19 Ocak 2007 Sayı: 2007/02(02)

  Kızıl Bayrak'tan
   Emperyalizme ve bölge gericiliğine karşı halkların devrimci dayanışması ve birleşik mücadelesi!
  Hiçbir strateji ABD’yi bataktan
kurtaramayacak!..
  ABD, Türkiye ve Güney Kürdistan
  Uyuşturucu kullanımı ilköğretim okullarına kadar indi...
DİSK yönetimi ve “10 Aralık Hareketi”...
Tecrite karşı eylemlerden...
Gençlik hareketi
 Erdoğan’dan İstanbul için “çözüm” önerileri…
  TÜMTİS’ten kamuoyuna açıklama...
  Yeni bir mücadele yılına girerken gençlik hareketi...
  Belediye-İş 2 No’lu Şube Başkanı Hasan Gülüm ile asgari ücret üzerine konuştuk...
  Haydutbaşı Bush “yeni savaş stratejisi”ni açıkladı…
  Rice’ın Ortadoğu gezisi…
  Blair: “Savaşlara devam etmeliyiz!”
  ABD’nin İran’a yönelik nükleer yaptırımı
Abu Şehmuz Demir
  Kapitalizmin yangınları
tesadüf değil!
  Sendikacı dediğin
lafını esirgemez, eğer...
Yüksel Akkaya
  Katledilişlerinin 88. yıldönümünde anıldılar...
  2007’ye girerken/2
  Bir emperyalist yeniden yapılandırma projesi: Geniş Ortadoğu İnisiyatifi-1
  ABD hegemonyası ve sol
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

ABD, Türkiye ve Güney Kürdistan

Türkiye-ABD ilişkilerindeki sorun alanlarından birisi Irak ve Güney Kürdistan’dır. Son zamanlarda bu konuda yeni tartışmaların boy verdiği görülüyor. ABD Dışişleri Bakanı Rice ve Savunma Bakanı Gates, kendilerinin Irak’tan çekilmeleri halinde Türkiye’nin bu ülkeye müdahale etmesi ihtimalinin bulunduğunu ifade ettiler. Güney Kürdistan’a ilişkin politikaları ABD’ninkilerle pek uyuşmasa da Türkiye’nin ABD’nin olurunu almadan bu bölgeye dönük bir askeri müdahaleye kalkışması pek öyle kolay değil. Kuşkusuz bunu ABD’li yetkililer de biliyorlar. ABD’li bakanların bu açıklaması Türkiye’ye ilişkin bir gerçeği ifade etmekten ziyade, savaş çetesinin başı Bush’un açıkladığı yeni Irak stratejisine karşı işbirlikçi Kürt yönetiminden çıkan kimi aykırı sesleri bastırmaya yönelik olduğu besbelli.

Son günlerde generallerden medyaya, hükümetten diğer sermaye partilerine kadar düzenin temel güç odakları hararetli bir biçimde Güney Kürdistan’a askeri bir müdahaleyi tartışıyorlar. Bu tartışmalar basına da yansımış bulunuyor.

“Komutanlarla en uçtaki senaryoları bile konuşuyoruz” diyen Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, “En uçtaki senaryo”ya şöyle açıklık getiriyor: “ABD’nin koordinatörlük uygulaması, tam anlamıyla bir oyalama olarak netleşirse... Ve bu arada Türkiye, Kerkük’te bir oldubittiyle karşı karşıya kalırsa... Yani, petrol üzerinde bir Kürt egemenliği oluşursa... PKK baharla birlikte yeniden saldırılara başlar ve Kuzey Irak’ta lojistik destek almaya devam ederse... Yapacağımız ABD gezisi de bir sonuç vermezse... Talabani ve Barzani tehditkâr açıklamalarına devam ederse... Ve son olarak fiilen parçalanan Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devleti ihtimali netleşirse... Bütün bu durumlar karşısında Türkiye askeri güç kullanmak durumunda kalacaktır.”

Bu arada MİT Müsteşarı’nın Türkiye’nin dış politikada “bekle-gör-tavır al” taktiğini eleştiren açıklamasının tartışmaları hararetle sürerken, geçtiğimiz hafta bir açıklama da Başbakan Erdoğan’dan gelmişti. Erdoğan, Kerkük’te demografik yapının değiştirilmesinin ardından referandum yapılmak istenmesine seyirci kalmayacaklarını söyleyerek ABD’den PKK’ye karşı somut adım beklediklerini ve öte yandan sınır ötesi operasyon konusunun gündemlerinde olduğunu yinelemişti.

Ardından CHP Genel Başkanı Baykal da AKP hükümetini Irak konusunda aktif bir politika benimsemesi halinde destekleyeceklerini belirtti ve “Meclis, Irak’a asker gönderme kararı almalı” dedi. DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar ise, “Bizim başlangıçtan beri söylediğimiz gibi, Türkiye’nin denklem dışı bırakılması meselesi devam etmektedir” şeklinde konuştu.

Kürt sorunu konusunda faşist-şoven güçlerin en uçtaki temsilcilerinden emekli General Alaaddin Parmaksız’ın, Ankara’da düzenlenen “Kerkük’ü Unutma Kongresi”nde yaptığı konuşmada söylediği, “Kandil bombalanmalıdır. TSK’nın bu yeteneği var, yeter ki siyasi irade buna karar versin. Kandil bombalanarak terör yok edilmez ama ‘ABD’ye rağmen sizi vururuz’un bir işareti olur. Olmadı, Kandil Dağı işgal edilir” sözleri, birbirlerine karşı egemenlik mücadelesi veren hükümet ve generaller takımının, Kürt sorununda aynı geleneksel inkâr ve imha çizgisinde buluştuklarının yeni bir örneğini sunmuştur.

ABD Dışişleri Bakanı Rice, bir yandan “Bölgesel politikalarımızda doğru partnerlerimiz, bu hedefleri paylaşan müttefiklerimiz Türkiye ve İsrail’dir” derken öte yandan, “ Irak’tan çekilirsek Kürtler bağımsızlık ilan eder, Kerkük’e el koyarlar, Türkiye de müdahale eder” açıklamasına ABD Savunma Bakanı Gates’in benzer yöndeki demeci de eklendiğinde sorun bambaşka bir boyut kazandı.

Açıktır ki, bütün bu açıklamalar soruna ilişkin temel gerçekleri karartmaktadır.

Öncelikle şu gerçeğin altını çizelim ki, Türkiye’nin ABD’den bağımsız hele hele ona rağmen bir dış politikası olmaz. Kuşkusuz sermaye devleti, kendi çıkarları gerektirdiğinde ve tabii ki kendini bu çıkarların gereğini yerine getirmeye muktedir hissettiğinde, yeni yerler işgal etmeyi düşünmüştür. Tarihi boyunca, bu tür girişimlerde bulunmuş ve Musul-Kerkük hariç diğer tüm girişimlerinde çeşitli şekiller altında amacına da ulaşmıştır. Küçük Ağrı Dağı bölgesi ve Hatay sınırlara dahil edilmiş, Kıbrıs’ta ise Türkiye’nin uydusu bir devlet kurdurulmuştur.

Fakat bugün için Türkiye, kendi payına topraklarını genişletmekten ziyade, ABD’nin nüfuz alanlarını genişletmek ve hegemonyasını sağlamlaştırmak için yaptığı planların içinde yer alarak Avrasya’da, Balkanlar’da ve Ortadoğu’da ABD etkinliğini yerleştirmede rol almaya çalışmaktadır. Nitekim 1990 sonrasında sermaye devletinin “başarılı” olduğu tüm alanlar ABD emperyalizminin çıkarları ile uyumlu çıkarlara sahip olduğu alanlar oldu: Bosna, Orta Asya ve Hazar havzasından gelecek enerji nakil hatları, Somali ve Balkanlar’daki “insancıl müdahale operasyonları”, Güney Kürdistan’a yapılan operasyonlar gibi. ABD emperyalizminin çıkarlarına hizmet ettiği ölçüde çeşitli nüfuz alanlarında kendisine düşen payı büyük bir iştahla midesine indiren sermaye iktidarı, kurulduğundan bu yana gerçekleştiremediği ancak hiç aklından çıkmayan yayılmacı düşlerini de bu dönemde yer yer yeniden ısıtıp ortaya çıkarma imkânını buldu, buluyor.

Hatırlanacağı üzere, 90’lı yılların başında “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne” kurulacak egemenlik hayalleri yeniden dile gelir olmuştu. Ancak, gerçek dünyanın katı yüzü burjuvaları bu düşlerden uyanmak zorunda bıraktı. Neticede, Türkiye konumundaki ülkeler, emperyalist güçlerden bağımsız bir politika izleme şansına sahip değillerdir. Mutlaka dış politikalarını bir emperyalist gücün çıkarlarına uygun olarak dizayn etmek zorundadırlar. Örneğin son Irak işgalinde ABD’nin Ortadoğu’da yapmayı tasarladığı yeni düzenlemeler dolayısıyla Musul ve Kerkük’e ilişkin “tarihsel” iştahı kabaran sermaye devletinin ABD çıkarlarının gerektirdiği tutumları sergilemeden ve ABD’den izin almadan herhangi bir pay kapması mümkün olmamıştır.

Bugün için de, sermaye iktidarının Kerkük ve Musul’dan herhangi bir pay alma imkanı ortada görünmemektedir. Bütün işaretler, sermaye iktidarının ABD’nin dümen suyunda emperyalist savaş batağına daha dolaysız çekileceğini gösteriyor. ABD’nin Afganistan’da ve özellikle Irak’ta yaşadığı açık iflas bunu gerekli kılıyor. O, savaş batağına kendi “ulusal çıkarlar”ı için değil, ABD’nin emperyalist çıkarları için sürüklenmektedir. Generallerin, MİT’in, Başbakan’ın son açıklamaları da bu saldırgan politikayı meşrulaştırmaya yöneliktir. Değişen güç dengelerine ve ABD’nin Irak batağından çıkışta tercih edeceği politikaya bağlı olarak, Güney Kürtleri’ne bir kere daha ihanet edilerek sermaye devletinin bu bölgeye askeri müdahalesinin önü açılabilir de. Kuşkusuz bu gelişme de olasılıklar arasındadır. Fakat bu, ABD’ye rağmen değil, onun bilgisi ve onayı dahilinde olabilir. Gerçekçi bir noktadan bakan herkesin görebileceği yalın bir gerçektir bu.

ABD, bir yandan Türkiye’yi, Kürtleri ve diğer bölge ülkelerini kendi bölge stratejisine bağlıyor, öte yandan Türk, Kürt, Arap, Acem, Şii, Sünni gibi ulusal ve mezhepsel ayrımları kışkırtarak kendi varlığını bölgenin istikrarı için bir ihtiyaç gibi gösteriyor. ABD, Bush tarafından açıklanan yeni Irak stratejisine karşı işbirlikçi Kürt yönetiminden çıkan bazı aykırı sesleri bastırmayı da hedefleyerek Güney Kürtleri’ne “Bölgeden ayrılırsam Türkiye size müdahale eder”; Türkiye’ye de, “Ben olmazsam Kürtler Kerkük’ü alır, bağımsızlığını ilan eder” diyor. Yaşanan gelişmeler üzerinden söylemek gerekirse, ABD’nin Kürt politikası, sorunu bölgedeki varlığını kalıcılaştırmak ve sorun üzerinden karşı karşıya getirdiği güçleri kendi stratejisine yedeklemek olarak özetlenebilir.

Emperyalizmin ve işbirlikçi uşak takımının Kürt sorununu, bölge ülke ve halklarını kendi gerici emellerine yedeklemek için kullanmasını engellemenin yolu, açıktır ki, “İşçilerin birliği, halkların kardeşliği” temelinde mücadeleyi yükseltmekten geçmektedir.