Filistinlileri barıştırmak zorba Suudi rejimine mi kalmış?

Filistin halkının ödediği/ödemekte olduğu ağır bedeller, emperyalizmin bir “proje”si olarak Ortadoğu halklarının yüreğine saplanan İsrail hançerinin sapını tutanlardan bağımsız düşünülemez. Sınırı belli olmayan, din temeline göre kurulan bu ırkçı-siyonist devlet projesi İngiliz emperyalizmi himayesinde başlamış, dünya jandarmalığını ele geçirdikten sonra ABD emperyalizmi himayesine geçmiştir. Yani Filistin halkını akıl almaz zulümlere maruz bırakanlar, emperyalist güçlerle Yahudi burjuvazisinin temsilcisi siyonistlerdir. Arap egemen sınıflarının şu veya bu düzeyde Filistin halkına karşı işlenen ağır suçlara ortak olduğunu da geçerken belirtelim.

Filistin direnişine önderlik eden ilerici devrimci akımların zayıflaması, oluşan boşluğun milliyetçi veya dinci akımlar tarafından doldurulması, Filistin direnişinin trajik evreye girişinin başlangıcıdır aynı zamanda. Bu aşamadan sonra bizzat Filistin sorununu yaratanlar “çözümün adresi” olarak öne çıkmaya başlamıştır. “Oslo Barışı”yla birlikte bu güçler, somutta ABD emperyalizmi, “tek çözüm merkezi” gibi sunulmaya başladı. ABD doğrudan devrede olmadığı zaman, bölgedeki soysuz işbirlikçileri Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan… gibi rejimler de sahnede yerlerini alıyordu.

İşin rahatsız edici yönü ABD’nin uşakları, dolayısıyla İsrail’in işbirlikçileri olan bu gerici rejimlerin, -verili durumda- direnişin başını çeken Filistinli örgütler tarafından da “umut kaynağı” olarak kabul edilmesidir. Çözümün değil fakat sorunun birer parçası oldukları halde, hem El Fetih hem de Hamas bu rejimlerle yakın işbirliği içinde olabilmektedir. Her iki hareketin Suudi Arabistan’dan gelen daveti memnuniyetle karşılamaları, tutarlı bir anti-emperyalist çizgiden yoksunluğun sonucudur ve direnişçi olsalar bile gelinen yerde ne durumlara sürüklendiklerinin bir göstergesidir. Halbuki bu gerici rejimlerin adının direnişçi Filistin halkıyla ve onun temsilcileriyle aynı yerde anılması bile rahatsız edici olmalıydı. Buna karşın Mekke’ye koşan El Fetih ve Hamas liderleri, Amerikancı Suudi monarşisine övgüler dizebildiler ve bunu yaparken Filistin direnişini eksilttiklerinin farkında bile görünmediler.

Emperyalizmin kuklalarından medet umma çaresizliği veya aymazlığı

Irak’tan sonra iç çatışmaların işgal altındaki Filistin topraklarına taşınması emperyalist/siyonist projenin taktiklerinden biriydi. Filistin’i abluka altına alıp halkı aç bırakarak çatışmaları körüklemek ise planın fiili aşamasıydı. Filistin yönetimine verdiği “yardım”ı kesen Suudi Arabistan, daha baştan bu vahşetin uygulayıcıları arasında yer aldı. Hal böyleyken Suudi kralının “arabulucu” misyona talip olmasını Filistin’deki iç çatışmalardan duyduğu rahatsızlığa bağlamak ya da Suudi kralının bu yöndeki iddiasını ciddiye almak, en iyimser bakışla naifliktir.

Görünen o ki, silahları bir kenara bırakıp Mekke’ye koşan Hamas’la El Fetih liderleri farklı hesaplar içinde değillerse eğer ciddi bir aymazlık içindedirler. Aylardır devam eden görüşmelerde kayda değer bir ilerleme sağlayamayan tarafların, Suudi kralı güdümündeki görüşmelerde kısa sürede anlaşmaya varmaları ise düşündürücüdür.

Filistinli yetkililerle birlikte Suudi krallık ailesinin de tam tekmil katıldığı bir törenle ilan edilen Mekke anlaşmasına göre, İsrail’le daha önce yapılan anlaşmalara “saygı” gösterilecek, anlaşma uyarınca 7 bakanlık Hamas’a, 6 bakanlık El Fetih’e, 4 bakanlık ise diğer siyasi oluşumlara verilecek.

Bu arada Mekke’den Kahire’ye geçen El Fetihli Mahmut Abbas, Hüsnü Mübarek’e rapor verirken, Hamaslı başbakan İsmail Haniye, Mısır’dan Gazze’ye geçerken gazetecilere yaptığı açıklamada, anlaşma uyarınca 4 gün içinde istifa edeceğini bildirdi. Mekke anlaşmasının Hamas’ın yeni siyasi dili olduğunu vurgulayan Hamas’ın siyasi büro lideri Halid Meşal ise yeni hükümetin siyasi programına saygılı olacaklarını ve FKÖ’nün İsrail’le yaptığı anlaşmalara bağlı kalacaklarını söyledi.

Öte yandan Londra’daki Filistinli sürgünlerin yayınladığı Kuds El Arabi gazetesi, anlaşmayı hayata geçirmek için hevesli görünen iki örgüt liderlerinin Mekke’de Suudi krallığını övme yarışına girdiğini, hatta Filistin Başbakanı İsmail Haniye’nin Suudi Arabistan kralının attığı bu adımı Peygamber’in Arap kabilelerini uzlaştırmasına benzettiğini yazdı. Suudi krallığı gibi Amerikancı bir zorba rejimin direnişçi bir örgüt lideri tarafından bu şekilde övülmesi ciddi bir talihsizlik olarak kayıtlara geçti.

ABD’ye yakın isimlerden kabine oluşturmak Filistin halkının sorunlarına çözüm mü?

Kuds El Arabi gazetesinin haberinde bir önemli ayrıntı daha vardı. Gazete, Filistin’deki iç çatışmaların önde gelen kışkırtıcılarından Muhammed Dahlan’ın da Mekke’deki görüşmelerde hazır bulunduğunu, ancak kameralardan uzak durmayı tercih ettiğini yazdı. Hatırlanacağı gibi Muhammed Dahlan, El Fetih’e bağlı El Aksa Şehitleri Tugayı tarafından bile ABD ajanı olmakla suçlanmıştı.

Bu arada Mekke anlaşmasıyla ilgili bir diğer vahim gelişme, yeni belirlenen kabinenin ABD’ye yakın isimlerden teşkil edilecek olmasıdır. Filistinli kaynaklar, Abbas’a yakın olan ve Mekke anlaşmasıyla ulusal birlik hükümetinde önemli bakanlıklara getirilmesi planlanan isimlerin ABD ve İsrail’le yakın ilişkide bulunan kişilerden oluştuğunu bildiriyor.

Örneğin Maliye Bakanı ve Bütçe Komisyonu Başkanı olarak görev yapacak olan Selam Feyyaz’ın da tıpkı başbakan yardımcılığına getirilmesi gündemde olan Muhammed Dahlan gibi ABD ve İsrail’e yakın olduğu ifade ediliyor. Daha önce de maliye bakanlığı görevi yapan Feyyaz, Batı Şeria ve Gazze’de IMF temsilciliği (6 yıl) ve IMF Başkan yardımcılığı görevlerinde bulunmuştu.

Kabinede yer alacak isimlerin Dahlan-Feyyaz gibi kişilerden oluşması halinde, Filistin sorununa çözüm üretmek bir yana, var olanlara yenilerinin eklenmesi kaçınılmaz olacaktır.

Ezilen halklar her türden gericiliğe karşı direnerek özgürleşecektir!

ABD-İsrail patentli bir anlaşma kotaran Suudi rejimi, Arap ülkelerine liderliğini kabul ettirme yönünde iyi bir başlangıç yaptığını, bu sayede İran’ın Filistin direnişi üzerindeki etkisini kırma yönünde önemli bir adım attığını hesap ediyor olmalıdır. Büyük ihtimalle Hamas’la El Fetih liderlerinin talihsiz tutumları, şeriatçı rejimin bu kanısını daha da pekiştirmiştir.

Oysa ABD-İsrail patentli bir proje ile Filistin veya diğer Arap halklarının sorunlarına çözümler üretilebileceğini iddia etmek, en hafif deyimle bu halklarla alay etmektir. Bu proje, gerici Arap rejimlerini Suudi Arabistan önderliğinde, ABD-İsrail emrinde İran’a karşı seferber etmek için işe yarayabilir. Zaten gündeme gelmesinin nedeni de budur. Malum Arap rejimleri, bölgeyi ziyaret eden Bush liderliğindeki neo-faşist çetenin şeflerine, “Filistin sorunu çözülmeden İran’a karşı bir ‘ılımlı Sünni eksen’ oluşturmanın mümkün olmadığını” daha önce bildirmişlerdi. Bu engeli ortadan kaldırmaya çalışan ABD emperyalizmi, taşeronu Suudi rejimine Filistinlileri “barıştırma” misyonu yüklemiştir.

Elbette El Fetih-Hamas çatışması Filistin direnişini kemiren vahim bir hatadır. Bu ciddi hatayı aşmanın en iyi yolu, her iki tarafın halk önünde özeleştiri yaparak silahlarını siyonist işgale çevirmeleriydi. Böylesi bir çözüm hem direniş için, hem de Filistin halkı için önemli bir kazanım olacaktı. Yazık ki, taraflar böyle bir adım atma düzeyi yakalayamamıştır.

Ne ABD-İsrail ikilisinin, ne taşeron Suudi Arabistan’ın ne de bu gerici güçlere yakın isimlerden oluşturulacak yeni kabinenin… Bunların hiçbirinin Filistin halkının sorunlarının çözümüne zerre kadar katkı sunması mümkün değildir. Tersine, Filistin halkı, enternasyonal dayanışmanın da katkılarıyla bu gerici güçlerin tümüne karşı direnebildiği zaman özgürleşecektir.