29 Aralık 2006 Sayı: 2006/51 (51)
  Kızıl Bayrak'tan
   TÜSİAD’ın uyarıları ve sermaye iktidarının çözüm arayışları
  2006’da ekonomi cephesi…
  Sefalet ücretlerine son!
  Sermaye sınıfı ve hizmetindeki iktidar asgari ücrette gene bildiğini okudu!
Asgari ücret kampanyası...
Meslek liseleri neden burjuvazi için “memleket meselesi”?
“Ne olacak bu cumhurbaşkanlığı seçimi?” - Yüksel Akkaya..
 19 Aralık eylemlerinden...
  Açlığın ve yoksulluğun olmadığı bir dünya için Devrimci sınıf mücadelesini yükseltelim!
  İşçilerin ve devrimci
öncü işçilerin birliği sorunu
  Sendikal bürokrasi ve
devrimci sınıf sendikacılığı
  Gençlikten
  Dünyadan...
  Türkmenistan kurtlar sofrasında!
  Küba’nın verdiği ders! - Mumia Abu-Jamal
  Siyaset ve çelişkiler sahası Ortadoğu - Abu Şehmuz Demir
  Volkan Yaraşır’la işçi hareketinin yaşadığı sorunlar ve çözüm önerileri üzerine konuştuk…
  ÖO direnişinin dışarıdaki onurlu sesi, güzel insan Behiç Aşçı’ya mektup...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Siyaset ve çelişkiler sahası Ortadoğu

Abu Şehmuz Demir

Ortadoğu topraklarına son birkaç haftadır uluslararası kapitalist sermayenin memur ve diplomat tüccarlarının biri gidip biri geldi. Kapitalizmin ömrünü uzatmak ve geleceğini garanti altına almak için, bu tüccarların her geliş gidişlerinde çantalarında bölgenin gidişatına yönelik olarak bulunan birçok kirli stratejinin hayat bulması için, o pay-i taht’tan bir öbürüne dolaşıp duruyorlar. Hepsinin de derdi meramı, Mısır’dan Çin’e uzanan Doğu’nun, özelde ise Ortadoğu’nun zengin fosil yakıt kaynaklarına ya tek başına hakim olmak, ya da birlikte bölgenin üzerine yarasa gibi çullanarak, Asya’nın zengin enerji kaynaklarından oluşan pastadan pay elde edebilmektir, bunun için çırpınıp duruyorlar. Akdeniz havzasından başlayıp Asya’nın derinliklerine kadar uzanan bin yılların ticaret güzergahı olan bu coğrafyanın enerji kaynaklarına, emperyalist Batı merkezleri muhtaç ve bağımlıdırlar. Bu bölgenin zengin kültürel varlıkları hiçe sayılarak, ve daha kendileri devlet mimarisinin şekli şemalini bile bilmezken bu topraklarda boy vermiş derin kültürel birikime ve varlıklara karşı, tarihsel sınırlarına dayanmış vahşi kapitalizmin ömrünü uzatma savaşını sürdürme peşindeler.

Bu vesileyle de, Afganistan ve Irak’tan sonra içinden geçtiğimiz birkaç aylık dönemde, Ortadoğu çirkin bir sürece doğru çekildi ve bölgenin semalarında biriken karabulutların dolaşımı halen devam ediyor. Irak bir yana, Lübnan savaşa sürüklendi, Filistin iç kargaşaya çekiliyor ve bölge devletleri ile (Hindistan’dan Balkanlar’a kadar uzanan muazzam coğrafyada üçyüz yılı aşkın bir süre boyunca Pers İmparatorluğu olarak hüküm sürmüş) İran’ın arasının açılması için süreç adeta kışkırtılıyor. Bu sorunlar önümüzdeki yılda daha da ağırlaşarak devam edecek gibi görünüyor.

Irak merkezli gelişen Ortadoğu’nun siyasi iklimi, başta bu ülkeyi işgal eden işgalci güçleri çıkmaza soktuğu gibi, işgalci devletlerin bölgedeki müttefiklerini de bir o kadar etkilemiştir. Özellikle İsrail’in Lübnan savaşından sonra, bir adım daha ileri kayan İran ve Suriye karşıtı bölge bloğu (içerisinde mezhepçi ve politik kaygılar taşıyan bölgenin kimi güçlerinin de bulunduğu blok), ABD ve müttefiklerinin bölgede rezil rüsva olmasını önlemek ve “dostluk adına” onların namusunu kurtarmak için, kuşkusuz aynı zamanda koltuklarını koruma kaygısıyla da ses tonlarını yükseltiyorlar. Çünkü kendisi Arap olmayan İran’ın Arap Yarımadası’nda siyasi etkinliğini artırmaya çalışması, bölgenin ağabey konumundaki ülkesi Mısır’ı ve Kral rolünü oynamak isteyen Suudi yönetimini ve ötekileri belirgin biçimde rahatsız ediyor.

Hal böyle olunca, İran eksenli gelişen ittifak ve müttefiklerinin etrafını daraltma amacı çerçevesinde, İran karşıtı bölge ittifakının başını çeken ve bu ittifakın bölgede kimi Arap rejimleri nezdinde önemli ayaklarından birini oluşturan Suudi’ler, her zaman bölgeye yönelik çeşitli açıklamalarda bulunmazlar ama, şu son günlerde açıktan ve gizliden seslerini yükseltmeye başladılar. Daha önce, Suudi Arabistan’ın BM daimi temsilcisi Prens Türki El-Faysal, “ABD Irak’tan çıkmamalı. ABD Irak’a davetsiz geldi, çıkması ise davetsiz olmamalı” demişti. Bunun ardından, Suudi Krallığı’nda Ulusal Güvenlik’te görevli olan Navif Obeyd de, “ADB askerleri Irak’tan çekilmemeli, eğer ABD Irak’tan çekilir ve Şiiler’in Sünniler’i hedef alan saldırıları devam ederse, biz de Sünniler’e her türlü desteği yaparız” (Aktaran Qatar patentli ANB TV’si) diyordu.

Bu kışkırtıcı söylemlerin ardından, Irak’ta “işgale karşı direnişi sürdürdüğü” söylenen ve “Sünniler’in lideri” olarak yansıtılan Haris El-Dari, İsrail’in Lübnan saldırısından sonra açıktan açığa şekillenen Batı ve İsrail yanlısı bölge bloğunun başkentlerinde (Türkiye’de, Mısır’da, Ürdün’de vs. yerlerde) bir dizi toplantılara iştirak etti ve ardından Suudi Arabistan’a çağrıldı. Katıldığı toplantılarda, “işgale” ve İran eksenli gelişen siyasal sürece karşı direnişin devam edeceğini söylüyordu El-Dari…

Sözün özeti olarak bu açıklamaların tek bir izahatı var. Bu da; Arap olmayan İran’ın Arap coğrafyasında önünün alınması için, bölgede Şii ve Sünni gibi yapay bloklaşmaların önü açılıp, ABD’nin bölgede kalıcılığına nefes aldırmak ve zemin hazırlamaktır. Hatta Suudi Arabistan, tıpkı 1960’lı yıllarda Cemal Abdulnasır karşıtı bölge öncülüğünde olduğu gibi, bu kez de “İran tehlikesi”ni önlemek babında, Batı, İsrail, Türkiye ve kimi Arap iktidarlarının yanı sıra cemaat ve tarikat sahibi bir birlik ve ittifakların oluşması için gizli faaliyetini sürdürüyor.

Bu süreci iyi gören ABD, Afganistan ve Irak savaşından bu yana, Arap Yarımadası’nda dillendirdiği ve Mısır’daki sağır sultanın dahi duyup öğrendiği “düşük yoğunluklu demokratik istikrarın” yerine, bu kez de yeni bir stratejik söylem olan “bölgesel ittifak”tan söz etmeye başladı. Bunun hayata geçirilmesi için, ABD ve uluslararası savaş ekibi, onlar adına İngiltere’nin “güler yüzlü” Başbakanı Tony Blair, Ortadoğu’da bu yapay süreci çatıştırmacı ve kışkırtmacı bir eksene çekebilmek için, bölgede İran’a karşı bölge ülkeleri bazında “ılımlılar ittifakının” oluşması çağrısını yapıyor ve böyle bir girişimi destekleyeceklerini söylüyordu. Garip olmayan olgu ise, soğuk savaş döneminde din ve mezhepleri kapitalizmin bekası için sosyalist sisteme karşı kullanmada uzman olan ABD ve Batı merkezleri, bu kez Müslüman topluluğunu kendi içinde mezhepler nezdinde birbirine karşı kışkırtma veya boğazlatma peşinde. Yani Irak’ta olduğu gibi, Lübnan’da ve Körfez ülkelerinde etnik ve mezhepsel çatışmaların fay hatlarının altı bilinçli olarak kazınıyor. Ortadoğu’da bu sürecin yönünü bulabilmesi için ise, birçok elin çok yönlü faaliyetleri devam ediyor.

Bu süreçten vazife çıkarmak isteyen hem uluslararası güçler hem de bölge aktörleri, diplomasinin karanlık koridorlarında Ortadoğu’nun geleceğine yönelik gizli hesaplarını, girişim ve planlarını sürdürüyorlar. Ancak, İran’a yönelik doğrudan (bu şu an için olası görünmüyor ama) bir askeri işgal hareketi emperyalistler arası it dalaşını doğuracağı gibi, bölgede de büyük bir yangına yolaçar. Son aylarda bu planların hayata geçirilmesi için ardarda Ortadoğu’nun başkentlerinde bir dizi toplantı, konferans, zirve vb. gibi çeşitli buluşmalar yapıldı. Buna ek olarak uluslararası savaş tüccarları ve deccalları (fesatları) bölgeye ardarda akın ettiler. Hepsinin de kaygısı, Afganistan’da oluşturulan ittifakın yerine, Irak’ta tersine işleyen, hatta dolaylı olarak birbirlerinin tekerlerine çomak soktukları çatışmacı süreçte, Ortadoğu’da yaşanacak yeni bir karmaşa ve kaos içerisinde, kimin kiminle paydada ortaklık yapacağı...

Gelinen süreçte, ABD ve müttefikleri Irak’ın işgalinden sonra içine düştükleri bataklıktan kurtulabilmenin yollarının arıyor. Bu çerçevede, James Bekar ve Lee Hamilton raporunun uygulanabilmesi için bölgeye, başta ABD’nin savaş ekibi olmak üzere Batı merkezlerinin diplomatik çevrelerinin biri geldi biri gitti. 1970’li yıllarda bölgede CIA koordinatörlüğü yapan ve daha sonra 1. Körfez Savaşı’nı başlatan Baba Bush, Ortadoğu’ya gelerek, hamalın namusunu kurtarmak için, Körfez’deki eski dostlarından ABD’ye yardım etmelerini istedi. Aynı süreçte Dick Cheney de, petrol ortağı olduğu Suudi Arabistan’a gidiyor, İran karşıtı cephenin oluşması için Suudilerle bir dizi görüşmelerde bulunuyordu. Eski CIA Başkanı, şu an ABD Savunma Bakanı olan Robert Gates, yeni görevini devralır almaz Ortadoğu’ya yaptığı gezide, “Ortadoğu’da huzursuzluk ve güvensizliğin uzun yıllar devam edeceğine ve bölgede kalıcı olduklarına” işaret ederek, “Herkese gönderdiğimiz mesajın anlamı ise, ABD’nin dünyanın bu bölümünde varlığının süreceğidir. Uzun süre burada olacağız” diyordu.

Bu ve buna benzer birçok ABD’li yetkilinin bölgeye yönelik açıklama ve görüşmelerinin ardından, G. Bush Ürdün’e gelerek, Kral Abdullah başta olmak üzere bölgenin birçok devlet ricali ile Amman’da, bölgenin şekillenmesine yönelik görüşmeler yaptı. Bu toplantıdan sonra bölgenin en çetrefili sorunu olan Filistin’de iç sürtüşme tetiklendi ve iktidarda olan Hamas’ın devrilmesi için Mahmud Abbas öncülüğünde baskılar artırıldı. Bu toplantıya ev sahipliği yapan Ürdün Kralı Abdullah, Filistin’de çıkacak bir iç yangının ateşinin kıvılcımlarının kendi ülkesine sıçrayacağından korkmuş olmalı ki, Abbas ve Haniye’yi bu hafta Ürdün’de bir araya getiriyor. Her ne olursa olsun Hamas Filistin halkının demokratik iradesiyle hükümet olduğu halde, politik kaygılarından dolayı, Filistin’de Hamaslı bir süreç Batı’nın ve bölgenin kimi devletlerinin işlerine gelmiyor. Bu nedenle Hamas ve FKÖ arasına nifak tohumları serpiliyor ve Hamas’ın geçmişte yaptığının tersi tekerrür ediyor… Bu da İsrail ve Batı’nın istemleri doğrultusunda ilerletilmek istenen bir süreçtir.

Bölgedeki bu gelişmelere ek olarak, Türkiye, İran ve Suriye eksenli sık sık buluşmaların ağırlık konusu, her üç devletinde egemenlikleri altındaki Kürt halkına yönelik ortak tutum ve politikalarda bir vizyonun oluşması. Başta Türkiye ve İran rejimlerinin milliyetçi eksende sürdürdükleri gerici siyaset gereği, Kasr-ı Şirin’den bu yana bölge devletlerinin egemenlikleri altındaki Kürt halkının iradesi hiçe sayıldığı gibi, “bir kaşık suda” nasıl boğarız siyaseti doğrultusunda Kürtler hep baskı altında tutuldu. Bu tutumları halen devam ediyor. Oysa bu siyasi anlayış ne kendilerine, ne de Ortadoğu’nun sorunlarına fayda veya çözüm sağlamıyor. Sağlamadığı gibi, yığınların beyninde gericiliği zinde tutuyor ve milliyetçiliği körüklüyor. Bu tutumlarıyla onlar, azınlık ve toplulukları baskı altında tutarak, halklar arası dostluk ve kardeşliği yaratma felsefesinden yoksundurlar.

Sonuç itibarıyla, bu siyasi anlayışla, ezilen işçi ve emekçi halkların kapitalizme ve gerici sistemlere karşı sınıfsal mücadelesinin önünün alınması için, dünyada olduğu gibi Ortadoğu’da da din ve milliyetçilik bilinçli bir biçimde öne çıkartılıp, toplumlar zihninde gericilik diri tutulmaya çalışılıyor. Kapitalist sistemin mağdurları olan ezilen emekçi yığınlar sahte propagandalarla aldatılmaya çalışılarak, milliyetçilik ve din ekseninde toplumlar birbirine kırdırılmaya çalışılıyor. Ya da, diğer bir deyimle, 21.yüzyılda gelişip büyüyecek sınıf savaşını gölgelemek ve bastırmak hedefleniyor.

Öte yandan, Ortadoğu’nun geleneğinde kökleri çok eskilere dayanan ve halen günümüzde de devam eden etnik (Şii-Sünni veya alt mezhepsel) kavgalar kışkırtılıyor. Emperyalist-kapitalist sistemin strateji uzmanları ve burjuva ideologlarının son yıllarda Batı-Doğu çatışması adı altında, dinleri çaresiz bireylerin güvenli limanlara çıkış yolu olarak göstermeye çalışması ise, 21. yüzyılda emperyalist-kapitalist sistemle karşı gelişen ve çok yönlü şekillenen sınıfsal kavganın hedefinden saptırılmasını amaçlıyor. Bu kavramlar, Batı merkezli beyaz adamın kavramları olup, kapitalizmin uzun erimde insanoğlu üzerinde tahakkümünü hedefliyor. Bu ölçekte gelişen ırkçı, dinci, şovenist, ayrımcı Batı merkezli yön arayan çarpık tarih ve süreç reddedilirken, aynı zamanda aynı bakış açısına sahip olan Asyatik ve İslamcı bakış açısı da reddedilmelidir. Ortadoğu coğrafyasında bu ve buna benzer sürecin gidişatına yönelik sığlığa düşmeden kavga geliştirilmelidir.

Bu yazıyı okuyan ve okumayan herkesin yeni yılını kutluyorum. Yeni yılda başta bölgemiz olmak üzere tüm dünyada barışın ve özgürlüğün kol gezdiği bir gelecek dileğiyle…