04 Mart 2006 Sayı: 2006/08 (08)
  Kızıl Bayrak'tan
   8 Mart politik olarak bugünden kazanılmıştır
  Sermaye iktidarı ABD'nin tam hizmetinde
  İşgalciler Irak halklarını birbirine boğazlatmak istiyor
  Sauna çetesi ve Küre operasyonu
TEKEL'de yeni oyunlar yeni saldırılar
  Tekstil sektöründe sömürüyü derinleştirme hazırlıkları
Sosyal güvenlik saldırısına karşı çıkmak için sendikal ihanet barikatı parçalanmalıdır
5 Mart'ta Beyazıt'tayız!
  Ankara Devrimci 8 Mart Platformu eylem ve etkinlik programı
  8 Mart etkinliklerinden
Küçükçekmece İşçi Platformu'nun 8 Mart etkinliği
  Mamak İşçi Kültür Evi'nde 8 Mart etkinliği
  İzmir BDSP'nin 8 Mart çalışmalarından
  Kadın sorunu ve toplumsal kurumlaşmalar (Orta sayfa)
   Kapitalizm kadın sorununu çözemez döne döne yeniden üretir
   Kentleşme, çeşitlenen kentsel çelişkiler ve faşizm /Yüksel Akkaya
   İstanbul Lİseli Gençlik Platformu'nun kampanyası sürüyor
  Adana Liseli Gençlik Kurultayı çalışmasından
  Yakup Abdal Köyü emekçileri yıkıma karşı direnmekte kararlı
  Yunanistan işçi sınıfının militan direnişi
  ABD kuklaları Suriye'de işbaşında
  Savaş kundakçıları İran'da iç karışıklık yaratmak için "düğmeye bastı"
  Şii ve Sunni liderler mezhep çatışmasını önlemeye çalışıyor
  Irak'taki gelişmelerin anlattıkları
  Bültenlerden
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Sermaye iktidarı ABD'nin tam hizmetinde!

Emperyalist savaş karşıtı mücadeleyi yükseltelim!

Geçtiğimiz hafta toplanan MGK'nın öncelikli gündemlerinden birini İran meselesi oluşturmaktaydı. Yaklaşık 6 saat süren toplantı sonrasında Abdullah Gül tarafından toplantı üzerine yapılan açıklama üç-beş satırdan ibaret kaldı. Bu üç-beş satırlık açıklamada İran konusu ise tek cümle ile geçiştirilmekteydi; “İran ile uluslararası toplum arasındaki ilişkiler ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın İran'ın nükleer programı hakkında 4 Şubat 2006 tarihinde aldığı karara ilişkin son gelişmeler irdelenmiş”tir.

Yaklaşık 6 saat süren toplantıda bu “irdeleme”den ne tür sonuçlar çıkarıldığına dair en ufak bir açıklık yoktur ortada. Belli ki, devlet politikalarının tanımlanıp somut planlamaların yapıldığı MGK toplantısında, İran konusunda konuşulanlar ve alınan kararlar gizli tutulmaktadır. Zira toplantıdan birkaç gün sonra yapılan Bakanlar Kurulu toplantısına dair bilgi veren Cemil Çiçek, ilgili MGK toplantısında İran konusunun detaylandırıldığını ifade ediyordu. Demek ki, sermaye devletinin İran konusunda politikası artık uygulanmak üzere netleştirilip somutluk kazanmıştır. MGK toplantısı sonrasında yapılan Bakanlar Kurulu toplantısında da, ordunun MGK'da hükümetin önüne koyduğu görevlerin gerekleri görüşülmüştür. Cemil Çiçek'in Bakanlar Kurulu'nun İran konusundaki fikirlerini belirtirken MGK'ya atıfta bulunması, bunun bir itirafı olarak değerlendirilmelidir.

Hatırlanırsa, devletin gizli ama gerçek anayasası olan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nde de İran konusunda belirlenmiş devlet politikası, “ilişkilerin zarar görebileceği” gerekçesiyle saklı tutulmuştu. “İlişkilere zarar verebileceği” ibaresi aslında devletin İran politikası hakkında yeterli açıklığı sunmaktaydı. Belli ki, sermaye devleti ABD ile süren yoğun “diplomatik trafik” ve terbiye operasyonlarıyla İran konusunda ABD'nin kirli politikalarının icracısı olmayı kesinleştirmiş ve bu uğursuz misyonunu fiili anayasasına yazmıştır. Son MGK toplantısında da bu işbirlikçi politikanın gerekleri konusunda somut planların yapılmış olması büyük bir ihtimaldir. İşbirlikçi ve uşak takımı artık İran konusunda daha aktif ve pratik bir tutum sergileyecektir.

MGK toplantısından hemen sonra yapılan Bakanlar Kurulu toplantısından yansıyanlar bu tutumun dolaysız bir ifadesi olmuştur. Hükümet sözcüsü sıfatı ile açıklamada bulunan Cemil Çiçek'in ağzından dökülen sözcükler, ABD işbirlikçiliğinin kapsamı hakkında önemli açıklıklar sunmuştur.

Çiçek sözkonusu açıklamada, “Taraflardan birinin ‘ben bu işi, bu maksadın dışında yapmıyorum' demesi, sorunu çözmeye yetmiyor. İran'dan beklentimiz; uluslararası camianın endişelerini ortadan kaldıracak tavır içinde olmasıdır” demektedir. Mesaj vermek amacıyla yapıldığı belli olan bu konuşmayla açıktır ki, ABD ve savaş çetesinin dayatmaları İran'a iletilmekte, böylelikle İran rejimi üzerindeki baskının arttırılmasına hizmet edilmektedir. Açıklamada ifade edilenlerde uşaklık ruhhali o denli açıktır ki “uluslararası camia” ile kastedilenin bizzat ABD emperyalizmi olduğu aynı konuşmada açıkça görülmektedir. Cemil Çiçek'in İran konusunu açarken söylediği “Uluslararası camia, Venezüella, Küba ve Suriye dışında İran'ın nükleer çalışmalarıyla ilgili endişelerini ortaya koymaktadır” sözü ABD'li emperyalistlerin endişesini anlatmaktadır. Ve Venezüella ve Küba'nın İran'la birlikte “uluslararası camianın endişe kaynağı” olarak gösterilmesi, ABD uşaklarının efendisine sadakat gösterisidir.

Çiçek konuşmasında sadece “uluslararası camianın endişeleri”ni İran yönetimine iletmekle de sınırlı kalmamakta, bir adım daha ileri giderek savaş tehdidinde bulunmaktadır: “Eğer bu (uluslararası camianın endişeleri giderilmezse) önümüzdeki günlerde en çok bizi rahatsız edecek olaylar, gelişmeler olmasın diye dostça uyarılarımızı diplomatik yollardan söylemeye gayret ediyoruz.”

“Dostça uyarı” olarak nitelenen gerçekte tehditten başka bir şey değildir. Zira “en çok bizi rahatsız edecek olaylar” ifadesiyle anlatılmak istenenin İran'a yönelik savaş ve saldırı politikaları olduğu açıktır. Demek ki “mesaj vermek”le sınırlı kalınmamakta, ABD ve İsrail'in savaş sopası sallanarak İran rejimi teslimiyete zorlanmaktadır.

Belli ki, sermaye iktidarı ABD emperyalizminin İran'a yönelik amaçlarının bir aletidir ve artık basit bir alet olmanın gerektirdiği biçimde harekete geçmektedir. MGK'da “detaylandırılan” işte bu yönde yapılacaklara ilişkin somut “eylem planı”dır. Hükümet de, MGK'da önüne konulan bu eylem planını uygulamak üzere seferber olmuştur. Önümüzdeki günlerde bu çerçevede yeni hamlelere şahit olacağımızdan kuşku duyulmamalıdır. Tüm bu gelişmelerin özellikle İsrail'in İran'a yönelik bir hava saldırısı düzenleyeceği tarih olarak gösterilen Mart ayı yaklaşırken ortaya çıkması da ayrıca düşündürücüdür. Bu çerçeveden bakıldığında düzen cephesinden yaşananlar daha bir anlam kazanmaktadır.

Sermaye iktidarı bir dizi manevraya başvurarak İran'a yönelik emperyalist saldırı planları doğrultusunda hareket etmektedir. Yazık ki, bu yönde gösterdiği pervasızlığı gizlemeye de çalışmadığı halde pek bir engelle de henüz karşılaşmamaktadır. Görüldüğü gibi bu uğursuz yolda artık çok daha aktif bir tutum alacakları bir döneme girmekteyiz. Bu durum, emperyalist saldırganlık ve uşaklığa karşı mücadele görevlerine son derece hayati bir önem kazandırmaktadır. Tüm devrimci ve ilerici güçler bu bilinçle mücadeleyi örgütlemek üzere seferber olmalıdırlar.

-----------------------------------------------------------------------------------------

Kredi kartlarına yasal düzenleme getirildi…

Kurtlar sofrasında bir kuzuluk yer açın!

Kışın soğuk havalarda yiyecek bulamayan kurtlar burun buruna verir, grup halinde dinlenirler, bir yandan da av beklerler. Ancak avlayacak hayvanı kolayca bulamadıkları için aç kalırlar, bu yüzden hep tetikte beklerler. Bir tanesi soğuktan veya yorgunluktan uyuyacak ya da donacak gibi olursa diğerleri bu en dirayetsizini parçalayıp yer. O yüzden burun buruna verilip oluşturulan bu yuvarlağa atfen “kurtlar sofrası” tabiri kullanılır. Görünüşte birlikteliği yansıtan bu görüntü esasında bir diğerinin kuyusunu kazmaya yöneliktir. Devletin çıkardığı birçok yasa da bu sahnenin zihinlerde canlanmasına sebep olmaktadır.

Kredi kartlarına yasal düzenleme getirildi. AKP, CHP ve sermaye temsilcilerinin oluşturduğu kurtlar sofrasına düşürülmeye çalışılan, bu sofrada meze yapılan da yine dar gelirli emekçiler oldu. Bu kez sofrada yaşam şansı bulamayacağı tahmin edilen bir kuzu var. Yani sermaye sınıfı ve onun temsilcileri kendilerine kışın ortasında esaslı bir av bulmuş, fakat onu sofranın ortakçısı gibi lanse etmek konusunda ustalaşmıştır.

Yasanın içeriğine gelince… 23 Şubat'ta gece yarısına dek süren tartışmalar sonucu yasalaşan düzenlemeye göre, kredi kartı borçları yıllık yüzde 18 faizle ve 18 taksitte ödenebilecek. AKP ve CHP tarafından ortaklaşılarak kabul edilen düzenlemeyle, 31 Ocak 2006 itibariyle icra takibi başlatılmış, bankadan borçların ödenmesi için uyarı yazısı gelenlere, borçlarının yeniden yapılandırılacağı söylendi. Türkiye'de kredi kartı kullanımına baktığımızda tüyler ürpertici verilerle karşılaşıyoruz. “Bankalararası Kredi Kartı Merkezi'nden verilen bilgiye göre, bankalar bugüne kadar 48 milyon dolayında kart dağıttı. Bir kişinin ortalama 2 kartı var” (Güngör Uras, Milliyet). 184 bin kişi ise borcunu ödeyemiyor ve icra takibi altında. Sokak başı kart dağıtılıyor, çocuklarına daha önce alamadığı yiyecekleri para vermeden alıyormuş hissiyle alan, giyemediği bir kıyafeti artık giyebileceğini düşünen ve eli alışveriş merkezinde o imzaya sıkça giden insanlar… Ekstresi geldiğinde ise bunu ödeyemeyen, muazzam faizlerle karşılaşan, ocağı sönen insanlar...

İşte bu insanları mağduriyetten kurtaracağı iddiasıyla hazırlanan yasada faizlerin düşürüldüğü, vadenin artırıldığı söyleniyor. Önce geri ödeme faizi %22, vadesi 12 ay olarak belirlenen plandan sonra, sanki kredi kartı borçlularına bir nimet sunuyormuş gibi faiz %18'e düşürüldü, vade 18 aya çıkarıldı. Oysa tasarı bankaların çıkarları gözetilerek hazırlanmıştı. Amaçları, tahsil edilemeyen banka borçlarını tahsil etmek.

Yapılan bu indirimden bankaların hiçbir zararı yok, hatta kârı vardır. Çünkü düzenleme icra takibine alınmış kişileri kapsamakta, birikmiş borcun tahsili konusunda “işlerin kolaylaştırılacağı” söylenmektedir. Oysa, önemli olan bankaların kredi kartı borcu için ihtar çektiği tarihte birikmiş olan borcun nasıl hesaplandığıdır. “Örneğin, 100 lira kredi kartı borcu olan kişiye % 22 faiz, faize faiz ve masraf alınarak, önce borç anaparası 130 liraya çıkarılmaktadır. Zaten, alınacak tüm kâr bankalarca buradan elde edilmektedir. Borç anaparası bu raddeye çıkarıldıktan sonra, hangi vade ve faizle geri ödeneceği önemli olmamaktadır.” (Yaman Törüner, Milliyet). Bu yeni düzenleme, hiç de başbakan yardımcısı Abdüllatif Şener'in iddia ettiği gibi bankaların zararına olan bir yasa değildir. Akla, önce fiyatları çıkarıp sonra etiket fiyatı üzerinden indirim yapıldığını söyleyen, fakat hep kâr eden giysi firmalarını getirmektedir.

Sonuç olarak, bankalar halen en büyük kârı kredi kartlarından elde ediyorlar. Tasarıdan sonra da bu böyle olmaya devam edecektir. Kredi kartıyla ilgili düzenlemenin yapılmasıyla, kredi kartı borçlularının gözetilmesi değil, bankaların para tahsil etmeleri amaçlanmaktadır. Binlerce kişiyi mağdur eden, her gün intihara neden olan bir konuda bankaların kârlarının bu kadar hassasiyetle korunması ise kapitalizmin karakterini yansıtmaktadır.