29 Aralık 2006 Sayı: 2006/51 (51)
  Kızıl Bayrak'tan
   TÜSİAD’ın uyarıları ve sermaye iktidarının çözüm arayışları
  2006’da ekonomi cephesi…
  Sefalet ücretlerine son!
  Sermaye sınıfı ve hizmetindeki iktidar asgari ücrette gene bildiğini okudu!
Asgari ücret kampanyası...
Meslek liseleri neden burjuvazi için “memleket meselesi”?
“Ne olacak bu cumhurbaşkanlığı seçimi?” - Yüksel Akkaya..
 19 Aralık eylemlerinden...
  Açlığın ve yoksulluğun olmadığı bir dünya için Devrimci sınıf mücadelesini yükseltelim!
  İşçilerin ve devrimci
öncü işçilerin birliği sorunu
  Sendikal bürokrasi ve
devrimci sınıf sendikacılığı
  Gençlikten
  Dünyadan...
  Türkmenistan kurtlar sofrasında!
  Küba’nın verdiği ders! - Mumia Abu-Jamal
  Siyaset ve çelişkiler sahası Ortadoğu - Abu Şehmuz Demir
  Volkan Yaraşır’la işçi hareketinin yaşadığı sorunlar ve çözüm önerileri üzerine konuştuk…
  ÖO direnişinin dışarıdaki onurlu sesi, güzel insan Behiç Aşçı’ya mektup...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Ölüm orucu direnişçisi Gülcan Görüroğlu’na...

“F tipleri saldırısıyla aslında bütün bir toplum tecrit edilmeye çalışılıyor”

Sevgili Gülcan, dostça merhaba,

Sana bu satırları ölüm orucu direnişinin 229’uncu gününde yazıyorum. Yani 19 Aralık’ta ve bugün aynı zamanda 19- 22 Aralık katliamının yıldönümü. Fakat senin de bildiğin gibi 19 Aralık aynı zamanda direnişin de yıldönümü. Çok yerinde olarak sermaye devletinin bu vahşeti Hitler faşizmine benzetilmişti devrimciler tarafından. Fakat bu devletin ilk defa yaptığı bir katliam değildi. Bu devlet ki bugünlere ellerinde nice mazlum halkın ve insanın kanıyla gelmiştir. Ve yine bu yüzden katliamcı sıfatını taşıyor. Elbette şimdiye kadar devrimcilerin de ilk direnişi değildi. Ama vahşetin boyutu karşısında en hafızalarda kalacak olanlardan olacaktır.

Sevgili dost,

Sen direnişe başladığından itibaren seninle ilgili çıkan haberleri takip ediyordum. Ezilen bir ulusa ve de mezhebe mensupsun. Bir kadınsın ama aynı zamanda bir anne. Ve hepsinden önce ve önemlisi bir devrimcisin. Nitekim daha önce cezaevinde bir süre tutsak edilmişsin. Sermaye düzeninin nice katliamlar pahasına açabildiği F tipi hücrelerde bugüne kadar 122 devrimci yaşamını yitirdi. 600 kadar devrimci de zorla tedavi sonucunda sakat bırakıldı. F tipleri saldırısıyla aslında bütün bir toplum tecrit edilmeye, yaşamların hücreleştirilmeye çalışıldığının bilincindeydin. Dışarıda da olsan bedenini ölüme yatırmakta tereddüt etmedin.

Sevgili Gülcan,

Seninle hiç tanışmıyor olsam da direnişine destek mahiyetinde birkaç satır yazmak istedim. Azgınca sömürünün yaşandığı, tekstil sektöründe çalışan bir işçiyim. Yani alanlarımız farklı da olsa bizler de sermayeye karşı mücadele etmekteyiz. Çünkü bu sistemin biz işçi sınıfına reva gördüğü kölece çalışma ve yaşam koşullarından ibarettir. Çünkü bu sistem bize kendi yoz kültürünü dayatıyor. Evet bizim de insanlığımızı yitirmemizi, birbirimizin kuyusunu kazar hale gelmemizi istiyor. Yani bir yandan fabrikalarda herşeye göz yuman, hiçbir hak talep etmeyen, verilene şükreden, diğer yandan birbirinin sırtına basan, ahlaksızlaşan işçiler olmamızı amaçlıyor. Maalesef bunda şimdilik başarılı olduğunu görüyoruz. Özellikle tekstil sektöründe.

Kısacası insanca yaşanılabilir, insanın insanı ezmediği ve insanların geleceğine güvenle bakabildikleri bir toplumsal düzen olan sosyalizme ulaşmak için mücadele ediyoruz. Ve yeri gelince bunun bedeli neyse ödemekten hiçbir zaman kaçınmıyoruz. Şunu da belirtmek isterim ki, bu mücadele aynı zamanda işçi ve emekçilerin de yaşamlarının köleleştirilmesi demek olan F tipi saldırısına karşı olmayı da içermektedir. İşçi sınıfının en yakıcı sorunlarına karşı bu denli duyarsız olduğu bir durumda F tipi saldırısına ve içerideki devrimci tutsaklara ilgi göstermesi beklenemez. Bu nedenle önce kendi sorunlarına karşı bir ilgi göstermeli, bir bilinç sıçraması yaşamalı ki, diğer sorunların da aslında nasıl da kendisini hedeflediğini anlayabilmeli. Temel sorun burada yatıyor diye düşünüyorum.

Sevgili Gülcan,

Mektubumu burada bitirirken direnişinde başarılar dilerim. Bir kez daha en içten devrimci selamlarımı gönderiyorum.

İstanbul’dan bir tekstil işçisi


KESK Behiç Aşçı’yı ziyaret etti

KESK üyeleri 27 Aralık günü tecride karşı ölüm orucu direnişini sürdüren devrimci avukat Behiç Aşçı’yı Şişli’deki evinde ziyaret etti. Aşçı ile sohbet eden Alaaddin Dinçer, Bülent Arınç’ın açıklamasının sözde kalmaması gerektiğini vurguladı.

Behiç Aşçı yaptığı konuşmada, “Toplumun her tarafı tecriti tartışıyor, sadece Adalet Bakanı tartışmıyor. Sizlerin desteği, ilgisi bizleri de çözüm noktasında umutlandırıyor. Ocak ayından sonra ‘siz bırakın biz düzenleme yapacağız’ diyorlar. Ama bize 19 Aralık’ı ve F tiplerini de bir iyileştirme olarak sundular kamuoyuna. Ama hiç düzenlemenin içeriğini tartışmıyorlar, bahsetmiyorlar” dedi.

Daha sonra KESK İstanbul Şubeler Platformu adına Dursun Yıldız konuştu. İstanbul’daki KESK şubelerinden 7 yöneticinin aralarında bulunduğu grup adına konuşan Alattin Dinçer ise şunları söyledi:

“22-23-24 Aralık’ta gerçekleştirdiğimiz Başkanlar Kurulu toplantısında konuştuğumuz konulardan birisi de avukat Behiç Aşçı’nın tecrite karşı başlattığı ölüm orucu eylemi ile ilgiliydi. Bülent Arınç’ın açıklamasından sonra sorun daha yakıcı hale gelmeye başlamıştır. Artık verilen sözlerden çok somut adımlar atılması gerekmektedir. Örgütümüz olarak, yüreğimizle, düşüncelerimizle bu sorunların çözülmesi noktasında ve sorunun çözümüne ilişkin taleplerin de arkasında olduğumuzu bildiriyoruz.”

Kızıl Bayrak/İstanbul


Bursa’da destek açlık grevi

F tipi tecrit işkencesine dikkat çekmek ve ölüm orucuna devam eden Behiç Aşçı, Sevgi Saymaz ve Gülcan Görüroğlu’na destek olmak amacıyla Bursa’da da açlık grevi başladı. 26 Aralık günü başlayan iki günlük dönüşümlü açlık grevi 29 Aralık gününe kadar sürecek.

Açlık grevine ilk başlayan Gülcan Şenol, 26 Aralık günü direniş evinde bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Şenol, 2000’den bu yana F tipi hapisanelerin kapatılması için 122 insanın yaşamını yitirdiğini, bugün ölüm orucunu sürdüren iki çocuk annesi Gülcan Görüroğlu’ndan etkilendiğini, bir anne olarak kendisinin de yapılanlara kayıtsız kalamayacağını, gücünün yettiği ve sesinin gittiği yere kadar mücadelesini sürdüreceğini belirtti.

Kızıl Bayrak/Bursa


K. Armutlu’da gözaltı terörü

Devletin “Yozlaşmaya ve çeteleşmeye” karşı kampanya yürüttüğü bahanesiyle devrimci ve demokrat kurumlara yönelik saldırıları devam ediyor.

Aralık ayı başında Temel Haklar ve Özgürlükler Dernekleri’ne yönelik devlet saldırısının ardından 25 Aralık günü Sarıyer-Küçükarmutlu’da kolluk güçleri eş zamanlı olarak evlere baskınlar düzenledi, 12 kişi gözaltına alındı.

Polisin Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Sarıyer Şube Başkanı Muammer Şimşek’in evine girmek istemesi ve Şimşek’in avukatı gelene kadar aramaya izin vermeyeceğini söylemesi üzerine polisin camları kırarak içeri girdiği, baskınları ve polisin estirdiği terörü protesto etmek için toplanan halkın üzerine polisin gaz bombası attığı ve ayaklara doğru ateş ettiği bildirildi.


ÖO direnişinin dışarıdaki onurlu sesi, güzel insan Behiç Aşçı’ya mektup...

Yüreğimiz seninle atıyor

Sevgili can-dost, güzel insan;

Mektubuma başlarken kavgamızın tüm sıcaklığıyla kucaklıyor, kızıl alnından öpüyorum. Bu satırları yazdığım gün 19 Aralık, saat ise sabah 00:04’ü göstermekte idi. Yani bundan tam altı yıl önce arkasına emperyalizmi alan Türk burjuvazisinin Hitler faşizmine rahmet okutan vahşetteki boyutuyla tüm çürümüşlüğünü kustuğu katliamın yıldönümü idi. Tarihe vahşi bir katliam, bir o kadar destansı bir direniş günü olarak geçen bu yıldönümünde; ölümü yenen ölümsüz savaşçılarımızın anısı önünde saygıyla eğilirken, hesap günü gelip çatana kadar sabırla büyüttüğümüz kavgamızın sıcaklığıyla merhaba demek istedim. Her ne kadar gecikmiş bir merhaba olsa da!

Dışarıdayken yapılan basın açıklamalarında, devrimci tutsaklarla ilgili girişimlerde en fazla senin adını okuyor, duyuyordum. Bir düşman saldırısında gözaltına alınıp tutuklandığımda ise koğuşta kalan hemen herkesin bahsettiği sayılı avukatların arasındaydın. Seninle iki karşılaşmamız, kısa bir sohbetimiz olmuştu. Yılgın, bezgin, ukala ve küçük hesaplar peşinde koşan küçük dünyalı avukatların yaklaşımının zerresini dahi sende görmek mümkün değildi. İnsana umut ve güç veren duruşun, bakışların ve diri görüntün…

Yasakların ardı-arkasının kesilmediği ve dört bir duvara bir başına hapsedilen bir devrimcinin en büyük güç kaynağı ideallerine, davasına dair taşıdığı umuttur. Düşman ne kadar saldırırsa da saldırsın, tutsak devrimci ne kadar uzun yatarsa yatsın bu umudu taşıdığı müddetçe hiçbir güç onu yenemez. Sermaye devletinin son yıllarda estirdiği azgın terör, F tipi hücre ve tecritteki ısrarı, Kürt halkı şahsında açıktan ifade ettiği “başarıya olan umudu öldürmek” ifadesi, bu temel saldırıya dayanıyor. Öncüsü şahsında işçi sınıfı ve emekçi halklar teslim alınır ve “başarıya olan umudu” öldürülürse, bu sayede İMF-TÜSİAD yıkım programları sorunsuz hayata geçirilir, ülke sınırsız bir şekilde emperyalizmin hizmetine açılır.

Örnek bir devrimci avukat olarak Behiç Aşçı

Bu bağlamda içeridekilerin sadece avukatı değil, umudu, yoldaşı, gözü-kulağıydın. Umut taşıdığın, acısına-sevincine ortak olduğun bir sürü müvekkilinin ölümsüzlüğüne tanık oldun. Türkiye’nin dört bir tarafındaki hapishaneler arasında sürekli mekik dokudun. Bununla da kalmayarak; süreçten geri düşenlerin kendilerini kendi hücrelerine hapsettiği ve kapağı yurtdışına attığı, şehit düşen onca direnişçinin ardından kimilerinin yaptığı onca ukalalığa rağmen teslimiyetçiliğin, reformizmin kuyruğuna daha da yapıştıkları, devlet terörünün hiç eksik olmadığı bir ortamda tereddütsüz bedenini ölüme yatırdın.

Bu tereddütsüzlüğünün ayrıca şöyle bir anlamı var: Hücrede olupta kendini direnişe, zafere kilitleyen bir devrimci başka bir şey düşünmez. Direnişten ya şehit düşecektir, ya sakat, ya da bazı arizi rahatsızlıklarla çıkacaktır. Saniye saniye, saat saat, gün gün içinde bulunduğu atmosfer, insan kılığına bürünmüş suratlarında insan olduklarına dair bir zerre bile bulunmayan gardiyanlar, gürültüyle açılıp kapanan hücre kapısı, yan hücrede tüm engellemelere rağmen nasıl olduğunu öğrenmek için kendini parçalayan siper yoldaşının uzaktan gelen merhabası… Her an direnişçinin yüreğindeki ateşi harlandırır.

Ancak direnişe duygusal bağlılıkla tanık olanlar bu süreçten daha çok (psikolojik) etkilenerek çıktılar. Direnişin gücüyle korku duvarlarını yıkan nice ana-babanın, nice aydının kitle eylemlerinde önplana çıkması, şehitlerin çoğalmasıyla, direnişin gücünün azalmasıyla geri çekilmeleri, korku duvarlarının tekrar yükselmesi ve kendilerini kendi hücrelerine hapsetmeleri başka nasıl izah edilebilir?

Tüm bu gelişmelerden sonra direnişe başlama gerekçeni ve devrimci bir insan olarak mesleğini nasıl algıladığını direnişe başladığın gün kamuoyuna açıkladığın yazında şu şekilde ifade ediyordun: “Ben avukatlıktan önce devrimci kimliğimin daha önemli ve belirleyici olduğunu düşünüyorum. Devrimci Avukat, meslek olarak avukatlık yapmaktan öte Haklar ve Özgürlükler mücadelesinin içinde, demokrasi mücadelesinde saf tutmuş olandır. Yüzü halka dönüktür. Bilgisini, Bazen DGM salonlarında, bazen eylemlerde, mitinglerde yerimi aldım. Katliamlara tanıklık ettim. Yüzlerce cenaze kaldırdım. Ki her biri ayrı birer değer olan insanlardı, onları birer birer ölümsüzlüğe uğurladım. Acılarımı içime gömdüm, koşturdum. Çünkü ben bir devrimci idim, avukattım. Bunun için bedel ödedim. Gözaltına alındım, işkence gördüm. Tutuklandım. F Tiplerinde tecriti yaşadım. Avukatlık yapmam yasaklandı. Müvekkillerimle görüşmem yasaklandı. Devrimciliğin bedelsiz yapılamayacağını anladım. Yaşadıklarım ödemem gereken bedellerdi. Yine zaman içinde anladım ki; devrimcilik insan olma, insanlaşma süreci idi. Siyasi iktidarların iğdiş ettiği değerlerimizi, geleneklerimizi, duygularımızı, sevgilerimizi ve hasretlerimizi devrimcilik yaşatıyordu. Mücadele içinde anlatılması imkansız duygular yaşadım. Bağlılığı, karşılıksız sevgiyi, dostluğu, Halk ve Vatan sevgisini devrimcilikle tanıdım. Biz bu vatan toprakları için, bu topraklarda yaşayanlar için öldük. Ölmeye devam ediyoruz. Bundan daha güzel bir duygu olabilir mi?”

Wernike’ye yakalanan toplum ya da
Korsakof’a dönüşen sol hareket

Savaşlar, yıkımlar, deprem felaketleri, açlık, yoksulluk, kitlesel infazlar… Kapitalist sermaye düzeninin kaynaklık ettiği bu sosyal ve fiziki yıkımların giderek toplumu çürütmesi, soysuzlaştırması, kişiliksizleştirmesi, kimliksizleştirmesi… Bunca saldırının karşısında örgütsüz toplumun balık hafızasına dönüşmesi, wernike hastalığına yakalanması belki anlaşılırdır. Peki işçi-emekçilere önderlik etmek iddiasındaki ve kendilerine sol, sosyalist, devrimci diyenlerin korsakof hastalığına yakalanması nasıl izah edilebilir?

Kuşkusuz bunun tek izahı yukarıda alıntı yaptığım yazında söylediğin temel vurguya ek olarak ihtilalci devrimci mücadeleden kaçıştır. Kendilerini yasal, ekonomik-demokratik sınırlar içerisinde tanımlayıp bu sınırlar içerisinde hapis etmektir. İşte hücre budur, işte tecrit budur, devrimci-ihtilalci ruhtan yoksun olmaktır. Sermaye devletinin yok etmek istediği tam da devrimci ruhtur. Senin de vurguladığın gibi: “Devrimcilik insan olma, insanlaşma süreci idi. Siyasi iktidarların iğdiş ettiği değerlerimizi, geleneklerimizi, duygularımızı, sevgilerimizi ve hasretlerimizi devrimcilik yaşatıyordu.” Bundan yoksun olanlar her alanda wernike-korsakof olmaya mahkumdur.

Bundan dolayıdır ki: Kolunu makineye kaptıran ve Rıfat Ilgaz’ın şiirine konu olan Aliş’(ler)in, pamuk makinesinin önce saçından tutarak sonra bedenini paramparça ettiği işçi kadın Ayşe’(ler)in, içinde üç bin santigrat sıcaklığındaki kor erimiş demirin olduğu kazanın patlamasıyla kemiğinin dahi bulunamadığı işçi Seyid’(ler)in…

Fuhuşa zorlanarak bedeni parça parça satılan kadınlar, daha bıyıkları dahi terlemeyen ve azgın çarklar içerisinde öğütülen çocuk işçiler, kanının damla damla emildiği milyonlarca işçiler… Çöplüklerden beslenmek zorunda bırakılan emekçiler için. Zindanlarda-hücrelerde katledilen, tecrit işkencesiyle umudu öldürülmeye çalışılan tutsaklar için. Kırımdan geçirilen, soysuzlaştırılan insanlık için, doğa için, gökyüzü için, dünyamız için bu düzeni yıkmaya mecburuz. Tam anlamıyla herşeyi insan gibi yaşamak ve hissetmek için dahi devrimci, komünist olmak dışında başka bir yol yoktur. Tarihsel haklılığını bu devrim toprağının derinliklerinden, işçi-emekçilerin bağrından alan devrimimiz her geçen gün büyüyor. Bunu çürümüş düzenin ne tecrit işkencesi, ne hücreleri ne de azgın devlet terörünün gücü yenebilir. Bu devrim toprağında er ya da geç sosyalizmin güneşi doğacaktır.

Siper yoldaşlığının zirvelere çıktığı ve bunun yapı taşı olan kanımızın birbirine karıştığı bu destansı direnişin yıldönümünde yazdığım bu mektupla duygu ve düşüncelerimi seninle paylaşmak istedim. Her ne kadar sürece dair farklı düşünsek de şunu belirtmeliyim ki sevgili dost, tekrar aynı koşullarla karşı karşıya kalsam tereddütsüz bir şekilde bedenimi ölüme yatırmaktan, bu sevdayı hücre hücre eriyerek yaşamaktan çekinmem.

Siper yoldaşlığının amansız sevgisiyle seni kucaklıyor, alnından öpüyorum.

TKİP ÖO gazisi