04 Şubat 2006 Sayı: 2006/04 (04)
  Kızıl Bayrak'tan
   Sınıfsal özüne uygun, devrimci, kitlesel
ve birleşik bir 8 Mart!
  Hamas seçimlerden zaferle çıktı
  Emperyalist-siyonist güçler Filistin halkının iradesini yok saymaya çalışıyor
  Erdoğan Davos’ta ülkeyi pazarladı
“Reform” tasarıları: Sosyal güvenlik değil geleceksizleştirme saldırısı
  Sendikal örgütlenmenin önündeki en büyük engel ihanet çeteleridir
TEKEL işçilerinin yaktığı direniş
ateşini büyütelim!
Tuzla Tersane havzasında iş cinayetleri
durmuyor!
  İş kazası mı, cinayet mi?/Yüksel Akkaya
  Gaziosmanpaşa İşçi Kurultayı gerçekleşti
GOP İşçi Kurultayı yeni bir mücadele çağrısı oldu
12 Şubat’ta Tersane İşçileri Kurultayı’ına!
  Sosyal yıkım saldırısı ve mücadele görevleri (Orta sayfa)
  İzmir Çiğli İşçi Platformu’nun birlik ve
dayanışma etkinliği
  Sermaye temsilcileri emekçilere kefen
biçmek için Davos’ta toplandı
   Latin Amerika’da esen “sol rüzgar” Dünya Sosyal Formu’na da uğradı
  “Uygar dünya”da 12.3 milyon insan köle
  Liseli gençlik yeni bir mücadele dönemine hazırlanıyor!
  Tehcir, göçertme hareketi ve Kürdistan
toplum yapısına etkileri-2
  Direnen AEG işçisi kazanacak!
  Bültenlerden
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Liseli gençlik yeni bir mücadele dönemine hazırlanıyor!

Müşteri değil öğrenciyiz! Paralı eğitime karşı mücadeleye!

Eğitim sistemi bir bütün olarak çürümekte ve kokuşmaktadır. Sermaye devleti bu çürümeyi derinleştirme dışında bir seçim şansına sahip değildir. Her yıl binlerce öğrencinin sıfır aldığı ÖSS sonuçları, iller ve bölgeler düzeyinde her geçen gün biraz daha artan eşitsizlikler ve bunların sonuçları, tüm bu sorunlara karşın eğitime ayrılan payın her geçen gün düşmesi, katkı payı adı altında velilerin soyulması ve eğitimin özelleştirilmesinin ön adımlarının atılması... Tüm bunlar kapitalist eğitim sisteminin yaşadığı sorunlara birkaç gösterge sadece. Bu tabloya gerici ve anti bilimsel eğitim sistemini ve müfredatını eklediğimiz zaman, karşımıza tutacak hiçbir yanı kalmayan bir eğitim sistemi çıkmaktadır.

Bu tablonun arkasında sermayenin ihtiyaç duyduğu dönüşümler bulunmaktadır. Ve eğitimin yaşadığı çürüme, sistemin yaşadığı çürümeden bağımsız düşünülemez. Tam da bu nedenle sermaye eğitim sistemine dönük ihtiyaç duyduğu dönüşümleri adım adım hayata geçirirken liseli gençlik de buna karşı mücadeledeki yerini almak zorundadır. Yeni eğitim döneminde liseli genç komünistler liseli gençliğin sesi ve mücadele soluğu olarak bir kampanya başlatmış bulunmaktadır. Bu kampanya süresince “Müşteri değil öğrenciyiz!” şiarını haykıracak, liseli gençliğin sorunlarına sahip çıkmasını sağlamaya çalışacaklardır.

Liseli gençlik müşteri olmayı reddetmelidir!

Bugün liselerde yaşanan tüm sorunların düğüm noktasını ticarileşen eğitim süreci oluşturmaktadır. Binlerce eğitim emekçisi, yüzbinlerce öğrenci ve binlerce eğitim kurumu ile orta öğretim burjuvazi için iştah kabartıcı bir kâr alanı durumundadır. Burjuvazinin değişen ihtiyaçlarının bir sonucu olarak bu alan “kamu yararı için hizmet üreten” bir alan olmaktan çıkarılarak, özel girişimin temel rol oynayacağı bir alan haline getirilmektedir. Bunun doğrudan sonuçları ise; devletin eğitim harcamalarından elini çekmesi, okulların ticari bir yapıya kavuşturulması ve sayıları mantar gibi artan özel okulların kurulması olmaktadır. Katkı payı, karne, yakacak, fotokopi vb. paraları, eğitim sisteminde yaşanan bu dönüşümün sonuçlarıdır.

Sermaye, eğitime dönük harcamalardan elini çekmekte, eğitime ayrılan pay sürekli azalmaktadır. Geçtiğimiz yıl eğitime bütçeden ayrılan payın silahlanmaya ayrılan payın yaklaşık 1/10'i kadar olması bu gerçeği açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Ancak eğitime ayrılan paya ilişkin istatistikler tek başına yeterli değildir. Zira eğitime ayrılan bütçenin aslan payını özel okullar almaktadır. Özel okulları destekleyen projelere her yıl yenileri eklenmektedir. Sıfır vergi, arazi tahsisi gibi destekleri yeterli görmeyen devlet başarılı öğrencilerin özel okullarda okutulması için eğitime ayrılan bütçenin önemli bir kısmını ayırmayı düşünmektedir. Binlerce okulda öğrenciler yüzlerce kişilik soğuk sınıflarda, çoğu zaman öğretmenle bile karşılaşma şansı bulamadan “ders” görüyorken, özel okullara dönük bu destek, eğitimi elit bir azınlığın ayrıcalığı haline getirmek dışında bir anlama gelmemektedir. Öte yandan ise özel okulların yaşadığı öğrenci sıkıntısı devletin doğrudan desteği ile çözülmüş olacaktır.

Devletin eğitim sisteminin finansman sorunundan elini çekmesi sonucunda ise bir taraftan yakacak parası dahi olmayan okullar ortaya çıkmakta, öte yandan katkı payı adı altında veliler soyulmaktadır. Geçtiğimiz yıl yasal bir prosedüre dahi ihtiyaç duyulmadan yüzlerce trilyon katkı payı toplanmıştır. Bu bile anayasadaki “eğitim parasızdır” sözünün koca bir yalan olduğunu gözler önüne sermektedir.

Eğitimin paralı hale getirilmesi liseli gençlik içerisinde sınıfsal ayrışmayı derinleştirmektedir. Bugün meslek liseleri ve emekçi semtlerindeki liseler işçi ve emekçi çocuklarının, Anadolu ve Fen Liseleri ile özel liseler ise burjuva ve küçük-burjuva ailelerin çocuklarının okuduğu okullardır. Bu ayrışmanın ilk sonucu, emekçi çocuklarının eğitim sürecinin dışına düşmesi olmaktadır. Meslek lisesi öğrencileri kalifiye işgücü olarak küçük sanayi sitelerini doldururken, emekçi semtlerindeki liseliler ise genç neferler olarak geniş işsizler ordusunun saflarına katılmaktadır. Bu geniş kitle içerisindeki küçük bir azınlık taşra üniversiteleri ve meslek yüksek okullarına gidebilmektedir. Kısacası, işçi-emekçi çocuklarını bekleyen, yoğun bir emek sömürüsü, potansiyel işsizlik ve geleceksizliktir.

Ticari eğitim saldırısı ve onun somut görünümlerinin oluşturduğu tabloya kısaca göz atmak, bugün liseli gençliğin ticarileşen eğitim karşısında mücadele etmesi ihtiyacının yakıcılığını anlamaya yetecektir. Çünkü bu saldırı işçi ve emekçi çocuklarının geleceğini doğrudan belirlemekte, onlara sermayenin ihtiyaçlarına uygun bir gelecek hazırlamaktadır.

Yürüteceğimiz lise kampanyası, ticarileşen eğitimin liselerde oluşturduğu sonuçları etkin bir çalışmaya konu edecektir. Kampanya kapsamında bir yandan ticari eğitimin somut görünümleri ve uygulamaları üzerinden liseli gençliği hedef alan saldırının kapsamı işlenirken, diğer yandan liseli gençlik bu saldırılara karşı mücadeleye çağrılacaktır. Kampanya çalışması ile başarılması gerekenlerden biri açık ki sermaye güçlerinin “paran kadar oku” dayatmalarının karşısında “Parasız eğitim haktır!” şiarını güçlü bir biçimde yükseltebilmektir.

Liseli gençlik gerici eğitime karşı mücadele etmelidir!

12 Eylül'den bu yana gençlik sorununu çözmeye çalışan sermaye iktidarı, kısa vadede bu “baş ağrısı”na geçici çözümler bulabilse de (apolitikleştirerek, baskı ve terör aygıtlarıyla sindirerek vb.), uzun vadede çözüm üretme imkanına sahip değildir. Bu ise onun daha da gericileşmesini koşullamaktadır.

Bugün liselerde söz konusu olan; ezbere dayalı, düşünmeyi sınırlayan ve duyarsız, tepkisiz, kişiliksiz bireyler yetiştirmeye programlı bir eğitim sistemidir. Bunu eğitim müfredatının bütününde görebilmek mümkündür. Felsefe dersi içi boşaltılarak bir ezber dersi haline getirilmiştir. Faşist-kafatasçı (bunu “Milli tarih” ismi tüm açıklığı ile ortaya koymaktadır) bir tarih bilinci kazınmaktadır genç insanların beyinlerine. Biyolojide evrim teorisinin üzerinden atlanıp, yaradılış inancı uzun uzun anlatılmaktadır. Din derslerinde kader inancı işlenmektedir, vb...

Milli Eğitim Bakanlığı, eğitim alanındaki sorunları çözmek, “ezberci eğitime son vermek” safsatasıyla eğitim müfredatında çeşitli “değişiklikler”e gitti. 2005-2006 öğretim yılında uygulanmaya başlanan yeni eğitim müfredatı; Türkiye Cumhuriyeti kuruluş ilkeleri, anayasal çerçeve, Milli Eğitim Temel Kanunu, bilimsel yenilikler ve uluslararası değişkenlere dayanacak. Bunların göz boyamaya yönelik olduğunu belirtmek bile gerekmiyor. Geçtiğimiz yıllarda yayınlanan bir faşist genelge ise nasıl bir öğrenci profiline ihtiyaç duyulduğunu gözler önüne seriyor: “Eğitim kurumlarımızda, bugüne kadar olduğu gibi siyasi nitelik taşıyan rozet, amblem, yazı, resim ve benzeri simgeler bulundurulmayacak, öğrenci, öğretmen ve diğer personelin kullanmasına asla müsaade edilmeyecek, her türlü bölücü, yıkıcı ve irticai faaliyetleri önleyici önlemler alınacaktır. Belirtilen esaslar doğrultusunda öğrencilerin huzur ve güven içinde eğitim-öğretimlerini başarılı bir şekilde sürdürmeleri yönünde her türlü önlemler alınacak, bu uygulamalardan tüm eğitim süresince birinci derecede okul müdürleri ile ilçe ve il milli eğitim müdürleri sorumlu tutulacaktır.”

Bu gerici eğitim sadece müfredatta karşımıza çıkmamaktadır. Eğitim alanının bütününde müfredata yansıyan bu bakış kendini açık bir biçimde göstermektedir. Liseliler en temel demokratik haklarından yoksun bulunmaktadırlar. Bugün hala hakaret ve dayak gerici eğitim sisteminin liseli gençliğe dönük temel eğitim yöntemi durmundadır. Liselerde herhangi bir sorun üzerinden oluşturulan birliktelikler bile idarenin baskıcı tutumu ile karşılaşmakta, liseli gençlik derin bir suskunluğa hapsedilmeye çalışılmaktadır.

Gerici eğitim sistemine karşı bilimsel ve demokratik bir eğitim için alanlara çıkmak ve mücadele etmek dışında liseli gençliğin bir tercih şansı bulunmamaktadır. Sermaye düzeninin kendi geleceğini güvence altına alabilmek için her geçen gün derinleştirdiği bu sistemli saldırıya karşı mücadele etmek liseli gençlik açısından elzemdir. Liseli gençliğe yöneltilen bu saldırılarla her dönem düşünmeyen, sorgulamayan kuşaklar yetiştirmenin derdindeler. İşte biz kampanya çalışmamızla sermaye iktidarının bu “düzene uygun kafalar” yetiştirme programını hedefleyeceğiz. Liseli gençliği demokratik ve bilimsel eğitim için mücadeleye çağıracağız.

Liseli gençlik ÖSS ve AOBP'ye karşı mücadele etmelidir!

ÖSS sistemi, eğitim sisteminin bütününde yaşanan çürümenin özü ve özetidir. Bu yılın başında ÖSS sisteminde yapılan değişiklikler ise biçimsel birtakım önlemler oluşturmanın ötesine geçmemektedir. Sorunun özü en az eğitim sisteminin kendisi kadar mantıksızdır. Yüzbinlerce öğrenci ortaöğretim süreci boyunca bir yarış atı haline getirilmekte ve bir kısım şanslı kesim ise her yıl tekrarlanan bu yarışı başarı ile tamamlamaktadır. ÖSS sistemine karşı çıkmak geleceğimizi 3 saatte sınırlayan mantıksız eğitim sistemine karşı çıkmakla aynı anlama gelmektedir.

ÖSS sonuçlarına göre; Anadolu Liseleri, Fen Liseleri ve özel liseler en başarılı liseler konumunda. Bunda şaşılacak hiçbir yan bulunmamaktadır. Bu okullarda okuyan öğrencilerin neredeyse tümü özel öğretmenlerden ders alan ve ücretleri milyarlarca lirayı bulan dershanelere giden öğrenciler. Her türlü imkana sahip, ders çalışmak dışında hiçbir sorumluluğu olmayan, tabiri yerindeyse “tuzu kuru” çocuklar. Düz lise ve meslek lisesi öğrencileri derslerine girecek öğretmen dahi bulamazken, mevcudu yüzlere yaklaşan sınıflarda büyük çoğunluğu stajyer öğretmenlerle görülen “dersler” orta yerde duruyorken, gönül rahatlığı ile “en başarılı liseler” sıralaması yapmak tam bir ikiyüzlülüktür.

ÖSS ile karşımıza çıkan diğer bir sonuç ise, bölgeler ve iller arasında yaşanan eşitsizliklerdir. Sınav sonuçlarına göre en başarılı iller her yıl Antalya, İzmir, Ankara vb. Son sıradakiler ise her zamanki gibi Hakkari ve Ardahan. Kürt illerinde yaşanan başarısızlık, neredeyse “Kürt gençlerinin kavrayışından kaynaklanmaktadır” dercesine derin bir suskunlukla karşılanmaktadır.

Son yıllarda özellikle tartışılan bir diğer konu ise binlerce öğrencinin ÖSS sonucunda sıfır almış olmasıdır. Bu öğrenciler arasında lise birincileri bile bulunmaktadır. Bu sonucun da sorumluluğu öğrencilere yıkılarak, sıfırlar “güllerle bezeli eğitim sisteminin dikenleri” olarak meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Milli Eğitim Bakanı Çelik alınan sıfırlar sonrasında tüm arsızlığı ile şunları söyleyebilmektedir: “Düşük başarıya sahip olan öğrenciler, sadece bizim ülkemizde mevcut değildir. Bu sınav sistemini, gerek ÖSS'yi, gerek LGS'yi dünyanın hangi ülkesinde uygularsanız, buna ABD ve Batı ülkeleri de dahildir, benzer sonuçlar almanız mümkündür. Buralarda liseyi bitirme düzeyine gelmiş ama henüz okuma yazmayı sökememiş insanların varlığı da bir gerçek. Ancak tamamen bardağın boş tarafını görerek, kendi kendisi adeta küçük görmeye ve felaket tellallığı yapmaya, moral bozmaya kesinlikle gerek yoktur.” Bardağın dolu tarafının sahibinin burjuva çocukları olduğu gerçeği ortadadır. Eğitim sistemi, ÖSS sonuçları üzerinden rahatlıkla görülebileceği gibi, emekçi çocukları için hiçbir şey vaadetmemektedir.

Sorunun bir diğer yönü ise, ÖSS'nin bu eşitlikleri derinleştiren sorunlarının yanında meslek liselerini yükseköğretimin tümüyle dışına iten AOBP eşitsizliğidir. Meslek liseleri yüksek öğretim sürecinin dışında ucuz ve kalifiye işgücü olarak düşünülmekte, bu çerçevede yükseköğretim şansları daha baştan ellerinden alınmaktadır. AOBP ise ticarileşen eğitim sisteminin bu ihtiyacını karşılamaya dönük biçimsel bir uygulamayı ifade etmektedir. Sermaye için asıl sorun ucuz ve kalifiye işgücü ihtiyacını en kısa yoldan karşılamaktadır.

Yeni dönemin başında ve kampanyamız vesilesiyle liseli gençliği ÖSS ve AOBP eşitsizliğine karşı mücadeleye çağırıyoruz. Kampanya çalışması boyunca liseli gençliği sınav sisteminin yarattığı çözümsüzlüğe mahkum olmadığını anlatacağız. ÖSS bir bütün olarak kaldırılmalı ve üniversite eğitimi elit bir sınıfın ayrıcalığı olmaktan çıkarılmalıdır. AOBP adaletsizliğine son verilmeli ve meslek liselerinde okuyan gençlerin ticarileşen eğitim süreci içerisinde ucuz bir işgücü olarak tanımlanmasına izin verilmemelidir.

Kampanya süreci boyunca, ÖSS sorununu ve bu sorunun eğitimde fırsat eşitsizliğinin nasıl dolaysız bir ürünü olduğunu vurgulayacağız. ÖSS, meslek liselerindeki katsayı sorunu, özel eğitim kurumları, dershaneler gibi eğitim alanına damgasını vuran bu eşitsizliklere karşı mücadeleyi yükselteceğiz.

Liseli gençlik geleceksizliğe, işsizliğe ve yozlaşmaya karşı mücadele etmelidir!

Bugün liseli gençliğin dar bir elit kesimi dışında kalan kısmı geleceksizlik, işsizlik sorunu ile karşı karşıyadır. Emekçi semtlerindeki düz liseler ise, emekçi çocuklarının göstermelik bir lise eğitimine tabi tutulmalarından öte bir anlam taşımamaktadır. 80 kişilik sınıflarda, çoğu zaman öğretmeni dahi bulunmayan bir “eğitim” beklemektedir işçi-emekçi çocuklarını. İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü'nün internet sitesinde yayınlanan resmi istatistiklere göre, emekçilerin ağırlıklı olarak oturduğu Esenler'deki okullarda her sınıfta ortalama 93, Bağcılar'da 88, Sultanbeyli ve Güngören'de 85 öğrenci bulunmaktadır. Sadece bu veri bile emekçi semtlerindeki okulların tablosu hakkında bir fikir vermektedir. Açıktır ki bu liselerden mezun olanlar işsizliğin batağına saplanmak dışında bir tercihe sahip değildirler. Özellikle düz liselerden mezun olan öğrencileri bu sorun daha yakıcı bir biçimde kesmektedir. Her yıl liseyi bitiren milyonlarca genç ya ucuz işgücü olarak küçük atölyelerde dizginsiz bir sömürüyle karşı karşıya kalmakta, ya da işsizler ordusunun genç neferleri olarak sistemdeki yerlerini almaktadırlar. Ortaya çıkan tablo eğitimin ticari bir faaliyet haline getirilmesinin dolaysız sonucudur, ticari eğitim ise sermayenin çok yönlü ihtiyaçlarının bir ürünü olarak ortaya çıkmaktadır.

Meslek lisesi öğrencileri için ise durum çok daha karmaşıktır. Lise dönemine adım atar atmaz başlayan yoğun ve dizginsiz sömürü koşulları bu liselerdeki gençliğin yaşamını henüz ilk adımda tanımlamaktadır. Meslek lisesi öğrencileri açısından eğitim süreci ucuz emek sömürüsü anlamına gelmektedir. Bu kimi zaman ücretli bile olmayan bir emek sömürüsüdür. Staj adı altında gerçekleştirilen bu sömürü, mesleki bir teknik eğitim imkanı sağlamaktan çok, işletmelerin ihtiyaçlarını karşılamaya dönüktür. Örneğin makine bölümü öğrencisi, stajyer olarak aylarca bir petro-kimya fabrikasında temizlikçi olarak çalışabilmektedir. Bu yoğun staj sömürüsü aslında meslek lisesi eğitiminin bir eğitim olmadığını açık bir biçimde göstermektedir. Meslek liseleri eğitim veren kurumlardan çok çırak yetiştiren atölyeleri andırmaktadır. Meslek liselerindeki edebiyat, sosyoloji, mantık, felsefe gibi dersleri görmeden sona eren bu eğitim dönemi, geleceğin işçilerinin fabrikalardaki ağır sömürü ve baskı koşullarına hazırlandıkları bir zaman dilimidir. Küçük bir kesim ise Meslek Yüksek Okullarına (MYO) girerek bu süreci sadece iki yıllığına geciktirmektedir. Yüksek öğrenime sınavsız geçişin sağlanmasından sonra MYO'ların tablosuna baktığımızda, buraların meslek lisesi öğrencileri tarafından ilgi gördüğü söylenemez. MYO'ların doluluk oranı %25'in üzerine çıkamamaktadır.

İşçi ve emekçi çocuklarının karşılaştığı bir diğer sorun ise kültürel yozlaşma ve dejenerasyondur. Bu sorun aslında liseleri aşmakta ve bir bütün olarak emekçi semtlerini kesmektedir. Liselerde ortaya çıkan sonuçlar ise semtlerden yansıyan bu çürümenin bir izdüşümüdür sadece. Uyuşturucu, alkol ve fuhuş batağında liseli gençlik uyuşturulmaya çalışılmaktadır. Bu sermaye açısından bilinçli bir tercihin ürünüdür. Zira uyuşmuş bir gençlik sermayenin ihtiyaç duyduğu gençliktir. Yaşanan sorunlar karşısında bir çözüm oluşturma şansı bulunmayan, geleceği olmadığı için gençliği kazanmaya çalışmayan bir sistem için bu sonuç açık ki sevindirici olmalıdır. Bugün liselerde çeteler kol gezmekte, bunlar devletin kolluk güçleri tarafından bilinçli bir biçimde desteklenmektedirler.

Liseli gençlik kendi geleceğini eline almalıdır. Liseli gençliğin geleceği çürüme ve yok oluşta değil mücadelededir. Bugün bu sistemin yarattığı işsizliğe ve geleceksizliğe karşı alternatifsiz değiliz. Onlar yozlaşmamızı ve yok olmamızı istiyorlar, bizler ise mücadele ederek özgürleşmeli ve özneleşmeliyiz. Yeni eğitim dönemi boyunca liseli gençliğin işsizliğe, geleceksizliğe ve yozlaşmaya karşı sesi ve mücadele bayrağı olacağız. Servet ve sefalet kutuplaşmasının bu ölçüde yoğunlaştığı bir düzende bize reva görülen işsizlikse, “herkese iş ve eğitim” hakkı için mücadele etmek dışında bir çözüm yolumuz bulunmamaktadır. Yozlaşmaya, çeteleşmeye, uyuşturucuya karşı yeni bir dünyanın, kültürün ve yaşamın oluşturulması için mücadele etmeliyiz.

Geleceğine sahip çıkan tüm liselileri kampanyamıza katılmaya çağırıyoruz!

Bugün Liselilerin Sesi ve Liseli Gençlik Platformları liseli gençliğin temel sorunlarını ve mücadele ihtiyaçlarını işleyen bir kampanya başlatmış bulunmaktadır. “Müşteri değil öğrenciyiz! Paralı eğitime karşı mücadeleye!” şiarı ile başlatılan kampanya liseli gençliğin yaşadığı sorunları ve bu sorunlara çözüm yollarını ele alan bir kürsü olacaktır. Tüm liseliler kampanya sürecine destek olmalı ve geleceğini kendi ellerine almak için mücadeledeki yerlerini almalıdırlar.

Kampanya çalışmamızın ana eksenini, son günlerde sermaye iktidarının büyük bir koşuşturma içerisinde çıkartmaya çalıştığı Özel Okullar Yasası'nı da dikkate alırsak, doğallığında paralı eğitim saldırısı ve eğitimde ticarileşme oluşturuyor. Yanısıra gerici, anti-bilimsel eğitimi, yozlaşma, çeteleşme ve uyuşturucuyu, ÖSS eşitsizliğini, meslek liselerindeki staj sömürüsünü de etkin bir çalışmaya konu etmeye çalışacağız.

Liseli gençliği hedef alan saldırılar gün geçtikçe derinleşiyor. Uzun bir süredir toplumsal muhalefetin yaşadığı durgunluk liseli gençliğin ileri kesimlerini de etkilemiş durumda. Liselerde derin bir sessizlik ve durgunluk göze çarpıyor. İşte lise çalışmamızın bulunduğu bütün illerde başlatacağımız kampanyamızla kırmaya çalışacağımız, liselere egemen olan bu apolitik ve hareketsiz atmosfer olacaktır.

Liseli gençlik çalışmamız geçtiğimiz senelere oranla gözle görülür bir gelişme yaşamakla birlikte bu gelişmenin düzeyi bütün il çalışmalarımız açısından aynı değil. Bunun anlamı, yukarıda çerçevesini çizmeye çalıştığımız kampanya çalışmamızın iller, hatta imkanı olan yerlerde okullar düzeyinde farklı gündemleri öne çıkartabileceğimiz gibi, merkezi araçlar yanında farklı araçları da gündeme getireceğimizdir. Ancak tüm illerdeki lise çalışmalarımızın önüne koyması gereken ortak hedef, önümüzdeki dönemi lise gençlik mücadelesi açısından bir sıçramaya dönüştürebilmektir.

Kampanya sürecini bütünlüklü bir biçimde ele almak gerekiyor. 1 Mayıs'a dek sürecek olan kampanya faaliyeti boyunca yaygın bir ajitasyon-propaganda çalışması yürüterek eğitim sorunları başta olmak üzere liseli gençliğin temel sorunlarını işleyeceğiz. Afiş ve bildiri kullanımını etkinleştireceğiz. Beraberinde bütün bulunduğumuz liseleri hedef alan bir anket çalışması başlatacağız. İller düzeyinde sahip olduğumuz imkanlar çerçevesinde 1 Mayıs'a dek kampanya sürecini çeşitli eylem ve etkinliklerle güçlendireceğiz.

Bulunduğumuz tüm liselerde yoğun bir kitle çalışması yürütebilmek durumundayız. İl il örülecek kampanya çalışmalarımızın başarı ölçütü de bu kitle çalışmalarının ne ölçüde örülebildiği olacaktır. Sürekli farklı araçları devreye sokmak, belirlediğimiz ve gerek yayından gerekse merkezi araçlarımızla işlediğimiz gündemleri yerelleştirebilmek, yerelimizdeki örnekleriyle bütünleştirebilmek bizim cephemizden özel olarak önem taşımaktadır.

Bu çerçevede İstanbul LGP ve Antakya, Adana ve Mersin liseli gençlik çalışmalarımızın hedeflediği lise kurultayları bizim cephemizden oldukça önemli bir yerde durmaktadır. Liseli gençliğin kendini ifade ettiği bir çalışmanın ürünü olan bu kurultaylar liseli gençliğin sorunlarını tartışmak açısından da temel bir araç olacaktır. Kurultaylarla liseli gençliğe kalıcı birtakım örgütsel mevziler kazandırmak ve olanaklı olan yerlerde ise var olanları güçlendirmek hedeflenmelidir. Zira bir bütün olarak kampanya çalışmalarımızda ve liseli kurultaylarını örgütlerken, liseli gençliğin örgütsel açıdan yaşadığı boşluğu doldurmak için yoğun bir enerji ortaya koymak durumundayız. Kurultay ve kampanya ülkenin dört bir yanında liseli gençlik platformları vb. örgütlenmelerin kurulduğu ve var olanların güçlendirildiği bir süreç olabildiği ölçüde liseli gençliğin mücadelesinde temel bir boşluğu doldurmuş olacaktır. Örgütlülük güçtür. Liseli gençlik mücadelesinin gücünü büyütmek için kampanya ve kurultaylarla yeni döneme yürüyoruz.

Kampanya çalışmalarının sonuçları kurultaya taşınacak, kurultayın sonuçları ile de 1 Mayıs'a çıkılacaktır. Kurultay örgütleyebilecek düzeye henüz ulaşamadığımız yerellerimizde ise liseli gençliğe bir mevzi kazandırabilme sorumluluğumuzu yerine getirmeyi bir hedef olarak ele almalı ve kurultaylarla eş zamanlı bir biçimde LGP'lerin kuruluşlarını ilan edebilecek bir kampanya yoğunlaşmasına girebilmeliyiz.

Bir dönem boyunca sürdüreceğimiz kampanya çalışmalarımız içerisinde yine 8 Mart, 21 Mart ve 30 Mart gibi, devrimci bir gençlik hareketi açısından önemli olan gündemleri imkanlar çerçevesinde ajitasyon-propaganda sınırlarını aşarak, eylem ve etkinliklere konu etmemiz gerekmektedir.

Yine kampanya sürecinde Liselilerin Sesi'nin kullanımı daha sistemli ve işlevsel bir hale getirilebilmelidir. Burada sözü edilen tek başına yayına katkının ve dağıtımının planlanması değil, yayının lise çalışmalarımızla bağ kurabilme ve kürsü görevini yerine getirebilme işlevine büründürülmesidir.

Liseli gençlik bugün içinde bulunduğu durgunluğa mahkum değildir. Tersine, bugün boğuştuğu sorunların büyüklüğü, mahkum edildiği geleceğin karanlığı dikkate alındığında, liseli gençliğin mücadeleden başka bir kurtuluş yoluna sahip olmadığı görülecektir.

Kampanya sürecinde liseli gençlik mücadelesini büyütmek için yoğun bir seferberlik içerisine gireceğiz ve kazanacağız!

(Ekim Gençliği'nin Şubat 2006 tarihli 92. sayısından alınmıştır...)

------------------------------------------------------------------------------------------

Glasgow'da 11 yaşında bir çocuk eroinden öldü... Bursa'da çıraklık yapan çocukların vücudunda normalden iki kat fazla kurşun tespit edildi…

Kapitalist düzen her yerde geleceksizlik vaadediyor!

Geçtiğimiz günlerde İskoçya'nın Glasgow kentinde 11 yaşındaki bir ilkokul öğrencisi okulda fenalık geçirince hastaneye kaldırıldı. Ders sırasında fenalaşan bu küçük kıza konulan teşhis “eroin kullanımının yol açtığı sarhoşluk” oldu. Böylece bu çocuğun yaşadıkları “en küçük eroin kurbanı” olarak kayıtlara geçti.

İşkoçya'nın göbeğinde yaşanan bu karanlık tablonun belki biraz uzağında, ama yine aynı sömürü düzeni üzerine oturmuş bir coğrafyada, Türkiye'de de benzer bir haber dikkat çekti. Bursa'da çıraklık yapan çocukların vücudunda normalden iki kat fazla kurşun olduğu, bu durumun zeka geriliğine ve ağır sağlık sorunlarına yol açtığı saptanmıştı. Dahası, verilen bilgilere göre, çırak olan bu çocukların yüzde 57.1'i sigara, yüzde 12.6'sı ise alkol kullanıyordu (Radikal, 29 Ocak 2006). Bu çocuklar, yaşları 14 ile 19 arası değişen, sanayinin motor, kaynak, elektrik, boya gibi çalışma şartları çok ağır bölümlerinde çalıştırılan işçiler... Uygun iş kıyafetleri kullandırılmadan, yasal çıraklık sözleşmelerine bağlanmaksızın çoğunlukla kaçak çalıştırılan, periyodik sağlık muayenesinden geçirilmeden çalıştırılan çocuk işçiler. Bu çocukların vücutlarında tehlikeli seviyelerde kurşun birikiyor. Ortamdaki toz ve topraktaki kurşuna doğrudan veya solunum yoluyla maruz kalan bu çocuklar bedensel gelişimlerine uygun olmayan bu sektörlerde çalışıyor, deyim yerindeyse “ömür tüketiyorlar”.

İskoçya'da ve Türkiye'de yaşanan bu iki olay yeryüzünde kapitalist sömürü çarklarının işlediği ülkelerden yalnızca birer örnek. Düzen çocuklara, gençlere geleceksizlik vaadediyor. Bir yanda okuyamayan, çalışmak zorunda bırakılan, dahası sağlıklarını tehlikeye atan koşullarda çalıştırılan çocuklar; diğer yandan okula gidebilse de düzenin yozluğunda hayatı “eroin kurbanı” olarak kayıtlara geçilen henüz 11 yaşında bir çocuk...

Sömürü düzeni her yerde acıyı, her yerde insanlık dışı uygulamaları dayatıyor. Ancak çocuklarımız bunları yaşamaya mahkum değildir. Onların bir yanda yoksulluk ve yozlaşma, diğer yandan geleceksiz, güvencesiz çalışmaya maruz kalan küçük bedenlerinin hesabını günü gelecek işçi ve emekçiler soracaklardır. Gençlerimizin geleceği daha doğuştan ellerinden alınamayacaktır.