16 Şubat 2007 Sayı: 2007/06(06)

  Kızıl Bayrak'tan
   Ordu ve hükümet Beyaz Saray’ın kapısında sıraya girdiler…
  Emperyalistleri ve siyonistleri
topraklarımızda istemiyoruz!
  İşbirlikçiler Washington’daki savaş
ağalarının huzurunda!
  Faşizme ve şovenizme karşı militan
kitle mücadelesi!
Düzen solunda seçim manevraları
Baharı kazanmak 8 Mart’ı kazanmaktan geçiyor!
Geleneksel şiddetten kurtulmak için
geleneksel devletten kurtulun!
 Clara Zetkin (1857- 1933): Uluslararası emekçi kadın
hareketinin komünist öncüsü...
  Kadına yönelik şiddete karşı tavır almak sınıfsal bir görevdir!
  Tersane İşçileri Birliği Derneği 1. Olağan Genel Kurulu’nda buluşalım!
  İşçi sınıfının toplumsal konumu ve tarihsel devrimci misyonu
  El Fetih’le Hamas “Mekke Konferansı”nda anlaştı…
  Putin’den ABD-NATO tehditlerine rest!
  Kaymağı özel
ordular yiyor - Mumia Abu-Jamal
  Dünden kalan miras ve yeniden düşünmek -
Yüksel Akkaya
  TÜMTİS Genel Sekreteri Gürel Yılmaz ile konuştuk...
  Devlete hizmette gelinen aşama:
Türk(iye) milliyetçiliği!
M. Can Yüce
  Eylem ve etkinliklerden...
  Basından...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Devlete hizmette gelinen aşama:

Türk(iye) milliyetçiliği!

M. Can Yüce

15 Şubat 1999 günü Kenya’da yakalanıp Türkiye’ye getirildiğinde Öcalan, uçakta gözlerini açar açmaz, “Anne tarafım Türk, eğer fırsat verilirse devlete hizmet etmeye hazırım” sözlerini büyük bir rahatlıkla söyledi. Bu sözleri duyanlar, şaşkınlıktan neredeyse küçük dillerini yutacaklardı. Oysa bu sözler rastgele ve düşünülmeden söylenen sözler değildi. “Büyük önder” kararını vermişti: Bundan böyle devlete hizmet edecekti, kusursuz, denileni yapacaktı, “Başbakanlık Kriz Merkezi”nin çizdiği çerçevede davranacaktı. Akıllı olmak buydu, başkaları gibi kaba direnişçiliğe pirim vermeyecek, ne pahasına olursa olsun yaşamını koruyacaktı… Yaşamını korumak “bireysel bir mesele” ya da “basit yaşam kaygısı” değildi, bunu yaparken her zaman olduğu gibi büyük düşünüyordu!.. Büyük gerekçeleri vardı!

Bunları açıklamak, bunların teorisini yapmak da zor değildi, hele kendisi için: “Eğer böyle davranmamış olsaydı, 100 yıllık bir Türk-Kürt savaşı çıkacaktı. Bu savaşı önlemek için kendisinin yaşaması gerekirdi!”

Peki, ne pahasına?

O güne dek Kürt adına yaratılan değerleri, yaratılan mevzileri, kazanımları bir altın tepside Türk devletine sunarak, PKK’ye ait ne kadar bilgi varsa bunları devlete vererek, Kürt halkını ideolojik, politik ve askeri açıdan silahsızlandırarak, istisnasız denilen herşeyi yaparak!

“Devlete hizmet etmek” ne demekti? Devlete hizmet etmek ile Kürt halkına hizmet etmek, bu iki davranış biçimi aynı anda gerçekleşebilir miydi? Daha başka sorular da yanıt bekliyordu? Ama önce bunları sormak gerekiyordu! İlk dönemde sorular soruldu, yüksek sesle. Yüksek sesle düşünüldü, tartışıldı, yine yüksek sesle itirazlar yükseldi, yaygın ve güçlü olmasa da… Ama bunlar çok kısa bir sürede bastırıldı. Devlete verilen hizmet sözünün bir gereği olarak İmralı merkezli iktidar sistemi kesintiye uğramadan yoluna devam etti. İlk şaşkınlık, ilk tepkiler bastırılıp iktidar sisteminin gedikleri onarıldıktan sonra devlete hizmetin diğer adımlarına sıra geldi.

A. Öcalan, açılan ilk mahkemede yaptığı savunmada devlete hizmetin ne anlama geldiğini, bunun çerçevesini çok net biçimde ortaya koydu. Mahkeme kürsülerinde bir Kürdistanlı yurtsever, bir ulusal kurtuluş lideri değil, kırk yıllık bir Kemalist ideolog, bir siyasetçi vardı. Söylediği her sözle PKK’yi ideolojik ve politik çizgisiyle, yaratılan değerler sistemiyle, pratiğiyle mahkûm ediyor, ölen Türk askerlerini “şehit” ilan ediyor, onların ailelerinden özür diliyordu. Bu tanım ve af dileyiş, aynı zamanda yaşanan tersine dönüşün sembolik ifadesi oluyordu. PKK’yi, Kürdistan’da geçmişte yaşanan direnişleri mahkûm eden Öcalan, Kemalizm’i, TC’nin resmi tezlerini çok daha kaba ve bayağı bir tarzda tekrarlıyordu. Birinci savunmasının ana çerçevesi buyken, ikinci savunmasında PKK’yi tasfiye etmenin, bazı kültürel kırıntılarla Kürt sorununu çözmenin faydalarını anlatıyor, bunun olmaması durumunda dış güçlerin PKK ve Kürt sorununu nasıl kullanacağını, bunun gerekçelerini madde madde sıralıyordu. Yani savunmalarında iki nokta öne çıkıyordu: Biri, Kürtler ve onlara ait ne varsa herşeyin mahkûm edilmesi, devlet ve resmi tezlerin savunulması, yani Kürtler’in ulusal ve toplumsal bilinçlerinin katli; diğeri, devlet savunusu ve bunun Kürt sorunu ve PKK’nin halledilmesi üzerinden yapılması… Bu ikisi sadece bir dönekliği, bir ihaneti, devlete hizmet sözünün gereğini mi anlatıyor? Bunların hepsi var, ama daha başka bir role, başka bir hizmete oturduğu da kesin! Bunun ne olduğuna geleceğiz!

İlk savunması, ilk yıllardaki sözleri ve politik duruşu, kaba, bayağı ve klasik bir itirafçı duruşudur. Bunu kendisi de zaman zaman ifade eder. “İlk savunmam der, kaba ve hamdır.” Ama daha sonra kitaplar biçiminde yazılan savunmalar ise belli bir ideolojik ve teorik iddiaya dayandırılmaya çalışılır, bundan dolayı ilk savunmalardaki öz daha estetize edilmeye, inceltilmeye, belli bir tarihsel, felsefik ve teorik arka plana oturtulmaya çalışılır!

Kaba Kemalizm savunusunun ayrıntılarını bir yana bırakalım. Dünden bu yana söylediği ve yaptığını alt alta topladığımızda bunun ne anlama geldiği daha iyi anlaşılır. Öcalan her fırsatta, avukatlarıyla yaptığı her görüşmede Kemalizm’in güncelleştirilmesi gerektiğini, kendisinin bunu yapmaya çalıştığını döne döne vurgular.

Kemalizm’in kültür milliyetçiliği olduğunu, kendisinin de bunu savunduğunu sık sık tekrarlar.

Kürt sorununda M. Kemal’in İzmit konuşmalarında söylediği söylenen “yerel otonomi” sözlerinin bugün için bile referans noktası alınabileceğini tekrarlayıp durur.

Devlete, onun üniter yapısına ve anayasada dile getirilen cumhuriyetin temel niteliklerine bağlı olduklarını, bu temel çerçeveye dokunulmaksızın cumhuriyetin demokratikleştirilmesi gerektiğini belirtir. Hem cumhuriyetin temel niteliklerine, onun üniter yapısına bağlı olacaksınız, hem de onun demokratikleştirilmesinden yanasınız. Peki, bu, mümkün mü? Ulus-devlete ilke olarak karşı olduğunu her fırsatta tekrarlayan Öcalan, nedense TC söz konusu olduğunda bu söylediklerini unutur. “Devletin birliği ve bütünlüğü bizim de hedefimizdir, bölücü değiliz” sözlerini sürekli tekrarlar. Bir yandan da “demokratik Konfederalizm” düşüncesini savunur, ama bununla, yine, TC’nin ulus-devlet yapısının kılına dokunmaz, dokunmamaya özen gösterir. Ulus-devlet yapılanmasına gerçekten ilke ve politik olarak karşıysa öncelikle ulus devlet’ten öte “devlet-ulus” olarak tanımlanması gereken TC’nin kendisini, onun devlet ulus niteliklerinin dağıtılması gerektiğini açıktan ilan etmeli ve buna karşı mücadele ettiğini deklare etmelidir! Ama Öcalan bunu yapmıyor! Yaptığı Kürtlerin ulusal bilincini, kendi geleceğine sahip çıkma mücadelesini baltalamak, Kürtleri her açıdan silahsızlandırmaktır. Ulus devlet karşıtlığı da ilkesel değil, sadece ve sadece bu amaca dönüktür!

PKK sorununun bir af yasasıyla, legal siyaset yapmanın önündeki engelleri kaldırmakla çözüleceğini vurgulayan Öcalan, Kürt sorununun ise uniter devlet yapısına dokunmadan Cumhuriyetin demokratikleştirilmesi, bazı kültürel kırıntılar verilmekle yakın bir tehlike ve tehdit olmaktan çıkacağını her defasında tekrarlar. Bu bağlamda Kürtlerle yapılacak bir ittifak, Türkiye’yi ufku açık bir bölge aktörü haline getirir. Geçmiş “tarihsel ittifaklara” göndermede bulunan Öcalan, bunların Türklere neler kazandırdığını tekrarlayıp durur. Sultan Yavuz döneminde Osmanlı’nın Ortadoğu’ya açılması ve yerleşmesini, daha önce Alparslan’ın Kürt beyleriyle yaptığı ittifakın Türklere Anadolu’nun kapılarını açtığını, bugün aynı tarihsel çizginin güncellenerek tekrarlanmasının TC’nin yaşadığı krizi aştırıp bir bölge gücü haline getireceğini söyler…

Öcalan, yeni bir ulus tanımını da yapar. Buna göre vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes, her unsur “Türkiye ulusu”nun bir parçasıdır! Bu tanımda her etnik grup, her halk topluluğu kimliğini kullanmaya devam etmeli, bunlar “alt-kimlik”tir; ama alt-kimliklerin tanımı, “üst-kimlik” olan “Türkiye ulusu” veya “Türkiyelilik” üst-kimliğinin bir parçası olarak varlığını sürdürür. Bu ulus tanımı, aslında mevcut TC devlet-ulus gerçeğini teorize etmekten, meşrulaştırmaktan ve başta Kürt halkı olmak üzere diğer halk topluluklarına kabul ettirilmekten başka bir anlam ifade etmemektedir. Mevcut devlet yapısı, mevcut devlet-ulus modeli, mevcut düzen bir iki fırça darbesi, birkaç rötuşla Kürtlere ve diğer halklara kabul ettirilmek, yedirilerek sindirilmek isteniyor. Bütün çabaların, bütün “devlete hizmet” sözünün gereği yapılan çalışmaların özü ve hedefi budur!

Son açıklamalarında MİT müsteşarının 80. kuruluş yıldönümü konuşmasına atıfta bulunur, bunu kendi düşüncesine yakın bulur, hatta düşüncesinin bir benzeri olarak över. MİT müsteşarı, TC’nin savunma konumundan kurtulup askeri, ekonomik ve diplomatik açıdan güçlü bir devlet haline gelmesini ve bölgesel bir emperyal güç olarak yerini alması gerektiğini vurgular. Bunun için ne gerekiyorsa onun yapılmasını belirtir. TC’nin varlığını, geleceğini ve temel çıkarlarını emperyal bir gözlükle değerlendiren bir Türk milliyetçisinin yaklaşımıdır bu.

Peki, Öcalan’ın bu yaklaşımını ve duruşunu nasıl değerlendirmek, hangi ideolojik ve politik çerçeveye oturtmak gerekir? Yukarıda vurguladığımız sorularımızı tekrarlamak gerekirse; bütün bu yapılanlar, bu “hizmet sözünün” gereği teorik, politik ve pratik çabaları “bir dönekliği, bir ihaneti, devlete hizmet sözünün gereğini mi anlatıyor?” Kuşkusuz bunların hepsi var; ama bunları aşan bir çerçeveye oturduğu da bir olgudur!

Dikkat edilirse Öcalan’ın savunmalarında, avukatlarıyla yaptığı görüşmelerde, gönderdiği talimat ve verdiği mesajlarında Kürt halkının temel çıkarlarına, ulusal demokratik istemlerine ilişkin kayda değer bir şey bulamazsınız. Ama TC ve onun iktidar organlarını tehditle karışık ikna etme, kendisinin ne düzeyde değiştiğini gösterme ve kanıtlama, bu bağlamda devlete ve düzene kabul ettirme çabalarını her söz ve yaklaşımda görmek mümkündür! “Biz değiştik, artık devleti ve bu düzeni savunuyoruz. Hatta onların göremediği tehlikeleri bile görüyor, bunlara parmak basıyoruz. Bunu değme Türk milliyetçilerinden daha gerçekçi, akılcı ve uygulanabilir bir çizgide dile getiriyoruz! Ama öte yandan içinden çıktığımız toplumun hoşuna giden birkaç söz de söylüyoruz. Etnik kimlik, kültürel haklar, barış, yasal siyaset olanağı ve alanı gibi…”

Devlete hizmet sözünün gereği yapılanlar kapsamlıdır: Bir yandan Kürtler’in ve emekçilerin (zaman zaman sosyalizm lafzına vurgu yapılarak) ideolojik ve politik kavrayışlarını bozma, saptırma ve köreltme çabaları, bunu evrensel bir ideoloji geliştirme iddiasına oturtma yaklaşımı; bununla birlikte diğer yanda, devlete akıl hocalığı yapma, yeni bir ulus anlayışı ve stratejik yaklaşım geliştirme çabası, bunu Kürtleri düzene bağlama temelinde yapma çabaları, sıradan bir itirafçılık, sıradan bir tasfiyecilik olarak tanımlanamaz! Karşımızda Türk devletinin stratejik çıkarlarını belli bir milliyetçi bağlama oturtmaya ve devlete kabul ettirmeye çalışan bir Türk milliyetçisi var. Kendi deyimiyle 21. yüzyıl Kemalisti’yle karşı karşıyayız.

İşte A. Öcalan’ı bir de bu bakışaçısıyla okumakta, değerlendirmekte yarar var. Bu bakışaçısıyla bakıldığında söylediği her söz ve attığı her adımın anlamı daha iyi anlaşılır ve yerli yerine oturur. İmralı sürecinin 8. yılında “komplo teorilerini” bir yana koyup Öcalan’ı sözü ve eylemiyle daha objektif bir biçimde değerlendirmekte yarar var. Özellikle hala ona toz kondurmayanlar bir de bu gözle kendisini okumak durumundadırlar… Eğer hala yüreklerinde yurtseverlik zerresini taşıyorlarsa bir de bunu denemek durumundadırlar…