24 Kasım 2006 Sayı: 2006/46 (46)
  Kızıl Bayrak'tan
   Açlık ve sefalet kaderimiz değildir!
  Kürdistan’da provokasyon girişimleri
  Genelkurmay Başkanı işaret etti, Özgür Gündem kapatıldı!
  Türk devletinin Ermeni sorunundaki açmazları....
Seçimler yaklaştıkça düzen içi gerici dalaşma sıklaşıyor…
MHP: Değişen ya da değişmeyen ne?/1 - Yüksel Akkaya
Sınıf bilinçli işçiler İstanbul İşçi Kurultayı’nı değerlendiriyor.../2
 Yüksel Akkaya’nın İstanbul İşçi Kurultayı’nda yaptığı konuşma...
  İnsanca çalışma ve yaşam koşulları için mücadele, emeğin onur mücadelesidir!
  “Direnen halklar kazanacak!” gecesi yaklaşık bin işçi, emekçi ve gencin katılımıyla gerçekleşti...
  Genç Komünistler’den “Direnen Halklar Kazanacak Gecesi”ne mesajlar...
  “Direnen Halklar Kazanacak!” gecesine mesajlar...
  ABD Filistin’de iç çatışmaları kışkırtıyor
  İşgal Afgan halklarını açlığa sürüklüyor
  Filistin halkı İsrail ölüm makinesine meydan okudu
  ABD ve Ortadoğu - Abu Şehmuz Demir
  ABD’nin çıkmazı ve bunun olası etkileri M. Can Yüce
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Seçimler yaklaştıkça düzen içi gerici dalaşma sıklaşıyor…

İşçi ve emekçiler bu dalaşmanın bir tarafı olmamalıdır!

AKP hükümeti ile devletin yönetici çekirdeği arasında yaşanan gerilim her geçen gün kendisini daha sık biçimde ve geniş bir alana yayarak dışa vuruyor. Zira hem Cumhurbaşkanlığı seçimleri, hem de 2007 Kasım’ında yapılacak olan genel seçimler yaklaşıyor. Birincisi, devletin yönetici çekirdeği ve tekelci burjuvazinin özel bir hassasiyet konusu, ikincisi ise AKP’nin. Zira AKP yönetimi tabanının beklentilerini karşılayamamasından dolayı oy oranının hızla eridiğinin bilincinde. İşte bu nedenle düzenin yönetici çekirdeği karşısında geri çekilmek ve boyun eğmek yerine, rakiplerine gerilimi yükseltecek malzeme vermek pahasına bir takım girişimlere başvurmaktan geri durmuyor. Bunun son örneği geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen 17. Eğitim Şurası dolayısıyla yaşandı. AKP hükümeti Şura’da üniversitelere girişte katsayı uygulamasını kaldıran bir düzenlemeyi onaylatmak isterken bir kez daha kıyamet koptu.

Bugünkü uygulamada ise, bir İmam Hatipli İlahiyat Fakültesi ve sözel puanla alan bölümlerden birini seçerse ÖSS’de aldığı ham puanlar 0.8 katsayısıyla, hukuk ve mühendislik gibi sayısal ya da eşit ağırlıklı bölümleri seçerse daha düşük bir katsayı ile çarpılmaktadır. Böylelikle İmam Hatipliler ile birlikte meslek liselilerin kendi branşları dışında bir bölüme girmeleri oldukça zorlaştırılmaktadır. Eğer AKP hükümeti istediğini gerçekleştirebilseydi en azından tabanı nazarında imajını bir parça düzeltme fırsatına kavuşacaktı. Fakat öncelikle Şura’da ÇYDD, Eğitim-Sen ve DİSK başkanlarının protestosuyla, akabinde ise başta tekelci burjuvazinin en üst düzey temsilcisi konumundaki TÜSİAD Başkanı ile YÖK’ün rektörleri tarafından protesto edildi. Yanısıra burjuva medya etkili bir biçimde AKP’nin bu hamlesine karşılık vermek üzere seferber oldu.

Aslında katsayı meselesi ilk kez gündeme gelmiyor. AKP, hükümet olduktan sonra birçok kez bu konuyu gündeme getirmiş, her defasında da hararetli bir tartışma ve mücadeleden sonra geriye çekmek zorunda kalmıştı. Belli ki, derin devlet odaklı cephenin bu konuda geri adım atmaya niyeti yoktu. Fakat buna rağmen AKP her imaj tazelemeye ihtiyaç duyduğunda harareti yükseltme pahasına bu konuyu masaya getirmekten kaçınmamaktadır. Zira bu uygulama 28 Şubat’ın bir ürünüydü. Böyle olduğu ölçüde de İslamcılığın etkisi altında olan kitlelerin kazanılması bakımından son derece işlevsel bir konudur. Bundan dolayı AKP derin devlet cephesini kızdırmak pahasına da olsa bu konuyu istismar edebilme cüretinde bulunmaktadır.

Fakat bir kez daha bu mücadeleden başarıyla çıkan devlet cephesi olmuştur. AKP başka bazı kararlarla birlikte öneriyi sulandırarak geri çekmek zorunda kalmıştır. Hoş böyle olmasa dahi sonuçta Şura’da alınan kararların yaptırım özelliği bulunmamaktadır. Tavsiye niteliğindedir. Bununla birlikte yaşananlar, hükümet ile derin devlet merkezli cephe arasındaki mücadelenin gerçek niteliği ve kapsamı hakkında oldukça açıklayıcı bir perspektif oluşturmuştur. Demek ki, taraflar önümüzdeki dönem dozu giderek şiddetlenecek olan mücadelenin gereklerine uygun bir pozisyon almış ve saflarını örgütlemiştir. Bugün yaşananlar henüz ısınma hareketleri sayılabilir. Fakat bununla birlikte tarafların sürecin bilincinde olarak büyük bir ciddiyetle yaklaştıklarını göstermiştir. En önemlisi ise bu mücadele boyunca ortaya çıkacak saflaşmanın kapsamı, dolayısıyla işçi-emekçileri bekleyen tehlikeler konusunda da son derece aydınlatıcı olmuştur.

Öyle ki düzen cephesinde yaşanan gerici mücadelenin bu ayağında öne çıkan ve inisiyatif gösteren unsurlar Eğitim-Sen ve DİSK başkanlarıdır. Bu unsurlar (özellikle de Çelebi), her ne kadar daha önce de gerici mücadelenin ordu merkezli derin devlet tarafına meyletseler de hiç bu denli net bir tutum almış değillerdi. Fakat bu kez sadece utangaçca destek vermek bir yana, bu gerici mücadelenin fitilini ateşleyen bir pozisyon almışlardır. Onların demokratik olmadığı gerekçesiyle protesto ederek Şura’dan çekilmeleriyle birlikte derin devlet güçleri ve medya harekete geçerek onların bu tutumuna yaslanarak seferber olmuştur. Dikkat edilirse, sözkonusu unsurlar durumun bu hale gelmesine, AKP karşıtı derin devlet cephesinin ön saflarına konulmalarına karşın ortaya çıkıp tutumlarının niteliğine dair herhangi bir açıklama yapma gereği duymamışlardır. Bu durumda onların tutumlarının son derece bilinçli bir tercihin ürünü olduğunu söylemek durumundayız. Öyle ki diğer herşey bir yana, düzenin eğitim politikaları konusunda, özellikle eğitimin ticarileştirilmesi ve neo-liberal düzenlemelerin eğitim politikalarının merkezini oluşturduğu koşullarda, Eğitim Şurası’nda böyle bir tutum alabilmektedirler.

Böyle yapmakla bu unsurlar, gerçekte işçi sınıfına ve emekçi kitlelerin karşısına geçmiş, sermaye sınıfının ve devletinin yanında saf tutmuşlardır. Öyle ki, TÜSİAD Başkanı’nın “meslek liseliler sanayinin ihtiyaçlarını karşılamak için sadece üniversitelerin ilgili branşlarına devam edebilmeliler” diyerek duruma oldukça geniş ve net sınıf çıkarları temelinde yaklaştığı bir tabloda onun yanında yerlerini almaktan gocunmamışlardır. Oysa, “laik-şeriat” eksenine oturtulmaya çalışılan düzen içi gerici çatışmada işçi sınıfı ve emekçilerin bir taraf olamayacağı son derece açıktır. Çünkü işçi ve emekçilerin çıkarları sermayeye, onun devletine ve hükümetine karşı topyekûn mücadele etmeyi gerektirmektedir. Eğitimin paralı hale getirilmesi yanısıra işçi ve emekçi çocuklarının vasıflı işgücüne gözünü dikmiş olan kapitalistlere ve hükümetine karşı mücadele bayrağını açmak yakıcı bir ihtiyaçtır. Ancak anlaşılan, bu görev ve sorumluluklardan uzak duran bu bürokrat takımı sermayenin çöplüğünden beslenmeyi varlık koşulu haline getirmiştir.

İşçi ve emekçiler, ama öncelikle de devrimci ve öncü işçi-emekçilerin sermaye işbirlikçisi sendika yöneticilerinin bu ibretlik tutumu üzerinde önemle durmaları gerekmektedir. Eğer, bu yönde şimdiden net ve tok bir tutum alınabilirse bu yöneticiler etkisizleştirilebilir, dahası sallantılı durumdaki bir takım güçlerin düzenin oyunlarına kapılmasının da önüne geçilebilir. Durumu bu gözle değerlendirerek süreci emek-sermaye çelişkisi temelinde geliştirecek ve siyasal-toplumsal arenada sınıfa karşı sınıf ekseninde bir taraflaşmayı zorlayacak inisiyatifi göstermek, tüm devrimci ve ilerici güçlerin önünde duran en önemli görevdir. Mevcut güç ve imkanlar bu görevin hakkından gelmek amacıyla değerlendirilmeli, saflar her alanda sıkılaştırılmalıdır.


Ege Üniversitesi’nde panel: “Üniversitenin dünü ve bugünü”

Ege Üniversitesi’nde gerçekleştirilen kitle toplantılarında 6 Kasım’ın sadece bir takvim günü olarak algılanmayıp bir sürece yayılması gerekliliği kararı üzerine Eğitim-Sen ve Ege Üniversitesi öğrencileri ortak bir panel örgütledi. Öncesinde afişlerle yaygın olarak etkinliğin duyurusu yapıldı. 15 Kasım Çarşamba günü Ege Üniversitesi Yabancı Diller Bölümü Konferans Salonu’nda saat 12.30’da gerçekleştirildi.

Eğitim-Sen’in açılış konuşmasıyla başlayan panelimizde ilk olarak İstanbul Üniversitesi’nden Doç. Dr. Sezai Temelli söz aldı. Temelli konuşmasında YÖK’ün tarihçesini anlattı. 12 Eylül askeri darbesinin ardından üniversitedeki işlevine dikkat çekti. Üniversitelerle toplum arasında ‘80 öncesinde oluşan güçlü bağın koparılmak istendiğini belirten Temelli, bunda egemenlerin kısmen başarılı olduğunu belirtti. Konuşmasını egemen güçlerin baskı rejimlerini neo-liberal uygulamalarla sürdürdüklerini vurgulayarak sonlandırdı.

Dokuz Eylül Üniversitesi’nden Prof. Dr. İzge Günal ise “burjuvazinin üniversitelerdeki örgütü YÖK tür” diyerek YÖK’ün rolüne vurgu yaptı. Hocalarımızın sunumlarının ardından söz paneli dinleyen öğrencilere verildi. Soruşturmalar ve baskılarla ilgili sorulara yanıt veren Günal “Bir üniversitede bir öğrenciye soruşturma açılıyorsa eğer, o üniversite üniversite değildir” dedi. Soruşturma terörünün bilim üretmesi gereken bir kurumda uygulanmasının çelişik bir durum olduğunu ifade etti. Ardından bir öğrencinin söz alarak Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’ndeki ağır soruşturma terörünü anlattı. Taşra üniversitelerindeki arkadaşlarının bir direniş gerçekleştirdiğini, buralarla dayanışma içerisinde olunması gerektiğini dile getirdi.

Yine bir arkadaşımız neo-liberal uygulamaların tüm fakültelerdeki her öğrencinin sorunu olduğunu ifade etti.

Panele 100 kişi katıldı.

Ege Üniversitesi Ekim Gençliği