29 Aralık 2006 Sayı: 2006/51 (51)
  Kızıl Bayrak'tan
   TÜSİAD’ın uyarıları ve sermaye iktidarının çözüm arayışları
  2006’da ekonomi cephesi…
  Sefalet ücretlerine son!
  Sermaye sınıfı ve hizmetindeki iktidar asgari ücrette gene bildiğini okudu!
Asgari ücret kampanyası...
Meslek liseleri neden burjuvazi için
“memleket meselesi”?
“Ne olacak bu cumhurbaşkanlığı seçimi?” - Yüksel Akkaya..
 19 Aralık eylemlerinden...
  Açlığın ve yoksulluğun olmadığı bir dünya için Devrimci sınıf mücadelesini yükseltelim!
  İşçilerin ve devrimci
öncü işçilerin birliği sorunu
  Sendikal bürokrasi ve
devrimci sınıf sendikacılığı
  Gençlikten
  Dünyadan...
  Türkmenistan kurtlar sofrasında!
  Küba’nın verdiği ders! - Mumia Abu-Jamal
  Siyaset ve çelişkiler sahası Ortadoğu - Abu Şehmuz Demir
  Volkan Yaraşır’la işçi hareketinin yaşadığı sorunlar ve çözüm önerileri üzerine konuştuk…
  ÖO direnişinin dışarıdaki onurlu sesi, güzel insan Behiç Aşçı’ya mektup...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

F tiplerinde tecrit ve trendman... Devlet katında tecrit savunusu...

Devrimci tutsakların tecrit karşıtı mücadelesi sürüyor

Adalet Bakanlığı’nın 21 Aralık tarihli açıklamasıyla, sermaye devleti, F tipi hapishaneleriyle birlikte, devrimci tutsaklara yönelik F tipi katliamını da, 6. yılında kesin bir dille savunmaya geçmiştir. Bakanlık bununla güya kararlılığını ortaya koyuyor. Ne var ki, bunu ortaya koymak için bile altalta binbir yalan sıralamak zorunda kalıyor. Çünkü doğrulardan, gerçeklerden sapmadan bu insanlık dışı uygulamayı savunmanın imkanı bulunmuyor.

“2000 yılı önces i-F tipi katliamı öncesini kastediyor- ülkemiz ceza infaz kurumlarında mevcut olumsuz koşullar nedeniyle…” diyerek saymaya başladığı olaylar zincirine, el çabukluğuyla “haraç alma”yı da dahil ediveriyor. Oysa açıklamanın konusu F tipi işkencehaneler, buralarda uygulanan tecrit, bu tecrite karşı mücadele ve daha özelde Avukat Behiç Aşçı’nın bu mücadele kapsamında yürüttüğü ölüm orucu eylemidir. Daha da özetle, açıklamanın konusu cezaevleri ve devrimci mücadeledir.

Bu böyle olduğu halde, açıklamaya baştan sona yedirilmiş bir köylü uyanıklığı söz konusudur. Cezaevleri, tutuklu ve hükümlüler vakasını genelleştirerek, araya katillere, mafya-çete mensuplarına özgü kimi konuları katarak, konuyu özünden saptırarak, suçlarının üstünü örtmeye çalışıyorlar. Bu bağlamda “uluslararası standartlar”dan da medet umuyor, yaptıklarına Avrupa Konseyi’nin tavsiye kararlarını dayanak göstermeye kalkıyorlar.

“Uluslararası standartlara, bu arada Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin R (82)17 sayılı Tehlikeli Suçluların Hapsedilmesi ve İyileştirilmesi konulu tavsiye kararına ve bu kararın açıklayıcı memorandumuna uygun olarak 12 adet F Tipi yüksek güvenlikli ceza infaz kurumu inşa edilerek hizmete sokul”duğunu, “Tüm modern infaz sistemlerinde tehlikeli vasıftaki hükümlü ve tutukluların- yüksek güvenlikli kurumlarda ya da bölümlerde tutulmakta ve bu kişilere güvenliğin imkân tanıdığı ölçüde sosyal, kültürel ve eğitsel faaliyetler uygulanmakta” olduğunu anlatırken, yine aynı kurnazlıkla, devrimci tutsakları “tehlikeli” kategorisine sokuveriyor.

Devrimcilerin, devrimci mücadelenin düzen için gerçek bir tehlike oluşturduğu bir gerçek, fakat bu başka bir gerçek. Bakanlığın açıklamasında kastedilenden çok farklı. Bakanlık, birey olarak tehlikeli olmayı, çevreye, diğer tutuklu veya hükümlülere zarar vermeyi kastediyor. Adli vaka koğuşlarında sık görülen her türden bireysel şiddet ve hatta cinayet gibi. Oysa bu tür suçların devrimcilerin kaldığı cezaevlerinde hiçbir zaman yaşanmadığı biliniyor. Bakanlığın suç adı altında sıraladığı, sayım vermeme, isyan gibi eylemlere gelince, bunlar, her türlü cezaevinde yaşanan hak ihlallerine karşı bir devrimci direniş, bir mücadele yöntemidir. Tıpkı açlık grevleri ve ölüm oruçları gibi, devrimcilerin mevcut koşullar ve imkanlar üzerinden karar verip uyguladığı bir yöntemdir.

Yukarıdaki ifadelerinde bakanlık, “sosyal, kültürel, eğitsel” faaliyetlerin uygulandığını belirtiyor. Bunu güya, F tiplerinde tecrit bulunmadığının kanıtı olarak öne sürüyor, fakat, toplumun, özellikle de işçi ve emekçi sınıfların en eğitimli kesimlerini oluşturan devrimcilere uygulandığı iddia edilen “eğitim”, tam da tecritte trendman denilen, sözde topluma kazandırma programının temel direklerinden biridir.

Toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan işçi ve emekçi kitleleri açlık ve yoksulluğun pençesinde inletenler, emeğini-alınterini emperyalizme peşkeş çekenler, hiç utanıp sıkılmadan, bu sınıfların kurtuluşu mücadelesinde esir düşmüş devrimcileri “topluma kazandırmak”tan söz edebiliyorlar. Emperyalizmin uşağı, kapitalizmin köpeği, işçilerin-emekçilerin-halkların düşmanı kimlikleri ortadayken, ve bu durumlar kendileri tarafından defalarca itiraf edilmiş, kitleler tarafından artık kanıksanmış bir utançken; asıl suçlu onlarken, devrimcileri topluma kazandıracaklarmış. Bunu da, akılları sıra tecritle, trendmanla gerçekleştirecekler.

“Topluma kazandırmak” derken kastettikleri, hiç kuşkusuz, düzene kazandırmaktır. Sermaye düzenine karşı, işçi ve emekçi sınıflardan yana düşünce ve inançlarından soyunduracak, tövbe ettirecek ve karşı saflara, sermayenin safına geçmelerini sağlayacaklar sözde. Fakat bu sözde iddialarına kendilerinin bile inanmadığı, bunun imkansızlığının farkında oldukları ortadadır. Çünkü bu kendi iddialarına bir nebzecik inanmış olsalar, devrimci tutsaklardan imha ile kurtulmaya çalışacaklarına, eziyet ve işkencelerle sınıf kinlerini pekiştireceklerine, ciddi bir trendman programı uygulamaya koyulurlar, en azından mümkün olup olmadığını denemeye kalkışırlardı. Oysa durum bunun tam tersidir.

Bakanlık açıklamasında F tiplerindeki uygulamalara ilişkin altalta sıralanmış pek çok madde, çok iyi bilindiği gibi uygulama dışıdır. Bu maddelerden sadece bir tanesi; “Aile bireyleri, akrabaları ve bildirecekleri üç kişiyle ayda 3 kez kapalı görüş ve ayda bir kez de anne, baba, eş ve çocukları ile açık görüş yapmalarına” izin verildiğini belirten madde, sorumlu bakanlığın nasıl bir yalan mekanizması olarak çalıştığını göstermeye yeter de artar. Devrimci tutsaklar, değil ayda bir, yılda bir, bayramdan bayrama bile açık görüş hakkı kullanamıyor. Bu hak, katiller için var, hırsızlar, uğursuzlar, çocuk pornocuları, tecavüzcüleri, mafya bozuntuları, çete artıkları için var, bir tek devrimci tutsaklar için yok. Üstelik sadece şimdi, F tipi hücrelere tıkıldıkları 2000 yılından beri değil, ondan önce de kullanamıyorlardı böyle bir hakkı.

Açıklama, Avukat Behiç Aşçı’nın hızla sona yaklaşan ölüm orucu eylemini karalamak, F tiplerini, tecriti ve işkenceyi bu vesile ile bir kez daha savunmaya almak için yapılmıştır. Oysa F tipi hücrelerdeki işkenceler ayyuka çıktığı için, devlet devrimci tutsaklara yönelik hiçbir insani hakkı tanımaya yanaşmadığı için, toplumun pek çok kesimi, öncelikle de en yakından ilgili olan hukuk kurumları konuyu gündemlerine almış, Behiç Aşçı’nın yaşatılması için taleplerinin dikkate alınması istemiyle eylemler, etkinlikler gerçekleştirmeye başlamışlardır. Bakanlık açıklaması avukatların yürüyüşlerinden, taleplerinden, dilekçelerinden hiç söz etmeyerek yok varsayıyor. Çünkü bu eylemlere katılan avukatların tümünü, “Terör suçlarından hükümlü ve tutuklulardan bir kısmının avukatı olan kişi”(Behiç Aşçı’dan söz ediyor ama adını anmayarak yoklar listesine alıyor güya), “terör örgütü mensubu olmak ve terör örgütüne yardım ve yataklık etmek suçları olmak üzere iki ayrı davadan yargılandığı bilinen” kişi ilan edemeyecektir.

Behiç Aşçı’nın adını anmamak için kullandıkları sıfatlardan biri de, “İstanbul Barosu’na kayıtlı avukat.” Bu sıfatı kullanarak öne sürdükleri iddia da, Aşçı’nın eylemi karşısında ‘sessiz ve duyarsız kaldığı iddiasının- doğru’ olmadığı. Ancak ilgilerine kanıt olmak üzere öne sürdükleri, sadece, haberleri ‘hassaslıkla’ takip ettikleridir. Bundan da kimsenin kuşkusu bulunmuyor. İddia edilen, haberlerin izlenmediği, okunmadığı değildir. İddia edilen Aşçı’nın ölümünü dört gözle beklediğinizdir. Haberleri de bu “hassaslıkla” ve dikkatle takip ettiğiniz kuşkusuzdur.

Bakanlıktan yapılan açıklama, kapitalist devletin ve sistemin arzularını, niyetlerini, beklentilerini; bir bütün olarak karakterini olduğu gibi ortaya sermektedir. Kapitalist sistem ve devlet, insanla olan/insani olan hiçbir özellik barındırmıyor. Bu düzende ve bu düzen tarafından, düzenin temsilcisi ve koruyucusu devlet tarafından insana gösterilen muamelenin tipik temsilcisi cezaevleri ve özelde de devrimci tutsakların hapsedildiği F tipi hücre hapishaneleridir.

Ve tümden insanlıktan çıktığı ortada olan bu sistem, F tipi hapishaneleri ve işkenceleriyle, Adaletsizlik Bakanlıkları ve gardiyanları ve işkencecileri ve adaletsizlik saraylarıyla birlikte ortadan kaldırılmayı çoktan hak etmiştir. Bu ‘ortadan kaldırma’ görevimizi F tipi hücrelerinin de engelleyemeyeceğini bir kez daha hatırlatmakta yarar var.