24 Kasım 2006 Sayı: 2006/46 (46)
  Kızıl Bayrak'tan
   Açlık ve sefalet kaderimiz değildir!
  Kürdistan’da provokasyon girişimleri
  Genelkurmay Başkanı işaret etti, Özgür Gündem kapatıldı!
  Türk devletinin Ermeni sorunundaki açmazları....
Seçimler yaklaştıkça düzen içi gerici dalaşma sıklaşıyor…
MHP: Değişen ya da değişmeyen ne?/1 - Yüksel Akkaya
Sınıf bilinçli işçiler İstanbul İşçi Kurultayı’nı değerlendiriyor.../2
 Yüksel Akkaya’nın İstanbul İşçi Kurultayı’nda yaptığı konuşma...
  İnsanca çalışma ve yaşam koşulları için mücadele, emeğin onur mücadelesidir!
  “Direnen halklar kazanacak!” gecesi yaklaşık bin işçi, emekçi ve gencin katılımıyla gerçekleşti...
  Genç Komünistler’den “Direnen Halklar Kazanacak Gecesi”ne mesajlar...
  “Direnen Halklar Kazanacak!” gecesine mesajlar...
  ABD Filistin’de iç çatışmaları kışkırtıyor
  İşgal Afgan halklarını açlığa sürüklüyor
  Filistin halkı İsrail ölüm makinesine meydan okudu
  ABD ve Ortadoğu - Abu Şehmuz Demir
  ABD’nin çıkmazı ve bunun olası etkileri M. Can Yüce
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Yüksel Akkaya’nın İstanbul İşçi Kurultayı’nda yaptığı konuşma...

Sınıfın örgütlenme sorunu

Hepiniz hoşgeldiniz, merhaba. Önce, bana bu topluluğa konuşma fırsatı verdiği için hazırlık komitesine ve bu pazarı bir deniz kıyısında geçirmek yerine bu salonda toplanan sizlere teşekkür ediyor ve “hoşgeldiniz” diyorum.

Ben söylenenlerin tekrarına düşmemeye çalışacağım. Zira çok iyi tebliğler sunuldu; söyleyeceklerimin bir kısmı tebliğlerde anlatıldı. Ben burada sınıf mücadelesinin araçlarından biri olan örgütlenme sorununa değineceğim.

Örgütlülük içinde yeralan, ona biçim veren işçilerden sözetmek istiyorum. Örgüt ve işçiyi değiştirebilirsek sınıf mücadelesini yükseltebiliriz. “İşçi sınıfı savaşacak” sözcüğü yerine “işçi sınıfı savaşıyor” diyebiliriz. “Sosyalizm kazanacak” yerine “sosyalizmi kuruyoruz” diyebiliriz. Bunu başarabilmek için bu örgütleri ve işçiyi değiştirmek gerekiyor.

Bizim klasik eserlerimize baktığımızda, işçi sınıfının asli örgütlerinden biri olarak bol bol sendikalardan sözedilir. Oysa işçi sınıfının tek örgütü değildir sendikalar. İşçi sınıfının yararlanabileceği, sınıf mücadelesinde kullanabileceği araçlar olarak yardım sandıkları vardır, kooperatifler vardır, işçi kültür evleri vardır. Ama bunlar içinde işyerinde birebir mücadeleyi yükseltmek için, sermaye ile doğrudan cepheden karşı karşıya geldiği için sendikalar önemsenmektedir. Oysa sendikaların doğuşunda demin sözünü ettiğimiz diğer işçi örgütlerinin çok büyük katkısı vardır.

Mesela sendikalardan önce yardım sandıkları vardır. Yardım sandıklarının, sınıf bilincinin ve dayanışmasının gelişmesine büyük katkısı olmuştur. Bu yardım sandıkları, 1760’lı yıllarda Fransa’da henüz sendika kimliğine kavuşmamış ama sendikaların öncüleri olmuştur. Bunu gören sermaye cephesi “kardeşim üç-beş kuruş topluyorsunuz kendi aranızda, iş kazası olduğunda, işsiz kaldığınızda, biri öldüğünde yardımda bulunuyorsunuz. Bununla da yetinmiyorsunuz, grevlere fon veriyorsunuz, grevdeki işçileri destekliyorsunuz, ben bunlara izin vermiyorum” diyerek, önce bunları yasaklamıştır.

Ama bu yasak işçi sınıfının kendi oluşturduğu kültür çerçevesinde etkisiz hale getirildi. İşçiler bu sandıkları kurmaya devam ettiler. Başka adlar altında da sürdürdüler. Bunun üzerine, “madem ki yasaklayamıyoruz, bari denetleyelim” dediler. “Eğer yardım sandığı kuruyorsanız, bu sandığın yöneticisi ya o ilin valisi ya da belediye başkanı olacak, başka türlüsüne izin vermeyiz” dediler. Bir süre sonra yardım sandıkları sendikal örgütlenmeye dönüştüğünde, bu kez sendikaları kontrol etmeye başladılar.

Demek ki, sınıf açısından baktığımızda, gerçekten sendikalar kadar yardım sandıkları, kooperatifler, işçi dernekleri de önemlidir. Bunları bir kenara atmamak lazım. Çünkü sınıf mücadelesinin birikimleri aslında buradan başlamakta, sınıf bilincinin tohumları burada atılmaktadır. Sendikal örgütlenme açısından baktığımızda, belki sunulan tebliğde işaret edilen sınırlar sendika olmayan bu tip örgütlerle aşılabilir. Sendika olmayan örgütler ile bu işe başlanarak daha sonra sendikalara dönüşebilir. Birçok araç var, bunları kullanmak lazım.

Aslında benim özellikle üzerinde durmak istediğim nokta şu. İşyerlerinde “gizli” örgütlenmeler vardır. İşçi sınıfının kendi kültürüyle oluşturduğu, patronun her dediğinin yapılmamasına yönelik olarak, işçilerin kendi aralarında oluşturdukları “gizli” örgütler vardır. Basbayağı gizli örgütlerdir bunlar. Aslında o örgütün içinde olanlar da o örgütlerde olduklarını bilmezler. Bir takım örnekler vereceğim. Aslında sizler de bu gizli örgütlerin üyesisiniz. Bir örgüt oluşturmak için iki kişinin biraraya gelmesi gerekir. Bir amaçlarının olması gerekir. Bu amaçlar doğrultusunda bir takım faaliyetlerde bulunması gerekir. Kitaplar örgütü böyle tanımlıyor, ben de böyle tanımlıyorum size. Gizli örgüt nedir? Mesela iki tane arkadaş yanyana çalışıyor. Bunlardan bir tanesi saatte 20 ilik, bir diğeri 35 ilik açıyor. Birinci işçi “ya oğlum, deli misin, ne hızlı hızlı çalışıyorsun, yavaş çalış yavaş, 20’şer 20’şer çıkar işi” der. Peki işveren ne ister burada? Saatte 35 ilik yapılmasını ister. Şimdi burada işverene karşı gizli örgüt girişimi var mıdır? Var. Kim? 20 iliklik iş çıkartan “ben yavaş yavaş çalışıyorum, sen de öyle çalış. Ne öyle deli gibi çalışıyorsun, sanki daha fazla para mı veriyorlar, başımız göğe mi eriyor?” der. Diğerleri de durumu değerlendirip, 20 iliklik iş yaparak ortalama bir mutabakat sağlanır. Böylece 35 iliklik yoğun çalışma yerine daha dinlendirici olan, daha az yorucu olan 20 iliklik iş çıkarılmaya başlanır.

Şimdiki iş yasası diyor ki; işçiyi yetersizliğinden dolayı, haklı bir gerekçe göstererek işten çıkartabilirsin. Yeterlilik ne peki? 35 iliklik iş çıkarmak. İşte burada bir direniş var! Sendika örgütlemiyor ama, işçiler kendi içinde örgütleniyor, bir direniş ortaya koyuyor. Sınıf bilinci burada oluşmaya başlıyor. Ne kadar az çalışırsak, ne kadar az üretirsek, o kadar az kendimizi sömürtmüş oluruz. Sermayenin, sermaye birikiminin büyümesine o kadar az katkıda bulunuruz. O daha az güçlendikçe, bizi daha fazla ezemez...

Belki böyle bir gizli örgüt var, fakat işçiler bu gizli örgütün farkında değil, kendiliğinden böyle bir gizli örgüt oluşturuyor. Ama sermaye cephesi bu gizli örgütün farkında arkadaşlar. İşletme bölümlerinin hocaları bu gizli örgütleri çökertmek için yıllardır çalışmaktadırlar. Kitaplar, makaleler yazarlar. Örgüt psikologları da bu gizli örgütleri çökertmek için çalışırlar. Örgüt sosyologlarının ve psikologlarının bütün derdi budur. Bu gizli örgütleri bulup hallettiğinizde, direnişleri de kırarsınız, sınıf bilincinin oluşumunun da önüne geçersiniz, böylece onları tek tip insanlar olarak daha fazla çalıştırırsınız. Birbiriyle yarıştırırsınız “vay, o 35 ilik açmış, ben de 40 açayım” dedirtirsiniz. Patronların, işletme hocalarının, psikologlarının yaptırmak istedikleri budur. Dönüp baktığınızda, işçi sınıfının düşmanı olan, sermayeden nemalanan o hain hocaların, akademisyenlerin tüm çabasının bu yönde olduğunu görürsünüz.

Buradan çıktıktan sonra herhangi bir kitapçıya gidin ve herhangi bir işletme yönetimi kitabı alın, çalışma psikolojisi kitabı alın, örgüt sosyolojisi kitabı alın, göreceksiniz, bunları anlatıyorlardır. “Enformel örgütlülüğü” anlatıyorlardır. Adını “enformel örgütlülük” koymuşlardır. İşçiler farkında değildir bunun. Bazen bu enformel örgütler farkında olmadan çok büyük işler yaparlar.

Zaman zaman verdiğim bir örneği vereyim sizlere. Anadolu Cam Sanayi işçileri “toplam kalite”nin uygulandığı dönemde, tam da işverenin istediği işçiler olarak, canla başla bir ayda toplam kaliteyi hayata geçirmişler, verimliliği arttırmışlar. Yüzde yüz performans göstermişler. Sonra aybaşı geldiğinde bordrolarına bakıyorlar, ücrete yansıyan hiçbir şey yok. Aynı para. Hepsi bordroyu aldığı gibi müdürün kapısına dayanıyorlar: “Kahvede okey oynarken bile toplam kaliteyi konuştuk, ama siz bize beş kuruş zam yapmamışsınız” diyorlar. Onlara, toplam kalitede ücret meselesi yok, tartışılmaz deniliyor. Bunun üzerine herkes toplam kaliteyi bırakıyor.

Bu durum işçilerde intikam alma hissi uyandırıyor. Giriş salonunun tavanındaki milyarlık bir makinenin vidasının gevşediğini ve bir gün düşeceğini fark eden her işçi bunu hiç kimseye söylemiyor. Yaklaşık 1500 işçi. Hepsi bir gizli örgüt kurdu mu kafasında? İşverenden intikam almak temel amaç. Hepsi diyorlar ki, toplam kalite dönemi olsa, işverenin gözüne girmek için hızla koşup en önce biz müdahale ederdik, gevşemiş bunu sağlamlaştırın, diye. Ama hocam hiçbir şey söylemedik diyorlar. Ve, birgün, o koca makine bir vardiya değişimi sırasında önlerine düştüğünde hepsinin verdiği tepki de aynı: “Ana, düştü”. Bu tam da bir gizli örgütlenme ve faaliyettir.

Sınıf bilinci açısından, örgüt kurma açısından baktığınızda, aslında işçilerin kendi mayasında bu özellik var. Niye biz bunu harekete geçiremiyoruz, niye sendikal örgütlülüğü hayata geçiremiyoruz? Orada bazı engeller var. Bir tanesi mevzuat, bir tanesi - arkadaşlar da söyledi- sendikal bürokrasi, işyerlerinin küçük olması, işyerlerinde milliyetçi ve dinsel temelde ayrışmalar, bir sürü etken var, ama bunlar işin aslı değil.

Son dönemde sermaye cephesi, bu gizli örgütlülüğü, enformel örgütlülüğü çökertmek çabasında. Şöyle diyor sermaye cephesi: “1760’lı yıllarda başlayan yardım sandıkları türü örgütlenmeler, makine kırıcıları olarak bilinen ludistler ile kapitalist hayata karşı olmayı, sömürüye karşı olmayı en tepeye tırmandırdı. Sonra sendika diye başımıza bela açtı. İşçilerin yüreğine korku salmak, böylece teslim almak, insan olmaktan çıkarmak lazım”. Yaklaşık olarak son 25 yıldır yapmak istedikleri yine budur: “Evet, sana örgütlenme hakkı vereyim, ama senin sendikan da çıkıp meydanlarda sana “işimi seviyorum, fabrikamı seviyorum, patronum kazanacak ben de kazanacağım”! dedirtecek... Böyle derseniz sendika serbest, diyorlar.

Bakın, sendikaların olmadığı yerlerde daha uzun süreli, daha sert mücadeleler, grevler yaşanıyor. Sendikalar araya girdiğinde daha kısa sürüyor grevler. Bugün, patronlar bu tür sendikalara karşı çıkmayın, onları destekleyin diyor... Hangi sendikalara sahip çıkın diyor? Bürokratikleşmiş, işbirlikçileşmiş, hain sendikalara diyor. Demek ki, sendikanızın olması yetmiyor, bu sendikaların sınıf bilinciyle donanmış, insan olan, işçi olan, karakter sahibi insanlardan oluşması gerekiyor.

İnsana savaş açmış sermaye cephesine karşı işçi sınıfının yapacağı tek bir şey var. Akıllı olacak, yüreğini ortaya koyacak. Aklına ve yüreğine sahip çıkan bir işçi örgütlenmenin en alasını yapar, adı sendika olabilir, başka bir şey olabilir, çok önemli değil. Sınıf mücadelesinin en güçlüsünü de yapar. Çünkü artık korkuyu da yenmiştir. Kendisine güvenmektedir. Yumruğunu kaldırdığında ya da yürümeye başladığında karşısındaki korkar. Bugün tam tersi bir durum söz konusu. Patron geldiğinde saklanacak yer arıyoruz. Ya da bizim işçilerimiz patronun gözüne girmek için mesaiye 5 dakika önce girebiliyor, 17.00’de mesai bitiyorsa 5 dakika sonra çıkabiliyor. Bunu içselleştirmiş. Buradan bakıldığında, böyle bir sorun var.

Mevzuat açısından baktığımızda, mevzuatta bir takım olumsuzluklar var, doğru. Ama bu mevzuatı olumsuz olarak görmekle yetinmemeliyiz. Onu sınıf mücadelesinin yükseltilmesinde bir kaldıraç olarak kullanabiliriz. Mesela makina kırıcıları olarak ünlenmiş işçilerin yaptığı işlerden biri de budur. Fabrikaların kurulmaya başladığı, büyük sanayilerin oluşmaya başladığı bir dönemde makina kırıcısı Ludistler hemen makinaları kırmaya başlamamışlardır. Yasal haklarını, dilekçe haklarını kullanmışlardır. Ondan sonra da, siz yasadan anlamıyorsunuz, o zaman biz de bildiğimizi okuruz demişlerdir.

Mesela Ludist hareket de bir “enformal örgütlenme”dir, gizli örgütlenmedir. Bunun içinde sadece işçiler yoktur. O işçinin alış-veriş yaptığı esnaflar da vardır. Hatta küçük işverenler de vardır. Bunların ortak zemini şudur. Kapitalist hayat bizim özgürlüğümüzü elimizden almakta, bizi yabancılaştırmaktadır. Ortak paydadır bu. O zaman biz bu kapitalist hayatın dayatmalarına, onun dayattığı yaşam tarzına karşı çıkalım dediler. Bunun üzerinden hareket etmeye başladılar. Akşamları balta ve sopalarını ellerine alıp kendi isteklerine uymayan, düşük ücretli işçi çalıştıran işyerlerine saldırdılar. Burada da bir formel bir örgüt yoktu, ama bir sendikal örgütlülükten daha güçlü bir örgüttü bu. Buradan baktığımızda, işyerlerinde işçilerin bir ortak çıkarı var. Bu ortak çıkar ve bunun üzerinde tepkide bulunmak işçinin mayasında, doğasında var. Bunu hayata geçirmemiz lazım.

Bunu hayata geçirmek için ilkin mevzuatın bize tanıdığı olanakları zorlamak lazım. Yasalar, kağıt üzerinde de olsa, bir örgütlenme hakkı, sendika hakkı tanımış mı, o zaman onu kullanacağız. Peki, bizi sendikalı olduğumuz için işveren işten attığında bunun bir cezası yok mu? Bir kere işveren işçiyi sendikaya üye olduğu için işten attığında en az 12 aylık ücreti tutarında tazminat ödemelidir. Biz işten atıldıktan sonra ne yapıyoruz? Bu davaların bir kısmını açıyoruz, bir kısmını açmıyoruz. Çünkü davayı açtığımızda dava uzayabiliyor. Ya da işveren bizi haklı bir gerekçe göstermeden sendikalı olduğumuz için attı. Yasada diyor ki; işveren haklı bir neden göstermek zorundadır, işten çıkarmadan önce yazılı olarak bildirmek zorundadır. Bunu yapmazsa, bir aylık ücreti tutarında kötü niyet tazminatı öder. Sizin için belki önemli değil ama, ona pervasız davranma hakkı vermiş olursunuz. Ona, burada şimdi de hesaplaşırız, mahkemede de hesaplaşırız, karanlık sokakta da hesaplaşırızı gösterebilmemiz lazım. 3 işçi, 5 işçi, 10 işçi atmasına karşı kötü niyet davası açmak lazım. Bu sizin için çok büyük para olmayabilir, ama onun için çok büyük masraf olur. Yasaları sonuna kadar zorlamak lazım.

Örgütlenme açısından baktığımızda, ciddi engellerden biri de, işçiliğin meslek olarak içselleştirilememesidir. Nasıl olsa bir gün başka bir işe geçeceğim, emekli olacağım, sayısal lotodan, milli piyangodan para çıkar köşeyi dönerim vb. türünden düşünceler var. Böyle olduğu için örgütlenmeye de sıcak bakılmıyor. Bu tür düşünceleri de kırıp yıkmak lazım. Bunları kıramadığımız sürece sorun büyür. Potansiyel işsizler ya da mevcut işsizler arasında sürekli bir rekabet vardır. Bu rekabet kaçınılmaz olarak örgütlenmeye engel olmaktadır.

Bir başka nokta, işyerindeki sorunlarımızı günlük hayatımıza taşımıyoruz, evimize geldiğimizde eşimizle, çocuklarımızla paylaşmıyoruz. Ne oldu denildiğinde, işyerinde canım sıkıldı deyip geçiyoruz. Bunları derinleştirmek lazım, işyerindeki sorunları evde tartışmak lazım. Komşularla, mahalledeki arkadaşlarla, esnafla tartışmak lazım. Yani işyerindeki sorunları hayatımıza taşımalıyız, hayatımızı da işyerine taşımalıyız. İşyeri sadece hapishaneler olmamalı, kendi yaşamımızı oralara taşımalıyız. Çocuk okula gidecek harçlığı var mıydı, evde yemek pişecek et var mıydı sorularını işyerinde kendimize sormalıyız. Niye? O soruyu her sorduğumuzda, aldığımız düşük ücret ve harcadığımız emek bize bir çağrışımda bulunacak. O çağrışımdan sonra, bu iş böyle gitmez, lanet olsun diyeceksiniz. Gidip sendikaya üye olacaksınız, yanınızdaki ile konuşarak bir enformal örgüt oluşturmaya başlayacaksınız. Bunları yapmakta yarar var diye düşünüyorum.

Sonra bir başka sorun var. Günlük yaşamını işçi kendisi oluşturuyor gibi gözükse de, onu kendisi oluşturmuyor. Ona dayatılmış bir yaşam var, işçi o hayatı yaşıyor. Yaşamının bir kısmını işte geçiriyor, bir kısmını yolda geçiriyor, bir kısmını da akşam evde TV’nin karşısında geçiriyor. Üç dizi izliyor, yetmiyor bir dizi daha izliyor. Sonra uykusu geliyor yatıyor, sabah kalkıp işe gidiyor. Bu, işçinin kendi yaşamı değildir. Bu, kapitalist sistemin uyuşturmak için işçiye dayattığı yaşamdır. Bu yaşamdan kurtulmalıyız. Bir hafta boyunca demiyorum, bunu yapamazsınız, bir gece bütün televizyonlarınızı kapatın. Saat 20.00’dan gece 24.00’a kadar. Bakın ne olacak. İlk yarım saat sıkılacaksınız. Ama sonra düşünmeye, konuşmaya ve sorgulamaya başlayacaksınız. Bu hayat size aittir. Misafirliğe gittiğinizde bile elektrik kesildiğinde zorunlu olarak TV seyredemediğiniz için ilkin bir sessizlik olur, 15 dakika kimse kimse ile konuşamaz... sanki karanlıkta konuşulmaz diye bir kural vardır. Aslında bu hayatımıza ne kadar yabancılaşmış olduğumuzu gösteren bir durumdur.

İsterseniz akşam 20.00’ye kadar haber izleyin, dünyadan haberdar olmak için; 20.00 ile 24.00 arası TV’lerinizi kapatın, bakalım ne yapacaksınız? O zaman düşünmeye başlayacaksınız, kapitalist hayatın size dayattığı yaşamdan kaçmaya başlayacaksınız. Belki sokağa çıkacaksınız, deniz kıyısına ineceksiniz, sevgilinizle, eşinizle, çocuğunuzla gezeceksiniz. Belki türkü patlatacaksınız, belki Nazım’dan bir şiir okuyacaksınız, belki isyan edeceksiniz, bağıracaksınız, çağıracaksınız ama, size dayatılan hayatın dışına çıkmaya başlayacaksınız...

Dolayısıyla, günlük yaşamda kapitalist sistemin bize dayattığı o yaşantının dışına çıkmalıyız. Onun dayattığı tüketim normlarının dışına çıkmalıyız.

Peki bunları yapmak mümkün mü? Bence mümkün.15-16 Haziran direnişlerini başlatırken aslında işçiler arasında bir gelenek oluştu. Burada belki de 15-16 Haziran Direnişine katılanlar vardır. Kitaplardan okuyup, sinevizyonlardan izleyenler de vardır. 15-16 Haziran Direnişi’nde işçiler toplu olarak sokaklara çıkmamışlardır. Bir fabrikadan çıkıp yan fabrikayı da katarak eyleme devam etmişlerdir. Dolayısıyla, işyerlerinden yanan o tek tek ateşleri, fabrika ateşlerini birleştirmek lazım. Bir yerde başlayan bir direniş varsa, oradaki arkadaşlar yandaki işyerini basmalı, onları da direnişe dahil etmeli. Bunu yaptığınız zaman kendinize güven duyarsınız, karşınızdaki size bir şey yapamaz. Siz tek tek hareket ettiğiniz zaman, o ateş çoğalamaz ve kök salamaz.

O zaman yapmamız gerekenler, ki bunu son sözler olarak söylüyorum: Birincisi, aklımızı koruyacağız. İkincisi, yüreğimize sahip olacağız. Üçüncüsü, sokağa ve eyleme çıkmaktan korkmayacağız. Bunları yaptığımız zaman insan ve işçi olacağız. O zaman şuradaki pankartta yazılı olan “cekler” kalkacak, “yapıyoruz” olacak!


Kurultay’dan aldığımız güçle yürümeye devam edeceğiz!

Aylar öncesinde başlayan İstanbul İşçi Kurultayı çalışmamızı çeşitli araç ve etkinliklerle örmeye ve güçlendirmeye çalıştık.

İlk olarak kurultaya sunmak üzere emekçi kadın sorununu işleyen tebliğimizin hazırlıklarına başladık. Çok yönlü tartışmalar sonucu tebliğimiz belli bir olgunluk düzeyine ulaştı. Tebliğimizi kürsüden sunacak arkadaşımızı belirleyerek tebliğ sunumu için hazırlık yaptık. Sonuç olarak tebliğimiz kolektif bir çalışmanın ürünü oldu.

Bu arada yaptığımız toplantılarımızda sık sık çevremizi katabilme üzerinden vurgular yaptık. Kurultayda fotoğraf sergisi hazırlanması yönünde bir karar aldık. Amacımız kurultayı görsel olarak da güçlendirmekti. Bu açıdan “Yüksel Arslan”ın “Le Capital” adlı işçi sınıfının üretim sürecini, üretimde tuttuğu yeri, üretimdeki yabancılaşmasını, örgütlenmesini anlatan resim sergisinin anlamlı olduğunu düşündük. Buna uygun bir planlama yaparak hazırlandık.

Yanı sıra semtimizde emekçi kadınlara yönelik kurultay gündemli bir anket çalışması başlattık. Çok yaygın olmasa da anket çalışmamız emekçi kadınlara birebir ulaşmanın aracı oldu. Yine bu süre zarfında film gösterimleri ve Eylül ayında yitirdiğimiz devrimci sanatçıları andığımız bir etkinlik gerçekleştirdik. Kurultayın hedefi bir yanıyla o gün kürsüden sınıfa karşı sınıf tutumunu geliştirmekse, diğer yanıyla da yerellerde sınıf içerisinde yaygın ve iddialı bir çalışmayı oturtmaktı. Bu süre zarfında organize ettiğimiz ve katıldığımız etkinlik ve eylemlere bu bakış açısıyla yaklaştık.

Aylara varan yoğun ve ısrarlı bir çalışma temposunun ardından 12 Kasım İstanbul İşçi Kurultayı’nda Küçükçekmece Emekçi Kadın Komisyonu olarak büyük bir heyecanla yerimizi aldık. İstanbul İşçi Kurultayı’nı toplamı olarak değerlendirdiğimizde, kurultayın hedef ve amacına uygun bir çerçevede başarılı bir çalışma yürüttüğümüzü ifade edebiliriz. Böyle bir çalışma komisyon çalışmamıza da yeni olanaklar ve ivme kazandırdı. Organizasyonun tüm süreci boyunca emek harcayan Kurultay Hazırlık Komitesi’ne teşekkür ediyoruz.

Kurultay boyunca sergimizin ilgi odağı olması bizi oldukça sevindirdi. Diğer yandan tebliğimizin ilgiyle izlenmesi ve işçi arkadaşlarımızdan gelen olumlu tepkiler de emeğimizin karşılıksız olmadığını bir kez daha gösterdi.

Küçükçekmece Emekçi Kadın Komisyonu olarak, İstanbul İşçi Kurultayı’ndan aldığımız güç ve kararlılıkla, işçi sınıfının iktidarına olan sarsılmaz inancımızla yolumuzu yürümeye devam edeceğiz.

Kadın-erkek el ele, örgütlü mücadeleye!

İşçi sınıfı savaşacak, sosyalizm kazanacak!

Küçükçekmece Emekçi Kadın Komisyonu

“TEKEL” işçisi eyleme hazırlanıyor

TEKEL İstanbul İçki Fabrikası 2004 yılında 292 milyon dolara Nurol, Limak, Özaltun ve Tutsap dörtlü konsorsiyumuna satılmıştı. İki yıl boyunca Mey Alkollü İçkiler A.Ş.adıyla Yeni Rakı, ihraçlık rakı, Altınbaş ve Klüp Rakısı gibi çeşitli alkollü ürünlerin üretimi devam etmişti. 2006 yılına gelindiğinde Mey Alkollü İçkiler AŞ fabrikayı 900 milyon dolara Amerikan Texas Pacific şirketine sattı. Satışın ardından yeni yönetim kurulu “ekonomik daralma” gerekçesi ile 16 fabrikadan üçünün kapatılacağını duyurdu. Paşabahçe, İzmir ve Ankara fabrikalarının kapatılacağı öğrenildi.

Kapatılmak istenen fabrikada çalışan 160 kadar işçi tazminatları verilerek kapının önüne konmak isteniyor. Oysa TEKEL’in satışı sırasında fabrikanın 10 yıl boyunca kapatılmayacağı taahhüt edilmişti.

Paşabahçe fabrikasında örgütlü olan TEK Gıda İş 5 Nolu şb ise fabrikanın söylendiği gibi 10 yıl kapatılmaması ve sonrasında da işçilerin farkı fabrikalara nakli talebiyle mücadele edeceğini açıkladı. Bir eylem planı yaptığını duyuran yönetim, eylemlerini Perşembe günü saat 12:00’de fabrika önünde düzenleyeceği bir basın açıklaması ile başlatacağını duyurdu.