29 Aralık 2006 Sayı: 2006/51 (51)
  Kızıl Bayrak'tan
   TÜSİAD’ın uyarıları ve sermaye iktidarının çözüm arayışları
  2006’da ekonomi cephesi…
  Sefalet ücretlerine son!
  Sermaye sınıfı ve hizmetindeki iktidar asgari ücrette gene bildiğini okudu!
Asgari ücret kampanyası...
Meslek liseleri neden burjuvazi için “memleket meselesi”?
“Ne olacak bu cumhurbaşkanlığı seçimi?” - Yüksel Akkaya..
 19 Aralık eylemlerinden...
  Açlığın ve yoksulluğun olmadığı bir dünya için Devrimci sınıf mücadelesini yükseltelim!
  İşçilerin ve devrimci
öncü işçilerin birliği sorunu
  Sendikal bürokrasi ve
devrimci sınıf sendikacılığı
  Gençlikten
  Dünyadan...
  Türkmenistan kurtlar sofrasında!
  Küba’nın verdiği ders! - Mumia Abu-Jamal
  Siyaset ve çelişkiler sahası Ortadoğu - Abu Şehmuz Demir
  Volkan Yaraşır’la işçi hareketinin yaşadığı sorunlar ve çözüm önerileri üzerine konuştuk…
  ÖO direnişinin dışarıdaki onurlu sesi, güzel insan Behiç Aşçı’ya mektup...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Açlığın ve yoksulluğun olmadığı bir dünya için

Devrimci sınıf mücadelesini yükseltelim!

Ekonomiyle ilgili konular son günlerde gündemin üst sıralarını işgal ediyor. Bütçe, asgari ücret, cari açık, yılbaşından itibaren yürürlüğe girecek vergi ve fiyat artışları gibi konularla ilgili haberler gazete ve televizyonlardan bir gün dahi eksik olmuyor.

Bunlarla da bağlantılı olarak (ve aslında kaçınılmaz bir biçimde) son günlerde ülkedeki gelir dağılımının ve yaşanan yoksulluğun boyutlarının da tartışmaya açıldığı gözleniyor.

Gelir dağılımı ve yoksulluk konusunun gündemde öne çıkmasının elbette güçlü bir maddi dayanağı var. Çünkü açlık ve yoksulluk, bu ülkenin işçi ve emekçilerinin yaşamında her gün biraz daha yaygınlaşan ve ağırlaşan temel önemde bir sorun durumunda. Fakat buna rağmen söz konusu tartışmayı başlatan ve yürütenler asıl olarak bu sorunu iliklerinde hissedenler değil. Tam tersine bu konuyu bugün tartışmaya açan ve ilk sözü söyleyenler sermaye sınıfının sözcüleri ve hizmetkarları oldu.

Konuyu yüksek sesle ilk olarak Maliye Bakanı Kemal Unakıtan meclisteki bütçe tartışmaları sırasında gündeme taşıdı. Türkiye İstatistik Kurumu’nun o gün için henüz kamuoyuna açıklanmamış olan 2005 Hanehalkı Bütçe Anketi’nin sonuçlarını kendine dayanak yapan Kemal Unakıtan, kendi hükümetleri döneminde Türkiye’de yoksulluğun azalmaya başladığını, en alt gelir grubunda yer alanların gelirlerinin artmaya, en üst gelir grubunda yer alan sermaye kesiminin gelirlerinin ise azalmaya başladığını övünerek ifade etti.

Kemal Unakıtan’ın sözlerinin anlamı gayet açıktı. Bugüne kadar ortaya koyduğu icraatlarla işçi ve emekçi düşmanı olduğunu hiçbir şüpheye yer bırakmayacak ölçüde ve defalarca kanıtlayan AKP hükümeti, yaklaşan seçimler nedeniyle yalanlara başvurarak emekçilere mavi boncuk dağıtmaya çalışıyordu. Sözlerine pek inanan olmasa da Kemal Unakıtan’ın sözleri dikkatlerin bahsi geçen araştırmaya yönelmesini sağladı. Zaten bir süre sonra da Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) daha yayınlanmadan meşhur olan bu çalışmanın sonuçlarını ilan etti.

TÜİK’in 2005 Hanehalkı Bütçe Anketi

Öncelikle bu çalışmanın sonuçlarına kısaca değinmekte fayda var. TÜİK’in yayınladığı açıklamaya göre 2005 yılında Türkiye’deki hanelerin toplam kullanılabilir geliri 255 milyar 639.7 milyon YTL olarak hesaplanmış. Bu gelirin 5 milyar 589 milyon YTL’sini en yoksul kesim olarak tanımlanan birinci yüzde 10’luk dilim almış. En zengin yüzde 10’luk dilimin aldığı pay ise 73 milyar 242.4 milyon YTL olarak hesaplanmış. Bu rakamları bir önceki yılın benzer çalışmalarında ortaya çıkan rakamlarla karşılaştıran TÜİK, en yoksul kesimin payının yüzde 2.25’ten yüzde 2.19’a gerilediğini, en zengin yüzde 10’luk kesimin payının ise yüzde 30.89’dan yüzde 28.65’e gerilediğini hesaplamış. Kısacası “en zengin”ler ile “en yoksul”ların gelirleri azalırken bunların arasında kalan diğer kesimlerin gelirlerinde nispi bir yükselme gözlenmiş.

Aynı hesaplamalar yüzde 20’lik dilimler üzerinden yapıldığında ise sonuçlar “en yoksul” yüzde 20’nin gelirlerinin 10’luk hafifçe arttığını gösteriyor. Kemal Unakıtan’da açıkgözlülük yaparak açıklamasında bu ayrıntıdan faydalanıyor ve kendi iktidarları döneminde yoksulluğun azaldığını iddia ediyor.

Kemal Unakıtan’ın bu iddiası yalan ve çarpıtmaya dayanıyor. Aynı şekilde TÜİK’in araştırma sonuçları da gerçeklerin ve rakamların tersyüz edilmiş halinden başka bir şey değil. Buna rağmen söz konusu araştırmada ülkede yaşanan yoksulluğun, gelir adaletsizliğinin boyutlarını ortaya seren kimi unsurlar da mevcut. Nitekim, araştırma sonuçları yayınlandıktan sonra basında bu konuyla ilgili olarak yayınlanan yazılarda bu gerçekler yer yer tüm çarpıcılığıyla ortaya da konulmuş bulunuyor. Örneğin ANKA Ajansı’nın söz konusu TÜİK araştırmasına dayanarak hazırladığı ve hemen bütün yayın organlarında yer alan haberde “en zengin yüzde 10’luk kesimle en yoksul yüzde 10’luk kesim arasında 13 katlık bir fark bulunduğu” özellikle vurgulanıyor. Yani TÜİK gibi gerçekleri tersyüz etmede hayli deneyim sahibi bir kuruluşun bile gelir dağılımındaki çarpıklığı gizleyemediği anlaşılıyor.

TÜİK’in rakamları inandırıcı değil

Kızıl Bayrak’ın geçen haftaki sayısında Kemal Unakıtan’ın açıklamasındaki çarpıtmaya ilişkin şunlar söylenmişti: “Rakamların çarpıklığının nedeni ise sermaye sınıfının elde ettiği gelirin daha büyük bir kısmının kayıtdışına çıkmış olmasıdır. Sermaye sınıfı, kendine tanınan imkanlar sayesinde mali işlemlerinin çok büyük bir kısmını kayıtdışı olarak yürütmektedir. Patronlar vergi kaçırmak için gelirlerinin sadece bir kısmını kayıtlı hale getirmektedir. İşçi ve emekçiler için ise böyle bir şey söz konusu dahi değildir. Her vergi beyanı döneminde gazetelerde görmeye alıştığımız ‘işçisinden az kazanan patronlar’ şeklindeki haberler bunun ifadesidir. Dolayısıyla Maliye Bakanı’nın iftiharla söylediği ‘gelir dağılımında açık bir iyileşme var’ sözlerini, sermaye gelirlerinin daha büyük bir kısmının kayıtdışına kaçtığı biçiminde yorumlamak gerekmektedir.”

İktisatçı Mustafa Sönmez de bianet’te yayınlanan bir yazısında aynı anlama gelen şeyler söylüyor. TÜİK rakamlarına güvenilemeyeceğini, çünkü gelir dağılımını saptamada sağlıksız yöntemler kullandığını ifade ediyor. Mustafa Sönmez yazısının devamında şunları belirtiyor:

“Gelir dağılım araştırmalarında veri, beyanla elde ediliyor. Yani seçilen örneklemden hanelere gidilerek gelirleri soruluyor ve onlar neyi ifade ediyorlarsa, o doğru kabul edilip, gelirin 20’lik, 10’luk, 5’lik gruplar arasında nasıl dağıldığı, kamuoyuna bölüşüm portresi olarak sunuluyor.

Oysa, beyanla gelir verisi toplamak, başka verilerle çaprazlama test edilmedikçe yanıltıcıdır. Nitekim, 2005 için bölüşüldü denilen gelir 255 milyar YTL iken, 2005 milli gelirinde bölüşülen gelir 409 milyar YTL. Yani arada 154 milyar fark var. Başka bir ifadeyle, paylaşılmış gelirde 154 milyar YTL, eksik beyan edilmiş. Bu, bölüşüldüğü iddia edilen gelirin yüzde 60 üzerinde bir gelirdir.

Eksik beyanda bulunanlar daha çok yüksek gelir grupları olduğu için, buradan kaynaklanan sorun da, bu kesimin gelirlerinin eksik hesaplanması sonucunu doğurması.

Bu nedenle, bu yöntemle yapılan gelir dağılımı araştırmaları, gerçeği anlamamızı imkansız kılıyor.”

Sermayenin gizlemeye çalıştığı gerçekler neler?

Gerçekleri görmek isteyen TÜİK’in ısmarlama araştırmalarına veya Maliye Bakanı’nın yalanlarına değil, daha birkaç gün önce belirlenip açıklanan asgari ücrete bakmalıdır. Milyonlarca kişinin asgari ücret düzeyinde gelire sahip olduğu bu ülkede, sermayenin denetimindeki tespit komisyonu sermayenin çıkarları öyle gerektirdiği için tüm bilimsel verileri teperek 2007 yılının ilk yarısında geçerli olacak asgari ücreti 403 YTL olarak belirlemiştir. Dört kişilik bir ailenin insanca yaşayabilmesi için en az 1500 YTL gelire ihtiyaç duyduğu bir ülkede, milyonlarca işçinin ücretinin 403 bin YTL olması, yoksulluk ve sefaletin ne boyutta olduğunu bütün açıklığıyla gözler önüne sermektedir.

Gerçekleri görmek isteyen, işçi ve emekçilerin zorunlu harcamalarının son dört yılda ne ölçüde arttığına bakmalıdır. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, aynı meclis çatısı altında muhalefet milletvekillerinin “2003-2006 döneminde kira, doğalgaz, benzin, öğrenci servis ücretleri, toplu taşıma ve dershane ücretlerine ne kadar zam yapıldı” şeklindeki sorun önergesine verdiği yanıt aynı zamanda “yoksulluk azaldı” açıklamasının bir yalandan ibaret olduğunun itirafıdır.

Buna göre AKP iktidarı döneminde ev kiraları yüzde 116, doğalgaz fiyatları yüzde 47.4, benzin fiyatları yüzde 60.9, belediye otobüs ücretleri ise yüzde 86.2 artmıştır. Bir asgari ücretlinin maaşının büyük bölümünün ev kirasına gittiğini düşünecek olursak, kiraların son dört yılda yüzde 116 artmasının milyonlarca ailenin yaşamında yol açtığı yoksullaşmayı tahmin etmenin bir güçlüğü yoktur.

Ve gerçekleri görmek isteyen yüzünü Diyarbakır’a çevirmeli, bir kalkınma derneği ile yayın organının ortaklaşa yaptıkları yoksulluk araştırmasını dikkatlice incelemelidir. TÜİK’in araştırmalarından çok daha ciddi ve çok daha gerçekçi olduğu kesin olan bu incelemeye göre Diyarbakır’da 6-7 nüfuslu binlerce aile ayda ortalama 273 YTL ile yaşamaya çalışmaktadır. Araştırmanın yapıldığı semtlerde işsizlik en iyimser rakamlarla dahi yüzde 30’lar düzeyindedir. Ve bu kalabalık nüfuslu ailelerin önemli bir bölümü tek odadan ibaret evlerde yaşam savaşı vermektedir. Gene Diyarbakırlılar’ın ancak yüzde 22’si bir sosyal güvenlik kurumunun çatışı altındayken nüfusun yüzde 63’ü sosyal güvence ihtiyacını yeşil kartla çözmeye çalışmaktadır. Nüfusun yaklaşık yüzde 15’inin ise yeşil kartı dahi yoktur.

Suçlu sermaye düzenidir!

Bugün Türkiye’de sermaye ile emekçiler arasındaki gelir paylaşımı belki de hiç olmadığı kadar bozulmuştur. Yaratılan, üretilen bütün zenginlikler uluslararası tekellerin ve Türkiye’deki burjuva sınıfının kasalarına akarken, işçi ve emekçiler sefalet içinde bir yaşama mahkum edilmişlerdir.

Sermayeye ve onun hizmetkarlarına sorarsanız, kendileri yoksulluk ve gelir adaletsizliğini bir sorun olarak görmekte ve canla başla bu sorunu çözmeye çalışmaktadırlar. Kemal Unakıtan’ın ortada hiç de böyle bir şey yokken “yoksulluk azaldı” diye zil takıp oynaması bu ikiyüzlülüğün ifadesidir.

Oysa ki yoksulluğu ve gelir adaletsizliğini yaratan da, bundan en soysuz biçimde faydalanan da bizzat sermaye sınıfının kendisidir. Kısmi sonuçlar üreten göstermelik “yoksullukla mücadele” projelerini bir yana koyalım, bunun dışında sermayenin iktisadi ve sosyal alanda uygulamaya soktuğu tüm temel politikalar yoksulluğu arttırmakta ve gelir adaletsizliğini körüklemektedir. Bu politikalar zaten bu amaçla gündeme getirilmekte ve kararlılıkla uygulanmaktadır. Sermaye sınıfı söz konusu olduğunda en başarılı, en doğru ekonomi politikası en fazla sömürüyü sağlayan, en çok kâr artışına yol açan politikadır. Yoksulluk ve gelir adaletsizliği sermaye sınıfının sorunu değildir. Dolayısıyla bunları gerçek anlamda çözmek için ne bir niyeti ne de bir politikası bulunmamaktadır.

Gecelerinde aç yatılmayan, gündüzlerinde sömürülmeyen bir dünya düşü işçi sınıfına aittir. Sermayenin köhnemiş egemenliğini, kan emici düzenini yıkarak bu düşü gerçekleştirecek olan da gene işçi sınıfının kendisidir, onun omuzlarında yükselecek devrimci sınıf mücadelesidir.


Diyarbakır’da yoksulluk
resmi rakam tanımıyor

Diyarbakır’daki 15 bin 585 nüfuslu iki mahalle, 2 bin 421 hanede çıkarılan yoksulluk haritası, kentte resmi rakamları aşan bir yoksulluğun yaşandığını ortaya koydu.

Sarmaşık Yoksullukla Mücadele ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği ve Yerel Gündem 21’in yürüttüğü araştırma, inceleme yapılan ve ortalama 6,4 kişilik hanelere giren paranın 273 YTL olduğunu belirledi. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) rakamlarına göre dört kişilik ailenin açlık sınırını 567 YTL.

2 bin 421 hanenin 447’sinde engelli bulunuyor; yeşil karta ulaşamayanların oranıysa yüzde 14.

Sarmaşık Derneği Proje Koordinatörü Barış Dikilitaş, Fatihpaşa’da bin 301, Gürdoğan’da bin 120 olmak üzere toplam 2421 hanede inceleme yaptıklarını açıkladı.


Göç sebebi: Çatışmalı ortam

Çalışmaya göre, Fatihpaşa’da 1301 hanede 7 bin 627 kişi yaşıyor; hane başına düşen kişi sayısı 5,8. Mahalledeki en kalabalık aile 24 kişiden oluşuyor. Gürdoğan’da ise, bin 120 hanede 7 bin 958 kişi yaşıyor ve hane başına düşen nüfus 7,1.

Fatihpaşa’da 184, Gürdoğan’da 108 aile, tek odalı evlerde yaşıyor. Fatihpaşa’da yaşayanların yüzde 52’si hiç göç etmediğini belirtirken, 1990-1999 arasında göç edenlerin oranı yüzde 29,8.

Gürdoğan Mahallesi’ndeyse hiç göç etmeyenlerin oranı yüzde 5,5; 1990-1999 yılları arasında göç edenlerin oranı yüzde 72.

“Temel göç sebebiniz nedir” sorusuna Fatihpaşa’dakilerin yüzde 49,1’i “çatışmalı ortam”, yüzde 31,6’sı “ekonomik sebepler” diye yanıt veriyor. Gürdoğan’da çatışmalı ortam nedeniyle göç ettiğini belirtenlerin oranı yüzde 67.6; yüzde 19,8’lik kesim geçim sıkıntısı nedeniyle göç ettiğini açıklıyor.


Göç durumu düzeltmiyor

Göç ettikten sonra durumlarının düzelip düzelmediği sorusu üzerine Fatihpaşa’dakilerin yüzde 59,4’ü göç etmeden önce durumlarının daha iyi olduğunu, yüzde 27,2’si ise “daha kötü” yanıtını verdi. Yüzde 26,4’ü ise değişen bir şey olmadığını ifade etti.

Gürdoğan’da göç etmeden önceki durumunun daha iyi olduğunu söyleyenlerin oranı yüzde 65. Durumlarının daha kötü olduğunu belirtenlerin oranı yüzde 10,8; yüzde 19,2’si ise değişen bir şey olmadığını ifade etti.

“Hane reislerinin iş durumu” sorusuna Fatihpaşa’dakilerin yüzde 23,9’u “işsiz”, yüzde 32,2’si “vasıfsız işçi” yanıtını verirken, Gürdoğan’da kendini “mevsimlik vasıfsız işçi” olarak tanımlayanların oranı yüzde 63,3 oldu.


Açlık sınırı altındalar, yeşil kartları yok

Türkiye İstatistik Kurumu’nun Kasım 2006 değerlerine göre 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 567,38 YTL. Ortalama 5,8 kişilik haneye sahip Fatihpaşa’da bir ailenin eline geçen para ortalama 272,9 YTL olarak belirlendi. Fatihpaşa’da hanelerinin net bir gelirinin olmadığını belirten ailelerin oranı yüzde 10,5; Gürdoğan’da hiç geliri olmayanların oranı yüzde 4,3.

Gürdoğan’da 200 YTL ve altında gelire sahip olanların oranı yüzde 37.3, 201-400 YTL gelire sahip olanların oranı yüzde 43,4. Gürdoğan’daki hanelerin yüzde 80.7’si, 400 YTL ve altında bir gelirle yaşıyor.

Araştırmanın bir diğer saptaması da, mahallelerde yaşayanların sosyal güvenceden yoksun olmaları. Fatihpaşa’da Emekli Sandığı, Bağ-Kur ve SSK’lilerin oranı yüzde 22,2; “yoksulluk belgesi” olarak da kabul edilen yeşil kartlıların oranı yüzde 63’ü buluyor. Yeşil karta da sahip olamayanların oranıysa yüzde 14.3.

Gürdoğan’daysa yine temel sosyal güvenlik kurumu olan Emekli Sandığı, Bağ-Kur ve SSK güvencesinde olanların oranı yüzde 10.1; yeşil kart güvencesinde olanların oranı yüzde 73,4. Gürdoğan’da hiçbir güvenceye sahip olamayanların oranı ise yüzde 16.


Çocuklar okutulmuyor çalıştırılıyor

Fatihpaşa Mahallesi’nde görüşülen “hane reisleri”nin yüzde 38’inin okuma yazması yok; Gürdoğan’da bu oran yüzde 34.

Fatihpaşa’da 285 hanedeki 438, Gürdoğan’da 206 hanedeki 296 çocuk okul çağında olmasına karşın okula gönderilmiyor. Her iki mahallede 214 hanede yaşayan 289 çocuk çalıştırılıyor.

Fatihpaşa’daki hanelerin yüzde 50,5’inde tedavi gerektiren hasta bulunurken, evde bulunan engelli oranı yüzde 18,5. 4 hanede 4, 6 hanede 3, 25 hanede 2, 206 hanede 1 olmak üzere toplam 231 hanede 280 engelli var. Gürdoğan’da hanelerin yüzde 34,5’inde tedavi gerektiren hasta, 216 hanede engelli bulunuyor.


Talepler iş ve aş

Fatihpaşa’da görüşülen “hane reisleri”nin yüzde 54,4’ü birinci ihtiyacının gıda olduğunu söyledi; yüzde 3.9’u “sıcak aş” istedi. Ev eşyası talep edenlerin oranı ise yüzde 7,7 oldu. Gürdoğan’daysa görüşülenlerin yüzde 21,6’sı gıdayı, yüzde 14,3’ü barınmayı birinci ihtiyaç olarak sıraladı. Gürdoğan’da iş talep edenlerin oranı ise yüzde 28,2.

(Radikal, 27 Aralık 2006)