04 Şubat 2006 Sayı: 2006/04 (04)
  Kızıl Bayrak'tan
   Sınıfsal özüne uygun, devrimci, kitlesel
ve birleşik bir 8 Mart!
  Hamas seçimlerden zaferle çıktı
  Emperyalist-siyonist güçler Filistin halkının iradesini yok saymaya çalışıyor
  Erdoğan Davos’ta ülkeyi pazarladı
“Reform” tasarıları: Sosyal güvenlik değil geleceksizleştirme saldırısı
  Sendikal örgütlenmenin önündeki en büyük engel ihanet çeteleridir
TEKEL işçilerinin yaktığı direniş
ateşini büyütelim!
Tuzla Tersane havzasında iş cinayetleri
durmuyor!
  İş kazası mı, cinayet mi?/Yüksel Akkaya
  Gaziosmanpaşa İşçi Kurultayı gerçekleşti
GOP İşçi Kurultayı yeni bir mücadele çağrısı oldu
12 Şubat’ta Tersane İşçileri Kurultayı’ına!
  Sosyal yıkım saldırısı ve mücadele görevleri (Orta sayfa)
  İzmir Çiğli İşçi Platformu’nun birlik ve
dayanışma etkinliği
  Sermaye temsilcileri emekçilere kefen
biçmek için Davos’ta toplandı
   Latin Amerika’da esen “sol rüzgar” Dünya Sosyal Formu’na da uğradı
  “Uygar dünya”da 12.3 milyon insan köle
  Liseli gençlik yeni bir mücadele dönemine hazırlanıyor!
  Tehcir, göçertme hareketi ve Kürdistan
toplum yapısına etkileri-2
  Direnen AEG işçisi kazanacak!
  Bültenlerden
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Sosyal yıkım saldırısına karşı mücadele görevleri

2005 yılı, sermayenin işçi ve emekçilere dönük saldırılarını sorunsuz denebilecek kolaylıkta hayata geçirmesine sahne olmuştu. Sermaye 2005 yılı içinde hem sosyal güvenlik ve sağlık hakkının gaspına dönük önemli adımlar atmış, hem de belli başlı KİT'leri kapsayan büyük özelleştirme hamlesini esas itibarıyla tamamlamıştı.

Sermaye 2006 yılına da saldırıları yoğunlaştırarak sürdürme kararlılığı ile girdi. İMF ile yapılan son gözden geçirme görüşmelerinde saldırı başlıkları bir kez daha teyit edildi. Mecliste onaylanan 2006 bütçesi ile Aralık ayında belirlenip ilan edilen asgari ücret ise yeni yılda hükümetin uygulayacağı sömürü ve yıkım politikalarının ilk adımları olarak hayata geçirildi.

Şimdi ise sermayenin gündeminde iki önemli konu var. Bunlardan birincisi geçen yıl değişik nedenlerle askıya alınan sosyal hakların gaspıyla ilgili saldırıların hayata geçirilmesi. İkincisi ise başta TEKEL olmak üzere elde kalan KİT'lerin özelleştirme yağmasına açılması.

Sermaye iktidarı TEKEL'e ilişkin niyetini bütün açıklığıyla ortaya koymuş ve bu kurumu tasfiye etmek için ilk adımları atmış durumda. Şu anda, Adana ve Malatya sigara fabrikaları ile birçok ildeki yaprak tütün işletmelerinin kapısına kilit vurulmaya çalışılıyor. Bu başarıldığı takdirde TEKEL'in tümüyle bitirilmesi anlamına gelecek yeni adımlar atılacak.

Sigara ve tütün tekellerinin çıkarları uğruna işsizlik ve sefaletin kucağına itilmek istenen TEKEL işçisi bu bitirme operasyonuna öyle kolayından geçit vermeyeceğini ilan etmiş bulunuyor. Adana ve Malatya fabrikalarında yakılan mücadele ateşi şu an ülkenin değişik yerlerindeki hemen bütün sigara fabrikaları ile diğer bazı işletmelere de yayılma eğiliminde. Geçtiğimiz hafta içerisinde gerçekleştirilen eylemler, TEKEL işçisinin büyük bir mücadele potansiyeli taşıdığını ve saldırının karşısına kararlılıkla dikilmeye hazır olduğunu gösterdi.

Büyük saldırı sosyal güvenlik alanında

Önümüzdeki haftalarda asıl büyük ve kapsamlı saldırı ise sosyal güvenlik alanında yaşanacak. İMF'ye verilen taahhütler gereğince, “Sosyal Güvenlik Reformu” yasa tasarılarının Şubat ayı ortalarına kadar meclisten geçirilmiş olması gerekiyor. Bu saldırı takvimine uyulacağını son olarak Tayyip Erdoğan Davos'ta yaptığı bir açıklamada dile getirmiş bulunuyor. Yani bu kez hükümetin saldırı yasalarını yeniden ertelemesi ya da askıya alması ihtimali oldukça düşük.

Resmi adıyla “Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanun Tasarısı”nın işçi ve emekçilere ne getireceği, nasıl kapsamlı bir yıkıma yol açacağı Kızıl Bayrak sayfalarında döne döne işlendiği için bunları bir kez daha ayrıntılarıyla anlatmaya gerek yok. Fakat gene de tasarının yasalaşmasının doğuracağı sonuçları kısa maddeler şeklinde sıralamanın anlamı vardır. Emek Platformu'nun 18 Ocak tarihli “SSGSS Değerlendirmesi”nden aktarıyoruz.

“Emeklilikle ilgili olarak ;

- Emeklilik yaşı 68'e çıkacaktır.

- Emeklilik için, “çalışarak ölmek” anlamına gelecek, 9 bin işgünü prim ödenmesi zorunluluğu, getirilecektir.

- Esnek çalışanlar, belirli süreli çalışanlar, mevsimlik işlerde çalışanlar, sözleşmeli olarak çalışanlar, çalıştıkları sürece prim ödemelerine karşın emeklilik haklarını elde edemeyeceklerdir.

- Emekli aylıklarının hesaplanma yöntemi değiştirilerek, emekli maaşları, dörtte bir ila üçte bir arasında değişen oranlarda azalacaktır.

- Kamu görevlilerinin prim yükü artırılarak ücretleri düşecektir.

- Emeklilerin ulusal gelir artışından pay almaları önlendiğinden, bugün geçinmeye yetmeyen aylıklar sefalet ücretine dönüşecektir.

- Tüm çalışanlar arasında norm ve standart birliği sağlanması, bir aldatmaca olmayı sürdürecek; başta milletvekilleri olmak üzere ayrıcalıklı kesimlerin korunmasına devam edilecek, Anayasa'nın eşitlik ilkesine aykırı uygulamalar hayata geçirilecektir.

- Kapsam dışında bıraktığı kesimler nedeniyle, sosyal sigortalar toplumun tümü için güvence sağlamayacaktır.”

“Sağlıkla ilgili olarak;

- Sağlık temel hak niteliğinden uzaklaştırılarak, devletçe ödediğimiz vergilerle karşılanan sosyal bir hak olmaktan çıkarılacaktır.

- Aylık geliri, 127 YTL'nin üzerinde olan herkesten, gelirine göre her ay için 64-431 lira arasında değişen miktarlarda sağlık sigortası primi alınacağı gibi, tedavi için başvuranlardan ayrıca kurumca belirlenecek miktarda katkı payı da alınacaktır.

- Genel sağlık sigortası primlerini ödemeyen esnaf ve sanatkarlar ile çiftçiler sağlık hizmetinden yararlanamayacaktır.

- Prim ödeyemeyeceklerin sayısı, işsizler, kayıt dışı ekonominin büyüklüğü ve kayıt dışı istihdamın yaygınlığı nedeniyle herkesi kapsayacak bir genel sağlık sigortası için yeterli kaynak gösterilmemektedir.(...)

- Sağlık hakkı, sadece belirli hizmetlerin karşılanması ile sınırlandırılabilecektir. Tedavi için gerekli olan yöntem ve hizmetlere ulaşmak parası olanların ‘hakkı' olacaktır.

- Sistemin bu şekilde tasarlanması ile özel sağlık sigortalarına yönelme teşvik edilecek, sosyal güvenlik kurumundan kaçış hızlanacaktır. Bu durumda kurum, en düşük ve en sınırlı hizmeti sağlayan yoksulluk yönetimi kurumuna dönüşecektir.

- Öte yandan uzlaşma arayışı devam ederken TBMM'sine sunulan ve Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu Tasarısı ile de mevcut sosyal güvenlik kurumları kaldırılarak, özerk yönetim yapısından yoksun, prim ödeyenleri yönetime katılmaktan tümü ile dışlayan, hiç denenmemiş hantal bir kurum oluşturulmaktadır.”

Görüldüğü gibi, sıralanan maddeler saldırının çapı ve yaşanacak yıkımın büyüklüğü hakkında yeterince açık bir fikir vermektedir. Saldırı püskürtülemediği takdirde bunun işçi ve emekçilere ve gelecek kuşaklara maliyeti çok büyük olacaktır. Zira bugüne kadar kazanılmış en temel sosyal haklar bu yasalarla adeta kökünden tırpanlanmış olacaktır.

Sermayenin dayanakları

Denilebilir ki sermaye bu büyük saldırı planını hayata geçirebilme konusunda, kendi kararlılığından ziyade işçi ve emekçiler cephesindeki tabloya güvenmektedir. Sendikal örgütlenmelerin tepesini tutan ve bugüne kadar birleşik mücadelenin örgütlenmesini sürekli olarak baltalayıp engelleyen ihanet çeteleri, bu alanda sermayenin en büyük güvencelerinden biri durumundadır. Gerek sosyal güvenlik alanındaki saldırının bundan önceki adımlarında, gerekse başta özelleştirmeler olmak üzere diğer saldırılar sırasında sendikal ihanet çeteleri gerçek yüzlerini pek çok kez göstermişlerdir.

Belirtmek gerekir ki, sendikal ihanetin tek marifeti mücadele birikimini çeşitli manevralarla boşa çıkartmak değildir. Döne döne sergilenen ihanet pratiği, işçi ve emekçi yığınlarının örgütlenme ve mücadele eğilimini de tahrip etmekte, bu sayede sermayenin işini ayrıca kolaylaştırmaktadır.

Bununla birlikte sermaye, sınıfı mücadeleden alıkoyma işini tümüyle ihanet çetelerinin sırtına yıkmış da değildir. Aynı zamanda sermayenin yalan makineleri de var güçleriyle çalışmakta ve gündemdeki saldırı yasalarını tüm toplumun yararına bir işmiş gibi göstermek, böylece de işçi ve emekçileri mücadele görevlerinden alıkoymak için büyük bir gayret sarfetmektedir.

Aynı amaçla kullandıkları bir diğer şey ise “şu an çalışanlar yasal değişikliklerden etkilenmeyecek, onların haklarına dokunulmayacak” eksenli büyük rüşvet teklifidir. İşçi ve emekçilerden, bugünkü haklarının korunması (aslında böyle bir şey de yok!) karşılığında gelecek nesillerin haklarının gaspına karşı kayıtsız kalması istenmektedir. Sınıf çıkarlarına dayalı güçlü bir karşı propagandayla boşa çıkartılamadığı için sermayenin bu yalanları işçi ve emekçilerin önemli bir kesimini etkisi altına almakta, onların saldırı politikalarına karşı duyarsızlaşmasını sağlamaktadır.

Bütün bunlara bir de sınıf hareketinin öteden beri yaşadığı örgütlenme ve bilinç planındaki sorunlarını eklediğimizde, sermayenin nereden cesaret aldığı ve bu büyük saldırıya girişirken nelere güvendiği daha rahat anlaşılacaktır.

“Gecenin en karanlık olduğu an, şafağın yaklaştığı zamandır”

Sermayenin yaşama geçirmeye çalıştığı saldırının işçi ve emekçilere yaşatacağı yıkımın kapsamı, ödeteceği bedelin büyüklüğü, dişe diş bir mücadeleyi zorunlu kılmaktadır. Mevcut güçler tablosu gözetildiğinde, sermayenin saldırıları karşısında işimizin hiç de kolay olmadığı ortadadır. Sınıf devrimcilerini, emekten yana güçleri, öncü işçi ve emekçileri büyük ve önemli görevler beklemektedir.

Ancak koşullar ne denli zorlu olursa olsun, karamsarlığa kapılmak için bir neden yoktur. Sınıflar mücadelesine ilişkin pek çok deneyim, görevler gerektiği şekilde yerine getirildiğinde, en zor koşulların ileri çıkmak ve yenilenmek için en uygun koşullara dönüştürülebildiğini göstermiştir. “Gecenin en karanlık olduğu an, şafağın yaklaştığı zamandır” sözüyle anlatılmak istenen de böylesi durumlardır. Dolayısıyla, yapılması gereken, şafağı görmek için geceden işe koyulmaktır. Sınıf ve emekçi hareketinin taşıdığı mücadele potansiyelini sosyal yıkım saldırısına karşı harekete geçirmek için görev ve sorumluluklara dört elle sarılmaktır.

Eylem süreci sendikal ihanetin zemini olmaktan çıkartılmalıdır

Tüm olumsuz tabloya rağmen bugün saldırıya karşı belli bir mücadele eğiliminin geliştiğini söylemek mümkündür. Sınıfın ve emekçilerin bilinçli kesimleri, sermayenin saldırılarının ne anlama geldiğini iyi-kötü görmekte ve karşı koyuşun örgütlenmesi için bir basınç oluşturmaya çalışmaktadır. Platformlar kurulmakta, mücadeleden yana işçi ve emekçilerin, sendikacıların katıldığı toplantılar düzenlenmektedir. Buralarda sınıfın ve emekçilerin daha geniş kesimlerini saldırılar konusunda bilinçlendirmeye dönük çalışmalar planlanmakta, yer yer eylem kararları alınmaktadır. TTB'ye bağlı tabip odaları ise Sağlıkta Dönüşüm Yasası'nın sağlıkta çöküş programı haline geldiğini açıklayarak duruma el koyacaklarını ilan etmişlerdir. Doğrudan doğruya meselenin içinde olan hekimlerin dayatılmak istenen sağlıkta yıkım politikalarına açıktan ve cepheden tutum almaları sanıldığından da önemlidir. TEKEL işçilerinin Adana ve Malatya'dan başlayıp ülke genelindeki bir dizi fabrikaya yayılma eğilimi gösteren direnme hazırlıklarını ve bunlar etrafında yerellerdeki ilerici, devrimci güçlerce örülen dayanışma çabalarını da hesaba kattığımızda saldırılara karşı önemsenmesi gereken bir duyarlılık oluştuğunu söylemek mümkündür.

Kasım ayından bu yana EP ile hükümet arasında yürütülen görüşmelere rağmen sermayenin saldırı politikalarında herhangi bir esnemeye yanaşmaması ve tabanda oluşmaya başlayan duyarlılık, sendikal ihanet çetelerini de harekete geçmeye zorlamıştır. Bir dizi toplantıdan sonra Emek Platformu istemeyerek de olsa eylemlere başlama kararı almıştır.

“Eylemlere başlama kararı” sözü yanıltıcı olmamalıdır. Emek Platformu'nun açıkladığı iki aşamalı takvimde saldırının büyüklüğüyle orantılı ciddiye alınabilir tek bir eylem bile yoktur. Planın ilk aşamasında eğitici broşürlerle, bildirilerle tabanın bilgilendirileceği, ikinci aşamada ise öncelikle meclisteki partilerin ziyaret edileceği söylenmektedir. Dönem sözcüsü ve Hak-İş Genel Başkanı Salim Uslu öncelikle partilerin ziyaret edilmesinin gerekçesini “Başbakan'ın bazı konularda yanlış bilgilendirildiği” sözleriyle açıklamaktadır. Sadece bu sözler bile EP'in mücadele konusundaki ciddiyetsizliğini, tek dertlerinin eylem ve mücadele beklentisi içinde olan işçi ve emekçileri oyalayıp sermayeye zaman kazandırmak olduğunu göstermeye yeterlidir.

Diyelim ki EP yönetiminin gidip doğruları söylemesine rağmen başbakan bunu anlamadı ve hükümet saldırı politikalarını aynı kararlılıkla uygulamaya devam etti. EP o zaman ne yapacaktır? Tüm illerde ortak basın açıklamaları, bir saatlik iş yavaşlatma eylemleri, viziteye çıkma ve iş bırakma eylemleri. Eylem programında yazanlar bunlardır. Salim Uslu, tüm bunlardan da sonuç alınamadığı takdirde “daha etkin eylemleri” hayata geçirmekte tereddüt etmeyeceklerini de ekliyor. Düşününüz ki, hükümet saldırı yasalarını Şubat ayı ortalarında meclisten geçirmeyi planlıyor. Dolayısıyla önümüzde 15-20 gün gibi bir zaman bulunuyor. Bu kadar kısa bir zaman dilimi içerisinde bu eylemler nasıl hayata geçirilecektir, nasıl örgütlenecektir sorularının hiçbir yanıtı bulunmuyor. Gene başa dönmüş oluyoruz; Emek Platformu eyleme değil ihanete hazırlanıyor.

Emek Platformu ihanete uzanan yolda bir basamak olarak kullanacak diye kararlaştırılan eylemlerden geri durulması sözkonusu olamaz kuşkusuz. Mücadeleden yana güçlerin görevi bu eylemlerin en kitlesel, en militan şekilde hayata geçirilmesi için çaba harcamak, bu eylemleri hem sermayeye hem de sendikal ihanete karşı bir silaha çevirmektir. Mücadeleden yana güçlerin eylem sürecine dönük hazırlıkları bu temelde olmalıdır.

Söz hakkının kazanılması öncü çıkışların yaratılmasına bağlı

Her vesileyle sınıfın ve emekçilerin önemli bir bölümünün sermayenin yalan kampanyalarından etkilendiğini söylüyoruz. Bu doğrudur ve asıl nedeni de ortada sermayeden başka konuşan hiç kimsenin olmamasıdır. Sermaye dışında sadece sendikal ihanet çetelerinin sesi duyulmakta, fakat onlara da kimse inanmamaktadır. Üstelik onların üç lafından ikisi de sermayenin söyledikleriyle uyum içerisindedir.

Mücadeleden yana güçler olarak geniş işçi ve emekçi yığınlarını bilinçlendirmekten, daha doğrusu bu konuda doğru bilgilerle aydınlatmaktan söz ediyorsak, söz hakkı kazanmak zorundayız. Söz hakkı kazanmalıyız ki, bilgilendirmek istediğimiz işçi ve emekçiler durup bizi dinlemeli, ne söylediğimize kulak vermeli.

Söz hakkı kazanmanın yolu ise mücadele kararlılığının ürünü öncü çıkışlar yaratmaktan geçmektedir. Bundan bir yıl önce, ülkedeki bütün işçi ve emekçilerin gözünün kulağının nasıl da SEKA işçilerine çevrildiğini bir hatırlayalım. Bunu sağlayan direnişin gücü ve kararlılığıydı. Daha henüz yolun başında olmasına rağmen Adana Tekel Sigara Fabrikası'ndaki direnişin de bölgede bir kıpırdanmaya yol açtığını görmemek mümkün mü?

Bugün mücadeleyi genelleştirmenin, birleşik ve militan bir karakter kazandırmanın önemli araçlarından birisi, sermayeye ve sendikal ihanete karşı daha ilerden tutum alabilen direniş odaklarını yaratmaktan, bunların sayısını arttırmaktan geçmektedir. Durum ve ihtiyaç bu ise, mücadeleci güçler de dikkat ve enerjilerinin önemli bir bölümünü öncü çıkış potansiyeli taşıyan sektör veya işletmeler üzerinde yoğunlaştırmalı, buralara dönük müdahale ve dayanışma çabalarına daha özel bir ağırlık vermelidirler.

Mücadeleyi geniş bir tabana oturtma ihtiyacı

Genel algılamanın tersine sermayenin saldırılarının muhatabı sendikalı olan işçilerle sınırlı değildir. Sendikalı olmayıp da sigortalı çalışanlardan sigortasız çalışanlara ve nihayet iş bulamadığı için çalışamayanlara kadar işçi ve emekçilerin tamamı bu saldırının hedefi durumundadır. Yeni düzenlemeler hepsi için önemli hak kayıpları anlamına gelmektedir.

Bugün saldırıya karşı hareketlenen kesimler esas olarak sendikalarda örgütlü işçi ve emekçilerdir. Daha doğrusu bu kesimler içerisinden çıkmaktadır. Bunun anlaşılır nedenleri de vardır. Fakat bu olgu mücadele güçlerinin sendikalı işçi ve emekçilerden ibaretmiş gibi görülmesi gibi bir yanılgıya yol açmamalıdır. Halihazırda her türlü haktan yoksun, sendikasız ve sigortasız çalışan yığınlar önemli bir mücadele potansiyeline sahiptir. Gerekli örgütsel araçlara sahip olduklarında, diğer mücadele güçleriyle biraraya gelebilecekleri zeminler yaratıldığında bu potansiyeli mücadele kanallarına akıtmak olanaklıdır. Mücadeleyi örgütlemeye çalışan güçlerin üzerinde önemli durmaları gereken bir konu da budur. Bu alanda ilk elden yapılabilecek şey, kurulan ya da kurulacak olan yerel platformların, mücadele ve eylem birliklerinin meselenin bu boyutunu da dikkate almasını sağlamaktır. Kurulan platform ya da diğer birliktelikler, havzalarda örnekleri görülen yerel işçi derneklerinin, mücadeleden yana tutum alan ilerici ve devrimci kurumların, sendikasız fabrikalardan gelen işçi temsilcilerinin vb. katılımına açık olmalıdır. Bu tür dernek ya da kurumlar ise platform ya da benzeri yapıları sendikaların işi olarak görmemeli, kendini ifade etmek ve birleştirmek amacıyla için doğrudan doğruya içinde yer almak için çaba göstermelidir.

Fakat gene de sigortasız ve sendikasız kesimleri sosyal hakların gaspı eksenli bir mücadeleye çekmek için bu tür adımların etkileri sınırlı olacaktır. Sigortalı olmayan bir işçi için emeklilik gün sayısının artması ya da SSK'nın özelleştirilmesi fazla bir anlam ifade etmeyecektir. Sigortasız ve sendikasız olarak her türlü haktan mahrum bir şekilde çalışan işçi yığınlarını bu mücadeleye ortak edebilmenin yolu, onların özlem ve taleplerinin de mücadele bayrağı üzerine yazılmasıdır. Bu da bizi sosyal yıkım saldırısına karşı mücadelenin talepleri neler olmalıdır sorusuna yanıt aramaya götürmektedir.

Sosyal haklar için mücadelenin kapsamı

Sermaye bir sosyal yıkım saldırısı yürütüyor. İşçi ve emekçilerin kazanılmış pek çok hakkını bu sayede ortadan kaldırıyor. Peki bu saldırıya karşı işçi ve emekçiler ne için mücadele etmeli? Gündemdeki saldırı yasalarının geri çekilmesi, eski sistemin mevcut haliyle devam etmesi işçi ve emekçilerin talepleri olabilir mi? İlk anda akla uygun görünse bile işçi ve emekçilerin yıkım saldırısına karşı çıkmak adına eski sistemi savunması, onun aynen devam etmesini istemesi söz konusu olamaz.

Çünkü mevcut sistem, sermayenin oluşturmak istediği yeni sisteme göre daha tercih edilebilir olsa bile, işçi ve emekçilerin sosyal güvenlikle ihtiyaçlarını tatmin edici ölçüde yerine getirmekten uzaktır. Dolayısıyla emeklilerin maaş, hastaların ilaç kuyruklarında süründüğü, doğru düzgün bir sağlık hizmeti almanın mümkün olmadığı, riskler karşısında emekçilere gerçek anlamda hiçbir koruma sağlamayan bir sistemin savunulması söz konusu olamaz. Mevcut hakların savunulması ile mevcut sistemin savunulması birbirinden çok farklı şeylerdir.

Üstelik bugün “sosyal haklar” denildiğinde işçi ve emekçilerin büyük bölümünün aklına sadece sigortalı olmak gelmektedir. Oysa ki sosyal hakların kapsamı hayli geniştir. Emekçilerin sağlık ve eğitim ihtiyaçlarının karşılanması; iş ve gelir güvencesine kavuşturulması; her türlü ayrımcılığa karşı korunması; hastalık, sakatlık, yaşlılık, analık ve işsizlik gibi riskler karşısında güvence altına alınması, sosyal güvenliğin birer parçası durumundadır. Mevcut sistem bunların pek çoğunu karşılamaktan uzaktır. Ve yukarda da belirttiğimiz gibi, çalışanların büyük bölümü sigorta hakkından, hemen tamamı iş güvencesinden ve diğer haklardan mahrum durumdadır. O halde işçi ve emekçilerin yapması gereken, mücadele programına yazması gereken şey, “saldırı yasaları geri çekilsin!” cümlesinden ibaret değildir.

Sosyal yıkım saldırısına karşı mücadelenin en temel ve vazgeçilmez talepleri şunlar olmalıdır.

Herkese iş, tüm çalışanlara iş güvencesi!

Her düzeyde parasız eğitim!

Herkese parasız sağlık hizmeti!

Tüm çalışanlar için genel sigorta!

İhtiyacı olanlara (yaşlılara, kimsesizlere vb.) gerekli bakım ve yardımın sağlanması!

Sosyal harcamalar işverenler ve devlet tarafından karşılansın!

Bu talepler sendikalı ve sigortalı bir işçinin ya da emekçinin sahip çıkacağı taleplerdir. Aynı zamanda bu talepler, her türlü haktan mahrum bir şekilde çalışan sendikasız, sigortasız bir işçinin hatta işsizin de istemleridir. Mücadeleyi birleştirmenin, tabanını genişletmenin, birleşik ve militan bir hatta oturtmanın en önemli koşullarından biri bu taleplerin yeraldığı bir mücadele programının yükseltilmesinden geçmektedir.

Kalıcı kazanımlar için devrimci bir sınıf hareketi

Sermayenin saldırıları kritik bir aşamaya gelip dayanmıştır. Sermaye işçi ve emekçilerden gelecek nesillerin sosyal yıkımına onay vermelerini istemekte, bunun için rüşvet teklif etmektedir. İşçi ve emekçiler hem kendi haklarına sahip çıkmak ve onları daha da geliştirmek için, hem de gelecek kuşakların yani çocuklarının yüzüne bakabilmek için, onlara onurlu bir gelecek bırakabilmek için sermayenin rüşvet teklifini reddetmeli, bunu da mücadeleyi yükselterek göstermelidir.

Sermayeye karşı birleşik, militan mücadelenin yükseltilmesi konusunda anlamlı bir mesafe alınması sınıf hareketinin bulunduğu durumdan çıkmasının da yolunu düzleyecek, devrimci bir sınıf hareketinin inşa edilmesinin zeminini oluşturacaktır.

Başta sınıf devrimcileri olmak üzere mücadeleden yana tüm güçler, tüm öncü işçi ve emekçiler büyük bir sınavdan geçmek üzeredir. Bu sınavdan başarıyla geçmek ise mücadele görevlerinin hakkıyla yerine getirilmesine bağlıdır.