04 Şubat 2006 Sayı: 2006/04 (04)
  Kızıl Bayrak'tan
   Sınıfsal özüne uygun, devrimci, kitlesel
ve birleşik bir 8 Mart!
  Hamas seçimlerden zaferle çıktı
  Emperyalist-siyonist güçler Filistin halkının iradesini yok saymaya çalışıyor
  Erdoğan Davos’ta ülkeyi pazarladı
“Reform” tasarıları: Sosyal güvenlik değil geleceksizleştirme saldırısı
  Sendikal örgütlenmenin önündeki en büyük engel ihanet çeteleridir
TEKEL işçilerinin yaktığı direniş
ateşini büyütelim!
Tuzla Tersane havzasında iş cinayetleri
durmuyor!
  İş kazası mı, cinayet mi?/Yüksel Akkaya
  Gaziosmanpaşa İşçi Kurultayı gerçekleşti
GOP İşçi Kurultayı yeni bir mücadele çağrısı oldu
12 Şubat’ta Tersane İşçileri Kurultayı’ına!
  Sosyal yıkım saldırısı ve mücadele görevleri (Orta sayfa)
  İzmir Çiğli İşçi Platformu’nun birlik ve
dayanışma etkinliği
  Sermaye temsilcileri emekçilere kefen
biçmek için Davos’ta toplandı
   Latin Amerika’da esen “sol rüzgar” Dünya Sosyal Formu’na da uğradı
  “Uygar dünya”da 12.3 milyon insan köle
  Liseli gençlik yeni bir mücadele dönemine hazırlanıyor!
  Tehcir, göçertme hareketi ve Kürdistan
toplum yapısına etkileri-2
  Direnen AEG işçisi kazanacak!
  Bültenlerden
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Tehcir, göçertme hareketi ve Kürdistan toplum yapısına etkileri-2

(Toplumsal yapıda oluşan alt üst oluşlar, bunun devrim mücadelesinin önüne koyduğu sorunlar ve çözüm perspektifleri)

M. Can Yüce

 

IV. Günümüz Kürdistan'ının toplumsal yapısı, Türkiye metropollerine göç etmek durumunda kalan Kürtlerin toplumsal konumları

Kuşkusuz Kürdistan'daki toplumsal sınıflar arasındaki sınırlar, belirgin yanlar içermekle birlikte kimi durumlarda bu silikleşmektedir. Özellikle emekçi sınıflar arasındaki sınırlar değişken, geçişken ve belirsizdir. Bu, bir bakıma kaçınılmazdır, çünkü “bizde” toplumsal şekillenme, normal seyri ve iç dinamikleriyle değil, sömürgeci imha ve inkâr sistemi temelinde oldu, son derece geri, çarpık bir biçimde…

Özel savaş ve onun etkili bir parçası olarak tehcir, göçertme hareketi Kürdistan'ın toplumsal yapısını değiştirdi. Tarım, hayvancılık, sanayi, ticaret hemen hemen çöktü, yatırımlar durdu, var olan iş yerlerinin üretim kapasiteleri düştü… Binlerce köyün boşaltılması, milyonların yerinden yurdundan edilmesi ve bunların etkin üretim faaliyetinden koparılması, salt ekonomik açıdan bile çok büyük bir yıkımı, yoksullaşmayı, beslenme, iş, aş, barınma sorunlarını getirdi. Bütün bunların toplumsal yapıyı, toplumsal sınıfları ve sınıf ilişkilerini etkilememesi mümkün değildir.

Kürdistan'da 1970'li yıllarda tespit edilen toplumsal sınıfları ana çizgileriyle ve bunların uğradığı değişimleri kısaca şöyle özetlemek mümkündür:

Bir: Sömürgeciliğin ve Türk burjuvazisinin maketi sınıf. Türkiye ile Kürdistan arasında sınır konumundaki kentlerde oluşan bu kesim, Türk burjuvazisinin uzantısı gibidir, ülkemizi Türkiye'nin doğal bir uzantısı ve parçası olarak algılamaktadır. Antep, Maraş, Malatya, Sivas, Erzincan ve Erzurum'da oluşan bu kesim aynı zamanda gericiliğin ve faşist hareketin de en güçlü dayanağı konumundadır. Bu kesim 1980'lerden sonra büyümesini sürdürdü, bunların içinde sivrilen, büyük burjuvaların konumuna yükselenler de oldu. Bu kesim savaş süresince devletten yana tavır aldı, MHP ve diğer gerici-faşist hareketlerin maddi ve toplumsal destekçisi oldu.

İki: Kürt egemen sınıfları, toprak ağaları ve burjuvaları. Bu sınıfın en önemli özelliği, işbirlikçi bir nitelikte olmasıdır. 1925–1940 dönemindeki direnişlerin tedip ve tenkil hareketiyle bastırılması, bu sınıfın bir daha kendi adına örgütlenmesinin olanaklarını ortadan kaldırdı. Ezilen ve omurgası dağıtılan bu sınıf, genel olarak, sömürgecilikle ailesel-bireysel düzeyde ilişki geliştirdi, siyaseti de sömürgeci partiler aracılığıyla yapmaya çalıştı. Bağımsız siyaset yapma, kendi adına ulusal hareket örgütleme şansı, eğilimi ve gücü yoktur. İçlerinde ulusal mücadelenin gelişmesinin etkisiyle “Kürtlüğe” eğilim gösteren, bunu politika alanına yöneltmek isteyen olmuştur. Ancak bunlar pek başarılı olamamışlardır. PKK ile dirsek temasında olanlar, onun sunduğu politika zemininde politika yapanlar ise hep devlete ve düzene yakın durmuş, politik bir eğilim olarak ulusal hareketin gerilemesine, düzen sınırları içine çekilmesine etkide bulunmalarına rağmen, yine de bağımsız bir politik güç ve hareket haline gelmeyi başaramamışlardır. Bu kesim ancak başka bir şemsiye altında politika yapabilir; ya devlet partilerinin ya da kendi adına güç olabilen politik hareketlerin gölgesinde… Devrimci savaş ve özel savaş egemen sınıflar cephesinde böyle bir ayrışmaya etkide bulundu. Kimisi devlet ve düzenle kendi ulusal kimliğinden tümden soyunarak iç içe geçerek, kimisi de ulusal hareket içinde veya onun etkisinde reformist-teslimiyetçi bir politik eğilimin sahibi olarak varlığını sürdürmektedir. Hemen vurgulamalıyız ki, Kürt egemen sınıfları kendi başlarına politik bir güç olma olanakları olmadığı gibi, özünde devrimci olan bir Kürt sorunları da yoktur! Azami talepleri, kimi kültürel kırıntılar ile genel ekonomik pastadan biraz daha fazla fay almaktır. Savaş sürdüğü sürece, Kürdistan'da özel savaş ekonomisi egemen olduğu sürece gelişme, büyüme şanslarının olmadığını da bilmektedirler. O nedenle teslimiyetin kodu olan “barış” istemlerinin altında bir de bu gerçeklik yatmaktadır. İmralı Partisinin kendisini düzene ve devlete kabul ettirme çabalarının altında, bir yönüyle, kısaca özetlemeye çalıştığımız Kürt egemen sınıflarının politik temsilcisi olma hesabı yatmaktadır. Ancak bu hesabın daha ilk günde Marmara'nın sularına gömüldüğü, hiçbir biçimde gerçekleşme şansının olmadığı bilinmektedir. Bu, yine bir yönüyle İmralı'nın çıkmazını anlatmaktadır.

Kısacası devrimci savaş ve özel savaş koşulları Kürt egemen sınıflarında Kürtlüğe bulaşık, tamamen düzen içi, kırıntılar peşinde olan bir eğilimin şekillenmesine yol açmıştır. Bu eğilim kendi içinde belli bir yelpazeyi taşısa da ana çizgileriyle aynıdır! Son yıllarda Güney Kürdistan'daki gelişmelerden de etkilenen bu eğilimin bütün bunlara rağmen bağımsız politik bir güç haline gelmesinin şansı hemen hemen yoktur!

Üç: Köylülük. Özel savaş ve göçertme hareketinin en çok etkilediği toplumsal alan budur. Binlerce köy boşaltıldı, milyonlar yerinden yurdundan oldu. Yayla yasağı, gıda ambargoları, korucu ve çıplak özel savaş baskıları tarım ve hayvancılığı çökertti. Dolayısıyla köylerde kalmak durumunda kalanlar da büyük ekonomik sıkıntılar, yoksulluklar, baskılar yaşamaktadırlar. Göçertme hareketiyle binlerce köy boşalmasına rağmen devletin resmi rakamlarına göre, Kürdistan'daki mevcut nüfusun hemen hemen yarısından fazlası kırsal kesimde tarım ve hayvancılık sektöründe çalışmaktadır. Bu nüfusun ekonomik konumları itibarıyla kendi içinde farklılıklar taşıdığı açıktır. Görece zengin, orta ve yoksul köylülük biçiminde kategorize edilebilir. Yoksul köylülük topraksız veya az topraklıdır, geçimini ayrıca mevsimlik işçi olarak sağlamaktadır. Aslında orta köylülüğün durumu da yoksul köylüden pek farklı değildir. Zaten aralarında öyle kesin sınırlar ve farklar da bulunmamaktadır. Büyük toprak sahiplerini egemen sınıf kategorisinde değerlendirmek gerekir. 1960'lardan sonra kırsal alana kapitalist ilişkiler, modern makineler girmiş, bu, geleneksel toplum yapısının çözülmesine yol açmıştır. Bu çözülme savaş ve özel savaş süreciyle birlikte daha da büyümüştür. Ancak tarım ve hayvancılık, kapitalist işletmecilikteki büyük çöküş, işsizliği, yoksullaşmayı, toplumsal kaosu derinleştirmiştir.

Kürdistan'da, özellikle belli bölgelerinde önemli bir toprak sorunu vardır, verimli toprak belli ailelerin elinde yoğunlaşmıştır. PKK'nin en önemli eksiklerinden biri de toprak sorununu devrimci bir tarzda ele almaması, daha doğrusu bunu programında söz düzeyinde yazmasına rağmen pratik bir politika olarak benimseyip uygulamamasıdır. Köylülük salt ulusal sloganlarla örgütlenmiş, ama onun toprak istemleri gündeme getirilmemiştir. Dolayısıyla Kürdistan'daki toprak mülkiyet sorunu olduğu gibi kalmıştır. Koruculuk uygulamasıyla birlikte bazı arazi parçaları korucu ağalarının eline geçmiş, yani savaşla geleneksel toprak düzeni daha da kemikleşmiştir.

Genel bir fikir verebilmesi açısından CHP'nin ilgili raporundan bir aktarma yapmakta yarar görüyoruz.

“GAP Bölgesi için yapılan bir çalışma, çiftçi ailelerinin %38'inin topraksız olduğunu göstermektedir. Bu oran, bu bölgedeki toplam tarım topraklarının önemli bir bölümünü oluşturan Şanlıurfa'da %42.1'e, Diyarbakır'da ise %45.1'e çıkmaktadır. ( Bakınız Tablo 9)

“Tarım kesiminde toprakların mülkiyet yapısında da büyük bir çarpıklık vardır. Tarım Orman ve Köyişleri Bakanlığı 1981 Köy Envanter Etüdlerine göre bu bölgedeki toprakların dörtte birinden azına ailelerin dörtte üçü sahip bulunmaktadır. Diyarbakır ilinde, toprak sahibi ailelerin %6'sı toplam tarım arazilerinin %57'sine sahip iken, ailelerin %76'sı toplam tarım arazilerinin %17'sine sahip bulunmaktadır. (…) ” (Tablo 9)

Dört: Orta sınıflar. Egemen sınıflar ile memur, esnaf, küçük üretici arasında bir yerde durmaktadırlar. Tüccar, avukat, orta büyüklükteki nakliyeci, orta büyüklükteki toprak sahibi… Bu kesim düzen içi reformist bir eğilime sahiptir. Ulusal mücadele sürecinde yasal zeminlerde köşe başlarını tutmaya çalışan bu kesim, daha sonra İmralı teslimiyet ve ihanet çizgisinin de toplumsal ve siyasal dayanağı oldu.

Beş: Küçük esnaf, seyyar satıcı, küçük üretici. Kürdistan'daki kentlerde işsizler ve “ücretli ve maaşlı”lardan sonra en geniş toplumsal kesimi oluşturmaktadır. Bu kesim de açlık sınırında, büyük ekonomik sorunlarla boğuşmaktadır. İşsizlik ve göç edenlerin ezici çoğunluğunun açlık sınırında olması bu kesimi doğrudan etkilemektedir.

Altı: Kamu çalışanları. Devlet ve hizmet sektöründe belli bir maaş ve sosyal haklarla çalışan belli bir kesim var. Doktor, öğretmen, mühendis, hemşire gibi… Bunlar kendi içinde farklılıklar taşımaktadır. Sömürgeci aygıtın idari, askeri, polis gibi çalışanlarını bu kategoride değerlendirmediğimizi sadece hatırlatmakla yetinelim. Kamu çalışanları mücadele sürecinde belli bir rol oynadılar, ancak genel stratejinin bir gereği olarak bu rol istenilen düzeyde olmadı. Öyle de olsa bu kesimin devrimci yurtsever bir potansiyeli vardır, değerlendirmek gerekiyor…

Yedi: İşsizler. Göçertilenlerde içinde en büyük kitleyi oluşturmaktadır. Geçici işlerde az ücretle çalışanları da bu kategoride değerlendirmek gerekir. İşsizlik, yoksulluğu da derinleştirmekte ve en önemli toplumsal sorun olmaktadır. Milyonlarla ifade edilen işsizler ordusu, toplumsal, kültürel ve ahlaki bozulmanın, çürümenin en temel nedenlerinden biri olmaktadır.

Sekiz: İşçi sınıfı. Kürdistan'da sanayileşme temelinde gelişen modern bir proletarya sınıfı hemen hemen yok gibidir. Sömürgeci işletmelerde devlet kapitalizmi ile çelişki içinde gelişen bir proletarya var, ancak bu, birçok yönüyle “ayrıcalıklı” konumdadır. Kürdistan'da işçi olmak, hele petrol, tarım çiftlikleri, demiryolları, fabrikalarda -şeker, çimento, tekstil, gıda gibi- düzenli bir ücret ve belli sosyal haklarla çalışıyor olmak, işsizler ordusu karşısında bir ayrıcalıktı. Buna rağmen Batman, Antep, Ceylanpınar gibi alanlarda PKK'nin ‘70'li yıllarda işçiler arasında örgütlenip bunu belli bir düzeye getirmiş olması, bütün bu zaaflarına rağmen işçi sınıfının ulusal kurtuluş mücadelesinin öncüsü ve temel güçlerinden birisi olduğunu gösteren bir göstergedir. İşsizlere, geçici işlerde çalışanlara, yoksul köylülere göre ekonomik ve sosyal durumu görece daha iyi olmasına rağmen örgütlenme yeteneği onu devrimci mücadelede önemli kılmaktadır. Fakat bu “iyi olma” durumu görecedir, her an işini kaybedebilir, kendisini işsizler ordusu içinde bulabilir. Yine genelde uygulanan özel savaş politikalarından ve neo-liberal saldırılardan en çok zarar gören toplumsal kesimlerden biridir. Savaş ve göçertme hareketiyle, ekonomik yapının çöküşüyle bütün zaafları ve “kusurları” ile birlikte, daha önce görece gelişen işçi sınıfı gerilemeye, daralmaya başladı…

Sömürge Kürdistan toplumu, görüldüğü gibi, yoksul, açlık sınırında tutulan, her türlü baskı, işkence ve imha siyasetine maruz bırakılan bir toplum. Aynı zamanda belli bir nüfusu ülkesinin dışına sürülen, tehcir edilen bir toplum… Ülkesinin dışına göçertilenlerin de ulusal ve toplumsal sorunları katlanarak devam etmektedir. Yukarıdaki bölümlerde kısaca özetlemeye çalıştığımız gibi Türkiye metropollerine göç etmek durumunda olanların ağır ekonomik ve toplumsal sorunları vardır. İşsizlik, geçim derdi, konut ve barınma, sağlık, dıştalanma gibi… Özel savaş baskıları, takip, tutuklanma, işkence ise anılan sorunlarla bir bütünlük oluşturmaktadır.

Cumhuriyet tarihi boyunca, özellikle son on yıllarda, Türkiye metropollerine göç eden, göçertilen Kürtler'in kesin sayısı bilinmemektedir. Ama bunun milyonlarla ifade edildiği de bir olgudur. Kimileri Kürtler'in üçte birinin, kimileri yarısının, kimileri de yarısından fazlasının Türkiye'ye göç etmiş olduğu iddiasını dile getirmektedir. Göç edenlerin, göçertilenlerin sayısı ne olursa olsun bu bir olgu ve bunun çok yönlü etkileri ve sonuçları olmaktadır. Kürt sorunu ele alınırken bu gerçekliği es geçmenin işin başında tökezlemek olduğu açıktır. Osmanlı dönemini bir yana bırakırsak Türkiye'ye göç eden veya göçertilen Kürtler'in durumlarını ve konumlarını iki kategoride değerlendirmek mümkündür.

Bir: Zamanla ekonomik, politik ve toplumsal nedenlerle göç etmiş, ülkesi, doğduğu büyüdüğü yerlerle belli bir ilişkisi sürse de yerleşmiş, kendine göre bir yaşam kurmuş, görece “yerleşik” bir düzen oluşturmuş kategori… Buna rağmen bu durumları nihai sonucuna varmış, mutlak istikrar kazanmış değildir… Bunlar işçi, kamu çalışanı, esnaf, tüccar, avukat, doktor vb. toplumsal konumlara sahiptir. Bu kategoridekilerin hem Kürt olmalarından kaynaklanan sorunları, hem de ekonomik ve toplumsal konumlarından kaynaklanan sorunları vardır. Aslında bu iki kategorideki baskı ve sorunlar bir bütünlük oluşturuyor, birbirini besliyor ve büyütüyor. Bu kategoridekilerin yurtseverlik karşısındaki duruşları homojen değildir, toplumsal konumlarına, ülke ile var olan bağların düzeyine göre bu değişkenlik göstermektedir.

İki: 1980'lerden sonra, özellikle 1990'lardan sonra kitlesel düzeyde göçertilen Kürtler… Bu kategoridekiler, gerçek anlamda yaşam kavgasını vermekte, konut, beslenme, geçim, konut, sağlık gibi temel yaşam sorunlarıyla boğuşmaktadırlar. Bunların çoğu işsizdir. Ya da gündelik geçici işlerle uğraşmaktadır. Seyyar satıcılık, inşaat işçiliği, mevsimlik meyve toplayıcılığı, tarlalarda çapa gibi ağır, sosyal haklardan yoksun, güvencesiz, sağlıksız koşullarda çalışmak zorunda kalmaktadır. Ticaret, orta büyüklükte esnaflıkla uğraşanlar ise son derece sınırlıdır. Araştırmaların da ortaya koyduğu gibi daha çok Adana, Mersin, Antalya, İzmir, İstanbul, Bursa, Ankara gibi metropollere göç etmek durumunda kalan bu Kürtler açlık sınırında yaşamlarını sürdürebilmektedirler. Bunlar mücadelenin sıcak alanlarından geldikleri için yurtseverlik duyguları diridir; yeniden mücadele istekleri veya mücadeleye devam istekleri vardır, ancak toparlanmaları, doğru mücadele seçeneklerinin önüne konulması koşuluyla… Yaşadıkları bütün sorunların temel nedeni sömürgeci sitem ve onun özel savaş politikalarıdır. Dolayısıyla sorunları öncelikle politiktir, bu politik sorunun bir toplumsal projeye oturması, dost ve düşman güçlerin net olarak belirlendiği doğru bir stratejiye dayanması gerekiyor. Bu genel çerçevenin yanında günlük ekonomik ve toplumsal, siyasal görevlere dönük bir mücadele perspektifinin olması bir o kadar zorunludur.

Yukarda iki kategoride özetlemeye çalıştığımız Kürtler, tek başına, tecrit bir yaşam yaşamıyorlar. Emekçiyse başka emekçilerle etkili bir ilişki içinde yaşamını sürdürüyor, diğer kesimler de çevresindeki başka insan ve toplum kesimleriyle ilişki içinde oluyorlar. Ezici çoğunluğu ezilen ve sömürülen, yoksulluk sınırında duran emekçilerin diğer halklardan emekçilerin yaşamlarına, sorunlarına kayıtsız kalması, ortak dertlerine ilgisiz davranması mümkün değildir. Ortak sorunlar, ortak çıkarlar, aynı istemler, kaçınılmaz olarak ortak davranışlara yönlendiriyor. Tarihsel olarak ortak çıkarları, ortak davranma reflekslerini katleden birçok etken var, engel var, ama bunlar aşılmaz değildir. Bu konunun ayrıntılarına girmek bu çalışmanın genel planının dışındadır. Başka bir çalışmada ele alacağımızı belirtmekle yetinelim. Göçertilen Kürtler sorunlarının çözümüne daha geniş bir perspektifle yaklaşmak, diğer emekçilerle, ezilenlerle var olan ortak paydaları görmek ve bunu ortak mücadele platformuna temel haline getirmek durumundadırlar; hem günlük ekonomik ve sosyal mücadelede, hem de devrim maratonunda bu, gereklidir…

V. Göçertme hareketinin ortaya çıkardığı sorunların devrimci mücadelenin önüne koyduğu güncel ve uzun vadeli görevler…

Devrimciler, göçertilmiş, barınma, geçim, açlık, sağlık sorunlarıyla boğuşan binlerin, milyonların sorunlarına karşı kayıtsız, ilgisiz durabilir mi?

Verilecek yanıt, tartışmasız hayırdır!

Peki, bu yanıt nasıl olmak durumundadır? Genel geçer sloganların tekrarlanması tek başına bir şey ifade edebilir mi?

Bu konuda formüle edilen politikalarından biri, “Köye dönüş projesidir.” İktidar perspektifinden yoksun böyle bir yaklaşımın pratik bir değer kazanması mümkün değildir. Her şeyden önce geride bırakılan köy ve yerleşim alanları eski olanaklara bile sahip değildir. Daha önce köyde evi, hayvanları, tarım aletleri, tarıma uygun tarlaları, otlakları vardı. Bunların yerinde şimdi yeller esiyor. Kimilerine de korucular el koymuştur. Genel olarak da ekonomik yapı büyük ölçüde çökmüş ve anılan projeye alt yapı sunmaktan uzaktır. Bir de göçertme politikasının temel amacını unutmamak gerekiyor. Bu da inkâr ve imha sisteminin stratejik bir parçasından başka bir şey değildir. Dolaysıyla sömürgeci sistemi, onun egemenliğini hedeflemeyen, bu bağlamda ona geri adım attırmayı amaçlamayan kendi başına “Köye dönüş projesi” gibi yaklaşımların reformist bir değeri bile yoktur.

Öncelikle göçertme, tehcir politikalarının sömürgeci, ulusal inkârcı ve soykırımcı özünü kavramak ve kavratmak, ülkeye dönüş yaklaşımlarını bu kavrayış üzerine oturtmak gerekiyor. Devrimci bir programa ve iktidar perspektifine oturtulmuş, bütün boyutları düşünülmüş ve hesaplanmış bir anti-tehcir politikası devrimci bir anlam ve değer ifade edebilir. Sömürgeci sistemin geriletilmesi çerçevesinde böyle bir politikanın başarı şansı olabilir. Sömürgeci sistemin geriletilmesi ise bir dizi devrimci mücadele ve halkımızın gerçek anlamda politik güç düzeyini kazanmasıyla olanaklıdır.

Aslında günlük mücadeleyi, günlük ekonomik, sosyal ve kültürel ihtiyaçlar ve istemler için geliştirilecek mücadeleyi de bu perspektife oturtmak gerekiyor. Güncel planda göçertilen halkımızın konut, geçim, iş, sağlık, beslenme, eğitim sorunları vardır. Bu ihtiyaçlar için yine iktidar perspektifini gözardı etmeden devrimci demokratik bir örgütlenme geliştirmek ve mücadele vermek gerekiyor. Bunun için tüm devrimci demokratik sendikaların, emekçi kuruluşlarının, devrimci örgütlerin ortak mücadele platformunu geliştirmek önemli ve gereklidir.

Burada başarı için ilk koşul, devrimci bir program ve mücadele çizgisine sahip olmak, ikincisi, Kürdistan ve Türkiye devrimci, demokratik, sendikal ve toplumsal örgüt ve güçlerinin ortak mücadele perspektifine sahip olmak, bu hedefin önündeki tarihsel ve güncel engelleri aşma kararlılığını ve pratik çabasını sergilemektir…

Bunların bugünden yarına gerçekleşmeyeceğini biliyoruz, ama gerçekleşebilmesi için de önemli bir deneyim, birikim, ilkesel ve politik zorunluluklar var.

Güncel mücadeleyi, örneğin iş, konut, sağlık, beslenme gibi güncel sorunlara dönük mücadeleyi devrimci bir programa bağlama görevinin Türkiye'de ve Kürdistan'da somutlanışı farklılıklar gösterir. İkisini birbirine bağlama ve aynı dalgada buluşturma anlayışı da bu farklılıkları görme ve ortak noktalarını doğru formüle etmeye bağlıdır. Metropollerdeki Kürt halkı temel ve güncel istemlerine ilişkin mücadele ederken kendisini Türkiye emekçilerinden tecrit ederse, en azından anlayış düzeyinde Türkiye emekçileriyle ortak mücadelede buluşmayı gözetmezse güncel ve genel mücadelesinde başarılı olması çok güçtür. Örneğin göçertilenlerin konut, iş, beslenme, sağlık gibi sosyal sorunları Türkiye emekçilerinin de sorunudur. Neo-liberal politikaların dayattığı sosyal yıkım, sendikasızlaştırma, işsizlik, sömürü ve yoksullaşma aynı zamanda son göçertilenler de dahil Kürdistan emekçilerinin de sorunudur. Burada ulusal ve sosyal sorunlar ve bunların çözüm programları arasındaki farklılıklar ile kopmaz ortak bağları görmek gerekiyor. Doğru bir formülasyon ve mücadele perspektifi ile güncel ekonomik ve demokratik mücadelelerden başlayarak daha geniş kapsamlı iktidar hedefli mücadele birlikteliklerine ulaşmak mümkündür, gerekli olan da, doğru olan da budur!

Kürdistan kentlerine göçertilen halkımızın sorunlarını yukarda kısaca özetlemeye çalıştık. Bunların çözümü de bir devrim sorunudur. En sıradan reform ve düzeltme hareketi bile devrimci bir perspektife bağlı mücadeleyi zorunlu kılmaktadır. Deneyimler bunu doğrulamaktadır. Eğer halkımızın oylarıyla kazanılan belediyeler, devrimci iktidar anlayışına, meşruiyeti halkımızın oylarında gören bir perspektife sahip olsalardı bu konuda da kimi adımlar atabilirlerdi, belki bu adımları hemen kesintiye uğrardı, ama çözüm perspektifi konusunda halkımıza önemli bir deneyim sunarlardı. Ama onlar geleneksel düzen belediyeciliğini tekrarladılar, onların kirliliklerini yaşadılar, devletle barışık yaşamayı “büyük siyaset” sandılar…

Kürdistan'da özel savaş rejimi devam ediyor, koruculuk, yayla yasağı ve diğer uygulamalarıyla… Bu özel savaş altında yalvarmalarla, af dilenciliğiyle en sıradan sosyal sorunun dahi çözülmeyeceği son İmralı teslimiyeti ve tasfiyeciliği süreciyle fazlasıyla kanıtlanmıştır. Dolayısıyla halkımızı içi boş “barış” hayalleriyle avutmak yerine, devrimci mücadele perspektifiyle donatmak, güncel ekonomik ve sosyal sorunlarının çözümünü bu perspektife bağlamak sonuç alıcı, doğru yoldur!

VI. Sonuç

Bu yazının ortaya koyduğu düşüncelerin, gösterilen kanıtların ve verilerin ortaya çıkardığı temel gerçeklik şudur:

Kürdistan sorunu, bir devrim ve emekçiler sorunudur; ulusal ve toplumsal olarak ezilen, açlık sınırında tutulan, yerinden yurdundan edilen, edilmeye çalışılan yoksul bir halkın devrimci kurtuluş sorunudur!

Emekçiler ve ezilen halkımız sorunlarına sahip çıktığı, çözümü kendi ellerine aldığı zaman, bunun örgütlerini ve politik gücünü geliştirdiği zaman en sıradan güncel sorunlarından en temel sorunlarına kadar sorunlarını çözebilir, çözüm sürecine sokabilir…

Bu noktada ulusal kurtuluş programı ile toplumsal kurtuluş programını bir bütünün birbirini tamamlayan parçaları olarak algıladığı ve uyguladığı zaman başarı yolunda ilerleyebilir…

Ancak bu perspektifle mücadele dostlarıyla buluşabilir, ulusal sınırlarını aşarak büyük, güçlü enternasyonal birliklerin etkili bir üyesi olabilir…

Yine doğru devrimci ulusal ve sosyal kurtuluş programı ve çizgisiyle kendisiyle ortak bir dizi ekonomik ve sosyal sorun yaşayan Türkiye emekçileriyle etkili mücadele ortaklıklarını geliştirebilir, onlardaki ırkçı şoven önyargı ve şartlanmışlıklara ölümcül darbeler vurabilir…

Kürdistan emekçileri bu devrimci çizgisiyle Kürt egemen sınıflarının içi boş “Kürt programlarını” deşifre edebilir, İmralı teslimiyet çizgisini boşa çıkarabilir…

Bütün bunların özü ve özeti şudur:

Devrim ve devrimci çizgi, Kürdistan sorununda herhangi bir çözüm değil, biricik seçenektir!

Tarihsel deneyimlerin ve güncel pratiğin kanıtladığı budur!

Ocak 2006