01 Eylül 2006 Sayı: 2006/34 (34)
  Kızıl Bayrak'tan
   Sermaye iktidarı stratejik kararlarla sonunu hızlandırıyor: Bataklığa giden bataklığa gömülür!
  Amerikancı generallerin “yeni dönemi”
  Genelkurmay devir teslim töreni
konuşmalarının gösterdikleri
  Asker gönderme tartışmaları ve Sezer’in
çıkışı
  KESK’in 29 Ağustos eylemlerinden
Hak almak için g(ö)reve!
AL-CO işçilerinin direniş kararlılığı yol
gösteriyor!
“Anadoluya gelin, işçi maliyetleri çok
düşük”!
   Devrimci bir gençlik mücadelesi için bir
adım daha! “Gelecek, özgürlük ve sosyalizm için gençlik kampı” başarıyla gerçekleşti! / Orta sayfa
  ABD-İsrail taşeronu Kofi Annan bölge
ülkelerini dolaşıyor
  Siyonist rejimin gözeneklerinden kan ve
irin akıyor
  İran yönetimi ABD dayatmalarına
direnmeyi sürdürüyor
  Güneşin esmer çocuklarına
  Samandra’dan bir işçi ile sınıf hareketinin
durumu ve İstanbul İşçi Kurultayı üzerine
konuştuk
  Savaş ve barış
  D‹SK’ten kampanya: “Lübnan’a asker gönderilmesin!”
  Tekstil İşçileri Bülteni
dağıtımlarından
  Mamak İşçi Kültür Evleri'nin "Ortadoğu
Halklarıyla Dayanışma Günleri" etkinlikleri
  Kamu Emekçileri Bülteni'nden
  İstanbul İşçi Kurultayı Bülteni'nden
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Sağlık hakkı adım adım tasfiye ediliyor...

Sağlık sistemini tüccarlara teslim eden “Sağlıkta Dönüşüm Programı”nın önemli bir ayağı olan Genel Sağlık Sigortası Yasa Tasarısı geçtiğimiz Mayıs ayında kabul edilmişti. Yasa 2007 Ocak ayında uygulanmaya konulacak. Ancak, Sağlık Bakanlığı, GSS'nin uygulanmasını beklemeden, yayınladığı tebliğlerle bu programın ilk adımlarını attı.

Vaka başı ödeme

Sağlık Bakanlığı tarafından 1 Temmuz 2006 tarihinde yayınlanan tebliğle, sağlık kurum ve kuruluşlarında “vaka başı ödeme” sistemine geçildi. Bu tebliğe göre tetkik ve tedavi gören hastalardan, birinci basamak sağlık kuruluşlarında vaka başına 11 YTL, özel sağlık kuruluşlarında 13,2 YTL, ikinci ve üçüncü basamak sağlık kuruluşlarında ise ayakta 25-49 YTL arasında para alınacak. Vaka başı ödeme tutarına muayene, konsültasyon ve bazı özel tetkikler dışında tüm tetkik, tahlil, girişimsel işlemler, radyolojik incelemeler dahil. Tebliğe göre, vaka başı ödeme tutarına ek olarak Bilgisayarlı Tomografi için 0,70 YTL, Magnetik Rezonans için 0,80 YTL ilave edilecek. Bunun anlamı, en düşük 120 YTL'ye çekilebilen BT için 0,70 YTL ödeneceğidir. Bu ödenekle hekimlerin bilimsel yöntemlerle, verilere dayanarak tanı koyması, tedavi yapması imkansızdır. Vaka başı ödeme tutarını aşan işlemler için cepten ödeme yapılacak, ya da parası olmayanlara gerekli tahliller yaptırılamayacaktır. Bu durum hastayla hekimin karşı karşıya gelmesine neden olacaktır. Yeterli tetkik-tahlil yapmadan bilim dışı yöntemlerle tanı koymak zorunda bırakılan hekimler ise mesleğin en önemli yönlerinden olan vicdani ve etik boyutunu gözardı etmek zorunda kalacaklardır. Hastaya “vaka”, tanı-tedavi sürecine “paket” adını vermek sağlık hizmetlerinde bilimselliği ve vicdanı terketmek demektir.

İlaçta tasarruf

Bakanlığın 1 Ağustos 2006 tarihli tebliğinde ise 122 kalem ilacın sigorta ödemesi kapsamından çıkarıldığı açıklanıyor. Bu ilaçlar arasında vitamin tabletleri, kolesterol düşürücüler, kemik güçlendirici preparatlar, demir ilaçları, grip ve soğuk algınlığı ilaçları da bulunuyor. Çocuklarda vitamin kullanılmaması gelişim bozukluğuna, hamilelerde vitamin ve demir preparatlarının kullanılmaması sağlıksız doğuma, obezite hastalarında lipid ve kolesterol düşürücülerin kullanılmaması ciddi kalp damar hastalıklarına yol açmaktadır. 122 kalem ilacın kapsam dışına çıkarılmasıyla maliyetlerin düşeceğini iddia edenler, bu ilaçların kullanılmamasından doğacak yüksek maliyetli hastalıkları da çok iyi biliyorlar. Bu nedenle uygulamanın asıl amacı çok kârlı bir alan olan ilaç sektörünü serbest piyasaya açmak, ilaç tekellerinin kazancını arttırmaktır. Toplumun büyük bölümünün asgari ücretle geçindiğini, yetersiz beslendiğini, sağlıksız konutlarda yaşadığını, sağlık hizmetlerinden asgari olarak dahi yararlanamadığını düşünürsek, bu uygulama önlenebilir hastalıklardan ölümlerin doğrudan artmasına neden olacaktır.

Halkın sağlık hakkını gaspedilmesine alet olan milletvekillerine ödül!

İşçi ve emekçilerin sağlık hizmetlerine ulaşmasını imkansız hale getiren milletvekilleri kendileri için özel yasalar hazırlıyor. Son aylarda art arda yayınlanan özel tebliğlerle milletvekillerinin sağlık hakları genişletiliyor. Sigortanın ödemediği gözde lazer tedavisini milletvekilleri yaptırabiliyor. Sigorta kapsamında olmayan ve oldukça pahalı olan diş implat tedavisi milletvekillerine alt ve üst çenede altışar tane olmak üzere ödeniyor (bir implant tedavisi ortalama 1.500 YTL). Herhangi bir sigortalının karnesine en fazla yedi günlük ve dört kalem ilaç yazılabilirken milletvekili bir defada üç aylık ilaç yazdırabiliyor. Ayrıca milletvekilinin hastaneye gitmesi durumunda gidiş-dönüş yol masrafı karşılanıyor, hastanede geçirdiği süre ise yevmiye olarak ödeniyor. Herhalde milletvekillerine yapılan bu kıyak, sağlık tekellerine verdikleri hizmetin karşılığı olsa gerek!

Üniversiteliye de paran kadar sağlık hakkı

Devlet üniversitelerinde öğrenim gören 1 milyon 400 bin öğrencinin de sağlık hakkı gaspediliyor. Maliye Bakanlığı, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası'nı dayanak göstererek 2007'den itibaren üniversitelerdeki sağlık merkezleri ve MEDİKO'lara bütçeden ayrılan kaynağı kesti. MEDİKO'lar sosyal güvencesi olmayan işçi ve emekçi çocuklarına kısıtlı da olsa sağlık hizmeti veriyordu. Bu karar, güvencesi ve parası olmayan tüm öğrencilerin sağlık hizmetlerinden tamamen mahrum bırakılması anlamına gelmektedir.

Kamu hastanelerinde durum

SSK hastanelerinin devrinden sonra ilaçların toplu alımından vazgeçilip serbest şirketlerden alınması, kamu sağlık kurumlarının ilaç masraflarını arttırmıştır. SSK'nın ilaç fabrikaları kapatılmış, aynı ilaçlar fahiş fiyatlarla ithal edilmeye başlanmıştır. Bazı tetkik ve tahlillerin özel kurumlarda yaptırılması, özel hastanelere hasta gönderilmesi gibi uygulamalar maliyetleri arttırmış, kaynakların da özel kuruluşlara aktarılmasını sağlamıştır. Bütçeden kamu sağlık kurumlarına kaynak aktarımı nerdeyse durdurulmuş, hastaneler kendi kaderine terkedilmiştir. Kamu hastanelerinin serbest piyasa mantığıyla işletilmesi amacıyla yapılan bu uygulamalar bugün bu kurumları malzeme alamayacak, personelin maaşını ödeyemeyecek duruma getirmiştir.

İş güvencemize, insanca çalışma ve yaşama hakkımıza saldıran sermaye iktidarı şimdi de sınırlı olan sağlık hakkımıza göz dikmiştir. Sağlık sistemi vicdani ve etik yönü tamamen göz ardı edilerek, sermayenin kâr alanı haline getirilmeye çalışılıyor. Zaten sermaye iktidarı için temel olan şey kâr elde etmek, daha çok sömürmek ve kazanmaktır. Şimdi bu amacını işçi, emekçilerin hayatları üzerinden yapmaya çalışıyor. Biz haklarımıza sahip çıkarak mücadele etmediğimiz takdirde sermaye iktidarı kâr elde edilecek her alanı piyasalaştıracaktır.

Bütün bu saldırılara karşı, parasız sağlık hakkımız için örgütlenip mücadele etmekten başka bir seçeneğimiz yoktur.

Herkese parasız, eşit, ulaşılabilir sağlık hizmeti mümkündür!

Sosyalist Sağlık Emekçileri/Ankara

(Kamu Emekçileri Bülteni'nin 16. sayısından alınmıştır...)

 

----------------------------------------------------------------------------------

Çemberi kırmak için geleceği istemeli!

Kamu emekçileri hareketi “anda” debelenmektedir. Şimdiki zaman, tüm varlığına nüfus ediyor... “Şimdi”de varolan engeller, nesnel koşullar korunaklı sığınıklara dönüşüyor, Aşil'in ünlü zırhı gibi. Sığınak aramak isteyen kişi ya da kolektif yapılanma, varolanda bunun olanaklarını fazlasıyla bulacaktır. Yeterince dışsal neden, içsel olanı da kölesi haline getirerek, bunu olanaklı kılacaktır. “İrade, istenç” bu nedenle farklılığın temel göstergesidir. İradi müdahale bu nedenle önemlidir, aksi takdirde nesnelliğin kendiliğindenci rahatlığı sarıp sarmalayacak; sınıfı, oradan da öncüleri. Oysa öncü, iradenin cisimleşmesidir.

KESK, gelinen yerde ne geçmişi dayanak noktası olarak kullanabilecek güce sahip, ne de onu unutmanın yenileyici gücüne. Ki unutmanın kendisi de yeni atılımlar için güç kaynağı olabilir kimi zaman.

Geçmişi hatırlamak-sorgulamak, olumlu-olumsuz yönlerini “irade” açısından ortaya koymak bir gereklilik, güçlü bir yapılanma için zorunluluk. Burada sorgulanması gerekenden kastedilen, kesinlikle ve kesinlikle nesnellik değil, nesnellik üzerine yeterince söylendi. Nesnellik üzerine kurulan söylemlerin bir noktadan sonra gericileşmeyi-kaçışı beraberinde getirdiği görülmeli artık. Nesnellik “bilinci”, bir nevi Sheakspear'in deyişiyle, “...böyle korkak ediyor hepimizi:… bulandırıyor, yürekten gelenin doğal rengini. Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar/Yollarını değiştirip bu yüzden/ Bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar” söylemini haklı çıkarıyor. Denenmiş ve başarısızlıkla sonuçlanmış her atılım-savaşım tarihte yerini alırken, sağlam-güçlü olmayan yapılarda yenilgi ruhhalini de beslemekte. “Yapıldı olmadı, denendi olmadı” söylemleri terkedilmeli artık, bunun da yolu sıyrılabilmekten geçiyor, gündelik taleplerin bir adım önünde olmaktan.

Yetki kaybı ardından söylenenler-yapılanlar-yapılmayanlar, KESK'in, gündelik taleplerin peşinde dolanmayı bile beceremediğini göstermektedir. Çünkü gündelik talepler için mücadele etmek bile geleceğe dair bir tasarımı gerektirir. “Şu an” içinde dolanan yapılanmalar bu tasarımdan yoksundur. KESK içinde yer alan öncüler neyi tasavvur ediyor, ne için mücadele ediyor? Her gün, giderek daha fazla, belirsizleşen şey bu sorulara verilen cevaplardır.

Yitirilen şey ütopyadır, başlangıçta sahip olunan ütopyanın değiştirme gücüne inançsızlıktır biraz da. Unutulan ise değişim mümkün olduğu sürece buna yön vermenin-şekil vermenin de mümkün olduğudur.

Akış nereye doğru?

Önce Eğitim-Sen'in, ardından Tüm-Bel-Sen'in yetkiyi kaybetmesi neye-nereye evrilmeyi gerektiriyor. İktidar, asker-polis-Çalışma Bakanlığı da dahil tüm kurumlarıyla kamu alanında “kendi benzerini” yaratmak isteyecektir. Bu nedenle KESK Genel Başkanı İ. Hakkı Tombul'un açıkladığı, Kamu-Sen lehine yapılan usulsüzlüklerde (iktidar erkinin kullanılarak emekçilerin üye olmaya zorlanmasında, istifa eden emekçilerin istifalarının işleme konulmamasında, 25 binden fazla asılsız üyeliğin yazdırılmasında) şaşılacak bir şey yok. Ya da belediye işkolunda aynı usulsüzlüklerin Bem Bir-Sen'in yetkili sendika kılınması için yapılmasında da. Ve elbette iktidar mevcut olanaklarıyla “iktidar benzeri” olmayı reddeden kamu emekçileri hareketini dışlamaya, marjinalleştirmeye çalışacaktır, bunda da şaşılacak bir şey yok. Ancak bunun olanaklı olması KESK'in onların “oyununa” katılmakta, aynı platformda yer almakta ısrar etmesinden kaynaklanıyor. KESK, ve içinde yer alan öncüler, cepheden muhalefet dışında düzen sınırları içinde varoluşlarını koruyamayacaklarını, uzlaşma noktalarını arttırma adına yaptıklarının kendilerini yok edeceğini görmeli. Bu noktada, 12 Eylül karanlığından kamu emekçileri hareketinin yaratılması bağlamında, tarih bilincine ihtiyaç duyuluyor. Giderek daha fazla!

İktidarın yaptığı usulsüzlüklerin deşifre edilmesi tabii ki anlamlı; ancak bugün öncelikli olan nedir? Önemli bir potansiyeli barındıran KESK neyin üzerinden politika yapacaktır? Ya da son üç aydır yapıldığı gibi üye sayımı etrafında daha ne kadar dönülecektir?

Ne “geçmişi” sürekli gündemde tutmak, ne de salt “anı” düşünmek amaca ulaşmayı sağlıyor. Yakın geçmiş, ‘98'den beri yaşananlar, yenilgilerin çeşitli fotoğraflarını gösterir nitelikte: Sahte sendika yasasının çıkması, Yargı-Sen'in, Asim-Sen'in kapatılması, toplu görüşmeler, gaspedilen haklar. Bu sürecin emekçiler üzerinde yarattığı tahribat ise üstünden atlanılmayacak kadar açık... Döngüyü kırmak, geçmişten sıyrılmakla olanaklı, geleceğe dair olan vurguyu biraz daha güçlendirmekle. Tasavvur edilmeyeni, tasavvur edilmeyi olanaklı kılmakla. Özce kamu emekçileri hareketi geleceği yeniden kurgulamanın olanaklarını zorlamalı, nesnelliğe boyun eğmeden.

(Kamu Emekçileri Bülteni'nin 16. sayısından alınmıştır...)