04 Mart 2006 Sayı: 2006/08 (08)
  Kızıl Bayrak'tan
   8 Mart politik olarak bugünden kazanılmıştır
  Sermaye iktidarı ABD'nin tam hizmetinde
  İşgalciler Irak halklarını birbirine boğazlatmak istiyor
  Sauna çetesi ve Küre operasyonu
TEKEL'de yeni oyunlar yeni saldırılar
  Tekstil sektöründe sömürüyü derinleştirme hazırlıkları
Sosyal güvenlik saldırısına karşı çıkmak için sendikal ihanet barikatı parçalanmalıdır
5 Mart'ta Beyazıt'tayız!
  Ankara Devrimci 8 Mart Platformu eylem ve etkinlik programı
  8 Mart etkinliklerinden
Küçükçekmece İşçi Platformu'nun 8 Mart etkinliği
  Mamak İşçi Kültür Evi'nde 8 Mart etkinliği
  İzmir BDSP'nin 8 Mart çalışmalarından
  Kadın sorunu ve toplumsal kurumlaşmalar (Orta sayfa)
   Kapitalizm kadın sorununu çözemez döne döne yeniden üretir
   Kentleşme, çeşitlenen kentsel çelişkiler ve faşizm /Yüksel Akkaya
   İstanbul Lİseli Gençlik Platformu'nun kampanyası sürüyor
  Adana Liseli Gençlik Kurultayı çalışmasından
  Yakup Abdal Köyü emekçileri yıkıma karşı direnmekte kararlı
  Yunanistan işçi sınıfının militan direnişi
  ABD kuklaları Suriye'de işbaşında
  Savaş kundakçıları İran'da iç karışıklık yaratmak için "düğmeye bastı"
  Şii ve Sunni liderler mezhep çatışmasını önlemeye çalışıyor
  Irak'taki gelişmelerin anlattıkları
  Bültenlerden
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Kapitalizm kadın sorununu çözmez, döne döne yeniden üretir!

Kapitalizmin kadını evinden çıkarması ya da gerisin geri eve kapatması tümüyle ekonomik çıkara, yani kapitalist kâra bağlıdır, kapitalist işgücü piyasasının ihtiyaçlarına göre şekillenir. Özel mülkiyete ve kâra dayalı bir düzendir kapitalizm, onun tüm toplumsal ilişkilerine egemen temel öğeler bunlardır. Kapitalizmin insanı da bu toplumsal ilişkilerin, yani özel mülkiyetin ve çıkarın kölesi durumundadır. Kapitalizmin tüm insani ilişkilere ve dolayısıyla kadına bakışı da bunun üzerinden, bu öğelerin belirleyici etkisi altında gerçekleşir.

Sanayi devrimi erkeğin kas gücünü özel bir ayrıcalık öğesi olmaktan çıkardı ve bu sayede kapitalizm kadını ve onunla birlikte çocuğu sanayi üretiminin girdabı içine çekti. Bir başka ifadeyle, sanayi devriminin ortaya çıkardığı yeni üretim teknolojisi, emeğin cinsiyet ve yaş farkını ortadan kaldırdı ya da hiç değilse bir dizi sanayi dalı için büyük ölçüde önemsizleştirdi. Kadınları ve çocukları çalıştırmak kapitalistler için giderek kârlı bir iş haline geldi. Zira onlar emeğin en savunmasız kesimini oluşturuyorlardı, bu nedenle onları çok daha ucuza ve yetişkin erkeklere göre çok daha kötü koşullarda çalıştırmak olanaklı idi.

Öte yandan kapitalizm kadınları ve çocukları işgücü piyasasına çektiği ölçüde işgücü arzı da muazzam boyutlarda artmış oldu. Bu ise ücretlerin düşmesi ve çalışma koşullarının ağırlaşması için uygun koşullar demekti. Kapitalist piyasanın mantığı her zaman böyle işler, işgücü piyasasında işgücü arzının büyümesi kapitalizm koşullarında bu sonuçları doğurur. Toplumda işsizlik baskısı ve işgücü piyasasında güçlü bir yedek sanayi ordusu varsa, sonuçta kapitalistler bunu ücretleri düşürmenin ve çalışma koşullarını ağırlaştırmanın etkili bir aracı ve imkanı olarak kullanabiliyorlar. Bugünün dünyasında, üstelik en gelişmiş ve zengin kapitalist toplumlarda bile, bu kural hala böyle işliyor.

Sonuçta kapitalizm herşeyi daha fazla kâr uğruna yapar. Kadının çocukla birlikte sanayi üretimi alanına çekilmesinin gerisinde de tümüyle bu ekonomik dürtü var. Bunun kadının özgürleştirilmesi öznel niyet ya da düşüncesi ile zerre kadar bir ilişkisi yok. Tam tersine, kapitalizm üretim alanına çektiği kadına ezilen cins muamelesi yaparak, bu yolla onu daha kolay ve daha çok sömürerek, böylece bundan ayrıca kazanç sağlar. Bu kazancın tadını aldığı ölçüde de kadına ikinci sınıf cins muamelesi yapmayı, bunun meşrulaştırmayı ve süreklileştirmeyi daha çok önemser.

Kapitalizmin kadını evden çıkarması ve sanayi üretimi içine çekmesi nesnel bakımdan kadının özgürleşmesinde önemli bir tarihi adımdır kuşkusuz. Bu kadının genel sosyal ilişkiler alanına çekilmesini kolaylaştırmış ve ona bir parça olsun ekonomik bağımsızlık kazanma imkanı sağlamıştır. Ama öte yandan bu kadının ev işini/ev köleliğini ortadan kaldırmamış, tersine ev işinin üstüne artık bir de iş yükü binmiştir. Kadının çifte sömürüsü ve ezilmişliği dediğimiz olgu tüm boyutları ve sonuçlarıyla kendini göstermiştir.

Ev işi ve çocuk bakımı sorununu çözmeyen toplumlar, kadın köleliğini kaçınılmaz olarak korurlar ve sistemli biçimde yeniden yeniden üretirler. Bugünkü zenginlik birikimi ve çağdaş teknolojinin gelişme düzeyi ev işini büyük ölçüde toplumsallaştırmanın önkoşullarını fazlasıyla yaratmış bulunmaktadır. Ama kapitalizmin çıkarlarına olmadığı/uymadığı için sözkonusu zenginlik ve teknoloji bu doğrultuda kullanılmaz. Çocuklar anne-babaların ihtiyaç duyduğu bütün zaman süreleri içersinde pekâlâ, yaşam ya da çalışma alanlarıyla içiçe kurulmuş kreşlerde, çocuk yuvalarında, çocuk bakım yurtlarında kalabilirler. Gelgelelim bu kapitalizmin işine gelmez. Bunun olabilmesi için kapitalistlerin ve kapitalist devletin buna gerekli fonları ayırması gerekir. Onlarsa buna yanaşmazlar, hiç değilse mecbur bırakılmadıkça yanaşmazlar. Örneğin Alman devleti silahlanma ya da dünyadaki etkisini güçlendirmek için, dolayısıyla emperyalist rekabet mücadelesi içinde kullanacağı fonları niye çocuk bakımı için kullansın ki? Halihazırda elbette bunu hala bir ölçüde yapmak zorunda kalıyor, ama günden güne budayarak, bu işlere ayrılmış fonları sürekli biçimde kısarak.

Geçmişte zorlu mücadelelerle kazanılmış bu türden hak ve olanaklar bugününün kapitalist dünyasında açıkça bir yük, kapitalist ekonominin kârlı işleyişine vurulmuş bir tür pranga olarak görülüyor ve tanımlanıyor. Böyle görülüp tanımlanınca da sistemli saldırılarla peyder pey ortadan kaldırılıyor. Kapitalist bunalımın ve büyüyen işsizliğin en dolaysız bir sonucu olarak işini kaybeden kadın, buna paralel olarak çocuğunu kreşe ya da yuvaya bırakmak imkanını da kaybediyor. Kendisine zaten işin yok, hiç değilse ev işlerini yap ve çocuğuna kendin bak muamelesi yapılıyor. Kadın işsizliğin acısını çekmekle kalmıyor, ev işlerinin kısır ve tüketici ortamına, çocuk bakımının o bunaltıcı yüküne de yeniden dönmüş oluyor.

Oysa çocuğun bakım, eğitim ve yetiştirilmesinin bütün yükünü toplum üstlenmek zorundadır. Çocuklar toplumun gelecek neslini temsil ediyor, kadın çocuk doğurmakla toplumun sürekliliğini güvenceye almış oluyor ve dolayısıyla temel önemde bir toplumsal hizmet yerine getirmiş oluyor. Bunun karşılığını toplum birikmiş zenginliğinden sağlamak ve çocuk bakımı işinin tüm gereklerini üstlenmek zorundadır. Ama kapitalist toplum buna yanaşmıyor. Bunu ancak sosyalizm bir anlayış olarak savunabilir ve pratikte tüm sonuçlarıyla uygulayabilir.

Bu amaçla eğitilmiş profesyonel bakıcı ve eğitmenlerin yönetimindeki çocuk yuvaları ya da sarayları her yerleşim biriminin orta yerinde kurulmalı; çalışan ebeveynler işe çıktıklarında ya da sosyal-kültürel bir etkinliğe katılmak istediklerinde, evlerinin en fazla bir kaçyüz metre ötesindeki bu tür yerlere çocuklarını büyük bir güven ve rahatlık içinde bırakabilmelidirler. Bu onlara herhangi bir özel bir masrafa da malolmamalı, buna yönelik tüm giderler toplumsal fonlardan karşılanmalıdır. Günümüz toplumunda buna yetecek, bu türden ihtiyaçları karşılayacak zenginlik birikimi yeterli ölçülerde var ve bunu bizzat çalışan anne-babalar, yani kadın-erkek çalışanlar ordusu üretiyor. Ama tüm sorun da bu zenginliğin kapitalist özel mülkiyet olarak bir avuç asalağın elinde birikmesinden çıkıyor. Bu toplumda ileri teknolojinin yardımıyla artık muazzam boyutlarda üretilebilen zenginlik, işçinin asgari geçimine zar-zor yetecek ücret ödemeleri dışında, olduğu gibi kapitalistin kasasına akıyor, onun özel mülk varlığını çoğaltıyor. Bu nedenle toplumsal sorumluluk ve kurumlaşmalar yoluyla kadının ev işleri ve çocuk bakımı yükünden kurtaracak çözümler bu düzen altında gerçekleşmiyor, gerçekleştiği kadarıyla bu geçici ve iğreti kalıyor. Aynı özel mülkiyet tekeli bunalımların ve dolayısıyla en olumsuz sonuçları kadınlar üzerinden görülen işsizliğin de temel nedenidir. Aynı özel mülkiyet tekeli sürekli artan emek üretkenliğini işgününü kısaltmanın değil, fakat daha çok işi daha az işçiyle yapmak yoluyla işsizliği daha çok büyütmenin bir olanağı olarak kullanıyor.

Özetle kadının durumunda düzelme sağlayacak, onun özgürleşmesini kolaylaştıracak tüm uygulama ve önlemler, kapitalizmin kâra ve özel mülkiyete dayanan düzeninin aşılmaz engellerine çarpıyor. Zenginlik özel mülk halini aldığı için ve bu da bir avuç kapitalistin elinde toplandığı için, onu toplumun genel ihtiyaçları ve elbette bu arada kadınların özgürleşmesi doğrultusunda kullanmak olanaklı olamıyor.

Dolayısıyla özel mülkiyet düzeninin köleleştirici bağları parçalanmadan kadının özgürlüğü olanaklı değildir. Kadının davasını işçi sınıfının davasına bağlayan bu temel önemde gerçektir. Kadın sorunu ile işçi sorunu, daha genel planda “toplumsal sorun” arasındaki güçlü ve kopmaz bağ buradadır.