24 Kasım 2006 Sayı: 2006/46 (46)
  Kızıl Bayrak'tan
   Açlık ve sefalet kaderimiz değildir!
  Kürdistan’da provokasyon girişimleri
  Genelkurmay Başkanı işaret etti, Özgür Gündem kapatıldı!
  Türk devletinin Ermeni sorunundaki açmazları....
Seçimler yaklaştıkça düzen içi gerici dalaşma sıklaşıyor…
MHP: Değişen ya da değişmeyen ne?/1 - Yüksel Akkaya
Sınıf bilinçli işçiler İstanbul İşçi Kurultayı’nı değerlendiriyor.../2
 Yüksel Akkaya’nın İstanbul İşçi Kurultayı’nda yaptığı konuşma...
  İnsanca çalışma ve yaşam koşulları için mücadele, emeğin onur mücadelesidir!
  “Direnen halklar kazanacak!” gecesi yaklaşık bin işçi, emekçi ve gencin katılımıyla gerçekleşti...
  Genç Komünistler’den “Direnen Halklar Kazanacak Gecesi”ne mesajlar...
  “Direnen Halklar Kazanacak!” gecesine mesajlar...
  ABD Filistin’de iç çatışmaları kışkırtıyor
  İşgal Afgan halklarını açlığa sürüklüyor
  Filistin halkı İsrail ölüm makinesine meydan okudu
  ABD ve Ortadoğu - Abu Şehmuz Demir
  ABD’nin çıkmazı ve bunun olası etkileri M. Can Yüce
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

İnsanca çalışma ve yaşam koşulları için mücadele, emeğin onur mücadelesidir!

İstanbul İşçi Kurultayı'na sunulan 8 tebliğ'den ikisini geçen sayımızda okurlarımıza sunmuştuk... Bu sayı Büyükçekmece İşçi Platformu tarafından sunulan tebliği okurlarımıza sunuyoruz...
Tebliğleri sunmaya önümüzdeki sayılarda devam edeceğiz.../Kızıl Bayrak
Sermaye egemenliği işçilerin toplumsal köleliği demektir. Bu kölelik hiçbir yerde, fabrikada olduğu kadar açık ve belirgin değildir. Fabrika, işçi için özgürlüğün fiilen bittiği yerdir. Fabrika, bir avuç asalak için muazzam ölçülerde servetin, işçiler için ise kitlesel sefaletin, bedensel ve zihinsel çürümenin üretildiği yerdir.
* Orada özgür üreticiler, ücretli köleler haline gelirler. Belirli bir ücret karşılığında emek gücünü, yani zamanının belli bir kısmını patrona satan işçi, böylece aslında tüm yaşamını onun eline vermiş olur.
* Normal koşullarda makineleşmenin çalışma süresini kısaltması ve ağır çalışma koşullarını hafifletmesi beklenir. Oysa kapitalist düzen altında tersine, iş süresini ve iş yoğunluğunu artırmanın bir fırsatı olur, işçiler makineleştirilir. Kapitalizmde bilimsel ve teknolojik ilerlemeler işçilerin daha fazla sömürüsüne ve toplumsal yıkımına yol açar. Çünkü tüm bu imkanlar, bir avuç asalağın elinde ve hizmetindedir.
* Daha çok üretim, patronların daha çok kâr etmesini sağlarken, işçilerin nispi ya da mutlak yoksullaşmasına yol açar. Daha çok çalışma işçilere, ücretlerin düşürülmesi ve işsizliğin artması olarak geri döner. Böylece işçi, bizzat kendi elleriyle ürettiği mallara ulaşamaz olur. Yaşam aracı olan emek gücü onu köleleştirir, yarattığı ürünlere yabancılaştırır.
* Böylece sermayenin egemenliği altında işçinin hergünkü çalışması, fabrikadan başlayarak tüm yaşamına yayılan her türlü maddi ve manevi yoksullaşmasının, fiziksel ve düşünsel çürümesinin temeli haline gelir.
Tüm bunların nedeni, sermayenin emek üzerindeki köleci egemenliğidir. Bu egemenlik sürdüğü müddetçe bu sonuçlar kaçınılmazdır. Ama bu sonuçlar da kaçınılmaz olarak işçileri mücadeleye zorlar.
Bundan 100-150 yıl kadar önce işçilerin köleliği çok daha katlanılmaz düzeydeydi. Günlük çalışma süresi 16-18 saati buluyordu. İşçilerin aldıkları ücretler, karınlarını bile doyurmaya yetmiyordu. Ölüm oranı çok yüksek, ortalama yaşam süresi oldukça düşüktü. İşçiler, büyük kentlerin hemen yanı başında sağlıksız barakalarda yığınlar halinde barınıyorlardı. Ama tam da bu nedenle, en olumsuz koşullarda bile ayağa kalkmayı başardılar. İşçi sınıfının örgütlenip ayağa kalkması ve 8 saatlik işgünü mücadelesinin kazanımla sonuçlanmasıyla beraber, pek çok ülkede bu kara tablo yavaş yavaş değişmeye başladı.
Peki, bir buçuk asır sonra bugün, bu kara tablonun ortadan kalktığını söylemek mümkün müdür? Mevcut durum bu soruya olumlu bir yanıt verilemeyeceğini göstermektedir.
Bugün tüm dünyada 18 yaşın altında 250 milyon çocuk işçi çalıştırılıyor. Bu çocukların bir kısmı Nike, Adidas vb. büyük tekeller için üretim yapıyor. Türkiye’de ise çoğunluğu tekstilde olmak üzere bu sayı resmi rakamlara göre 2-3 milyon kadardır.
Bugün işsizlik tüm dünyada katlanılamaz düzeydedir. Türkiye’de çalışma yaşındaki her 5 insandan biri işsizdir. Tüm dünyada 1 milyar insan çalışma yaşamına katılamıyor.
Dünyada 2 milyar insan içilebilir temiz sudan yoksundur. 3 milyar işçi ve emekçi, yoksulluk sınırının altında bir ücret almaktadır. Bir buçuk milyar insan açlıkla boğuşmaktadır.
Bu açıdan Türkiye’de durum, küçük bir farkla dünya ortalamasına yakındır.
Uzun çalışma koşulları işçi sınıfının köleliğinin tescillenmesidir. Bugün Türkiye’de pek çok yerde günlük çalışma süresi 12-14 saati bulmaktadır. Gelişmiş kapitalist ülkelerde de yeni yasalarla çalışma süresi artırılmaktadır. Tüm dünyada emeklilik, sigorta, sağlık, eğitim gibi haklar bir bir geri alınmaktadır,
Dünden farklı olarak bugün, sömürü oranı çok daha fazla artmış, servet-sefalet kutuplaşması çok daha keskinleşmiştir. Dünyanın en zengin asalaklarının tek tek ellerinde tuttukları servet, pek çok ülkenin toplam ulusal gelirinin bile üstündedir.
Kısacası, bugün işçilerin kölelik zincirlerinin ağırlığında ve uzunluğunda bir artış söz konusudur. Bugünün işçilerinin ezici bir çoğunluğu sefalet koşullarında yaşam sürmeye yetecek bir ücret alıyorlar. Yaşamlarının çoğunu fabrikada çalışarak geçiriyor, uyumaya, dinlenmeye, aileleriyle birlikte olmaya, sosyal ve kültürel yaşama katılmaya imkan bulamıyorlar.
Sermaye son yirmi yıldır, neo-liberal saldırılarla işçi sınıfını yüz yıl öncesini aratır çalışma ve yaşam koşullarına mahkum etmektedir. Sefalet ücreti karşılığında işçilerin tüm zamanlarını ellerinden alarak ya da işsizliğe mahkum ederek, onları ruhsal, fiziksel, bedensel, toplumsal bir yozlaşma ve çürümeye sürüklemektedir.
***
Ağır çalışma koşulları ve uzun çalışma saatlerinin yarattığı fiziksel ve zihinsel çürüme ve yozlaşmadan korunmak, sömürüyü sınırlama, çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirme mücadelesinden geçmektedir. Bu mücadele, emeğin korunması mücadelesidir. Bir anlamda bu, emeğin onurunu koruma mücadelesidir de. Daha yüksek ücretler, daha kısa çalışma süresi ve daha iyi çalışma koşulları, bu mücadelenin esas kapsamını oluşturmaktadır.      
Emeğin korunması mücadelesi içinde işçiler, en geniş zeminde birlik sağlar, sınıf içi yapay ayrımları ve dağınıklığı giderirler. Bu mücadele sayesinde sendikal örgütlülüklerini geliştirip güçlendirmeyi ve etkili bir mücadele aracı haline getirmeyi başarırlar. Taban örgütlülüklerini yaratarak örgütlü bir sınıf haline gelirler. Bu mücadele, adım adım işçi kitlelerinin zayıflatılmış olan bilincinin gelişmesine zemin hazırlar. İşçilerin mücadele kapasitesini ve yeteneğini ilerletir. İşçiler sınıf dayanışmasının anlamı ve önemini daha iyi kavrar, sınıf çıkarlarının nerede olduğunu görmeye başlarlar. İşçi sınıfı üretimden gelen gücünü görür, kendisine güven kazanır. Böylece bir yandan sınırlı iktisadi kazanımlar elde ederek yoksulluğa bir sınır çeker, diğer yandan kendisini yozlaşma ve çürümeden korurlar.
Sonuç olarak emeğin korunması mücadelesi, işçi kitlelerini daha ileri mücadelelere hazırlar.
Kendi başına alındığında emeğin korunması mücadelesi bu düzenin temellerine dokunmaz; yalnızca kapitalizmin sonuçlarına yönelir, sömürüyü sınırlandırmaya hizmet eder. Fakat bu mücadele kendi içinde ele alınmaz, yalnızca kapitalizmin ürettiği sonuçlara karşı değil, bu sonuçları ortaya çıkaran nedenleri de ortadan kaldırmaya yöneltilirse, iktisadi sınırlarını aşmaya başlar. Dolayısıyla, emeğin korunması mücadelesinde kazanılacak her başarı, aynı zamanda, işçi sınıfının kapitalist sistemi hedefleyen mücadeleyi kazanmasının, gerçek anlamda özgürleşmesinin bir basamağı ve olanağına dönüştürülmüş olur.
Bugün Türkiye işçi sınıfı, gitgide daha yakıcı hale gelen emeğin korunması mücadelesinin en alt basamaklarında durmaktadır. En ağır saldırıların gerçekleştiği son 5-6 yılda, sınıf hareketi hala da süren bir gerileme içerisindedir. Elbette çalışma ve yaşam koşullarını cehenneme çeviren saldırılara karşı bir öfke ve tepki birikmektedir. Ne var ki, alttan alta biriken tepkiler ya sermaye tarafından farklı kanallara akıtılarak etkisizleştirilmekte, ya da zayıf ve tekil direnişler biçiminde ortaya çıkan tepkiler ezilmektedir. Sendikal bir örgütlülüğe sahip sınıf bölüklerinin tepkisi ve gücü ise sendikalara egemen bürokratik cendereyi aşamamaktadır. Tüm bunlar işçi sınıfında güvensizlik, umutsuzluk ve çaresizlik duygusu yaratmaktadır. İşte bu yüzden aşılması gereken ilk barikat, bu çürütücü ruhhalidir.
İşçi sınıfı dün olduğu gibi bugün de sermayeden hiçbir merhamet beklemeksizin insanca çalışma ve yaşam koşulları için militan bir mücadele yürütmek zorundadır. Bugünkü çürütücü suskunluğun yarattığı ruh halinden ancak eyleme geçerek kurtulabilir. Bunun temel zemini fabrikalar, biricik yolu ise eyleme geçmektir.
İşçi sınıfının ileri, öncü kesimlerinin oynayacağı rol ve öncü çıkışların yaratacağı sarsıcı etki, böylesi dönemlerde paha biçilmez bir önem kazanmaktadır. Bugünün en yakıcı ihtiyaçlarından biri, tıpkı 12 Eylül faşist darbesinin karanlığını yırtan Bahar Eylemleri’ne öncülük eden, sayısı az fakat etkisi büyük tek tek fabrika direnişleridir. Bugün öncülerin görevi, karda-tipide en önde yürüyerek, arkadan gelen kafileye yürüyecekleri yolu açmaktır.
Sonuç olarak; çalışma yaşamı kapitalizmle modern anlamda bir disiplin kazandı ve emek verimli kılındı. Fakat bu disiplin daha ilk andan itibaren işçiler için kölece çalışmaya ve sefalete yola açan bir prangaya, bir avuç asalak için servet üreten kaynağa dönüştü. Bir avuç asalak emeğin yarattığı zenginliklere el koyarken, sefil çıkarları için her türlü toplumsal gelişmeye gem vuruyor.
İşçinin tüm bir zamanını yutan çalışmanın bir eziyete, bir köleliğe dönüştüğü, buna karşılık yalnızca sefaletle ödüllendirildiği kapitalizmden kurtulmak, ancak sosyalizmle mümkündür. Çünkü insanca çalışma ve yaşam koşulları ancak sosyalizmle mümkündür. Çünkü yalnızca sosyalizmde toplumsal ihtiyaçlarla toplumsal üretim arasında sağlıklı bir denge kurulur. Yalnızca sosyalizmde işçiler ve emekçiler emeklerinin karşılığını alırlar. İşsizliğin ortadan kalkması, bilim ve teknolojideki gelişme ve ilerlemenin tam anlamıyla yaşama geçirilmesi sayesinde çalışma saatleri azalır, çalışma sıkıcı, insanı tek yanlılaştıran, yıpratıcı bir iş olmaktan çıkar, özgürleştirici bir insan faaliyetine dönüşür.
Tüm işçi ve emekçileri sermayenin egemenliğinden kurtulmak için sınıfa karşı sınıf şiarıyla şu güncel talepler için mücadeleyi yükseltmeye çağırıyoruz:
* 7 saatlik işgünü, 35 saatlik çalışma haftası!
* Kesintisiz iki günlük hafta sonu tatili!
* Herkese insanca yaşamaya yeten ücret!
* Herkese iş, tüm çalışanlara iş güvencesi!
* Kölelik Yasası kaldırılsın!
* Her işyerinde ara dinlenme paydosları; sağlıklı, doyurucu yemekler; servis ve kreş!
* 16 yaşından küçük çocukların çalıştırılması yasaklansın!
* Herkese sigorta, herkese parasız eğitim ve sağlık hakkı!
* Eşit işe, eşit ücret! Kadın üzerindeki çifte sömürüye, her türden gerici baskı ve ayrımcılığa son!
Ne mezarda emeklilik, ne prangalı çalışma koşulları ne de sefalet içinde bir yaşam! İnsanca çalışma ve yaşam koşulları, özgür bir gelecek!