01 Eylül 2006 Sayı: 2006/34 (34)
  Kızıl Bayrak'tan
   Sermaye iktidarı stratejik kararlarla sonunu hızlandırıyor: Bataklığa giden bataklığa gömülür!
  Amerikancı generallerin “yeni dönemi”
  Genelkurmay devir teslim töreni
konuşmalarının gösterdikleri
  Asker gönderme tartışmaları ve Sezer’in
çıkışı
  KESK’in 29 Ağustos eylemlerinden
Hak almak için g(ö)reve!
AL-CO işçilerinin direniş kararlılığı yol
gösteriyor!
“Anadoluya gelin, işçi maliyetleri çok
düşük”!
   Devrimci bir gençlik mücadelesi için bir
adım daha! “Gelecek, özgürlük ve sosyalizm için gençlik kampı” başarıyla gerçekleşti! / Orta sayfa
  ABD-İsrail taşeronu Kofi Annan bölge
ülkelerini dolaşıyor
  Siyonist rejimin gözeneklerinden kan ve
irin akıyor
  İran yönetimi ABD dayatmalarına
direnmeyi sürdürüyor
  Güneşin esmer çocuklarına
  Samandra’dan bir işçi ile sınıf hareketinin
durumu ve İstanbul İşçi Kurultayı üzerine
konuştuk
  Savaş ve barış
  D‹SK’ten kampanya: “Lübnan’a asker gönderilmesin!”
  Tekstil İşçileri Bülteni
dağıtımlarından
  Mamak İşçi Kültür Evleri'nin "Ortadoğu
Halklarıyla Dayanışma Günleri" etkinlikleri
  Kamu Emekçileri Bülteni'nden
  İstanbul İşçi Kurultayı Bülteni'nden
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Asker gönderme tartışmaları ve Sezer'in çıkışı

Türkiye'nin Lübnan'a asker gönderip göndermeyeceğine ilişkin tartışmalar bir süredir devam ediyordu. Nihayet AKP hükümeti Lübnan'a asker gönderme kararı aldı ve asker gönderme tezkeresinin oylanması için TBMM'nin 5 Eylül Salı günü toplantıya çağırılacağını açıkladı.

Hükümetin kararını açıklamasından önce yaşanan tartışmalarda, sermaye cephesinde asker gönderilmesine karşı çıkan pek kimse olmadı.

Yaptığı aykırı açıklamayla devletin üst katlarındaki uyumu bozan ise Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer oldu. Kara Kuvvetleri Komutanlığı devir teslim töreni sonrasında gazetecilerle konuşan Cumhurbaşkanı Sezer, Türkiye'nin Lübnan'a asker göndermesine karşı olduğunu açık bir dille ifade etti. Sezer, AKP hükümetinin asker gönderme konusundaki tez canlılığını ise “Maşallah karar çıkmadan talip olduk” sözleriyle eleştirdi. Ayrıca BM'nin kararının insani yardımla ilgisinin bulunmadığını, Lübnan'a gidecek BM barış gücünün çatışmalara girme ihtimalinin olduğunu da vurguladı.

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer bundan önce de hükümetle çeşitli kereler karşı karşıya gelmişti. Örneğin yakın zaman önce “sosyal güvenlik reformu”na ilişkin yasal düzenlemeleri veto etmiş ve hükümete karşı “tam cepheden” bir “sosyal devlet” savunuculuğuna soyunmuştu. Kısacası, Cumhurbaşkanı'nın, hükümetin ak dediğine kara, kara dediğine ak demesi adeta kanıksanmış bir durumdu. Fakat doğrusu Lübnan'a asker göndermek gibi bir konuda hükümet ve generallerle böylesine ters düşen bir açıklama yapması pek beklenmiyordu.

Cumhurbaşkanı'nın bu sözleri asker göndermeye karşı olan kamuoyundan yaygın bir destek gördü. Hatta kimi sol çevreler Cumhurbaşkanı'nın açıklamalarını “Genelkurmay-Hükümet-ABD ortak perspektifini yaran” (sendika.org'da yayınlanan Sezer'in tutumu neyin sonucu başlıklı yazıdan) bir tutum olarak nitelemekle kalmadılar, “Aylarca eylem yaparak; Irak, Filistin ve Lübnan'daki katliamlara karşı tutum alınmasını isteyen yoksulların ve emekçilerin sesinin Cumhurbaşkanlığında karşılık bulduğu”nu da müjdelediler.

Ancak genel plandaki övgüler ile soldan gelen abartılı değerlendirmelerin, Sezer'in yaptığı açıklamanın tamamını değil de, gazete ve televizyonlarda öne çıkartılan kısımlarını, özellikle de “Lübnan'a asker gönderilmesine karşıyım” sözünü dikkate aldığı görülmektedir.

Bugün Lübnan'a asker gönderilmesi İsrail ordusuna takviye güç gönderilmesi anlamına gelmektedir. Bu bilindiği için de, Lübnan'a asker gönderilmesine karşı çıkanların son zamanlarda ilgili eylemlerde “İsrail askeri olmayacağız!” ve benzeri şiarlar öne çıkmaktadır. Sadece eylemlilik içinde olan kesimler de değil, sokaktaki insanların önemli bir bölümü de BM gücünün ABD-İsrail çıkarlarını savunmak üzere bölgeye gönderileceğini bilmektedir. Lübnan'a asker gönderilmesine karşı çıkmanın doğal ve mantıklı bir gereği ABD ve İsrail'in bölgeye ilişkin yıkım ve katliam politikalarına karşı çıkmaktır.

Kısacası “yoksullar ve emekçiler” açısından durum üç aşağı beş yukarı budur. Şayet Cumhurbaşkanı gerçekten de “yoksulların ve emekçilerin sesi”ne kulak vermiş olsaydı, Lübnan'a asker gönderilmesine karşı çıktığı açıklamasında bu noktalara da bir biçimde değinir, ABD'nin ve İsrail'in bölge politikasına dair de bir şeyler söyleme gereği duyardı.

Fakat bilindiği gibi Cumhurbaşkanı böyle sözler etmedi. Bunun yerine başka sözler söyledi. Mesela “Başkalarının ulusal çıkarlarını korumak zorunda değiliz. İç güvenliğimizi sağlayalım, o yeterli” dedi. Bir başka soruya karşılık olarak da “PKK konusunda uluslararası bir yardım görmüyoruz. Hal böyleyken başkalarının ulusal çıkarlarını korumak zorunda değiliz” şeklinde konuştu.

Bütün bunlar, Cumhurbaşkanı'nın, “yoksulların ve emekçilerin sesi”ni değil ama sermaye iktidarının kimi kaygı ve hesaplarını dile getirdiğini yeterli açıklıkta göstermektedir. Sezer, ABD ve İsrail'in bölge halklarına karşı uygulamaya koyduğu politikalara karşı tek bir söz etmemektedir. Onun yaptığı, Türkiye'yi Lübnan bataklığına sürmek isteyen ABD ve İsrail'den bu alanda verilecek hizmetin karşılığını istemekten ibarettir. Sözünü ettiği bu desteğin Kürt halkına dönük inkar-imha politikasının başarısı, daha özelde ise PKK'nın fiziksel tasfiyesi noktasında olduğunu hiçbir kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta ortaya koymaktadır.

Kısacası Sezer bir anlamda ABD ve İsrail ile pazarlık yapmakta, sermaye iktidarının diğer temsilcilerinden farklı olarak ise bu pazarlıkta kamuoyundaki ABD ve İsrail karşıtlığını bir koz olarak kullanmaktadır. Anayasaya göre savaş durumunda ordunun başkomutanlığını yürütecek konumda olan birinin sözlerine daha farklı anlamlar yüklemeye çalışmak, gerçeklerle alay etmektir.

Asker gönderme kararını kim verir?

Cumhurbaşkanı Sezer'in açıklamalarına ilk yanıtı hükümetten önce TBMM Başkanı Bülent Arınç yetiştirdi. Arınç, gazetecilere konuyla ilgili verdiği yanıtta, “Sayın Cumhurbaşkanı'nın özgün düşünceleri kendisine aittir. Ben onu değerlendirmiyorum ama bu işler birinci olarak hükümetin işidir. Hükümet buna gerek duyarsa Meclisten talepte bulunur” dedi. Konuşmasının devamında ise aynı konuya vurgu yaparak “Şartlar ortaya getirilir, talep yapılır. Milletvekillerimiz vicdani kanaatleriyle oylarını kullanırlar ve bu karara herkesin saygı durması gerekir” şeklinde konuştu.

Arınç'ın Sezer'e verdiği yanıtta ilginç olan şey, hükümetin ve meclisin Lübnan'a asker gönderme konusunda gerçek karar makamları olduğunu ciddi ciddi iddia etmesidir.

Kuşkusuz bu söylediklerine kendisi de inanmamaktadır. Türkiye'nin ve diğer ülkelerin bu bataklığa asker göndermesi bizzat ABD ve İsrail tarafından kararlaştırılmıştır. Belli bir kararsızlık döneminin ardından bu karar AB emperyalistleri tarafından da kabul görmüştür. Türkiye hem ABD emperyalizmine göbekten bağlı durumdadır, hem de ABD ve İsrail'in Ortadoğu haritasını değiştirmeye dönük saldırgan politikalarına olan bağlılığını bugüne kadar defalarca ortaya koymuştur. Dolayısıyla bugün ABD ve İsrail'den çıkacak bir karara aykırı davranması neredeyse imkansızdır. Zaten içerde işçi ve emekçilerin mücadelesinin yarattığı basınç çok bunaltıcı olmadığı müddetçe sermaye iktidarının ABD ve İsrail'den farklı davranmak, onların sözünden çıkmak gibi bir niyeti de yoktur.

Anlatmaya çalıştığımız, emperyalizmin çıkarlarını ilgilendiren bu gibi konularda Türkiye'deki hükümetin ya da meclisin kanlı ilişkileri gizleyen birer paravandan öte bir anlam ifade etmediğidir. 1 Mart tezkere kazası döneminde ve sonrasında yaşananlar bunun somut ispatıdır. 1 Mart'ta meclisin önüne gelen tezkere kaza sonucu reddedilmiş ve Türkiye'nin Irak'a asker göndermesinin önü kesilmiştir. Fakat meclisin bu kararı Türkiye'nin Irak'taki işgal güçlerine her türlü aktif desteği sunmasına, ülkenin emperyalistlerin savaş üssü haline getirilmesine de engel olamamıştır. Açık ya da gizli bir dizi anlaşmayla meclisin o “yüce iradesi” çiğnenip geçilmiş ve bugün ahkam kesen meclis başkanı dahil hiç kimse bu duruma karşı bir şey diyememiştir.

Asker gönderme kararını kim geçersiz kılacak?

Başta da değindiğimiz gibi, hükümet Lübnan'a asker gönderme kararı aldı. Büyük ihtimalle 5 Eylül günü de meclis toplanacak ve konuyla ilgili tezkere oylanacak. Şu andaki hava 1 Mart tezkeresi döneminde yaşanan güçte bir tezkere karşıtı direncin söz konusu olmayacağı yönünde. Yani büyük ihtimalle tezkere meclisten geçecek. Daha dün Lübnan'da bombardıman sürerken İsrail dostluk grubundan istifa eden milletvekillerinin çoğu, parmaklarını kaldırarak bu istifaların ikiyüzlü birer manevradan ibaret olduğunu gösterecekler ve tezkereye onay verecekler.

Her zaman söylediğimiz gibi bu oyunu tersine çevirecek tek güç işçi ve emekçilerin ortaya koyacakları mücadeledir. İşçi ve emekçilerin, savaşa ve emperyalist saldırganlığa karşı çıkanların Cumhurbaşkanı'ndan ya da meclisten medet umarak yitirecekleri zaman yoktur. Ağır ve acil mücadele görevleri onları beklemektedir.

------------------------------------------------------------------------------------

Adana'da direnen halklarla dayanışma eylemi

Ortadoğu halklarıyla dayanışmayı yükseltmek amacıyla kurulan Adana Ortadoğu Halklarıyla Dayanışma Platformu 23 Ağustos günü oturma eylemi gerçekleştirdi.

Saat 19.00'da Adana İnönü Parkı'nda biraraya gelen platform bileşenleri, okunan basın açıklaması metninin ardından yaklaşık bir saat oturma eylemi gerçekleştirdiler. Açıklamada, Lübnan topraklarına asker göndermenin aslında işgale ortak olmak anlamına geldiği ifade edildi. İşçi ve emekçilere direnen halklarla dayanışmayı yükseltme çağrısı yapıldı. Oturma eylemi sırasında ajitasyon konuşmaları yapıldı. Çevredeki halktan Ortadoğu halklarıyla dayanışmak için oluşturulan deftere yazı yazmaları ve düşüncelerini paylaşmaları istendi.

Eylemde “Ortadoğu halkları yalnız değildir!”, “Katil ABD Ortadoğu'dan defol!”, “Ne ABD, ne AB kurtuluş devrimde!”, “Her yer Filistin hepimiz Filistinli'yiz!”, “Direnen halklar kazanacak!”, “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!” sloganları atıldı.

Kızıl Bayrak/Adana