01 Eylül 2006 Sayı: 2006/34 (34)
  Kızıl Bayrak'tan
   Sermaye iktidarı stratejik kararlarla sonunu hızlandırıyor: Bataklığa giden bataklığa gömülür!
  Amerikancı generallerin “yeni dönemi”
  Genelkurmay devir teslim töreni
konuşmalarının gösterdikleri
  Asker gönderme tartışmaları ve Sezer’in
çıkışı
  KESK’in 29 Ağustos eylemlerinden
Hak almak için g(ö)reve!
AL-CO işçilerinin direniş kararlılığı yol
gösteriyor!
“Anadoluya gelin, işçi maliyetleri çok
düşük”!
   Devrimci bir gençlik mücadelesi için bir
adım daha! “Gelecek, özgürlük ve sosyalizm için gençlik kampı” başarıyla gerçekleşti! / Orta sayfa
  ABD-İsrail taşeronu Kofi Annan bölge
ülkelerini dolaşıyor
  Siyonist rejimin gözeneklerinden kan ve
irin akıyor
  İran yönetimi ABD dayatmalarına
direnmeyi sürdürüyor
  Güneşin esmer çocuklarına
  Samandra’dan bir işçi ile sınıf hareketinin
durumu ve İstanbul İşçi Kurultayı üzerine
konuştuk
  Savaş ve barış
  D‹SK’ten kampanya: “Lübnan’a asker gönderilmesin!”
  Tekstil İşçileri Bülteni
dağıtımlarından
  Mamak İşçi Kültür Evleri'nin "Ortadoğu
Halklarıyla Dayanışma Günleri" etkinlikleri
  Kamu Emekçileri Bülteni'nden
  İstanbul İşçi Kurultayı Bülteni'nden
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Kamuda toplu görüşme oyunu sona erdi...

Hak almak için g(ö)reve!

Bu yıl beşincisi tamamlanan toplu görüşme oyunu sona erdi. 15-30 Ağustos tarihleri arasında gerçekleşen görüşmelerin gündemi yoğundu. İş güvencesinden sosyal haklara, sendikal örgütlülükten eylem yapma özgürlüğüne kadar birçok hakkın gaspını öngören Devlet Memurları Kanun Tasarısı Taslağı görüşme masasının en önemli gündemiydi. Ancak sendikalar cephesinden öne çıkarılan daha çok ücret artışları konusu oldu. Hükümet adına görüşmeleri yürüten Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin'in 6. ve son oturumda dayattığı %4'lük artış oranı üzerine anlaşmazlık yaşandı.

KESK görüşmelerin 4. oturumunda (24 Ağustos günü) hükümetin uzlaşmaz ve dayatmacı tavrı üzerine görüşmelerden çekildi. Peşisıra 29 Ağustos'ta Türkiye genelinde yaptığı basın açıklamaları ile bundan sonra “hak verilmez alınır” şiarının gereklerini yerine getireceklerini ilan etti. KESK'in açıkladığı hedefler arasında Kasım ayında iş bırakma eylemi de bulunuyor.

KESK'in görüşmelerden çekilmesi son ana kadar masada devletle uzlaşmaya çalışan işbirlikçi Memur-Sen ve kontra Kamu-Sen üzerinde de basınç yarattı. Sözümona %4 dayatmasını kabul etmeyen bu iki sendika son ana kadar masada oyunun bir parçası olmakta hiçbir sakınca görmezken, 30 Ağustos gecesi görüşmelerden “çekildik”lerini açıkladılar.

Bundan sonra ne olacağı ise malum. Zira 4 yıldır olanlar bir kez daha yaşanacak. Taraflardan herhangi birinin (ki bunun hükümet olacağı çok açık), 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Yasası'na göre, 3 gün içinde Yüksek Hakem Kurulu Başkanı ve 4 üniversite öğretim üyesinden oluşan ‘'Uzlaştırma Kurulu''na başvuru yapacak. Kurul, 5 gün süreyle yapacağı çalışmaların ardından hazırlayacağı raporu Bakanlar Kurulu'na iletecek. Kamu emekçilerinin ücretlerine ilişkin son kararı Bakanlar Kurulu yani devlet verecek.

Görüşmelerde hem devlet hem de kamu emekçileri cephesinden ifade edilecek çok şey var. Ancak bundan sonra süreci tersine çevirecek, kamu emekçilerinin geleceğini belirleyecek olan KESK'in tutumu olacaktır.

Dört yıldır süren görüşmelerin bir oyun ve aldatmacadan ibaret olduğunu geç de olsa itiraf etmek zorunda kalan ve görüşmelerden çekilen KESK'in “hak verilmez alınır” şiarını öne çıkarması bir olumluluk. Ancak buna uygun bir pratik sergilenmediği koşullarda bu söylemin de bir değeri ve karşılığı olmayacaktır.

KESK'in “hak verilmez alınır” söylemini hayata geçirebilme iradesini ne kadar gösterebileceği ayrı bir konudur. Zira sorun tek başına bir niyet ya da samimiyet sorunu olarak ele alınamaz. KESK'in görüşmelerden çekilme tutumu tabandan gelen bir basıncın ürünü değildir. KESK'in 4 yıldır ortak olduğu oyunun farkına 5. yıl sonra varmasının ve görüşmelerden çekilmesinin asıl nedeni yetkinin kaybedilmesi ve masada fiilen iyice etkisizleşilmesidir. KESK'in mücadelesine yön veren reformist, uzlaşmacı sendikal anlayış olduğu yerde durmaktadır. KESK yönetimi cephesinden “güç” olmanın ölçütü hala “kitlesel” ve “yetkili” sendika olmaktan, buradan alınan “güç”le devletle masada uzlaşmaktan geçmektedir. Özünde bu yaklaşım değişmemiştir. Diğer türlü anayasal olarak kamu emekçilerinin “grev hakkını” engelleyen ve yasaklayan bir madde olmamasına rağmen bu gerçeğin farkına da 5 yıl sonra varılmasının herhangi bir izahı olamaz.

Sürecin yüklediği görevlere bu gerçeğin üzerinden atlamadan yaklaşmak gerekmektedir. Zira KESK'in “hak verilmez alınır” söylemini pratik olarak yerine getirmesi için yapılacaklar bu gerçeğe rağmen mümkündür. Kuşkusuz bu görevi KESK yönetiminden beklemek süreci bir kez daha kendiliğindenciliğe bırakmak anlamına gelecektir.

KESK görüşmelerden çekilmiş, yüzünü işyerlerine, fiili-meşru mücadele hattına döneceğini ilan etmiştir. Kasım ayında iş bırakma eylemi yapacağını duyurmuştur. Ancak ortada bu söyleme uygun bir politik hat, mücadele programı ve eylem takvimi yoktur. Haziran ayında duyurulan mücadele programı ve eylem takviminin akıbeti ise ortadadır. Pratikte örgütlenmeyen, söylem düzeyinde kalan mücadele programı havada kalmıştır.

Dünyada ve Türkiye'de yaşanan güncel gelişmeler ve toplumsal olaylar ortak bir mücadele hattının örülmesi için fazlasıyla uygun bir zemin sunmaktadır. Özelleştirmeler, kölelik yasaları, iş güvencesinin ve sosyal hakların gaspı, herşeyden önemlisi Ortadoğu'da yaşanan emperyalist savaş ve saldırganlık ile Türkiye'deki işbirlikçi uşakların bu emperyalist-siyonist savaşta taşeronluğa soyunması, bununla birlikte içte her türden toplumsal muhalefete yönelik devlet terörü vb.

Sermaye devletinin, hükümetin, ordunun, meclisin, TÜSİAD'ın... Özetle bir bütün olarak sermaye iktidarının ve emperyalizmle girilen kölece bağımlılık ilişkilerinin etkin teşhiri, Lübnan'a asker gönderme hazırlıkları, eğitim ve sağlık başta olmak üzere kamu hizmetlerinin paralı ve pahalı hale getirilmesi vb. saldırılara karşı sınıfın diğer bölüklerine somut talepler etrafında ortak mücadele çağrısı yapılması, bu taleplerin işyerlerinde bir süreç olarak örgütlenmesi günün acil görevidir. Kuşkusuz ileri sürülen talepleri kazanmak için mücadele programı grev hedefine bağlanmalıdır. Bugünden tüm işyerleri ve sektörler grev hedefiyle sürece hazırlanmalı, her türden araç grevin örgütlenmesine hizmet etmelidir.

Bu görev de herkesten önce öncü, devrimci kamu emekçilerine düşmektedir.

-------------------------------------------------------------------------------------

“Ortaoyununda son perde”ye hayır diyenler şimdi yasal grev hakkını kullanmalıdır

 

Yüksel Akkaya

Sağdan, “sol”dan, ortadan nereden olursa olsun bugünkü iktisat politikalarını izlemeye mahkum olduğunu düşünen tüm iktidarlar, Türkiye'de kamu emekçilerinin toplu pazarlık hakkını tam da bugünkü ortaoyununa dönüştürecekti. Zira, bağımsız politika üretemeyen her iktidarın/hükümetin kaçınılmaz tercihi bu tutum olmak zorundaydı. Türkiye, kapitalist sisteme eklemlenme yolunda hızlı adımlar atarken, demokrasi adına, toplu pazarlık ve grev hakkı tanımak gibi bir yol kazasına uğramak istemez. İstemeyeceği için de toplu pazarlık hakkını bir ortaoyununa dönüştürüp, buna “mızıkçılık” yapanları da sakın yasadışı işlere başvurmasınlar diye açıkça da tehdit eder. Ancak, asıl yasadışı iş yapanlar IMF'nin direktiflerine uymakta “gözü dönmüş” olan yöneticilerdir. Ne var ki yasal haklarını kullanmayı tercih etmeyip, bugüne kadar bu ortaoyununa katkıda bulunanlar da onlara cesaret vermiştir. Demek ki, sorun sadece iktidar/hükümet vs. yerlerde değil, aynı zamanda yasal haklarını kullanmayan kesimlerde de.

Başta Prof. Dr. Mesut Gülmez olmak üzere, konu ile ilgili pek çok kişi Türkiye'de kamu çalışanlarını bir toplu pazarlık ve uyuşmazlık halinde grev hakkı olduğunu savundu. Bu “bilenlerin” bilmediğini düşünen sendika ve konfederasyon yöneticileri bu yasal haklarını kullanmak yerine, bu hakkın olduğunu ileri sürenleri “dışladılar”, ilişkilerini kestiler. Bu tutum, ortaoyununa ortak olma isteğini ifade eden bir tutum olarak da değerlendirilebilir. Ancak, artık yapacak çok fazla şey kalmamıştır. Şimdi bir kez daha mevzuat içi sendikacılık yapılacaksa, bunun sınırlarının genişliğini göstermek gerekiyor.

“Sorumlu” Bakan ama göremeyen zat-ı muhterem diyor ki “Yasadışı iş yapmasınlar”. Bakan'a aynen katılmak mümkün değil. Evet, yasal hakkınızı kullanın. Nasıl mı? Bir, Anayasa'ya dayanarak, anayasal bir hak olarak. İki, uluslararası onanmış sözleşmelere dayanarak, uluslararası hukukun tanıdığı hak olarak. Üç, bütün bunlar iç hukukun bir parçası olduğu için ulusal hukukun bir gereği olarak. Üç tane temel hak dururken hala bu hakkı kullanmamak, ya korkaklıkla ya da işbirlikçilikle itham edilebilir. Tabii nazik bir ifade ile, işbirlikçi olmayan sol sendikalar ne yazık ki yeteri kadar cesaret göstererek yasal haklarını kullanmamaktadır. Kuşkusuz, bunda “doymuş” üyelerinin de payı vardır. Bugün KESK'e bağlı sendikalara üye olan kamu emekçilerinin önemli bir bölümünün “ücret” sorunu bulunmamaktadır. Evet, bu sorun bulunmadığı için sendika üyeleri sendika yöneticilerini zorlu süreçlerde yalnız bırakmakta, onlara cesaret vermemektedir.

Şimdi, yasal hak olarak uyuşmazlıkla sonuçlanmış görüşmeler üzerine greve gitme zamanıdır. Anayasanın 90. maddesi, Uluslararası Çalışma Örgütü'nün ( ILO/UÇÖ) 87, 98 ve 151 sayılı sözleşmeleri gereğince kamu çalışanları yasal bir hak olarak greve gidebilir. KESK, bu ortaoyunu bozmak için, hızla bu yasal hakları kullanacak bir politika geliştirip, Bakan'ın istediği türden bir yasal davranış içine girmelidir. Hukuksal sorun olduğunu düşündüğü anda, bu işin en iyi bileni olan Prof. Dr. Mesut Gülmez ile olan “küskünlüklerini” sona erdirip, hemen ondan teknik, hukuksal bilgileri almalı ve eyleme geçmelidir. KESK bu yasal hakkını bu dönem kullanmayacaksa bir daha kullanmakta çok daha zorlanacaktır. Hukuk ve emekçilerin hakkı adına şimdi grev zamanıdır. Ve, kamu emekçileri yasal olarak bu hakka sahiptir. Zor, oyunu bozacaksa, şimdi bozmalıdır.