29 Aralık 2006 Sayı: 2006/51 (51)
  Kızıl Bayrak'tan
   TÜSİAD’ın uyarıları ve sermaye iktidarının çözüm arayışları
  2006’da ekonomi cephesi…
  Sefalet ücretlerine son!
  Sermaye sınıfı ve hizmetindeki iktidar asgari ücrette gene bildiğini okudu!
Asgari ücret kampanyası...
Meslek liseleri neden burjuvazi için “memleket meselesi”?
“Ne olacak bu cumhurbaşkanlığı seçimi?” - Yüksel Akkaya..
 19 Aralık eylemlerinden...
  Açlığın ve yoksulluğun olmadığı bir dünya için Devrimci sınıf mücadelesini yükseltelim!
  İşçilerin ve devrimci
öncü işçilerin birliği sorunu
  Sendikal bürokrasi ve
devrimci sınıf sendikacılığı
  Gençlikten
  Dünyadan...
  Türkmenistan kurtlar sofrasında!
  Küba’nın verdiği ders! - Mumia Abu-Jamal
  Siyaset ve çelişkiler sahası Ortadoğu - Abu Şehmuz Demir
  Volkan Yaraşır’la işçi hareketinin yaşadığı sorunlar ve çözüm önerileri üzerine konuştuk…
  ÖO direnişinin dışarıdaki onurlu sesi, güzel insan Behiç Aşçı’ya mektup...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Güvenlik Konseyi neo faşist çeteye boyun eğdi!

Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi, bir kez daha uğursuz rolünü oynayarak ABD emperyalizminin noterliğini üstlendi. Nükleer programı gerekçesiyle İran’a yaptırımlar öngören karar tasarsını kabul eden Güvenlik Konseyi, neo-faşist çetenin dayatmalarına karşı duracak iradeden yoksun olduğunu bir kez daha göstermiş oldu.

Oybirliği ile alınan Güvenlik Konseyi kararı, BM’yi emperyalist saldırganlık ve savaş politikasının dolaysız suç ortağı yapmak isteyen Amerikan rejiminin belli ölçüde amacına ulaştığını ortaya koydu.

AB üçlüsü -İngiltere, Fransa, Almanya- tarafından hazırlanan karar tasarısı, konseyde yapılan oturumda, 15 üyenin tamamının oylarını alarak oybirliğiyle kabul edildi. Önceleri ABD dayatmalarına karşı çıkan Rusya-Çin ikilisinin de karara onay vermesi, ya kirli pazarlıklar sonucu Bush yönetimiyle anlaşmaya vardıklarını, ya da Washington’a karşı direnmekten aciz kaldıklarını gösteriyor.

Güvenlik Konseyi kararı, “İran’a doğrudan ya da dolaylı hassas nükleer malzeme ve balistik füze satışı ya da transferinin engellenmesini” öngörüyor. İran’ın Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) ile işbirliği yaparak nükleer faaliyetlerini gecikmeksizin askıya almasını talep eden karar, bu ülkenin nükleer faaliyetlerine katkıda bulunacak her türlü malzeme, teknoloji ve finansmanın sağlanmasının da yasaklanmasını istiyor. Yanısıra karar, İran’ın bu tür faaliyetlerine katılan kişilere ve kurumlara seyahat yasağı ve mallarının dondurulması gibi yaptırımlar da getiriyor.

Nükleer programının barışçıl amaçlı olduğunu öne süren İran yönetimi ise, uzun süreden beri devam eden ABD emperyalizmi merkezli dayatmalara boyun eğmiyor. Bir süredir emperyalist güç odaklarının blok tutum almasını önleyecek manevralar yapan İran yönetimi, daha çok Rusya-Çin ikilisine güveniyordu. Oysa İran’la çok yönlü ilişkiler geliştirmelerine rağmen bu güçler, sonuç itibarıyla ABD ile batılı müttefikleriyle aynı kararın altına imza attı. Kuşkusuz Güvenlik Konseyi kararının altına imza atan Rusya-Çin ikilisi, İran’la geliştirdikleri çıkar ilişkilerinden vazgeçmiş değiller. Fakat yine de karar Tahran yönetimi aleyhine bir havanın oluşmasına katkıda bulunabilecek içeriktedir.

Güvenlik Konseyi’nin oybirliği ile aldığı bu karar, Tahran’da herhangi bir tutum değişikliğine yol açmayacaktır. Nitekim Güvenlik Konseyi’nin yaptırım kararı alması üzerine konuyu görüşen İran Meclisi, hükümetten UAEK ile işbirliğini gözden geçirmesini isteyen yasa tasarısını derhal kabul etti. Meclis görüşmesinde “Amerika’ya ölüm!”, “İsrail’e ölüm!” sloganları atan milletvekilleri, hükümetin UAEK ile işbirliğini gözden geçirmesi talebiyle hazırlanan yasa tasarısını büyük çoğunlukla onayladı.

Kararı değerlendiren Meclis Güvenlik ve Dış Siyaset Komisyonu Başkanı Alaaddin Burucerd, yaptırım kararının İran’ı kanuni hakkından mahrum etme amacını taşıdığını, böyle bir kararı kabul etmelerinin mümkün olmadığını söyledi.

Irak bataklığına saplanan savaş kundakçıları, “şer ekseni”ne dahil ettikleri İran’a savaş açma gücünü kendilerinde görmedikleri ölçüde, saldırıyı BM eliyle icra etme yoluna gittiler. Ancak, şimdiye kadar orada da Rusya-Çin engeline takılan Amerikan rejimi, Güvenlik Konseyi’nin aldığı bu kararla, kısmi bir başarı sağlamış görünüyor. Bu da, Bush liderliğindeki haydutlar çetesinin Güvenlik Konseyi kararını gerekçe göstererek, bölge haklarına karşı daha küstahça saldırılara girişme ihtimalini güçlendiriyor.

Ölçüsüz saldırganlığa dayanan bu kanlı planları Filistin, Irak, Lübnan örneklerinde görüldüğü üzere, halkların direnme iradesi ve kararlılığı bozacaktır.


Gazze halkından “Şiddete son
verin!” çağrısı

Filistin yönetimi başkanı Mahmut Abbas’ın erken seçim ilan etmesi El Fetih ile Hamas çatışmasını körüklemiş, ancak harcanan yoğun çabalar sonucu taraflar ateşkes konusunda anlaşmaya varabilmişti. Anlaşmaya rağmen çatışmaların yer yer devam etmesine tepki gösteren halk Gazze’de sokaklara indi.

Gazze kentindeki parlamento binası önünde toplanan yüzlerce Filistinli, El Fetih’le Hamas’ı şiddete son vermeye ve ulusal birlik hükümeti kurmak için görüşme masasına oturmaya çağırdı.

Büyük çoğunluğun örgütlü olduğu Filistin’de bu çağrı apayrı önem taşıyor. Zira kitle desteği en yaygın olan iki hareketin çatışması demek, Filistin toplumunun birbirine girmesi anlamına gelir. Bundan dolayı iç çatışma, -siyonist işgal devam ettiği sürece- Filistin toplumunun “kırmızı çizgileri”ni oluşturmaktadır.

Erken seçim çağrısı yapan Mahmut Abbas ekibi, ulusal birlik hükümeti kurulması fikrine de açık olduğunu öne sürüyor. Oysa Abbas’ın sözcüsü, konuyla ilgili açıklamasında, yeni bir müzakere sürecine girilmesi yolunda herhangi bir hazırlık yapılmadığını ifade etti. Bu da Abbas ekibinin manevra yaptığını gösteriyor.

Mahmut Abbas’ın emperyalist/siyonist güçlerle yürüttüğü ilişkiler, halen Filistin’de iç çatışma riskini ortadan kaldırmanın önündeki en ciddi engeldir. Verili durumda, Abbas şahsında temsil edilen bu eğilimi geriletmenin etkili yolu, halkın birlik yolunda daha kitlesel, daha kararlı bir duruş sergileyebilmesinden geçiyor.


Irak’a gelen İranlı diplomatları ABD askerleri tutukladı...

Kukla yönetimin iradesi postallar altında

Bağdat’taki kukla yönetim, işgal ordularının koruduğu “yeşil hat” sınırları içine hapsolsa da, “Irak hükümeti” diye anılıyor. Bu yönetimde yer alan Celal Talabani’ye “cumhurbaşkanı”, İbrahim El Maliki’ye “başbakan”, pek çok kişiye ise “bakan” sıfatı yakıştırılıyor. Üstelik bu hükümetin “demokratik” seçimlerle işbaşına geldiği, dolayısıyla “batı standartları”na uygun tarzda kurulduğu söyleniyor.

Emperyalist işgalin ne anlama geldiğini bilenler, elbette bu sıfatların içi boş bir kabuktan ibaret olduğunun farkındalar. “Irak hükümeti”nde yer alanlar işgalci zorbalar karşısında soysuz bir işbirlikçiden ibarettirler. İşgal ordularının kimi pervasız tutumları bile, bu düşkün takımının iradesinin sınırlarını gözler önüne sermeye yetiyor. Örneğin, anlı-şanlı “Irak cumhurbaşkanı” Celal Talabani’nin Irak’a davet ettiği İranlı diplomatları, işgalci ABD ordusu askerleri rahatlıkla tutuklayabiliyor.

Olayla ilgili açıklama yapan Talabani’nin sözcülerinden Hiva Osman, “Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin davetiyle Irak’a gelen iki İranlı diplomat ABD askerleri tarafından tutuklandı. Talabani bundan dolayı son derece kızgın. Bu iki İranlı diplomat, Irak’taki güvenlik durumunun iyileştirilmesi için Irak ile İran arasında yapılan anlaşma çerçevesinde Irak’a gelmişlerdi” dedi.

Talabani’nin aşağılanması anlamına gelen bu pervasızlık, işgal ordusundaki tetikçi takımının bile, “Irak cumhurbaşkanı” sıfatı taşıyan kişinin iradesini çiğneyebileceğinin somut göstergesidir. Amerikan ordusunun küstahlığı, Irak yönetiminin asgari düzeyde bir irade gösterebilmesi için, işgale tavır almak zorunda olduğunu bir kez daha göstermiştir.


“Sahte barış” sürecini canlandırma sinyalleri

ABD-İsrail ikilisi ile suç ortaklarının halklara savaş ilan etmesine vesile ettikleri “büyük Ortadoğu/büyük İsrail” projesinin Irak ayağının bataklığa dönüşmesi, Lübnan’a saldıran siyonist ordunun ise bu ülkedeki direniş hareketi tarafından burnunun sürtülmesi, emperyalist/siyonist zorbaları yeni taktikler aramaya zorladı. Savaş kundakçısı Bush’un bu çerçevede yeni yılda bazı değişikliklere gitmesi bekleniyor.

Yılın bitmesine az bir süre kala İsrail rejiminin attığı bazı adımlar, sürecin fiilen başladığına işaret ediyor. Mart ayından beri Filistin halkını ablukaya alarak boğmaya çalışan siyonistlerle hamileri, birden Filistin’e “insani yardım” yapmaktan söz etmeye başladılar. İddiaya göre, gaspedilen kaynakların ufak bir kısmını Filistin Yönetimi’ne aktararak “insani yardım” yapmış olacaklar.

Oysa Mahmut Abbas ekibini kışkırtarak Filistin’de iç çatışmaları körükleyen de bu zorbalardır. Şimdi bu aynı güçler, ölümü göstererek halkı sıtmaya razı edebileceklerini, böylece Filistin direnişini zayıflatma fırsatı yakalayabileceklerini hesaplıyor olmalılar. Nitekim İsrail Başbakanı Ehud Olmert’in Mahmut Abbas’ı Kudüs’teki ikametgâhına davet etmesi, dahası görüşmenin ardından Abbas’a, gaspedilen Filistin yönetimi gelirlerinden 100 milyon dolarlık bir meblağın ödenmesi, bu yönde atılan somut adımlar kabul ediliyor.

Bildirildiğine göre, siyonist şefin ikametgâhında yapılan iki saatlik toplantıdan taraflar memnun ayrılmış, ancak toplantının ayrıntılarına dair bilgi basına verilmemiş. İsrail Başbakanlığı’ndan yapılan açıklamada ise, görüşmede iki tarafın da Ortadoğu barışı sürecinin yeniden başlatılması konusunda anlaştıkları ifade edildi.

Kudüs toplantısına dair kayda değer bir açıklama yapmayan Abbas ekibinin, siyonistlerle diyaloğa girmekten memnun olduğu bildiriliyor. Zira ABD’den gönderilen silahlara İsrail’den gelen 100 milyon doların eklenmesi, Hamas’la girdiği iktidar mücadelesinde Abbas ekibine belli avantajlar sağlamış görünüyor.

Toplantıyı değerlendiren Hamas yetkilileri ise, “Olmert-Abbas buluşmasının Filistin davasına hizmet etmeyeceğini” savundu. Hamas İsrail karşısında geri adım atmaması konusunda da Abbas’ı uyardı.

Görünen o ki, “barış süreci”nin yeniden başlatılacağı yanılsamasının yaratılmasına, İsrail’in yanısıra gerici Mısır rejimi de katılıyor. Siyonist başbakanın sözcüsünün Olmert-Mübarek ikilisinin yakında bir araya geleceğini duyurması, Amerikan işbirlikçilerinin koordineli çalıştığını gösteriyor.

Irak bataklığından çıkış arayışı çerçevesinde gündeme getirilen “barış süreci”nin canlandırılması çabasının, Filistin halkının gerçek sorunlarının çözümüyle hiçbir ilgisi yoktur. Filistin halkı lehine herhangi bir çözümün söz konusu olmayacağı, siyonistlerin bu işe istekle sarılmasından da bellidir. Başka bir ifadeyle, siyonist İsrail rejiminin girişimleri, halkları köleleştirme seferine çıkan işgal güçlerinin Irak bataklığından çıkmalarına katkı sunmak amacıyla gündeme getirilmiştir. Bu amaç ise tüm bölge halklarının aleyhinedir. Zira başta Filistin olmak üzere, bölge haklarının özgürleşme mücadelesi, bizzat emperyalist/siyonist güçlerle işbirlikçilerine karşı örülecek direnişlerle zafere ulaşacaktır.


Ekvador: “Neoliberal model gömülecek”

15 Ocak’ta yemin ederek görevine resmi olarak başlayacak olan Ekvador devlet başkanı Rafael Correa, neoliberal modelin Ekvador’da 2007’de gömüleceğini söyledi. Seçimlerden galip çıktığı günden itibaren Ekvador’un Arjantin, Brezilya, Bolivya, Şili, Venezüella tarafından yürütülen entegrasyon çalışmasına katılacağını dile getiren Correa, seçim propagandasını da ABD-neoliberalizm karşıtı argümanlar üzerine kurmuştu.

Yüksek Mahkeme’de düzenlenen törende konuşan Correa, Latin Amerika’nın dost, kardeş ve egemen hükümetlerin olduğu bir bölge haline gelmesi hayalinin gerçekleşmesi için gereken koşulların var olduğunu vurguladı. “Güney Amerika için uzun ve acı dolu neoliberal gece sona erdi” diyen yeni başkan, gerçekten halkı temsil eden bir meclis oluşturulması ve 1998 Anayasası’nın değiştirilmesi için bir Kurucu Meclis’in toplanacağı, bu konuda gereken mücadelenin verileceği vaadinde bulundu.

Bu açıklamayı izleyen günlerde Venezüella’ya giden Correa, burada yaptığı açıklamada ise, Ekvador’un “sosyalist, adil ve onurlu bir Latin Amerika’nın inşasını” destekleyeceğini belirtti. Şu ana kadar başarılanların Latin Amerikalılar’ın onurlu, egemen ve adil ülkeler kurabileceklerini kanıtladığını dile getiren Correa, başkanlığını yürüttüğü “Ülke İttifakı Hareketi” resmen göreve başladığında Ekvador’un da Venezüella’nın izinden gideceğini söyledi.

Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez’le değişik alanlarda anlaşmalar imzalayan Correa, bu sözlerinin arkasında durma gücü gösterebilirse eğer, Latin Amerika’daki anti-emperyalist dalgaya güç katmış olacak.


Arjantin’de faşist örgüt yargılanacak!

Toplumsal muhalefetin basıncı, birçok ülkede faşist cunta şefleri ile işkenceci katillerin en azından bir kısmının yargılanmasını sağladı. Özellikle Latin Amerika ülkelerinde daha önceki yönetimler tarafından “aklanan” işkenceci katiller, son dönemde yeniden yargılanıp mahkum edilmeye başladı.

Tarihin en uzun süreli kayıp yakınları eylemine tanık olan Arjantin’de de, faşist askeri cunta döneminde insanlığa karşı suç işleyen, aralarında generallerin de bulunduğu bir kısım subay ve polis mahkûm edilmişti. Ancak faşist cuntanın tetikçiliğini yapan “sivil” faşistler, şimdiye kadar bu yargılamaların dışındaydı. Arjantin yargısı, Arjantin Anti-Komünist Alyansı (Triple-A) adlı faşist terör örgütünü de bu kapsamda yargılama kararı aldı.

Bu örgütün 24 Mart 1976’da gerçekleşen askeri faşist darbe öncesi işlediği cinayetleri “insanlığa karşı işlenmiş suç” sayan Arjantin yargısı, soykırım ve insanlığa karşı suçlarda zaman aşımı olmadığından hareketle bu örgütü yeniden yargılama kararı verdiğini açıkladı.

Bir savcının talebini kabul eden federal yargıç Norberto Oyarbide, Triple-A’nın İspanya’da ortaya çıkan şeflerinden Rodolfo Almiron hakkında uluslararası tutuklama kararı çıkartarak, Arjantin’e teslim edilmesini talep etti.

1500 civarında ilerici-devrimciyi katleden bu faşist oluşumun, “soykırım ve insanlığa karşı suç”tan yargılanması bir ilktir. Böylece toplumsal muhalefetin basıncı altında kalan rejim, bir zamanlar tetikçi olarak kullandığı faşist oluşumun “insanlığa karşı suç” işlediğini resmen kabul etmiş oluyor.

Bu olay, egemenliğini sürdürebilmek için işkenceci katillerden vazgeçmeyen kapitalist rejimin, toplumsal muhalefetin gücü karşısında cellatlarını yargılamak zorunda kalabileceğini göstermektedir.