19 Ocak 2007 Sayı: 2007/02(02)

  Kızıl Bayrak'tan
   Emperyalizme ve bölge gericiliğine karşı halkların devrimci dayanışması ve birleşik mücadelesi!
  Hiçbir strateji ABD’yi bataktan
kurtaramayacak!..
  ABD, Türkiye ve Güney Kürdistan
  Uyuşturucu kullanımı ilköğretim okullarına kadar indi...
DİSK yönetimi ve “10 Aralık Hareketi”...
Tecrite karşı eylemlerden...
Gençlik hareketi
 Erdoğan’dan İstanbul için “çözüm” önerileri…
  TÜMTİS’ten kamuoyuna açıklama...
  Yeni bir mücadele yılına girerken gençlik hareketi...
  Belediye-İş 2 No’lu Şube Başkanı Hasan Gülüm ile asgari ücret üzerine konuştuk...
  Haydutbaşı Bush “yeni savaş stratejisi”ni açıkladı…
  Rice’ın Ortadoğu gezisi…
  Blair: “Savaşlara devam etmeliyiz!”
  ABD’nin İran’a yönelik nükleer yaptırımı
Abu Şehmuz Demir
  Kapitalizmin yangınları
tesadüf değil!
  Sendikacı dediğin lafını esirgemez, eğer...
Yüksel Akkaya
  Katledilişlerinin 88. yıldönümünde anıldılar...
  2007’ye girerken/2
  Bir emperyalist yeniden yapılandırma projesi: Geniş Ortadoğu İnisiyatifi-1
  ABD hegemonyası ve sol
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

ABD hegemonyası ve sol

Ragıp Duran’ın 13-14 Ocak günleri Ankara’da gerçekleşen “Türkiye Barışını Arıyor” konferansında yaptığı konuşmayı, konferansın emperyalizm konusundaki genel suskunluğunu vurguladığı için önemsiyor ve buna ilişkin bölümü okurlarımıza sunuyoruz.../KB

ABD’ye karşı çıkmadan barış olmaz

Dünkü oturumların bir kısmını izleyebildim, diğer konuşmalardan da haberdarım. Burada ne yazık ki dün ve şimdiye kadar, çok önemli hatta tayin edici bir konudan yeteri kadar söz edilmedi. Bu konuya bazı konuşmacılar, galiba çoğu ise hiç değinmedi.

Kürt meselesi çoktan Diyarbakır-Van-Hakkari üçgeninden çıktı, Ankara-Bağdat-Şam-Tahran dörtgenini de aştı, sorun artık global bir sorun haline geldi. Üstelik ABD’nin Irak işgalinden bu yana, hatta 1991’deki ilk saldırısından bu yana, bölgede en önemli siyasi ve askeri güç haline gelen ABD’yi hesaba katmadan oluşturulacak bir politikanın herhangi bir geçerliliği söz konusu olamaz. Kürtler, daha doğru bir deyişle özellikle Güney’deki Kürt yönetimi ABD saldırganlığı, hegemonyası, emperyalizmi konusunda yanlış hayaller besliyor. ABD bugün dünyanın ve bölgenin en zararlı, en tehlikeli gücüdür. Bu nedenle ABD’nin yayılmacı, saldırgan, savaşçı, işgalci politikalarına karşı mücadele etmeden ne bağımsızlık, ne özgürlük, ne demokrasi, ne de barış olabilir. ABD tarzı bir bağımsızlık, demokrasi ve barış isteyenler Irak’ta olup bitenleri görüyor değil mi? Biliyorum bu konu hassas, çok tartışılıyor. Ama ben Güney yönetiminin, ya da Türkiye’deki Kürt siyasi hareketlerinin ABD emperyalizminin işbirlikçisi, Amerikan uşağı filan olduklarını söylemiyorum. Bu konudaki perspektif ve duyarlılık eksikliğini vurgulamaya çalışıyorum.

Kürt dünyasındaki ABD yanlılığının üç nedeni var:

* Milliyetçi perspektifle, yani dar bir bakış açısıyla tahlil yapınca, Kürtler başdüşman olarak sadece ve esas olarak Saddam’ı görüyordu. Bu tıpkı bir atölyede çalışan çırağın başdüşman olarak ustabaşını görmesi gibi. ABD’nin Saddam’la olan çelişkisiyle Kürtlerin Saddam ile olan çelişkisi aynı türden değil. Dolayısıyla Kürtlerin, Saddam’ı devirmek istediği için ABD’yi dost ya da müttefik olarak ilan etmesi ve öyle muamele etmesi yanlış.

* Kürtler, Ahmede Hani’den bu yana haklı ve meşru olarak kendi devletlerini kurmaya çalıştılar. Ama çok çeşitli iç ve dış dinamik engeller nedeniyle bu istek bugüne kadar gerçekleşemedi. Bazı Kürt grupları, artık bu düşün gerçekleştiği görüşündeler. Oysa ki Güney’de bugün oluşmakta olan “entité”, ki buna federe devlet, özerk bölge, hatta bağımsız devletin ilk adımı da diyebiliriz, unutulmamalı ki, ABD işgali sayesinde meydana geldi, geliyor. Dolayısıyla, dışa bağımlı bir devlet ve özellikle de işgal sona erdiğinde, tek başına ayakta kalamayacağı gibi Sünni ve Şii Araplarla birlikte yaşam koşullarını ortadan kaldırmış durumda. Bu yetmiyormuş gibi, bağımsız üç devlet kurulsa bile, yeni düşmanlarla çevrili bir devlet olma riski söz konusu. İşgal altında bağımsızlık, özgürlük, demokrasi ya da barış olmaz.

* Son bir neden de, konum değişikliği. Güney’deki Kürtler onlarca yıl ellerinde silahlar dağlarda bağımsızlık, özgürlük, demokrasi ve barış için savaştılar. İlginçtir, mesela, İsmet Şerif Vanlı’nın (La Question Nationale Kurde en Irak- Irak’ta Kürt Milli Meselesi) kitabında da ayrıntılı bir şekilde anlatıldığı üzere, feodal özelliklerine rağmen Barzani’nin KDP’si bile 1960’lı yıllardaki kongre kararlarında hep “Kahrolsun ABD emperyalizmi!” şiarını benimsemişti. Erbil/Hewler yönetimi artık bağımsızlık, özgürlük, demokrasi ve barışı kazandığını sanıyor ve iktidara geldiğinin farkında. Barzani-Talabani ikilisi artık iktidara gelince kaçınılmaz olarak meseleye baktıkları konum değişti. Artık ABD emperyalizmine karşı muhalefet sözkonusu olmadığı gibi, temel mesele iktidarı sürdürmek haline geldiği için, toplum çıkarını önplana koyan perspektif de kayboldu. Muhalefette iken ABD’ye karşı çıkmak belki kolaydı ama şimdi varlık nedeninizi sağlamış olan bir güce muhalefet edemezsiniz.

Güney’deki Kürt yönetiminin hatırlamak istemediği üç örnek var: 1946 Mehabad, 1972 Cezayir Özerklik Antlaşması ve 1991. Her üç örnekte de dış güçler, sırasıyla SSCB, İran ve ABD, Kürt mücadelesini kendi devlet çıkarları doğrultusunda değerlendirdikten sonra, Kürtleri kaderleriyle baş başa bırakmış, her üç seferde de Kürtler hüsrana uğramıştı.

Soldan uzaklaştıkça barıştan da...

İkinci siyasi nokta, daha çok ideolojik bir tercihle ilgili. Güney’dekiler kadar Kuzey’deki Kürtlerin de 2001 ve 1999’dan bu yana sol ideolojiden uzaklaştıklarını gözlemek gerek. Gerek KDP ve KYB’nin yayınlarında gerekse PKK’nin yayın ve pratiklerinde, eskiden belki biraz silik, sönük de olsa rastladığımız sol ideoloji ve terminoloji büyük ölçüde azaldı. Biliyorum, sol dünya çapında geriledi diye itiraz edebilirsiniz, ayrıca sol kavramının da muğlaklaştığı ya da tartışma konusu olduğu da öne sürülebilir. Ama benim Althusser’ci bakış açısıyla, belki de genel olarak dünya görüşü olarak tanımlayacağım sol ideoloji aslında öyle o kadar da muğlak ve tartışmalı bir kavram değil. Emekle sermaye arasındaki çelişki, laiklik, uluslararası dayanışma, ittifak politikaları ve tabii ki demin sözünü ettiğim dünyadaki gericiliğin beyni ve kalbi olan ABD yönetimine karşı tutum, solculuğun temel kıstaslarını oluşturuyor hâlâ. Sol, bir değerler manzumesidir, kişisel ve toplumsal hayata ilişkin bir tahayyüldür.

Türkiye’deki Kürt siyasi hareketlerinin Türk Solu olarak adlandırılan kümeyle ilişkilerinden söz etmiyorum. Türk solunun Kürt meselesinde ne kadar başarısız, ne kadar olumsuz bir sınav verdiğini Mustafa Suphi’den bu yana izliyoruz. Gerçek solcuların ve bağımsız Türk aydınlarının Kürt sorunu konusundaki olumlu, ama ne yazık ki kitlesel etkisi çok fazla olamayan tutumları da ayrı bir sorun.

Bugün KDP ve KYB’nin de ve ne yazık ki PKK’nin de sol bir perspektife sahip olduğunu kimse öne süremiyor. Oysa ki mesela geçmişte, sadece Barzani-Talabani Irak’ta ve Güney’de iktidara gelene kadar, PKK, Güneyli iki lidere, nispeten soldan eleştiri yöneltebiliyordu. Ama Barzani’nin Erbil’de, Talabani’nin de Bağdat’ta iktidara geçmesi, eski sol bakışı rafa kaldırdı. Anlaşılan milliyetçi bakışın alanı genişleyince sol bakışa pek yer kalmıyor. Barzani ve Talabani’nin iktidar sahibi olması, PKK’yi de ABD sayesinde elde edilmiş bu iktidara sanki ortak yapmış gibi. Osman Öcalan ve bazı eski PKK kadroları da, 2003 sonrasında yabancı basında yayınlanan demeçlerinde, ABD’nin kendileriyle birlikte Büyük Ortadoğu Projesini hayata geçirmesi gerektiğini savunmuşlardı.

PKK’nin (Kandil olsun, İmralı olsun) küreselleşme, ABD emperyalizmi, Irak gibi konulardaki açıklama ve tahlilleri, somut gerçeklerin analiz ve sentezinden çok, bu örgütün kısa vadeli ve dar isteklerini içeren metinler olarak algılanıyor.

Soldan uzaklaşma, bağımsızlık, özgürlük, demokrasi ve barıştan da uzaklaşma anlamına geliyor.

Tekrar ediyorum, KDP ve KYB’den antiemperyalist ve solcu olmalarını beklemek söz konusu değil. Çünkü bu iki partinin tarihi, sınıf kökeni ve yapısı zaten bu tür bir isteğin gerçekleşmesine müsait değil. Ancak PKK’de ve yakın çevresinde antiemperyalizmden ve soldan uzaklaşma, 2003 hatta belki de 1999’dan bu yana net bir şekilde görülüyor.

ABD hegemonyası konusunda duyarsızlık ya da yanlış tahlil ile soldan uzaklaşma, hafif kaymalar değildir. Bedeli çok ağır olabilir. (...)

(Bianet, 16 Ocak 2006)

(Bu metin, 14 Ocak 2007’de Ankara’da düzenlenen “Türkiye Barışını Arıyor” konferansında yaptığım konuşmanın, toplantı sonrası yapılan tartışmaları da içerecek bir şekilde zenginleştirilerek kaleme alınmış versiyonudur/RD)


Bir büyük yazarın küçük hesapları

‘İnce Memed’i 14 yaşında büyülenerek okumuştum, Yaşar Kemal’in hafta sonu ‘Türkiye Barışını Arıyor Konferansı’nda yaptığı konuşmayı, bu kez, içim bulanarak okudum.

O destansı dilden, politika esnafı diline geçişe tanık olmak hüzün verici oldu. Keşke dağa çıkan gençlerden birinin hikâyesini destansı diliyle öyle bir anlatsaydı ki, onlardan birine, kimse bir daha, kolay kolay ‘terörist’ diyemeseydi. Bir büyük yazardan bu beklenirdi. Bir büyük yazardan, politikanın pazarlık dilinin ucuz tekrarlarını değil, bir insanlık dersi alsaydık, Kürt meselesinin halli konusunda umutlanmak için çıkış bulsaydık.

Bir büyük yazarın, 20. yüzyılın insanlık adına tanık olduklarını sayıp dökerken düştüğü sıradan, baştan savma savaşa itiraz hattı bir yandan, insanlık onuru adına yapılanlara geldiğinde işaret ettiği yerin Avrupa Birliği olması, diğer yandan tüm söyledikleri, çok ama çok hayal kırıcıydı. Evet, Yaşar Kemal’in konuşmasında, ‘Korkular, acılar içinde geride bıraktığımız bir yüzyılda’, ‘İnsanlığımızı onurlandıran işler de yapıldı’ dedikten sonra, bu onurlandıran işlerin yekûnü Avrupa Birliği etrafında özetleniyor. Sadece kötü bir Avrupa Birliği broşür ağzı değil söz konusu olan, bir büyük görmezden gelme. Sadece, geçen yüzyılın insanlık onuru adına yapılan bir sürü kavgasını, direnişini görmezden gelme değil, Avrupa Birliği denilen siyasi birliğin bugün içinde bulunduğu savaşı görmezden gelme.

Irak’tan bahsediyorum, kendi aralarındaki savaşlara son verme adına bir araya gelen Avrupalıların bir bölümü, Irak’ı işgal edenler arasında. Irak yakın tarihin gördüğü en kanlı, en vahim insanlık olayı olmaya devam ediyor. Savaşlara dur demek için bir araya gelmiş Avrupalılar, yazın ortasında, 33 gün Lübnan’ın bombalanması karşısında parmaklarını kıpırdatmadılar. Bu mu 20. yüzyılın insanlık onuruna hediyesi? Olabilir mi?

Hem nedir, Atatürk’le başlayıp, Malazgirt ile devam eden yolu Kuzey Irak’taki petrol kuyularından geçen Türk-Kürt kardeşliği masalı? Klişeler, milliyetçiliği okşama, petrol hesabı üzerinden mi kardeş olacağız? Olmaz olsun. ‘Türk’ün Türk’ten başka dostu olmadığı’nı düşünen marazi kafadan, onun yanına ‘Kürt’ten başka dostu yok’u ekleyerek mi kurtulacağız? Yaşar Kemal, “Ey milliyetçi ırkçılarımız, dünyada bir tane dostumuz varsa diyelim, o da güneyimizde petrol kuyularının üstünde oturan Irak Kürtleridir” demiş.

Araya petrol hesabı sıkıştırarak mı kardeşliğe ikna edeceğiz ‘ırkçıları’? Bundan, Türk veya Kürt kime ne hayır gelecek? Bağımsızlık istemeyip, federe devletin ‘işlerine gelmesi’ne mi bağlayacağız, barış umutlarımızı? Kardeşlik, barış ve ‘işine gelmek’ lafları aynı cümle içinde kulağınızı tırmalamıyor mu?

Hem Irak’ta direnenler için ‘terörist’ diyenlere, ‘Gerillaya terörist demeyin’ diyebiliyor musunuz?

Ben öteden beri, şiddete dayalı siyasete karşı olmama karşın, direniş hareketlerinin hiçbirine ‘terör’ denmemesinde ısrar ediyorum, siz Irak’ta işgale karşı direnenlerden neden hiç bahsetmiyorsunuz?

Ne Irak kuzeyden, ne bölge Kürtlerden ve Türklerden ibaret değil. Dünyadaki tek dostumuz Kuzey Irak’taki Kürtlerse, Araplar neyimiz?

Yaşar Kemal, “Bir de Lozan Konferansı var. Kürtler, Türkiye’yi değil de İngilizleri tutsalardı, bugünkü durumları böyle mi olurdu?” demiş. Sahi, ‘Türkiye barışını ararken’ neyin pazarlığını yapıyoruz? Söz konusu olan, İngilizlerle işbirliği yapmamış olmanın hesap pusulası mı? Bu her şeyden önce, işbirliği yapmayanların onurunu zedeleyecek bir ifade. Hem emperyalistlerle işbirliği sonucu Ortadoğu’nun ne hale geldiği ortada, aynı şeyleri mi tekrarlayacağız? Bu kez Türklerle Kürtler başkalarının canları, kanları üzerine mi barış ve kardeşlik tesis edecek? Bu ülkenin ötesinde, bu bölgenin halklarının hepsini kucaklayacak bir barışa ihtiyacımız olduğunu, böyle bir çabanın dilinin bu olamayacağını hâlâ fark etmediniz mi?

Nuray Mert

(Radikal, 16 Ocak ‘07)