29 Aralık 2006 Sayı: 2006/51 (51)
  Kızıl Bayrak'tan
   TÜSİAD’ın uyarıları ve sermaye iktidarının çözüm arayışları
  2006’da ekonomi cephesi…
  Sefalet ücretlerine son!
  Sermaye sınıfı ve hizmetindeki iktidar asgari ücrette gene bildiğini okudu!
Asgari ücret kampanyası...
Meslek liseleri neden burjuvazi için “memleket meselesi”?
“Ne olacak bu cumhurbaşkanlığı seçimi?” - Yüksel Akkaya..
 19 Aralık eylemlerinden...
  Açlığın ve yoksulluğun olmadığı bir dünya için Devrimci sınıf mücadelesini yükseltelim!
  İşçilerin ve devrimci
öncü işçilerin birliği sorunu
  Sendikal bürokrasi ve
devrimci sınıf sendikacılığı
  Gençlikten
  Dünyadan...
  Türkmenistan kurtlar sofrasında!
  Küba’nın verdiği ders! - Mumia Abu-Jamal
  Siyaset ve çelişkiler sahası Ortadoğu - Abu Şehmuz Demir
  Volkan Yaraşır’la işçi hareketinin yaşadığı sorunlar ve çözüm önerileri üzerine konuştuk…
  ÖO direnişinin dışarıdaki onurlu sesi, güzel insan Behiç Aşçı’ya mektup...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

İstanbul İşçi Kurultayı’na sunulan tebliğlerden...

Sendikal bürokrasi ve devrimci sınıf sendikacılığı

Öncelikle sendikalara ve sendikal bürokrasiye ilişkin birkaç noktanın altını çizmek gerekiyor.

1) Sendikalar işçi sınıfının iktisadi mücadelesini yürüttüğü örgütlerdir ve tarihsel deneyim onların bu açıdan en uygun örgütsel biçim olduğunu göstermektedir.

2) Gündelik çıkarları esas alan bir mücadele yürüten sendikalar işçi sınıfının hiçbir ayrım gözetmeksizin tamamını kucaklayan yığınsal örgütlülüklerdir.

3) İşçi sınıfı ideolojik ve politik mücadelenin yanısıra iktisadi mücadele içerisinde birleştirilir, örgütlenir, eğitilir ve sınıf bilinci gelişir. Bu yanıyla sendikalar sınıfın iktidar mücadelesinin önemli bir kaldıracıdır.

İşçi sınıfı cephesinden bu derece önemli olan sendikalar ve sendikal mücadele, burjuvazi açısından da aynı derecede önemlidir. Burjuvazi, sınıfın haklarını geliştirmesine engel olmak ve onu iktidar mücadelesinden alıkoymak için her yolu denemektedir. 1800’lü yılların başlarında sendikal örgütlenme girişimleri baskı, şiddet ve yasaklarla engellemeye çalıştı. Bunu başaramayan burjuvazi, bu kez işçilerin bir kesimini yaşam ve düşünüş tarzı ile sınıftan kopartarak, sınıfı denetim altına alma yolunu tuttu. Gelişmiş kapitalist ülkelerde 20. yüzyılda genelleşen işçi aristokrasisi üzerinden sendikalar denetim altına alındı ve sendikal hareket sermaye karşısında iyice güçten düştü.

Ülkemizde ise sendikal bürokrasinin oluşum ve gelişim süreci daha farklı bir şekilde, devlet güdümlü sendikacılık anlayışı üzerinden şekillendi. 1908 grevlerinin ardından sendikaların yasaklanması, 1920’lerde CHP tarafından kurulan “işçi büroları”, 1938’de getirilen “sınıf esasına dayalı örgütlenme yasağı”, bu yasağın 1946’da kalkmasının ardından kurulan bağımsız sendikaların kapatılması ve bizzat iktidar eliyle kurulan sendikalar, işçi sınıfını düzen adına denetim altına alabilmek amacını taşıyordu. 1952’de “siyaset üstü sendikacılık” anlayışı ile kurulan Türk-İş bu tablonun geldiği son nokta oldu.

Tüm bunlara karşın sınıf mücadelesinin güçlenen seyri bu cendereyi çok geçmeden parçaladı. 1960’larda gelişen toplumsal hareketlilik, işçi sınıfı saflarında düzenden ve düzenin sendikalarından kopma eğilimine yol açtı. Taban basıncıyla 1967 yılında DİSK’in kurulması bunun ürünü oldu. Ancak DİSK de işçi sınıfının düzenden kopma eğilimi karşılayacak bir önderlikten yoksundu. Nitekim 15-16 Haziran direnişi ile birlikte düzenin sınırlarını aşamayacağını da göstermiş oldu.

***

Bugünün Türkiye’sinde hakim iki sendikal anlayıştan bahsedebiliriz. Bunlardan biri doğrudan sermayenin politikaları doğrultusunda şekillenen “devlet güdümlü sendikacılık” anlayışı, diğeri saldırıları fiili meşru mücadele yolu ile değil, masa başında çözmeyi hedefleyen liberal, reformist “çağdaş sendikacılık” anlayışıdır. İster sermaye politikalarının doğrudan uygulayıcıları olsunlar, ister “sosyal diyalog” adı altında sorunları uzlaşarak çözmeyi tercih etsinler, sonuçta her iki akım da burjuvazinin ve sermaye düzenin hizmetindedir.

Sendikal ihanet özellikle son on yıldır daha pervasız bir biçimde sergilenmektedir. Sermayenin saldırılarının toplum düzeyinde artmasına ve bu saldırıların baş hedefinde işçi sınıfının kazanılmış hakları olmasına rağmen, sendikal bürokrasi kendisine işçi sınıfında oluşan tepkiyi etkisizleştirme, saldırıları onaylama misyonunu biçmiştir. Tek tek işyerlerinde ise toplusözleşmeler patronların çıkarları doğrultusunda kapalı kapılar ardında imzalanmakta, yeni fabrikaları örgütlemekten kaçınılabilmektedir. Gelinen yerde ihanet tüm sendikal bünyeyi sarmış, sendika konfederasyonlarını aşarak şubelere, hatta işyeri temsilciliklerine kadar derinleşmiştir.

Böylece sendikalar sermaye düzeni karşısında her geçen gün etkisizleşmekte, düzenin basit birer uzantısı konumuna gelmektedir. Sermayenin pervasızlığı karşısında sendikal bürokrasinin sergilediği ihanet, işçilerde sendikalara güvensizliğe, giderek ilgisizliğe ve uzaklaşma yol açıyor. Bir araştırmaya göre, geçmişte sendikalı işyerlerinde çalışan işçilerin %40’ı bir daha sendikaya üye olmayacaklarını ifade edebiliyor. Bu bugünkü durumun vahametini gösteriyor. Sendikalar işçilerin büyük bir çoğunluğu tarafından üye aidatı kesmekten başka bir işe yaramayan yapılar olarak algılanıyor.

Elbette bu tablonun tek sorumlusu sendikal bürokrasi değildir. Sınıf hareketinin bugün yaşadığı tıkanıklığın bir dizi farklı nedeni bulunmaktadır. Sınıf hareketinin geriliği ve devrimci hareketin zayıflığı sendika bürokratlarının sınıf üzerindeki denetimini kolaylaştırmakta, sendikal çürümeyi hızlandırmaktadır.

Bu alanda yaşanan tıkanıklığı aşmanın temel koşulu birleşik, kitlesel ve devrimci bir sınıf hareketinin geliştirilebilmesidir. Devrimci sendikal anlayışın sendikalara hakim kılınması ancak, bu doğrultuda alınan mesafe ölçüsünde ve bunun bir parçası olarak başarılabilir.

Sendikalar içinde devrimci sınıf sendikacılığı anlayışını geliştirmek için dikkat edilmesi gereken noktalar şunlardır:

Birincisi, sendikal mücadele ile siyasal mücadele arasındaki ilişkinin doğru kurulmasıdır. Bugün sendikal bürokrasi tarafından da savunulan, sendikal mücadelenin siyasal mücadeleden bağımsızlığı anlayışı kaba bir burjuva aldatmacasıdır. İşçi sınıfının politik bakışını yansıtmayan, sınıfa karşı sınıf tutumu üzerinde şekillenmeyen bir sendikal mücadele, daha en baştan burjuvazi karşısında yenilgiye uğramaya mahkumdur. Sendikaların ilk ortaya çıktığı dönemlerde yer yer sendikaların bağımsızlığı adına savunulan, böylece işçi sınıfını burjuva ideolojisine teslim eden bu anlayış, sendikal hareketin bugün yaşadığı çürümenin en önemli sebeplerinden biridir. Sendikalar işçileri gündelik mücadeleler içinde sermayenin saldırılarına karşı savunmakla kalmamalı, bu mücadeleyi devrimci sınıf perspektifiyle yürüterek, işçiler arasında ücretli kölelik düzeninden kurtulma bilincini geliştirebilmelidir. Ancak böylece sendikalar gerçek sınıf örgütleri haline gelebilir, her türlü burjuva etki ve politikanın dışına çıkmayı başarabilirler.

Elbette sendikalara parti misyonu yüklenemez. Fakat sorun, sendikalarda, sınıfın bilinçli azınlığı olan örgütlü-devrimci kesiminin sınıfın geri kesimlerine doğru perspektif ve politikalarla önderlik edebilmesidir. Bu başarıldığı koşullarda bugünün uzlaşmacı sendikacılık anlayışının yaşama şansı kalmayacak, işçi sınıfının fiili-meşru mücadelesinin gücü açığa çıkacaktır.

İkinci nokta, sendikal bürokrasiye karşı yürütülecek mücadele sorunudur. Sendika bürokratlarının uygulamalarına karşı net ve kararlı tutumlar alınmalı, işçiler nezdinde güçlü bir teşhiri yapılabilmelidir. Sendikal demokrasinin egemen hale getirilip iç örgütlülüğün sağlanması doğrultusunda etkili bir mücadele yürütülmelidir. Zira bugün sendika bürokratlarının bu denli rahat hareket edebilmelerinin gerisinde, diğer etkenlerin yanısıra, sendikaların iç örgütlenmesindeki zayıflıklar vardır.

Sendikal demokrasi çerçevesinde ileri süreceğimiz
talepler şunlardır:

Sendika yönetimine gelen işçiler görevlerini yerine getirmediği koşullarda derhal geri çağrılabilmelidir. Sendika genel kurulları iki yılda bir yapılmalıdır. Profesyonel çalışan sendikacıların ücreti, o işkolundaki işçilerin ortalama ücretini geçmemelidir. Sendika üyelerinin eğitimine yeterince fon ayrılmalıdır. Gelirler ve harcamalar o sendikanın örgütlü olduğu tüm fabrikalarda aylık olarak liste halinde asılmalı, harcamalar konusunda tüm işçiler bilgilendirilmelidir. Yeniden seçilemeyen sendika yöneticileri işlerine geri dönebilmelidir. İşyerlerinde TİS komiteleri, işyeri komiteleri kurulmalı, tüm kararlarda işçilere söz ve karar hakkı tanınmalıdır. İşyeri komiteleri ve temsilciler seçimle iş başına gelmeli, gerektiğinde geri çağrılmalıdır. Sendika yönetimine girmek için aranılan çalışma süresi kaldırılmalıdır. Toplu sözleşmede yetkili işyeri komiteleri olmalıdır.

Sendikal demokrasinin işletilmesi, işçi kitlesinin ilgi ve girişkenliğinin gelişmesini kolaylaştıracak, söz ve karar hakkının tanınması sınıf bilincini gelişmesinde önemli bir rol oynayacaktır.

Üçüncüsü; bir sendikanın gerçek bir işçi örgütü olabilmesi ve sermayenin denetimi dışına çıkabilmesi için her şeyden önce tabanın karar alma süreçlerine aktif katılımının sağlanması gerekir. Bu ise önümüze güçlü taban örgütlülükleri oluşturma sorumluluğunu koymaktadır. İşyeri komiteleri vb. türden güçlü taban örgütlülükleri oluşturulabildiği ölçüde, açığa çıkacak taban basıncı sendikaların gerçek işlevini yerine getirmesinde etkili olacak, sendikal bürokrasinin ihanetini engellemede önemli bir rol oyanayacaktır.

Toparlayacak olursak;

Ekonomik mücadele ve bu mücadelenin örgütlülüğü olan sendikalar, işçi sınıfının tarihsel mücadelesi açısından büyük bir önem taşımaktadır. Fakat sendikaların sınıf mücadalesinde kendi rolünü oynayabilmesinin temel koşulu, sınıfa karşı sınıf tutumuna dayalı güçlü örgütlenmeler yaratabilmekten, sendikalar içinde etkin mücadeleler yürüterek devrimci sınıf sendikacılığı anlayışını hakim hale getirmekten geçmektedir.

Hiç kuşkusuz bu sorumluluk öncelikle bugün burada toplanan biz sınıf bilinçli öncü işçilerin omuzlarındadır.

Ümraniye İşçi Platformu