24 Kasım 2006 Sayı: 2006/46 (46)
  Kızıl Bayrak'tan
   Açlık ve sefalet kaderimiz değildir!
  Kürdistan’da provokasyon girişimleri
  Genelkurmay Başkanı işaret etti, Özgür Gündem kapatıldı!
  Türk devletinin Ermeni sorunundaki açmazları....
Seçimler yaklaştıkça düzen içi gerici dalaşma sıklaşıyor…
MHP: Değişen ya da değişmeyen ne?/1 - Yüksel Akkaya
Sınıf bilinçli işçiler İstanbul İşçi Kurultayı’nı değerlendiriyor.../2
 Yüksel Akkaya’nın İstanbul İşçi Kurultayı’nda yaptığı konuşma...
  İnsanca çalışma ve yaşam koşulları için mücadele, emeğin onur mücadelesidir!
  “Direnen halklar kazanacak!” gecesi yaklaşık bin işçi, emekçi ve gencin katılımıyla gerçekleşti...
  Genç Komünistler’den “Direnen Halklar Kazanacak Gecesi”ne mesajlar...
  “Direnen Halklar Kazanacak!” gecesine mesajlar...
  ABD Filistin’de iç çatışmaları kışkırtıyor
  İşgal Afgan halklarını açlığa sürüklüyor
  Filistin halkı İsrail ölüm makinesine meydan okudu
  ABD ve Ortadoğu - Abu Şehmuz Demir
  ABD’nin çıkmazı ve bunun olası etkileri M. Can Yüce
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

 

MHP: Değişen ya da değişmeyen ne?/1

Yüksel Akkaya

İt izinin at izine, at izinin kurt izine karıştığı bir dönemde anahtarlı simgelerden ampullü simgelere geçen bir grubun hükümetinin varlığı Türkiye’yi oldukça “renkli” kılmaktadır. İtlerin simgesinden atların simgesine transfer olanlara ve anahtarın simgesinden ampülün simgesine transfer olanlara sesi kısık itlerin sert çıktığı kongre nihayet “nihayetlendi”. İtler arası bir arbedenin yaşanmamış olması ise büyük ve de küçük burjuvaziyi çok sevindirdi. Hele hele yavru kurtların traşlı, siyah takım elbiseli olması ise başka bir memnuniyet verici durum idi. Lakin çorapların beyaz olup olmadığı konusunda ajanslara bir şey düşmemiş olması, habercilik konusunda ciddi bir sıkıntı yarattı! Bu “umutvar” Kongre havasının Baykal’ın CHP’sine bir koalisyon çağrısı olarak algılanması bizi dünden bugüne bir hafıza yenilemeye davet ediyor. Sınıfsal bakışı da gözardı etmeden. Bu nedenle tefrika bir yazıya ihtiyacımız var!*

Öyleyse başlayalım.

12 Eylül öncesinde MHP ve sendikacılık

Dün için kısa bir değerlendirme: “Akım”dan “hareket”e milliyetçilik

Tanıl Bora ve Kemal Can “Devlet, Ocak, Dergah: 12 Eylül’den 1990’lara Ülkücü Hareket” başlıklı oldukça kapsamlı çalışmalarında, Türkiye’de faşizmin bir “akım”dan “hareket”e dönüşümünü şöyle özetliyorlar: “Cumhuriyet Türkiye’sinde faşist siyasal unsurlar, ideolojik düzeyde resmi ideolojinin kimi etmenlerinden destek alarak; entelejensiyasının ağırlıklı olduğu radikal küçük gruplaşmalar çerçevesinde, bir ‘hareket’ten çok bir ‘akım’ olarak varolagelmişlerdi. Eylemleri çoğu kez devletin yüksek katlarına dönük kampanyalar (kimi zaman komplolar) niteliği taşıyordu. Kültürel yönü baskın olan örgütlenme biçimlerine yönelmiş, ‘politikalar üstü’ bir imajı ayakta tutmaya önem vermişlerdi. İdeolojik olarak, solidarist (dayanışmacı) korporatist unsurların daima ağır bastığı, kendi içinde de ayrışan Türkçü-milliyetçi tasarımlar belirleyiciydi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, anti-komünizm, faşizan eğilimlerin kitleselleşmesine yol açtı. Çeşitli sınıfsal, siyasal, ideolojik saiklerin, değerlerin anti-komünizm potasına akmasını sağlayan bu potansiyel, ırkçı-Turancı gelenekten gelen bazı entelejensiya unsurlarının Alpaslan Türkeş önderliğinde partileştikleri CKMP/MHP’nin çizgisi ile kesişti. Bu özgül bileşim, ülkücü hareketin kişiliğinde, hem evrensel bakımdan, hem de Türkiye’de faşist akımın geçmişi bakımından ‘yeni’, özgün olan ve artık kitlesel nitelikli bir faşist hareketi oluşturdu...”.

Bu dönem boyunca, bu akımın harekete dönüşmesini zorlayacak ne güçlü bir işçi sınıfı hareketi ne de etkili sosyalist bir hareket bulunmaktadır. Kültürel ve düşünce alanındaki kimi gelişmeler bir akımın oluşması için gerekli ortamı yaratırken, sınıfsal dinamiğin yokluğu/sınırlılığı, bu akımın harekete/partiye dönüşmesinin olanaklarını sunmamaktadır. Öte yandan 1960’a kadar işçi “sınıfı” ve sendikalar üzerindeki devletin yaptırımları ve yaklaşımı da bir işçi hareketi tehlikesi duygusu yaratmamaktaydı. Devletçe 1960 yılına kadar uygulanan politikalar, sendikal alana yönelik politikalar olarak sendikalara da benimsetilmiş, böylece, “bu dönemde sendikaların büyük çoğunluğu, politik içeriği egemen sınıflarca formüle edilen ‘milli menfaat’ söylemini kutsa”mıştır. Millet’e yönelik bir iç tehdit olarak ne sosyalist hareket ne de işçi sınıfı hareketi bir tehlike oluşturmaktadır. Ortam, bir “akım”ın “hareket”e dönüşmesi için henüz uygun değildir!

İşçiler “sınıf”laşırken “milliyetçilik” partileşiyor

Bağımsızlık savaşları, göçler ve tehcir nedeniyle az-çok edindiği “sınıf” birikimini Cumhuriyet Türkiye’sine taşıyamayan, 1947-1960 dönemini devletin denetimi ve güdümünde geçiren işçiler, 1960’lı yıllarda sosyalist hareketin gelişimine de bağlı olarak yeniden sınıf kimliği kazanmaya başlıyorlardı. Önce Türkiye İşçi Partisi (TİP), ardından Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) kendiliğinden gelişen sınıf bilincini, dışarıdan müdahale ile bir adım daha ileriye taşımaya çalışıyordu. Türkiye burjuvazisi işçi eylemleri ile tanışıyor, 1960’lı yılların sonuna doğru grev mücadeleleri daha da sertleşiyordu. Zaten korkak olan Türkiye sermayesinin ürpermemesi için hiçbir neden yoktu. Bugüne kadar devletin güvenceli kollarında serpilip büyüyen sermaye, karşısına çıkan ilk işçi hareketleri karşısında şaşkınlık yaşıyordu. Şaşkınlığı kısa sürecekti. Gelişen işçi hareketine yeterince karşı koyacak bir yedek güce ihtiyacı vardı. Bu gücün ortaya çıkması fazla zaman almayacaktı. Çünkü, Türkiye topraklarında 1960’lı yıllarda sosyalist ve işçi hareketinin gelişmeye başlaması, beraberinde sermayenin yedeğinde tuttuğu akımın artık bir harekete dönüşmesine yol açacaktı. Bu durumu MHP, kısa geçmişini yazarken şöyle açıklamaktadır:

“Gizli-açık sosyalist/komünist faaliyetlerin anormal bir şekilde yoğunluk kazanması, milliyetçi entellektüellerin ve derneklerin mesailerinin önemli bir kısmını komünist faaliyetlerin aydınlatılmasına ve materyalist fikirlerine mücadeleye ayırmalarına sebep oluyordu”. Bu dönemde, milliyetçi-muhafazakar bir çizgiye sahip olan Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP), 1961 seçimlerinde parlamenter sayısını arttırmasına rağmen siyasi ağırlığını ve önemini giderek kaybetmiş; 1962 yılında Osman Bölükbaşı liderliğindeki bir grup milletvekilinin ayrılmasıyla birlikte daha zayıf bir parti haline gelmiş; faaliyetleri ve yarattığı imaj açısından milliyetçi camiayı da temsil edememiş, izleyen yıllarda da kitle desteğini kaybetmeye başlamıştır. Bu durum milliyetçiler için yeni arayışların olması gerektiğini gösteriyordu.

“Öte yandan, merkez sağın büyük partisi Adalet Partisi’nin milliyetçi-muhafazakar kanadının liderlerinden Said Bilgiç’in genel başkanlık yarışını kaybetmesi; Türk Ocakları’nın genel başkanlığını yapmış ve milliyetçi camianın tanınmış isimlerinden, AP hükümeti ve yönetiminde komünist faaliyetlere karşı daha ciddi mücadele edilmesinin ve milliyetçi gençliğe sahip çıkılmasını talep eden Prof. Osman Turhan’ın, AP içindeki mücadelede yenik düşmesi; milliyetçi-muhafazakar kanadın AP’den tasfiye edilmesi; 1960’lı yıllarda milliyetçi hareketin daha organize ve aktif bir hüviyet kazanması ihtiyacını şiddetlendirmiş, arayışlarını hızlandırmıştır.

“Milliyetçi hareket/camia bünyesindeki sorunların dağınıklığın bir an önce çözülmesi gerekiyordu. Bunun yolu da bir siyasi parti çatısı altında birleşmekten ve dayanışmadan geçmekteydi. Müşterek ve bilinçli hareket etme ihtiyacı, 1960’lı yılların başından itibaren milliyetçi entellektüeller arasında hissedilmeye başlamıştır. Bu düşüncenin yaygınlaşması ise 1960’ların ikinci yarısında mümkün olmuştur. Artık, Türk milliyetçisi edebi konulardan sıyrılarak, gerçek zemin üzerinde, toplum meselelerini çözümleyecek düşüncelerin, fikirlerin sahibi olmalıydı. Milliyetçiliğe, kuvvet vermek için de iktisadi bir görüşün, temel meselelerin çözümünde belirli bir fikrin olması gerekmektedir. Bugün Türkiye’de sosyalizm maskesi altında komünizm kol gezmektedir. Milli mefahirimize, dinimize saldıranlar manevi cephemizi yıpratmakla meşguldürler. Evet. Bizi Türk ve Müslüman yapan cephemizi…”

23 Şubat 1963 tarihinde Türkeş ve arkadaşları Türkiye’ye döndüğünde ülkedeki siyasi atmosfer ve milliyetçi camia özetle böyle bir görüntüye sahipti. Türkeş ve arkadaşları ülkenin kültürel, ekonomik ve siyasi sorunları, dış politikası gibi konularda hazırlıklıydılar ve projeler geliştirmişlerdi. Bu dönemde Türk Ocakları’nda konferanslar vermişler ve “Türkiye Huzur ve Yükseltme Derneği” isimli bir derneğin kuruluş çalışmalarını yürütmüşlerdir. 22-23 Şubat 1963 tarihinde toplanan CKMP Kongresi sırasında da bu partiye katılmışlardır.

CKMP’nin Türkeş ve arkadaşlarının katılımından sonraki ilk büyük kongresi 1 Ağustos 1965 tarihinde toplanmıştır. Kongrede genel başkanlık mücadelesinde Tahtakılıç’ın 516 oyuna karşılık Türkeş 698 oy almıştır. Metin Toker’in Akis Dergisi’nde yer alan haber-yorum Türkeş’in genel başkan seçilmesi “1930’lar Almanyası’ndan bir ses olan Türkeş ile kafatasçıların çeşitli oyunlar aracılığıyla partiyi ele geçirmesi” seklinde değerlendirmişken, Yön Dergisi “Türkeş ve arkadaşları, çözülen CKMP’ye gerçekten taze kan getirmişler, teşkilatı genişletmişler, canlandırmışlardır. Bunda Türkeş ekibinin, askerlikten gelme, ciddi, planlı ve hızlı çalışması önemli rol oynamıştır. Türkeş sayıca az da olsa kendini boşlukta hisseden bazı muhafazakar grupların aradığı lider olduğu intibaını yaratmasını bilmiştir… Şimdi Türkeş ekibi, bu çevrelere, geleneklere ve Anayasa hudutları içinde dine azami saygılı ve milliyetçi bir çerçeve içinde bir kalkınma görüşü getirmektedir. Bunun içindir ki Türkeş ve arkadaşları program meselesine büyük önem vermişler ve 257 maddelik bir programla ortaya çıkmışlardır” şeklinde bir değerlendirme yapmıştır.

Bir başka değerlendirmeye göre ise, “Türkeş, 1963-1966 dönemindeki söyleminde, korporatist, kalkınmacı-modernist bir kemalist restorasyon tasarımı”na sahiptir. Aslında Türkeş ve partisinin “bütünlüklü bir toplum modeli tasarımı sunduğunu, iktidar perspektifini böyle bir tasarım üzerine inşa etmeye çalıştığını söylemek oldukça zordur. Daha çok, dönemin gelişmelerinden etkilenmekte, o söyleme yenik düşmekte, o söylemi, 9 Işık ilkeleri çerçevesinde partiye/harekete uyarlamaya çalışmaktadır. Planlamanın, sosyalist hareketin egemen olduğu 1960’lı ve 1970’li yıllarda bu söylemi kendine uyarlamaya çalışan MHP, 1980’li yıllarda yükselen islami hareketten etkilenirken, 1990’lı yılların sonu liberal düşüncelerden etkilenmeye başladığı yıllar olmuştur. 1960’lı ve 1970’li yıllardaki demeçler ile Kasım 2000 tarihli program karşılaştırıldığında bu durum oldukça açıkça ortaya çıkmaktadır.

İşçi hareketinin hem örgütlenme hem de eylem alanında önemli mesafeler katetmeye başladığı 1960’lı yılların sonunda CKMP bir program ve teşkilat yaratmaya, bunları da benimsetmeye çalışmıştır. 1965 yılında CKMP’nin teşkilatlandığı il sayısı 25 iken, bu sayı Kongre’nin yapıldığı 1967 yılında 61 il ve 435 ilçeye yükselmişti. Yine bu Kongre’de “Dokuz Işık” olarak tanımlanan yeni doktrin parti teşkilatına ayrıntılı olarak açıklanarak, tanıtılmış, parti programının/ fikriyatının çerçevesini belirlediği ifade edilmiştir.

CKMP’nin Türkeş ve arkadaşlarının yönetimi altında yapılan ilk Büyük Kongresi’nin ortaya koyduğu sonuçlar bu açıdan önemlidir. 24-25 Kasım 1967 tarihindeki Kongre’ye ilişkin olarak yapılan bir değerlendirmede şöyle denilmektedir: “…Kongre klasik bir kanuni formaliteyi yerine getirmekten ziyade, Türkiye’deki milliyetçilerin toplanması ve bir kurultay havası içinde Türkiye’nin dertlerine eğilinmesi bakımından ilgi çekiciydi “.

1965 yılından itibaren CKMP’nin, 1969 yılından itibaren de MHP’nin programının temelini oluşturan “9 Işık Doktrini” zamanla giderek geliştirilmiştir. İlk dönemde CKMP’nin gençlik kolları “9 Işık Yürüyüşleri” düzenleyerek kamuoyunun dikkatini çekmeye ve ilkeleri tanıtmaya çalışmıştır. Türkeş, 1967 CKMP Büyük Kongresi’nde yaptığı konuşmada, “9 Işık Doktrini”nin temel ilkelerini şöyle ortaya koymuştur: “…Biz CKMP olarak böyle bir milli doktrinin sahibi bulunduğumuzu iddia eden siyasi teşekkülüz. Milli doktrinimizin asıl adı ‘Dokuz Işık’ doktrinidir. Bu görüş 9 ana ilkeye dayanmaktadır”.

İlk kez 1965 yılında yayımlanan Dokuz Işık Doktrini, “ırkçı-şoven Türk milliyetçiliğine dayalı, sınıfsal çelişkileri ‘zorunlu tahkim’le çözen ‘güçlü devlet’ tasarımının belirleyiciliği altında; pozitivist kalkınmacı Cumhuriyet ideolojisinin pek çok etmenin de varlığını koruduğu korporatist bir toplum modeli” önerirken, içeriği ve söylemiyle, Türk ‘yönetici sınıfı’nın Türk-İslam-Batı unsurlarından oluşacak sentez-model arayışlarındaki otoriter-devletçi temel tutumunun faşizan uğrağı da olmaktadır.

MHP’nin ideolojisinde, yani toplum, siyaset ve ekonomi anlayışında millet ve milliyetçilik kavramları önemli bir yer tutmakta, hem resmi parti metinlerinde, hem de parti yöneticilerinin konuşmalarında bu kavramlar ayrıntılı olarak tanımlanmaya çalışılmaktadır. Türk milleti, Ziya Gökalp’in çerçevesini belirlediği ve kültürel unsurlara dayalı bir tanımla açıklanmaktadır: “Türk milleti, müşterek bir tarihten gelen ve müşterek bir tarih şuuruna sahip bulunan, aynı dine mensup, aynı kültürle yoğrulmuş, aynı devleti kurmuş, yaşatmış ve bugün de aynı devletin sahibi ve bayrağı altında yaşayan, sınırları içinde yaşayan insan topluluğudur.” Milli devlet ve demokrasi anlayışı, topluma bakışaçısıyla da bağlantılıdır. Hakimiyetin belli bir grubun veya sınıfın elinde olmaması özel bir önem taşımaktadır. Bunun yanında, milletin genel seçimler yoluyla temsiline ek olarak, milletin sosyal dokusunu oluşturan altı temel mesleki kategori ya da sosyal dilim (sınıf kavramı bilinçli olarak kullanılmamaktadır) esasına göre de karar verme mekanizmasına (parlamentoya) katılması öngörülmüştür. Böylece “genel temsil” ile “mesleki temsil” prensibi kaynaştırılmaktadır. Millet hakimiyetini ve denetimini en gerçekçi şekliyle mümkün kılacağına inanılan bu temsil yöntemi, modern bir demokratik siyasi rejimin oluşumunda önemli bir aşama sayılmakta; bu yöntem toplumdaki çatışmayı azaltarak dayanışmayı arttıran bir yol olarak kabul edilmektedir.

Demagojik zenginliğine rağmen, Dokuz Işık söyleminin ideolojik açıdan doyurucu olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir. Esasen, tepkisel olarak doğan, “güncel reaksiyoner niteliği baskın olan”, şiddete dayalı bir hareket için ideolojik açıdan doyuruculuk da bir eksiklik teşkil etmemektedir. Korku ve kaygı üzerinden yapılan zengin anti-komünist, milliyetçi demagojik söylem ve gösterilen tepki bu boşluğu doldurduğu gibi, hitap ettiği kitleyi bir arada tutan önemli harç işlevi de görmektedir.

“Dokuz Işık”ın benimsendiği dönemde, 1967 yılı sancılı Türkiye’nin kabuk değiştirme dönemi, 1968 yılı ise, öğrenci ve işçi hareketleriyle birlikte sağ kadroların da bütünleştiği bir dönem olarak değerlendirilmiştir. 1968 yılı öğrenci hareketlerinin yaşandığı bir yıl olmanın ötesinde kanın da ilk kez döküldüğü yıl olma özelliği taşımaktadır. Bu yükselmekte olan sosyalist hareketin canlandırdığı işçi ve öğrencilere yönelik gösterilecek tepkinin boyutunun da önemli bir göstergesiydi. 13 Mart 1966 tarihinde Eminönü Halkevi’nde “komünizmle mücadele konusunda” yapılan basın açıklamasına öğrenci derneklerinin yanı sıra 14 de sendika temsilcisi katılır. 20 Mart 1966’da ise Bayezıt’ta “Komünizmi Tel’in ve Uyarma Gösterisi” düzenlenir. Gösteri’de Türk-İş adına Kadri Topuz, Cevat (Cavit) Akarçay, Hilmi Gürbüz ve yine Türk-İş’e bağlı Türkiye Enerji İş Sendikası yönetim kurulu üyesi Fuat Alan katılır. Benzeri mitingler 1967 ve 1968 yıllarında da sürdürülür.

Bu dönem için, “Türkiye’de sağ, Türkiye solunun barışçıl ve yasalar içinde yükselişini barışçıl ve yasalar çerçevesinde ve daha önemlisi burjuva legalitesinin sınırları içinde, durduramayacağını gördüğü için silahlanmaya başlıyor. Türkiye’de açıkça paramiliter bir sağ örgütlenmesi başlıyor” tespiti yapılabilmektedir. 1968 yılında yaşananların ardından, Türkiye’de CKMP’nin hem fikri, hem de teşkilatlanma düzeyinde milliyetçi camiayı temsil etme çabaları 8-9 Şubat 1969 tarihinde Adana’da toplanan Olağanüstü Büyük Kongresi ile birlikte yeni bir aşamaya girecekti. Artık, 1965-1969 yılları arasındaki “hazırlık ve geçiş dönemi”nin sonunda varılan yeni aşamayı, Kongre’de delegelerin de büyük desteğini alan “Milliyetçi Hareket Partisi” ismi sembolize etmektedir. Kongre’den sonra toplanan ilk genel idare kurulunda partinin amblemi, daha önce gündeme geldiği gibi “Üç Hilal” olarak kararlaştırılmıştır. Aynı toplantıda gençlik kolları için de “Hilal İçinde Kurt” amblemi benimsenmiştir. Hilal içinde kurt, partiyle olan organik bağın önemli bir göstergesini, işaretini oluşturmaktadır. Türkiye, bu amblemle izleyen yıllarda gençlik örgütlerinden işçi örgütlerine kadar pek çok alanda sık sık karşı karşıya gelecektir.

Yeniden teşkilatlanma çabalarının devam ettiği bir dönemde yapılan 1969 seçimlerinde oy oranı, 1965’e göre biraz daha artmasına rağmen %3’te kalmıştır. Milliyetçi Hareket Partisi, bundan sonra milliyetçi akımın temel değerlerini ve amaçlarını, siyasi hayatta aktif bir şekilde savunulması rolüne soyunacaktır. Yalçın Küçük’ün yerinde tespiti ile “MHP, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) bu adı 1969 yılında alıyor, burjuva legalitesinin sınırlamalarından doğan eksikliği gidermek için harekete geçiyor”. 1969 sonrası dönem, bu misyonun öncelikle korumak ve geliştirmek, daha sonra da benimsetmek, yani iktidar yapmak faaliyetlerini kapsamaktadır. Bu nedenle de, 1969 yılı, Türk milliyetçiliğinin siyasi hayata taşınması ve ağırlığını koyması sürecinde bir dönüm noktası olarak kabul edilebilir. Bu yıldan sonra, parti politikalarının ağırlık merkezlerini, devlet yönetimini etkilemek ve kitleselleşmek çabaları oluşturmaktadır. 1969-1971 döneminde MHP, komandolarıyla, en sıkı örgütlü, en disiplinli anti-komünist sokak gücüne soyunurken, kendisine de devlete sahip çıkan bir hareket kimliği kazandırmaya çalışmıştır.

1970’li yıllar yeni bir isim ve imajla birlikte kendini milliyetçi camiaya kabul ettirme ve kitleselleşme sürecini ifade etmektedir. 1969’da %3 olan oy oranı 1973 seçimlerinde %3.4’e, milletvekili sayısı 1’den 3’e yükselmiştir. Oy oranının neredeyse sabit kalması, MHP’nin ne derece yedek güç olduğunu da göstermektedir. 12 Mart MHP’yi işlevsizleştirmiştir. Yeniden bir atılıma geçmesi için işçi hareketi ve sosyalist hareketin canlanıp, gelişmesini beklemek gerekecektir. 1974 bu açıdan bir yeni dönüm noktasıdır. “1974-77 arasındaki serpilme döneminde, yükselen toplumsal muhalefetin ve giderek hızlanan kapitalistleşme sürecinin paniğe sevkettiği orta sınıf fraksiyonları hızla MHP’ye” yönelmeye başlamıştır. Anti-komünist söylemin yanı sıra, iktisadi-toplumsal bunalımın Orta-Doğu Anadolu’daki reaksiyonu da MHP’yi beslemeye başladı. Bu gelişmeler sonucunda, MHP’nin Grup kurma hedefi 1977 seçimlerinde gerçekleşmiştir. Bu seçimlerde büyük bir oy sıçraması yaparak oy oranını %6.42’ye, milletvekili sayısını da 16’ya çıkartmıştır. MHP, bu tarihten itibaren siyasi yapı içinde hatırı sayılır bir etkinliğe sahip olmuş ve sistemin önemli bir unsuru haline gelmiştir. Ancak, ulaştığı oy oranı ve potansiyeli MHP’yi iktidara taşıyacak büyüklükte değildi. Oy artışı Orta ve Doğu Anadolu ile sınırlı kalmış, gelişmiş, modernleşmiş bölge ve kentlerde ilerleme olanağı bulamamıştı. Bu ciddi bir sınırlılığa işaret etmekteydi.

1970’li yıllarda, “kapitalistleşme süreci içinde kendilerine hayat alanı açamayacakları korkusuna kapılan, kapitalist modernleşmeye bağlı olarak sürekli iktisadi-toplumsal-kültürel değişime zorlandıkları için kendilerini tehdit altında hisseden geleneksel orta sınıfların, özellikle mülksüzleşerek aşağıya doğru sınıf atlamanın eşiğindeki kesimler” MHP’ye yöneldiler. MHP de söylemi ile bu kesimlere umut veriyordu.

Bu söylemin kaynağı Dokuz Işık olup, 1973 yılındaki programda (11. Madde) ifadesini şöyle buluyordu: “İktisadi demokrasi ile üretim vasıtalarının mülkiyeti arasında yakın bir münasebet vardır. Sosyalist toplumda üretim vasıtalarının mülkiyeti devlete, kapitalist cemiyette ise bir avuç işverene aittir. Bu sebeple bu cemiyetlerde iktisadi demokrasi yoktur. Partimiz sosyalist ve kapitalist sistemlerin aksine, Türk Milleti’nin bütün fertlerini üretim vasıtalarının ortağı yapacaktır. Böylece her vatandaşımız mülkiyet sahibi olacaktır”. Aile’den milli kültüre kadar pek çok alanda kapitalist toplumun yarattığı tehdide/tehlikeye karşı bundan muzdarip olacak olan kesimlere hitap edilmektedir. MHP, bir yandan kapitalistleşme sürecinin yarattığı rahatsızlıklardan yararlanmaya çalışırken, diğer yandan bu sürecin bir ürünü olan ve bir türlü içinde kök salamadığı işçi sınıfına yönelik “farklı” politikalar oluşturmaya çalışmıştır.

(Devam edecek...)

* Bu yazıda daha önce yazmış olduğumuz bir yazıdan da yararlanacağız: “Milliyetçi/Ülkücü İşçi Hareketi”, Milliyetçilik Faşizm ve MHP, Aykırı Yayınları, İstanbul, 2002.