24 Kasım 2006 Sayı: 2006/46 (46)
  Kızıl Bayrak'tan
   Açlık ve sefalet kaderimiz değildir!
  Kürdistan’da provokasyon girişimleri
  Genelkurmay Başkanı işaret etti, Özgür Gündem kapatıldı!
  Türk devletinin Ermeni sorunundaki açmazları....
Seçimler yaklaştıkça düzen içi gerici dalaşma sıklaşıyor…
MHP: Değişen ya da değişmeyen ne?/1 - Yüksel Akkaya
Sınıf bilinçli işçiler İstanbul İşçi Kurultayı’nı değerlendiriyor.../2
 Yüksel Akkaya’nın İstanbul İşçi Kurultayı’nda yaptığı konuşma...
  İnsanca çalışma ve yaşam koşulları için mücadele, emeğin onur mücadelesidir!
  “Direnen halklar kazanacak!” gecesi yaklaşık bin işçi, emekçi ve gencin katılımıyla gerçekleşti...
  Genç Komünistler’den “Direnen Halklar Kazanacak Gecesi”ne mesajlar...
  “Direnen Halklar Kazanacak!” gecesine mesajlar...
  ABD Filistin’de iç çatışmaları kışkırtıyor
  İşgal Afgan halklarını açlığa sürüklüyor
  Filistin halkı İsrail ölüm makinesine meydan okudu
  ABD ve Ortadoğu - Abu Şehmuz Demir
  ABD’nin çıkmazı ve bunun olası etkileri M. Can Yüce
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

ABD’nin çıkmazı ve bunun olası etkileri

M. Can Yüce

ABD, dünya çapında yakaladığı gücü kullanarak 21. yüzyılı “Amerikan yüzyılı” haline getirmek, dünyaya “Pax Amerikana”yı egemen kılmak istedi. Ortadoğu, bu küresel stratejinin çok önemli bir basamağı konumundaydı. 1991 Körfez Savaşı’yla önemli bir mevzi kazanmıştı, bunun devamını getirmek istiyordu. 2003’te Irak’a girdiğinde ve kısa sürede Saddam ordularını yenilgiye uğrattığında, başka bir ifadeyle kolay “zafer” kazandığında tek başına dünyaya egemen olma stratejisinin önemli bir aşamasını geride bıraktığını düşünüyordu. Ancak “Evdeki hesap çarşıya uymadı”. Sünnilere dayalı işgal karşıtı hareketi yenilgiye uğratıp Irak’a tam egemen olamadı, istediği düzeni ve istikrarı kuramadı. Tersine hem işgal güçlerine karşı saldırılar azalmadı, hem de derinleşen mezhep çatışmaları Irak’ta düzen ve istikrar hayallerini tuz buz etti. Bu, ABD iç çelişkilerini derinleştirdiği gibi, bu çıkmazdan kurtuluş arayışlarına da yöneltti.

Askeri yenilgi ve politik açmaz çok açık ve bunu aşmanın arayışları da başlamış bulunuyor. Bu saptamanın altını biraz doldurmak için bazı özet aktarmalar yapmak durumundayız. ABD’deki gelişmeleri yakından izleyen gazeteci Yasemin Çongar, 20 Kasım 2006 tarihli Milliyet’te yazdığı “ABD’de kavga, arayış ve aceleci yorumlar” başlıklı yazısında şu tespitleri yapmaktadır:

“Savaşın baş ideologu, şimdiki Dünya Bankası Başkanı Paul Wolfowitz, Irak’taki duruma ilişkin soruları, aylardır, ‘Irak benim meselem değil’ diye yanıtlıyor.

Bush yönetimini savaşa ikna edenlerden Iraklı Ahmet Çelebi, ‘Asıl suçlu Wolfowitz’dir’ diyerek eski dostunu Irak’taki hezimetten sorumlu tuttuğunda ABD ara seçimlerine aylar vardı.

Savunma Politikası Kurulu’nun eski başkanı Richard Perle’ün, ‘Bu noktaya geleceğimizi başında görseydim, savaşı savunmazdım’ demesi seçimlerden önceydi.

Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in 36 yıllık dostu Ken Adelman’ın, Pentagon’daki bir toplantıda, ‘Irak’ta savaşı kaybediyoruz’ deyip, Rumsfeld’i inkârcılıkla suçlaması, en az dört beş aylık mesele; Irak’ta görev yapmış generallerin, Rumsfeld’i açıkça eleştirmeye başlaması daha da eski.

Army Times gibi Amerikan ordusunun okuduğu bir dizi derginin Rumsfeld’i istifaya çağırması, 7 Kasım öncesindeydi. Başkan Bush da, Rumsfeld’in işini, eski CIA Başkanı Robert Gates’e teklif etmek için ara seçim sonuçlarını beklemedi.

ABD’de bir dizi neo-con ve liberter ismin şimdi kıyasıya eleştirdiği Irak Çalışma Grubu yeni değil, tam dokuz ay önce Kongre’deki Cumhuriyetçilerin bastırması ve Başkan Bush’un onayıyla kuruldu. Velhasıl, Bush yönetimi ve yakın çevresi açısından Irak’ta sonun başlangıcı 7 Kasım değil. Amerikan sağını Irak konusunda birbirine düşüren, neo-con’ların eleştirdiği Bush’a gerçekçilerden medet umduran Demokratların zaferi olmadı. Irak’ta çıkış arayışı, sandık nedeniyle değil, saha nedeniyle başladı. Sandık sonuçtu; seçmenin, sahadaki gidişatın sorumlularına tepkisiydi.”

ABD’nin kayıpları da gün geçtikçe artmakta ve toplumda gizlense de bunların sürekli gizlenmesi olanaksız olmaktadır. Bu konudaki çarpıcı bilgileri Ali Bulaç, 20 Kasım tarihli Zaman Gazetesinde “ABD Kayıpları” başlıklı yazısında veriyor. Belli bir fikir edinmek için bu çarpıcı bilgileri aktarmayı gerekli görüyoruz:

“Ali Hüseyin Bakir, işgalden bu yana Amerika’nın Irak’ta verdiği kayıplar konusunda ilginç bir araştırma yayınladı. Dunyabulteni.net sitesinde yayınlanan verilere göre -ki veriler 23 Ekim 2006 tarihine kadarki dönemi kapsamaktadır- Amerika’nın verdiği kayıplar dört ana grupta şöyle sıralanıyor:

1) Amerikan resmi makamlarının rakamlarına göre 2.790 ölü.

2) Bağımsız yabancı kaynakların tahminlerine göre 15.000’in üstünde.

3) Direniş gruplarının (Irak İslam Ordusu) açıkladığı rakamlara göre 25.000’in üstünde. Bu rakam, Rus askerî uzmanlarının tahminlerine de yakın. Rus uzmanlar, Irak’ta öldürülen Amerikan askerinin gerçek sayısının daima, Pentagon’un açıkladığı rakamların onla çarpılmış haline eşit olduğunu söylemektedirler.

4) Arapça haber sitelerinin (El-Muhtasar) açıkladığı rakamlara göre ABD’nin verdiği kayıp sayısı 33.693. Bakir, eldeki kaynakları dikkatle gözden geçirdikten sonra şu sonuca varmaktadır: Bu son üç rakamın ortalaması 24.000’i aşkın ölüye denk gelmektedir ki, bunun Irak’ta ölen Amerikalı sayısı için mantıklı ve kabul edilebilir bir rakam olduğunu söyleyebiliriz. Bu da, Irak’ta bulunan toplam Amerikalı sayısının yaklaşık % 9,8’ini teşkil etmektedir.”

“Amerikalı ölülerin sayısından bahsederken, Irak’ta günlük olarak gerçekleştirilen operasyonların hacmini göz önünde bulundurmak gerekir. Washington Post Gazetesi’nde çalışan Amerikalı gazeteci Bob Woodward’ın söylediğine göre, Amerikan güçlerine karşı haftalık yaklaşık 800 ile 900 arası saldırı ve operasyon gerçekleştirilmektedir. Bu da, saatte ortalama dört saldırı ve günlük 100’den fazla saldırı demektir.”

Verilen rakamlar gerçekten çarpıcı ve ABD için sarsıcı. Bu, ortaya çıkardığı politik tartışmaların, çatışmalar ve yeni arayışların anlamını da çok açık bir biçimde anlatıyor…

Daha net ve çarpıcı değerlendirmeler, Cengiz Çandar’ın 21 Kasım 2008 tarihli Bugün Gazetesinde yazdığı “‘Pax Americana’dan ‘Ortadoğu Yalta’sı’na giden yol ve ofsayttaki Türkiye...” başlıklı makalesinde var, kısaca aktarmak gerekir:

Irak’ta yaşanan Sünni-Şii çatışmasının geldiği noktayı, bunun çözümsüzlüğünü ve ABD egemenliği açısından anlamını gözlem ve edindiği bilgilere dayanarak anlatan Çandar, şu bilgi ve değerlendirmeleri aktarıyor:

“Tartışmaya son olarak, sözüne kulak verilen eski dışişleri bakanlarından, ‘Realpolitikçi stratejist’ Dr.Henry Kissinger da, BBC’de yayınlanan bir mülakatıyla katıldı. Onun görüşlerini şöyle toparlamak mümkün: 1. Kesin bir askeri zafer artık Irak’ta mümkün değil. Askeri zaferden kastettiğimiz, bir Irak hükümetinin kurulabilmesi; bu hükümetin tüm Irak’a otoritesini yayarak yönetebilmesi, iç savaşı kontrol altına alarak ve mezhep çatışmasını önlemesi ise, bu artık mümkün değil. 2. Buna karşılık, Amerikan kuvvetlerinin geri çekilmesi, eski Yugoslavya’da olduğundan çok daha şiddetli bir iç savaşa yol açacaktır. 3. Duruma bir çare bulmak için, evvel emirde bir uluslararası konferans toplanmalıdır. Buna, Irak’ın komşuları, BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri ve sonuçtan çok önemli çıkarları olan Hindistan ve Pakistan gibi ülkeler katılmalıdır. Bu tür bir uluslararası konferans önerisi, tabii ki Türkiye’yi kapsıyor ama Türkiye ile birlikte ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin ve İran, Suriye, S. Arabistan, Ürdün, Kuveyt, Mısır, belki Birleşik Arap Emirlikleri ve Pakistan ile Hindistan.”

Kissinger, ABD’nin yenilgisini ve açmazını açıkça itiraf ediyor. Aynı zamanda bu, tek başına ve diğer küresel ve bölgesel güçleri dıştalayan stratejisinin başarısızlığının itirafıdır. Önerilen çözüm “bir uluslararası konferans”tır; bunun anlamı Irak ve diğer egemenlik ve paylaşım sorunlarında diğer güçleri hesaba katan, onların ittifakını arayan bir yaklaşıma yönelmektir!

Irak’taki açmazı aşmak için kurulan Irak Çalışma Grubu şimdiden belli ilişkiler geliştirmeye başlamıştır. Bu konuda da Çandar, şunları yazıyor: “Bu arada, bir ay içinde o çok beklenen ‘raporu’nu yayınlayacak olan ‘Irak Çalışma Grubu’nun başkanı James Baker, yapılmayanı yaptı ve İran’ın BM Temsilcisi Cevad Zarif ve Suriyeli diplomatlar ile görüştü bile. Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim’in Bağdat’a gitmesi ve ‘Irak’ta barışa katkıda bulunmak istediklerini’ söylemesi bir rastlantı mı; yoksa son günlerin diplomatik hareketliliğinin doğal bir uzantısı mı?”

Belli ki ABD emperyalizminin Irak üzerinden geliştirmek istediği “Ortadoğu düzeni”, “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi” sekteye uğramıştır. Bu bir yenilgi durumudur ve tam bir açmazı anlatmaktadır. Açmazdan kurtulmak için diğer uluslararası ve bölgesel güçlerden destek arayışlarına girmiştir. Bunlardan İran ve Suriye, aynı zamanda tecrit edilmek istenen ve giderek teslim alınmak istenen devletlerdir. Bu devletlerin bu yeni sürece belli bir fatura karşılığında katılmak istedikleri, başka bir ifadeyle kendi etkinlikleri ölçüsünde söz hakkı isteyecekleri kesindir.

Açık ki eski Ortadoğu düzeni yerinden sarsılmıştır. Onu olduğu gibi geri getirmek mümkün değildir. “Yeni Ortadoğu” tam anlamıyla ABD’nin tek hâkim olduğu bir Ortadoğu düzeni olmayacaktır. Irak’ta mezhep çatışması, Kürdistan sorunu, Filistin sorunu, Lübnan ve diğerleri yeni bir uluslararası paylaşım ve “nüfuz alanları paylaşımı” ile yani yeni bir Yalta Konferansı ile çözülebilir mi? İşin içine birçok gücün girmesi, çok sayıda çıkar çatışması anlamına geliyor. Aynı zamanda bu, bu çıkarlar arasında bir dengenin kurulmasının büyük zorluğunu anlatıyor…

Bütün bu gelişmeler, olası gelişmelerin yönü ve yine olası sonuçları birlikte değerlendirildiğinde hem Ortadoğu, hem Irak, hem de Güney Kürdistan açısından geleceğin büyük belirsizliklerle örülü olduğu görülecektir. Belirsizlik, aynı zamanda büyük tehlikeler demektir! Kendisi büyük bir yenilgi süreci içinde olan ABD atına oynamak, her gün ABD “kurtarıcılığını” tekrarlayıp durmak bir şey ifade eder mi?

Açık ki yukarda özetle aktarmaya ve anlatmaya çalıştığımız gelişmeler, başta Güney Kürdistan olmak üzere bütün Kürdistan parçalarını doğrudan ilgilendirmekte ve etkilemektedir. Bu gelişmeler karşısında bağımsız bir çizgi ve duruş, yaşamsal önemdedir. Bağımsız bir duruş ve güçlü bir konum, politik manevra olanağı kazandıracağı gibi, mevcut kazanımların da en önemli güvencesidir! ABD ve diğer güçler karşısında bağımsız bir duruş gösterme gücünü mevcut partiler, KDP ve YNK, gösterebilir mi?

Bu soruya olumlu yanıt vermek hemen hemen olanaksızdır… Bir de yeni arayışların, uluslararası konferans girişimi yönündeki çabaların pratik bir politikaya dönüşmesi durumunda, bu, ABD’nin Güney Kürtleri’ne sırt çevirme olasılığını güçlendirmektedir. Peki, bu partilerin bu tür gelişmelere karşı politik bir hazırlığı var mı? Bu soruya da olumlu bir yanıt vermek çok güçtür…

Bağımsız duruş, öncelikle halkı, özellikle emekçi halkı esas almayı, onların demokratik katılımını ve devrimci enerjisini açığa çıkarmayı esas alır. Bağımsız duruş, aynı zamanda bölge halklarıyla eşitlik, özgürlük ve karşılıklı saygıya dayalı dostluk ilişkisini esas alır. Bağımsızlık ve özgürlüğü hedefleyen çözümün temelleri bunlardır! Mevcut gelişmeler, bağımsız duruşun önemini çok yakıcı bir biçimde ortaya koyduğu gibi, aynı zamanda, bağımsız duruşun gelişme koşullarını artırmaktadır!