29 Aralık 2006 Sayı: 2006/51 (51)
  Kızıl Bayrak'tan
   TÜSİAD’ın uyarıları ve sermaye iktidarının çözüm arayışları
  2006’da ekonomi cephesi…
  Sefalet ücretlerine son!
  Sermaye sınıfı ve hizmetindeki iktidar asgari ücrette gene bildiğini okudu!
Asgari ücret kampanyası...
Meslek liseleri neden burjuvazi için
“memleket meselesi”?
“Ne olacak bu cumhurbaşkanlığı seçimi?” - Yüksel Akkaya..
 19 Aralık eylemlerinden...
  Açlığın ve yoksulluğun olmadığı bir dünya için Devrimci sınıf mücadelesini yükseltelim!
  İşçilerin ve devrimci
öncü işçilerin birliği sorunu
  Sendikal bürokrasi ve
devrimci sınıf sendikacılığı
  Gençlikten
  Dünyadan...
  Türkmenistan kurtlar sofrasında!
  Küba’nın verdiği ders! - Mumia Abu-Jamal
  Siyaset ve çelişkiler sahası Ortadoğu - Abu Şehmuz Demir
  Volkan Yaraşır’la işçi hareketinin yaşadığı sorunlar ve çözüm önerileri üzerine konuştuk…
  ÖO direnişinin dışarıdaki onurlu sesi, güzel insan Behiç Aşçı’ya mektup...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

2006’da ekonomi cephesi…

Yıkım, katmerli sömürü ve yağma!

Uzun yıllardır uygulanmakta olan ekonomi politikaları 2006’da da genel hatlarıyla devam etti. Farklılık daha çok yoğunluğunda ve şiddetinde yaşandı. Bu çerçeveden bakıldığında, önceki yıllarda uygulamaya sokulan politikaların sonuçları daha belirgin biçimde ortaya çıkmıştır. Tüm bunlarla birlikte, düzenin ekonomi cephesindeki durumu, bu ekonominin yapısal sorunları tarafından koşullanan bir tekdüzelik ile aynı sona doğru ilerlemektedir. Bu son, düzenli ve giderek daha sık periyodlarla tekrarlanan ekonomik ve mali krizler ve çöküntülerdir. 2006’da yaşananları olduğu kadar 2007’ye ilişkin beklentileri de bu temelde değerlendirmek doğru olacaktır.

İş başına gelirken ekonominin ve maliyenin kontrolünü İMF’ye bırakan AKP hükümeti, bir yandan her kriz döneminin sonrasında yaşanan göreceli ekonomik genişlemenin havasını arkasına almış, diğer yandan işçilerin azgınca sömürülmesinin adı olan emek verimliliğine ve düşük döviz kuru avantajına da yaslanarak “rekorlar” kıran ihracata dayanmıştı. Diğer taraftan ise işçi ve emekçilerin pervasızca soyulmasıyla elde edilen kaynaklar borç ve faiz ödemeleri adı altında emperyalist merkezlere servis edilmişti.

2001 Şubat krizinin ağır faturasının işçi ve emekçilere ödetilmesiyle nefes alan kapitalist düzen, bunu pembe tablolar eşliğinde sunuyordu. Güya kriz atlatılmış, ülke düze çıkmıştı. Kanıt olarak ise, düşen enflasyon ve büyüyen ihracat rakamları veriliyordu. Elbette borsadaki istikrarlı gidişat da olmazsa olmaz bir kanıttı düzen için. Bu büyüme masalları eşliğinde ise, İMF patentli politikaların uygulanmasını, toplum olarak (gerçekte sadece işçi ve emekçiler için) fedakarlığın elden bırakılmamasını buyuruyorlardı.

İşte 2006’da bu pembe masalların sonu gelmiştir. Zira bu yıl içerisinde yeni bir ekonomik ve mali krizin işaretleri ortaya çıkmıştır. Mayıs ayında, 2001 Şubat krizini önceleyen Aralık sarsıntısına benzer biçimde borsadaki ve döviz kurundaki ani iniş ve çıkışlar bir anda tüm bu pembe masalları sona erdirmiştir. Böylelikle görülmüştür ki, sağlanan “ekonomik büyüme” geçici ve aldatıcıdır. Mali sermayenin kollarına düşmüş olan ekonomideki kırılganlık artmış, üzerine bina edildiği dengeler çok daha hassas bir hal almıştır. Rant ve yağmayla ancak çevrilen kapitalist ekonomi, her an 2001’dekine benzer ve dahası dünya ölçeğinde biriken kriz dinamikleriyle birlikte ondan da yıkıcı olabilecek bir krizin eşiğinde bulunmaktadır.

Bazı ekonomik göstergeleri ortaya koyarak durumu daha net biçimde açıklayabiliriz. Bu göstergelerden ilki 2005 yılına ilişkin açıklanan milli gelir rakamlarıdır. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıklamış olduğu milli gelir rakamları, 2005 yılının üçüncü çeyreğinde üretim artışının ciddi ölçüde yavaşlamış olduğuna işaret etmektedir. Yılın ilk yarısında kaydedilen yüzde 7.5’luk büyüme yerini yüzde 3’le bırakmıştır. Ekonomik büyüme beklenenin altında da olsa sürdürülmüşse, bunun en önemli nedeni inşaat sektöründeki dönemsel canlanmadır. Rant ve yağma eksenli bu büyüme, kapitalistlere aşırı sermaye birikimlerini değerlendirme imkanı yaratırken, servet-sefalet kutuplaşmasını daha da arttırmış, sınıfsal uçurumlara çarpıcı boyutlar kazandırmıştır. Bu, kapitalist ekonomideki mevcut canlılığın geçiciliğine ve geleceğinin olmadığına dair bir başka önemli göstergedir.

Diğer bir gösterge ise dış ticaret açığı ve cari açık rakamlarıdır. Geçtiğimiz günlerde açıklanan dış ticaret açığı ve cari açık, beklentilerin ötesinde yüksek rakamlara ulaşmıştır. Buna göre, yıl sonunda her iki açık da oldukça yüksek düzeylerde seyretmektedir. Cari açığın 33 milyar dolara ulaşması ve milli gelirin yaklaşık yüzde 8.5 düzeyine yükselmesi tahmininde bulunulmaktadır. Bu rakamlar, o üzerine pembe masallar düzülen ve rekorlar kırmakla övünülen ihracat rakamlarını yaya bırakmaktadır. Zira dış ticaret açığının büyümesi, ihracat artarken ithalatın çok daha büyük ölçekte artması anlamına gelmektedir. Dahası, döviz kurunun düşük olmasının da katkısıyla son dönemde ihraç edilen ürünlerde ithal girdi kullanımı dikkat çekici biçimde büyümektedir. Öyle ki, ihracatın büyük ağırlığını oluşturan dokuma ürünlerinde dahi ithal girdi oranı yüzde 50’lerin üzerinde seyretmektedir. Bu oran bazı ürünlerde yüzde 80’lere ulaşmaktadır. Bu demektir ki, emperyalistler ve uzantıları tam bir sömürü ve soygun mekanizması kurmuşlardır: İlk olarak işçileri ucuz işgücü olarak çalıştırarak azgınca sömürmekte, ikinci olaraksa bu büyük ithalat tutarını karşılamak bahanesiyle oluşturulan borç tuzağında iliklerine kadar soymaktadırlar.

Tüm bunlarla bir kez daha kanıtlanmıştır ki, emperyalist-kapitalist sistemle bütünleşme, serbestleşme ve kuralsızlaştırma olarak tanımlanan politikalarla uluslararası tekeller için oluşturulan hareket özgürlüğü, tam bir yağma özgürlüğü sağlamıştır. Öyle ki uluslararası tekeller bu yıl boyunca ülkenin en büyük sanayi kuruluşlarına ve işletmelerine el koymuşlardır. Özellikle bankacılık alanında gözlemlenen yabancı sermaye ağırlığı, giderek ekonominin diğer alanlarına doğru yayılmaktadır. Demir-çelik, çimento ve son olarak yasal kısıtlamaların bir biçimde aşılmasıyla medya da uluslararası tekeller tarafından kontrol edilmeye başlanmıştır. Bu yıl içerisinde uluslararası tekellerce yağmalanan kuruluşların listesini ekte veriyoruz. Bu listeye bakıldığında yağmanın boyutları daha iyi anlaşılacaktır.

Diğer taraftan dünya ölçeğinde hareket eden dev tekellerin uzantıları olarak hareket eden “yerli” sermaye grupları da bu yağmadan fazlasıyla paylarını (elbette dolaylı olarak parçası oldukları “yabancı” sermaye ile paylaşmak ya da aktarmak üzere) almışlardır. Bu yağmanın en büyük parçalarını kapanlar ise Tüpraş’ı alan Koç ile Erdemir’i alan Oyak olmuşlardır.

Yağmanın diğer bir ayağında ise sağlık ve sosyal güvenlik hakkının tasfiyesi bulunmaktadır. Öyle ki bu yıl içerisinde geçirilen (Anayasa Mahkemesi’nin kararı sonrasında yürürlülük tarihi 2007 Haziran’ına bırakıldı) GSS yasasıyla bu alandaki soygun ve yağmanın yolu açılmıştır. Böylece işçi ve emekçilerin üzerindeki sosyal yıkım vahşet boyutlarına ulaştırılmaktadır. Ekonomiden işçi ve emekçiler payına düşen ise dipsiz bir sefalet, katmerli bir sömürü ve soygun olmaktadır. 2006 yılı içerisinde kamu hizmetlerinin ticarileştirilmesi hızlandırılmış, işsizlik artmaya devam etmiş, vergi soygunu hızından hiçbir şey kaybetmemiş, sosyal hak ve kazanımlar dibe vurmuştur.

Ayrıca, tarımdaki destek ve sübvansiyonların kaldırılmasıyla tam bir çöküş yaşanmış, küçük köylülüğün yıkımında çok büyük bir yol alınmıştır. Bu yıl tarım arazilerinin büyük bölümü ekilmezken, fındık üreticilerinin başına geldiği gibi küçük üretici köylülük bir bütün olarak tarım tekellerinin kucağına itilmiştir. Yağma ve soygun tarımda da tüm hoyratlığıyla sürmektedir.

***

Burada kabaca ortaya koyduğumuz ekonominin 2006’daki tablosu, işçi ve emekçiler açısından son derece iç karartıcıdır. İşçi ve emekçiler 2001 krizinin faturasını ağır biçimde ödemişlerdir, hala da ödemeye devam etmektedirler. Yeni bir krizin kapısında durduğu 2007’de ise sermaye düzeni, işçi ve emekçilere daha koyu bir karanlıktan başka bir şey vaadetmemektedir.

2007’nin nasıl geçeceği tümüyle, işçi ve emekçilerin durumu değiştirecek bir iradeyi ortaya çıkarıp çıkarmayacaklarına bağlıdır.


İşte 2006’da kurulan yağma sofrası!

* Koç Holding tarafından satın alınan Gima’nın devir yoluyla CarefourSA ile birleşmesine karar verildiği açıklanırken, YKB-Koçbank birleşmesi tamamlandı.

* Finansbank’ın yüzde 46’sı Yunan National Bank of Greece’e satıldı.

* Şekerbank’ın yüzde 34’ünü Kazakistanlı Bank Turan Alem Group aldı.

* TMSF’nin elindeki Adabank Kuveytlile’re satıldı.

* Merrill Lynch Türkiye, Tat Yatırım Bankası’nı (Tatbank) satın aldı.

* Alternatifbank’a Yunan ortak geldi.

* Anadolu Grubu, Yunanistan Merkezli Alpha Bank ile her iki tarafın yüzde 50 pay sahibi olacağı ve yönetimde eşit şartlarla temsil edilecekleri bir finansal holding kurmak üzere hisse devir anlaşması imzaladı.

* Denizbank’ın yüzde 75’i Belçika-Fransız ortaklığı Dexia’nın oldu.

* Akbank’ın yüzde 20 hissesinin Citigroup’a satılmasına yönelik anlaşma imzalandı.

* POAŞ’ın yüzde 34’ü Avusturyalı OMV’ye satıldı.

* Telsim’i Vodafone aldı.

* Atlas halının yüzde 50.1’i İsraillilere gitti.

* Murdoch’un sahibi olduğu News Corporation, Ahmet Ertegün ile birlikte TGRT’yi satın almak üzere sözleşme imzaladı.

* Koç Grubu, İzocam’da sahibi olduğu yüzde 61.19’luk hissesini lisansını kullandığı Fransız Saint Gobain Isover ile Kuveytli Alamana’ya 171.3 milyon dolara sattı.

* Biletix dünyanın en büyük bilet satış şirketlerinden Amerikalı Ticketmaster’a satıldı.

* Teksas Pasifik Grup, Tekel Alkollü İçkiler Bölümü’nü 2 yıl önce alan Mey İçki’nin yüzde 70’lik hissesini 700 milyon dolara satın aldı.

* Yunan EFG Eurobank, Tekfenbank’ın yüzde 70’ini 182 milyon dolara almak için anlaştı.