04 Mart 2006 Sayı: 2006/08 (08)
  Kızıl Bayrak'tan
   8 Mart politik olarak bugünden kazanılmıştır
  Sermaye iktidarı ABD'nin tam hizmetinde
  İşgalciler Irak halklarını birbirine boğazlatmak istiyor
  Sauna çetesi ve Küre operasyonu
TEKEL'de yeni oyunlar yeni saldırılar
  Tekstil sektöründe sömürüyü derinleştirme hazırlıkları
Sosyal güvenlik saldırısına karşı çıkmak için sendikal ihanet barikatı parçalanmalıdır
5 Mart'ta Beyazıt'tayız!
  Ankara Devrimci 8 Mart Platformu eylem ve etkinlik programı
  8 Mart etkinliklerinden
Küçükçekmece İşçi Platformu'nun 8 Mart etkinliği
  Mamak İşçi Kültür Evi'nde 8 Mart etkinliği
  İzmir BDSP'nin 8 Mart çalışmalarından
  Kadın sorunu ve toplumsal kurumlaşmalar (Orta sayfa)
   Kapitalizm kadın sorununu çözemez döne döne yeniden üretir
   Kentleşme, çeşitlenen kentsel çelişkiler ve faşizm /Yüksel Akkaya
   İstanbul Lİseli Gençlik Platformu'nun kampanyası sürüyor
  Adana Liseli Gençlik Kurultayı çalışmasından
  Yakup Abdal Köyü emekçileri yıkıma karşı direnmekte kararlı
  Yunanistan işçi sınıfının militan direnişi
  ABD kuklaları Suriye'de işbaşında
  Savaş kundakçıları İran'da iç karışıklık yaratmak için "düğmeye bastı"
  Şii ve Sunni liderler mezhep çatışmasını önlemeye çalışıyor
  Irak'taki gelişmelerin anlattıkları
  Bültenlerden
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Kadın sorunu üzerine konferanslardan.../3

Kadın sorunu ve toplumsal kurumlaşmalar

H. Fırat

Kadın sorununun çözümünü kolaylaştıracak bir dizi olmazsa olmaz önkoşul var. Bunlar büyük ölçüde ancak sosyalizm tarafından gerçekleştirilebilir. Zira bu koşulların gerçekleştirilmesi günümüz toplumuna egemen toplumsal sınıf ilişkilerinin köklü bir biçimde değiştirilmesini gerektirmektedir. Kapitalizmin kâra dayalı işleyişi ve anarşik yapısı ile bireyci, çıkarcı ve bencil insan ilişkileri bunların bu düzen altında gerçekleşmesini tümüyle değilse bile büyük ölçüde olanaksız kılmaktadır. Mücadelelerin zoruyla kısmen gerçekleştirilenler ise sınıfsal güç ilişkilerinin değiştiği koşullarda ortadan kaldırılmaktadır. Son 25 yıldır dünya ölçüsünde süren neoliberal saldırıyla yapıldığı ve halen de yapılmakta olduğu gibi.

Kadının üretime ve sosyal-kültürel yaşama engelsizce katılabilmesi

Sözkonusu önkoşullardan ilki, kadının üretim sürecine özgürce katılabilmesidir. Kadının özgürleşebilmesi, cinsel kimliği üzerinden yaşadığı her türden bağımlılık ilişkilerinden kurtulabilmesi için öncelikle mutlak biçimde üretime katılabilmesi gerekir. Üretime katılan kadın üretici bir insan olarak kendi ekonomik bağımsızlığını kazanmakla kalmaz, yanısıra sosyal, kültürel ve siyasal yaşama katılmak imkanı da elde eder. Üretime katılmak kadınının ev yaşamının o tüketici kapalılığından, tekdüzeliğinden ve bunaltıcığından kurtularak toplumsal yaşama açılabilmesi, kendini bulması ve özgüven kazanması demektir.

Kadının üretime özgürce katılabilmesi temel önemde bir sorun olmakla birlikte, anlamı ve önemi iyi-kötü bilindiği için konuyu burada daha da açmak gerekli değildir. Fakat binlerce yıllık kültürden gelen tüm öteki geleneksel engellerin yanısıra kapitalizmin kronik yol arkadaşı işsizlik belasının bile kadını üretime katılmaktan alıkoymada kendi başına büyük bir rol oynayabildiğini önemle vurgulamak gerekir. Bir tek işsizlik sorunu bile kadın sorunu ile kapitalizm arasındaki organik ilişkiye, bu sorunun kapitalist ilişkiler içinde neden çözülemeyeceğine dikkate değer bir göstergedir.

Ev işleri yükünün toplumsal kurumlaşmalar yoluyla en aza indirilmesi

İkinci temel önkoşul, ev işlerinin toplumsallaştırılmasıdır. Günümüzün teknolojisi ve birikmiş zenginliği bunu mükemmel düzeyde olanaklı kılmaktadır. Ev işi her ailenin kendi özel işi olarak kaldığı ölçüde ve aile içi ilişkilerin de geleneksel yapısı korunduğu sürece, bu işlerin bütün bir yükü kadının ya da genç kızların üzerine kalıyor ve bu kuşaklar boyu böylece sürüp gidiyor. Bunu besleyen binlerce yıllık bir kültür zaten var. Kapitalizmin kadına yaklaşımı bu kültüre ayrıca güçlü bir yaşama alanı sağlıyor. Bunun kırılabilmesi için ev işlerinin toplumsallaşması, toplumsal hizmet üretimi kapsamı içine alınması gerekir. Bu işlerin kadın-erkek arasında paylaşılması burada kısmen belki bir çözümdür, fakat insanlığın ileriye doğru ilerleyişi ve üretici güçlerin mevcut gelişme düzeyi içinde gerçek çözüm bu değildir. Kadın sorununun çözümü kadınla erkek arasında rol değişimi ya da yükümlülüklerin yeni bir denge içinde paylaşılması yoluyla değil, fakat her iki cinsin daha ileri ilişkiler içinde özgürleşmesi ile gerçekleşir. Ev işlerinin toplumsallaştırılması bunun önkoşullarından biridir.

Ev işinin toplumsal bir iş haline getirilmesini nasıl anlamımız gerekir? Bunun için ev işlerinin durumuna, esası yönünden nelerden oluştuğuna bakmak gerekir. Bu kapsamda çok önemli bir yer tutan çocuk bakımını daha sonraya bırakarak mutfak işlerinden ev yaşamıyla bağlantılı her türden temizlik, bakım ve onarım işlerine kadar bir dizi işin bu kapsama girdiğini biliyoruz. Tüm bu işler tekniğin bugünkü gelişme düzeyinde kolayca toplumsallaştırılarak halledilebilir işlerdir. İleri teknolojinin uygun araçları sayesinde her bir küçük yerleşim biriminde (bu bir ya da birkaç apartman için olabileceği gibi, biribirine komşu bir grup müstakil ev için de olabilir) ortak mutfaklar, yemekhaneler, çamaşırhaneler, dikim ve onarım atölyeleri oluşturulabilir. Bu herbir aile için ayrı ayrı ev aletleri harcamalarını gereksiz kılmakla kalmaz, herbir aile üzerinden ev işlerine harcanan zaman ve enerjiden de muazzam bir tasarruf sağlar. Ayrıca insanlar arası yakın, sıcak, kardeşçe sosyal ve kültürel ilişkilerin gelişmesini de kolaylaştırır, bunlara güçlü bir temel kazandırır. Bugünün toplumunda ve özellikle de gelişmiş metropollerinde insan ilişkilerinde görülen muazzam yabancılaşma düşünülürse, basit gibi görünen bu son nokta sanıldığından da önemlidir. Bugün aynı apartmanlarda yaşayan insanlar biribirilerini tanımıyor bile ya da bu tanıma rastlaşıldığında mesafeli kısa selamlaşmaların ötesine geçmiyor. Kapitalizmin gelişmesi ölçüsünde bu yabancılaşmanın şiddeti de artıyor, bugünün batılı toplumları buna göstergedir. Bu nedenle ev işlerinin kolektif projelerle çözülmesi insan ilişkilerine de büyük bir güç ve canlılık kazandıracak, yaşam alanları çok yönlü sosyal ve kültürel ilişkilerin verimli sahnesi haline gelebilecektir.

Ev işlerinin toplumsallaştırılmasına şu an buradaki etkinliğimizden küçük bir örnek verilebilir. Mutfakta birkaç kişi şu an bize yemek hazırlıyor, ardından bulaşıkları yıkayacak ve öteki temizlik işlerini yapacak, iki kişi de çocuklara bakıyor. Böylece biz yaklaşık yüz kişi iki günlük bir siyasal-kültürel etkinliğe özgürce, gündelik işlerin kaygısına hiçbir biçimde takılmadan katılabiliyoruz. Bu pekala toplum ölçeğinde yaygınlaştırılabilir. Nitekim kapitalizm işine geldiği zaman bu işi kolektif tarzda çözüyor da. Bir fabrikada, bir devlet dairesinde, büyük bir işletmede yemek meselesi ortak mutfaklar ve yemek salonları ile hallediliyor. Yüzlerce, kimi zaman binlerce insan üretim ya da hizmet işlerini yerine getirirken, küçük bir grup insan da da yemek ve bununla bağlantılı öteki hizmetleri gerçekleştiriyor.

Aynı şekilde kapitalizm bugün insanları, özellikle de emekçileri kalabalık gruplar halinde beton ve çelik yığını beş-on katlı yüksek binalara tıkıyor ya da sıkışık düzen evlerden oluşan mahallelere yığıyor. Ama bu gibi yerlerde ev işleri her bir ailenin kendi özel sorunu olarak kalıyor, genellikle de her evin kadınını kendine bağlıyor ve muazzam bir insani enerjiyi emerek heba ediyor. Dahası her ev için aynı türden ev araç ve gereçleri yoluyla büyük ölçekli bir israfa da neden oluyor. Oysa bu gibi yerlerde ev işleri kapsamındaki herşeyi değilse bile birçok şeyi ortak araçlar ve kullanım yerleri yoluyla çözmek, bunların gerektirdiği hizmeti de sınırlı sayıda görevli yoluyla ya da nöbetleşe gerçekleştirmek mümkündür. Bu hem malzemeden, hem enerjiden, hem de insan gücünden çok büyük bir tasarruf sağlar. Ama kapitalizmde yazık ki bu olmuyor, olmaz, olamaz. Bu kapitalizmin kâr yasasına ve israfa dayalı tüketim alışkanlıklarına olduğu kadar bireyci, bencil ve yabancılaşmış insan ilişkilerine de uymaz. İnsanların ev işlerini kendi küçük yuvacıkları içinde çözmesi özgürlük ve mutluluk olarak görülüyor/gösteriliyor, oysa bu yabancılaşma ve yalnızlaşmanın bir başka boyutundan başka bir şey değildir. Dahası toplumsal, fiziki ve moral eziyeti de olduğu gibi değilse bile büyük ölçüde kadınların üstüne kalıyor.

Ev işi denilen sorun özel bir iş olmaktan çıktığı ölçüde, o işin kadının üzerine bir yük olarak kalması da ortadan kalkar. Diyelim ki bir apartmanda ya da birbirine komşu birkaç apartmanda, çamaşırlar pekâlâ ortak bir çamaşırhanede yıkanabilir ve bu iş yalnızca bir ya da iki insanın gözetimi altında yapılabilir. Ya da ortak mutfaklar ve yemek salonlarıyla gündelik mutfak işlerine büyük kolaylıklar getirilebilir. Kuşkusuz kişilere ya da ailelelere özgü bireysel zevkler belli bir anlam ve önem taşıyabilir, bütün cefasına rağmen belki de insanlar buna güçlü bir eğilim de duyarlar. Fakat ilkin bunların büyük ölçüde çarpıtılmış zevkler olduğunu belirtmek gerekir. “Kendine ait yaşam”a özgü bu zevkler çoğu durumda kapitalizmin tüketim kültürünün yansımasıdır ve insana gerçek bir mutluluk vermekten çok onu yabancılaşmaya ve yalnızlaşmaya iter, çevresinden, komşusundan, aynı sokakta ya da mahallede yaşadığı insanlarından koparır, uzaklaştırır, uzak tutar.

Öte yandan, ki bu konumuz bakımından asıl önemli olanıdır, ev işleri özel işler olarak kaldığı sürece, bunun yükü özellikle de bu konuda geleneklerine ve bin yıllık alışkanlıklarına fazlasıyla bağlı bu toplumda, olduğu gibi kadınların ve genç kızların üzerine kalıyor. Kadın çalışıyor olsa bile iş hayatının yanı sıra ev işleri yükünü de üstlenmek durumunda kalıyor, bu türden işler temel bir yük olarak onun omuzlarına biniyor. Ve bu durumda çalışıyor olsa bile kendisini zihinsel, kültürel, fiziksel ve sosyal açıdan geliştirecek imkanları kaybetmiş oluyor.

Çocuk bakımı ve eğitiminin toplumsal bir sorumluluk olarak ele alınması

Kadının özgürleşmesinin üçüncü bir temel önkoşulu, çocuk bakımının kişisel/ailesel bir iş olmaktan çıkarılması, toplumsal bir sorumluluk olarak kabul edilmesi, kolektif yöntem ve kurumlaşmalarla çözülmesidir. Ev işlerinin yanı sıra kadın için tüketici olan bir başka temel sorun tam da çocuk bakımının ağır ve uzun süreli yüküdür. Kadın sadece mutfağın kölesi değil, aynı zamanda çocuk bakımının da esiridir. Bu onu çoğu durumda üretime katılmaktan alıkoyar. Sosyal, külterel ve politik yaşama katılmasını ise tümden olanaksız kılmasa bile büyük ölçüde sınırlar.

Kadınlardan ve erkeklerden oluşan bir topluluğun, bir hafta sonu etkinliği olarak örneğin bu semineri dinleyebilmesi için bile yemek işlerinin yanı sıra çocuk bakımının da bu arada birileri tarafından yapılıyor olması lazım. Birçok durumda çocuk sorunu kadınların bu türden etkinliklere katılmasının engeli olarak görülür. Oysa bu engel kolayca ortadan kaldırılabilir. Ekinlik alanında yapılacak özel bir görevlendirme ile çocuklara iki ya da üç kişinin nezaret etmesi, geriye kalan herkesin rahatça ve kaygısızca etkinliğe katılmasını olanaklı kılar. Bu aynı şey sosyal yaşam alanları için haydi haydi geçerlidir. Mahallelerde yaygınlaştırılacak çocuk yuvaları, kreşler, çocuk evleri ya da sarayları, gündelik çocuk yükünü büyük ölçüde ebeveynlerin omuzundan alır. Bu türden kurumlarda çocuk bakımı ve eğitimi konusunda özel eğitimden geçmiş deneyim sahibi görevliler bu yükü toplumsal bir göreve olarak üstlenebilirler ve bu, çocuğun sosyal bir ortamda büyümesi bakımından da amaca uygun bir çözüm olur. Bu büyük bir toplumsal zaman ve enerji tasarrufu imikanı da sağlar. Yüz ailenin ayrı ayrı tüketeceği zaman ve enerjiyi küçük bir grup görevli profesyonelce yerine getirebilir ve bu her açıdan, özellikle de çocukların dengeli ve sağlıklı sosyal, ruhsal ve fiziksel gelişimi bakımından tümüyle amaca uygun bir çözüm olur.

Bütün bilimsel veriler ve pratik deneyimler, çocukların ancak ortak yaşam ortamları içinde sağlıklı biçimde gelişip serpilebildiğini gösteriyor. Çocukların kuşkusuz ana-babaların özel ve yakın ilgisine, onların yeri başkası tarafından doldurulamaz olan sevgisine ve moral ilgisine ihtiyacı var. Fakat sözünü ettiğim türden çözümler hiçbir biçimde bunu ortadan kaldırmaz. Tam tersine, buna her açıdan en uygun ve sağlıklı zemini yaratır. Bu durumda çocuk ve ebeveynleri arasındaki ilişkilere büyük bir rahatlık ve denge gelir. Gündelik çocuk yükünün aileleri ne denli bunalttığını ve bunun yarattığı gerginliklerin de en çok çocuklar üzerinden yansıdığını, bunun en fazla da onlara zarar verdiğini hepimiz gözlem ve deneyimlerimizden biliriz. Böylesine bunaltıcı bir ortamda çocuğun eğitim, sosyal ve kültürel ihtiyaçları doğru dürüst ve amaca uygun biçimde karşılanamaz da. Çocuk bakımının toplumsal yönü, bu türden yükleri ve aile içi zaafiyetleri ortadan kaldırarak anne-babalar kadar çocukları da rahatlatır. Sonuçta bu gerçek sevgi ilişkilerine ve manevi bağlara da uygun bir zemin yaratır.

Bugünkü toplumda söz konusu olan annenin ve babanın (ki genellikle anneye kalıyor bu iş) çocuklarını gerçek bir sevgi ve moral rahatlık ortamında yetiştirmesi olmaktan çıkıyor, ebeveynlerin, fakat özellikle de annelerin, dolayısıyla kadınların ömrünü törpüleyen ve tüketen, sosyal ve kültürel yaşamını neredeyse ortadan kaldıran, buna zaman ve imkan bulmasını en az düzeye indiren bir yüke ve eziyete dönüşüyor. Bunun sonuçları kaçınılmaz olarak çocuklara da, onlarla ilişkilere de yansıyor. Oysa çocuklar zamanlarının büyük bir bölümünü evlerinin biraz ötesindeki çocuk yuvalarında, kreşlerde, çok yönlü etkinlikleri için kurulmuş çocuk saraylarında, bunun eğitimini almış en iyi uzmanların denetiminde ve en iyi imkanların sunulduğu bir ortamda çok rahat geçirebilirler. Bu çocukların çok yönlü gelişimi ve eğitimi için amaca en uygun bir durum da olur. Hepimiz kendi gözlem ve deneyimlerimizden biliriz, çocuklar kreşe ya da yuvaya gittiklerinde bundan büyük mutluluk duyarlar. Bu gibi yerlerde çocuklar sosyal yaşama ve ilişkilere alışırlar, birlikte olmayı ve paylaşmaya öğrenirler. Bütün bunlar çocukların sosyal ve zihinsel gelişimini kolaylaştırır ve hızlandırır.

Çocuk bakımı toplumsal bir sorumluluk olmalı, bunun gerektirdiği tüm kurumlaşmalar ve imkanlar da toplum tarafından, topluma ait ortak fonlardan karşılanmalıdır. Çocuklara bakmak, onların eğitsel, kütürel, sosyal ve fiziksel açıdan en iyi biçimde yetişmesini sağlamak, toplumun kolektif sorumluluğu olmalıdır, toplum bunun için gerekli tüm fonları sağlamalıdır. Kuşkusuz bunu ancak sosyalizm böyle ele alabilir ve bu yolla çözebilir, bu ayrı bir sorun (ki bu sıraladığım tüm öteki önkoşullar bakımından da aynen geçerlidir).

Özetle ve sonuç olarak, toplumun çocuk bakımını üstlenmesi, çocukların en iyi biçimde eğitilmesi ve yetiştirilmesini olanaklı kılmakla kalmaz, kadını ev işinin o tüketici eziyetinin yanı sıra çocuk bakımının bundan aşağı kalmayan yükünden kurtarmak olanağı da sağlar.

Kadın sorununun toplumsal niteliği ve emekçi karakteri

Geçerken vurgulamak gerekir ki tüm bu toplumsal çözümler kadın sorununun güçlü toplumsal niteliğinin de en dolaysız göstergeleridir. Sorun özü ve esası yönünden kadın ile erkek, ya da anne ile baba arasında değil, fakat kadın ile mevcut toplum arasındadır. Mevcut toplumsal ilişkilerin köklü değişimi ve bu değişimin ortaya çıkaracağı yeni toplumsal ilişkiler zemininde bir dizi soruna yönelik toplumsal çözümler olmadan, kadın sorununun çözümü de olanaklı değildir.

Bütün bu anlatımların bir başka yönü ise kadın sorunu ile emekçi kimlik arasındaki ilişkidir. Dikkat ediniz, sıralanan sorunlar neredeyse kategorik olarak işçi ve emekçi kadının sorunlarıdır. Burjuva kadını için ne üretime katılmak üzerinden elde edebileceği bir ekonomik bağımsızlık sorunu, ne ev işlerinin tüketici yükü ve ne de çocuk bakımının eziyeti vardır. Ekonomik durumu çalışmasını değil, tersine asalak ve aylak yaşamasını gerektirir. Ev işleri ve çocuk bakımını ise onun hesabına başkaları, çoğu durumda da emekçi kadınlar üstlenir.

Bu olgusal gerçekler bir kez daha kadın sorununun özü ve esası yönünden toplumsal nitelikte olduğunu ve emekçi karakteri taşıdığını ortaya koymaktadır. Bu öz ve esastan hareket edilmedikçe kadın sorununu doğru ve derinlikli biçimde anlamak, doğru biçimde ortaya koymak ve dolayısıyla genel olarak kadın neslinin toplumsal kurtuluşu konusunda sağlam bir perspektifle hareket etmek olanaklı değildir.

Ataerkil ideoloji ve kültüre karşı sistematik mücadele

Bir başka temel önemde sorun ataerkil ideoloji ve kültüre ya da günümüzdeki modern söylemle ifade edersek, erkek egemen ideoloji ve kültüre karşı verilmesi gereken sistematik ve çok yönlü mücadeledir. Ataerkil ideoloji ve kültür, binlerce yıllık bir sürecin ürünüdür, bugünün toplumuna binlerce yıllık bir tarihsel mirastır. Sınıflı toplumlar bunu sırasıyla birbirine devretmişlerdir ve her yeni sınıflı toplum onu özü bakımından korumuş, biçimi bakımından kendine uydurmuş, kendinden yeni şeyler katarak kelimenin olumsuz anlamında zenginleştirmiş ve güçlendirmiştir. Bu ideoloji ve kültürün değer ve normları zamanla öylesine olağan hale gelmiş ve meşrulaşmıştır ki, insanlar onları değişmez önyargılar halinde benimsemiş, en olağan biçimde, adeta birer olağan ve sıradan alışkanlık halinde yaşar hale gelmişlerdir.

Bu kadına bakışta ve kadın-erkek ilişkilerinde de böyledir, hatta bu alanda özellikle böyledir. Bu düzenin yalnızca erkekleri değil kadınları da bu ideoloji ve kültürün esiri, çoğu durumda gönüllü savunucusu ve uygulayıcısıdırlar. Bizimki gibi geleneksel ilişki ve değerlerin toplum yaşamında hala önemli bir yer tuttuğu toplumlarda bu özellikle böyledir. Türbana sarınmak için kendini paralayan genç kızlar ve kadınlar örneği bunun yalnızca uç bir yansımasıdır. Daha genel ve köklü olanı ise gündelik yaşamın tüm alanlarına ve neredeyse tüm ilişkilere egemendir. Ev işlerinin ve çocuk bakımının kadına ait işler sayılması da bu ideoloji ve kültürün batı toplumlarında bile hala yeterince güçlü erkek egemen mevzileri durumundadır.

Buna karşı daha bugünden köklü ve sistematik bir ideolojik ve kültürel mücadele yürütmek, geleceğin sosyalist toplumunda ise sorunun bu yönüne yeni bir düzeyde ve tüm toplumsal araç ve olanakları da kullanarak yüklenmek, binlerce yıllık bir kültürel mirasın her türden kalıntısını toplumsal düşünce ve yaşamın her alanından kazımak, sosyalizmin kadın sorununa ilişkin çözüm programının temel önemde bir gereğidir.

Sorunun gerçekten çözülebilmesi için toplumsal ilişkilerin ve maddi koşulların köklü bir biçimde değiştirilmesi kendi başına yeterli değildir, olmadığını 20. yüzyılın kusurlu sosyalizm pratikleri de açıkça göstermiştir. Bunun için kadınlar üzerindeki cinsel köleliğin binlerce yıldır oluşturduğu ideoloji ve kültüre, örf ve adetlere, anlayış ve alışkanlıklara, tutum ve davranışlara karşı sistematik bir mücadele yürütmek de gereklidir. Kadın-erkek tüm toplumun bu konu üzerinden sürekli bir biçimde ve çok yönlü olarak eğitilmesi de gereklidir.

Özetlersek kadının özgürleşmesi için üretici yaşam etkinliklerine etkin bir biçimde katılabilmesi; ev işinin ve çocuk bakımının kadın için özel bir yük ve eziyet kaynağı olmaktan çıkartılması, toplumsal bir sorumluluk haline getirilmesi ve toplumsal kurumlaşmalar yoluyla çözülmesi; binlerce yıllık ataerkil ideoloji ve kültüre karşı, kadın-erkek eşitsizliğini meşrulaştıran ve kadını ikinci sınıf insan sayan her türden düşünce ve inanca, gelenek ve göreneğe, alışkanlık ve davranışa karşı sistematik bir mücadele yürütülmesi gerekir.

Sosyalizmin ve bu kapsamda parti programımızın kadın sorununa yaklaşımını ve buna ilişkin çözümünü ele alırken bütün bu konulara yeniden dönmemiz gerekecek.

(Devam edecek...)