24 Kasım 2006 Sayı: 2006/46 (46)
  Kızıl Bayrak'tan
   Açlık ve sefalet kaderimiz değildir!
  Kürdistan’da provokasyon girişimleri
  Genelkurmay Başkanı işaret etti, Özgür Gündem kapatıldı!
  Türk devletinin Ermeni sorunundaki açmazları....
Seçimler yaklaştıkça düzen içi gerici dalaşma sıklaşıyor…
MHP: Değişen ya da değişmeyen ne?/1 - Yüksel Akkaya
Sınıf bilinçli işçiler İstanbul İşçi Kurultayı’nı değerlendiriyor.../2
 Yüksel Akkaya’nın İstanbul İşçi Kurultayı’nda yaptığı konuşma...
  İnsanca çalışma ve yaşam koşulları için mücadele, emeğin onur mücadelesidir!
  “Direnen halklar kazanacak!” gecesi yaklaşık bin işçi, emekçi ve gencin katılımıyla gerçekleşti...
  Genç Komünistler’den “Direnen Halklar Kazanacak Gecesi”ne mesajlar...
  “Direnen Halklar Kazanacak!” gecesine mesajlar...
  ABD Filistin’de iç çatışmaları kışkırtıyor
  İşgal Afgan halklarını açlığa sürüklüyor
  Filistin halkı İsrail ölüm makinesine meydan okudu
  ABD ve Ortadoğu - Abu Şehmuz Demir
  ABD’nin çıkmazı ve bunun olası etkileri M. Can Yüce
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

25 Kasım: Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü...

Kadına yönelik şiddete karşı mücadele, kapitalizme karşı mücadeleyi yükseltmekten geçer!

İsyanların, ayaklanmaların ve kanlı darbelerin yaşandığı topraklardan biridir Latin Amerika. ‘60’lı yıllarda, Latin Amerika’nın küçük bir adasında, Dominik Cumhuriyeti’nde de ezilenlerle ezenler arasında kıyasıya bir mücadele yaşanır. Ağır baskı ve yıkım politikaları izleyen Trujillo diktatörlüğüne karşı ülkenin onurlu insanları siyasal özgürlük mücadelesini yükseltirler. Yeri gelir uzun dönem zindanlara atılırlar, yeri gelir katledilirler…

25 Kasım 1960’da Dominik Cumhuriyeti’nin kuzey bölgesinde, bir uçurumun dibinde üç kadın cesedi bulunur. Cesetler Mirabel kardeşlere (Patria, Minerva ve Maria) aittir. Egemenler bu ölümler için “trafik kazası” açıklamasını yapmışlardır, ancak kısa süre içinde üç kızkardeşin tecavüz edilerek katledildiği anlaşılır.

Trujillo diktatörlüğüne karşı mücadele eden Clandestina Hareketi’nin öncülerinden olan Mirabel kardeşler, bu mücadele içinde sembolleşirler ve “Kelebekler” diye anılırlar. Verdikleri mücadeleden ötürü zindanlara da atılan Mirabel kardeşler, 1960 yılının Kasım ayında diktatörlük tarafından ölümle tehdit edilirler. Bu tehditlerin ardından katledilmeleri , hiç kuşkusuz, onların siyasal kimlikleri, diktatörlüğe kafa tutmaları ve özgürlük istemini yükseltmelerinden dolayıdır.

Kelebekler, ölümleriyle, Dominik’in, Latin Amerika halklarının ve emekçi kadınlarının sembolü haline gelirler. Ölümleri, mücadelenin büyütülmesi çağrısına dönüşür aynı zamanda.

1981 yılında Kolombiya’da toplanan Latin Amerika Kadın Kurultayı’nda 25 Kasım tarihi, Mirabel Kardeşlerin anısına “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” ilan edilir.

Birleşmiş Milletler de, 1999 yılında 25 Kasım’ı “Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması İçin Uluslararası Mücadele Günü” olarak kararlaştırır.

25 Kasım, egemenlere, gerici, baskıcı rejimlere karşı mücadele veren halk hareketinin ürünü olarak kazanılmıştır. Mirabel kardeşler şahsında kadınlara yönelik şiddeti önleme mücadelesinin gerisinde halkların ve bir parçası olarak emekçi kadınların egemen sisteme karşı verdiği mücadelenin kendisi yatmaktadır.

Kapitalizmde kadına yönelik şiddet her geçen gün tırmanıyor!

Yaşadığımız dönemin ne denli “modern ve uygar” olduğundan bahsede dursunlar, tüm emekçiler için bir barbarlık düzeni hüküm sürmektedir. Kapitalist toplumsal düzende de kadınlar, çifte ezilmişlik ve sömürü koşulları altında şiddeti en ağır bir biçimde yaşamaktadırlar.

Kadınların dünya ölçeğinde karşı karşıya kaldığı saldırılara ilişkin istatistiki veriler son derece ürkütücüdür. Altalta sıralayacağımız bu rakamlar gerçeğin ancak bir bölümüdür:

Bugün dünyada her üç kadından biri fiziksel şiddet görüyor. Her yıl yaşları 5 ile 15 arasında değişen 2 milyona yakın kız çocuğu fahişeliğe zorlanıyor. Dünyada her 6 dakikada bir kadına tecavüz ediliyor. ABD’de her yıl 4 milyon kadın şiddete maruz kalıyor. Hindistan’da her gün 5 kadın çeyiz kavgaları nedeniyle yakılarak öldürülüyor.

Güney Afrika’da her 90 saniyede bir kadına tecavüz ediliyor. Çin’de, yılda 1 milyon kız çocuğu, sadece kız diye doğar doğmaz öldürülüyor. Irak’taki savaşın ilk aylarında tam 20 bin kadına tecavüz edildi. Her yıl 2 milyon kadın sınır ötesi kadın ticaretinde kullanılıyor vb...

Türkiye’deki kadınların yaşadığı tablo da dünya kadınlarından farklı değil. Kadınlar, psikolojik, cinsel ve fiziksel saldırılarla karşı karşıya kalıyorlar. Rakamlara göre, Türkiye’de kadınların %79’u fiziksel şiddete, %52’si sözel şiddete, %29’u duygusal şiddete, %18’i ekonomik şiddete maruz kalıyor.

Bugün, en yaygın şiddet biçimi olarak aile içi şiddet yaşanıyor. Evli kadınların yüzde 41’i kocalarından en az bir kez dayak yiyor, yüzde 35’i hakarete, yüzde 4’ü ise cinsel baskıya maruz kalıyor. “Namus cinayeti” adı altında onlarca kadın işkenceye uğruyor, katlediliyor.

Kadına yönelik cinsel şiddetin en önemli ayağını ise, devletin uyguladığı şiddet oluşturuyor. Gözaltında cinsel taciz ve tecavüze karşı hukuki yardım projesi tarafından hazırlanan rapora göre, 1997-2006 yılları arasında 236 başvuru yapılmış. Bunların 166’sını cinsel taciz, 70’ini ise tecavüz oluşturuyor.

Kürt halkına yönelik saldırılardan da en fazla Kürt kadınları etkileniyor. Gözaltında taciz ve tecavüz vakaları en çok Kürt illerinde yaşanıyor. Kürt kadınlarına yönelik kısırlaştırma niyetleri de saldırının bir diğer ayağını oluşturuyor.

Şiddetin sona ermesi için şiddetin kaynağına karşı mücadele yükseltilmelidir!

Kadına yönelik şiddetin engellenmesine ilişkin farklı öneriler öne sürülüyor. BM’nin desteğiyle hükümet tarafından yürütülen, ancak son derece sahtekarca ve ikiyüzlüce olan kampanyaya ilişkin herhangi bir şey söylemeyeceğiz. Şiddetin bizzat sorumluluğunu taşıyanların ve uygulayanların şiddetin engellenmesine yönelik hiçbir adım atmayacakları, amaçlarının kitleleri aldatmak olduğu yeterince açıktır.

Öte yandan, gerek feminist çevreler, gerekse de çeşitli kitle örgütleri ve sendikalar kadına yönelik şiddetin engellenmesine ilişkin çeşitli projeler ileri sürüyorlar. Kadınları ilgilendiren yasalarda düzenleme yapılması, şiddeti gerçekleştirenlere yönelik caydırıcılığın artırılması için cezaların artırılması, eğitim sisteminde bu doğrultuda düzenlemeler yapılması, kadın sığınma evlerinin açılması ve şiddete yönelik önleyici tedbirlerin alınması (gerek düzenlemeler gerekse de bütçe ayrılması) vb...

Bunların tümü de şiddetin kaynağına değil, ortaya çıkan sonuçları hafifletmeye yönelen önlemlerdir. Bugün kadına yönelik şiddetin kaynağı bizzat kapitalist sistemin kendisidir. Bu sistem gerici geleneksel değerleri ve erkek egemen anlayışı yaşatarak kadına yönelik şiddeti üreten zemini yaratmakta ve bu şiddet tam bir arsızlıkla meşrulaştırılabilmektedir. Geleneksel değer yargılarını önemli ölçüde aşmış “uygar batı”da kadına yönelik şiddetin boyutları ise kapitalist düzenin bu sorunu nasıl döne döne ürettiği gerçeğini anlatmaktadır.

Dolayısıyla, kadının özgürleşmesi mücadelesinden koparılmış bir şiddete karşı mücadele sorunu sonuçsuz kalmaya mahkumdur. Kadına yönelik şiddete karşı mücadelenin tutarlı olabilmesi ancak, şiddetin kaynağı olan kapitalizme karşı mücadele ile olanaklıdır.

Açık bir iktidar bilinci taşımadan ve şiddetin kaynağı olan mevcut sistemi karşısına almadan yürütülecek bir mücadele, düzen içi çözümler bulmaya, aynı zamanda (en yaygın şiddet biçiminin aile içi şiddet olduğunu gözettiğimizde) kadının karşısına erkek cinsinin konulmasına yolaçacaktır.

Kuşkusuz, bu hedefe bağlanarak mücadelenin yükseltilmesi bu alanda demokratik talepler için mücadelenin gerekliliğini ortadan kaldırmaz, tam tersine hayat bulmasına yol açar. Yasalarda ve toplumsal yaşamın her alananda cinsiyete dayalı ayrımcılığa son verilmesi, her alanda kadınlara yönelik pozitif ayrımcılık ilkesinin hayata geçmesi, şiddet gören kadınlar için çeşitli tedbirlerin alınması, devletin uyguladığı cinsel şiddetin sona erdirilmesi vb... Bu ve benzeri talepler elbette formüle edilmeli ve yükseltilmeli, bu alandaki mücadele hiçbir biçimde küçümsenmemelidir. Ancak, düzen içine sığan bu talepler, kapitalist düzeni aşma hedefi taşıyan, bu perspekifle yürütülen devrimci mücadelenin yan ürünleri olarak kazanılabilir.

Kadını köleleştiren kapitalist sistemse eğer, kadına yönelik şiddet sorunu kadının bir bütün olarak özgürleşmesi sorununa, dolayısıyla bu sistemin aşılması sorununa bağlanmış demektir. Kadın özgürleşmesi ise, erkek cinsini şiddetin kaynağı ilan edip karşısına almaktan değil, tüm kötülükleri üreten bu sisteme karşı omuz omuza mücadeleyi yükseltmekten geçmektedir.

Kadının şiddetten kurtulması ancak kapitalizm belasından kurtulmak ile olanaklı olacaktır.