Mart ayında gazetelere yansıyan bir haber bu ülkede işçi olmanın ne kadar ucuz olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Kadıköyde bir fırında çıkan yangın sonucunda dört işçi diri diri yanarak can verdi. Olayın sermaye medyası açısından haber değeri taşımasının tek nedeni ise, böyle trajik olayların kitlelerde ilgi uyandırması. İş kazası olarak sunulan bu türden olayların sermaye medyası tarafından yansıtılması için ölümle sonuçlanması gerekiyor.
Fırında çıkan yangın sonucu ölen dört işçiyle ilgili yapılan haberde olayın trajik boyutu öne çıkarılırken, sorumluluk yine yanlış müdahalede bulunduğu iddia edilen itfaiyeye, mağdur durumdaki fırın işçilerine veya en fazla fırın sahibine kesilmeye çalışıldı. Oysa bu olayın gerçek sorumlusu sömürü düzenidir. Fırın işçilerinin çalışma koşulları bu toplumsal düzenden kaynaklanıyor.
Habere konu olan fırın gibi İstanbulda hemen her fırının yatakhanesi bulunmaktadır. Çünkü bu fırınlarda Anadoludan gelen gurbetçi işçiler çalıştırılmaktadır. Fırın patronları için gurbetçi işçi ucuz işgücü demektir. İşçi kira vermemek gibi bir avantajla ikna edilirken, patron bu sayede daha düşük ücretle ve sigortasız işçi çalıştırmaktadır. Yanı sıra her türlü angarya işinin görülmesini sağlamaktadır. Normalde yatakhanelerin fırının dışında bulunması gerekirken, birçok fırın patronu kira parası vermemek vb. nedenlerle fırınların içine yatakhaneler kurmaktadır. (Kadıköyde yanan Somuncu Baba ekmek fırınında olduğu gibi).
Birçok fırında çalışma saati asgari 12 saat olmakla beraber, çift vardiyalı çalışan kimi istisnai fırınlarda da çalışma saatleri 8 ila 10 saat arasında değişmektedir. Buna rağmen işçilerin ücretleri düşüktür. Bu fırınlarda daha fazla ekmek üretilmesi sonucu patronlar daha fazla kâr etmektedirler. Uzun çalışma sürelerine rağmen işçiler haftanın yedi günü çalıştırılmaktadır.
Gece çalışmasının yıpratıcılığının yanı sıra birçok olumsuz koşul fırın işçilerinin sağlığını tehdit etmektedir. Örneğin pişiriciler yüksek ısıya maruz kaldıklarından cilt hastalıklarının yanı sıra solunum yolu hastalıklarına yakalanabilmektedirler. Hamurkar ve yardımcılar ise ağır un çuvallarını kaldırmaktan kaynaklı bel fıtığı vb. sorunlar yaşamaktadırlar Yanı sıra yanık, kesik gibi birçok kazalarla günlük olarak karşılaşmaktadırlar.
Fırınlarda çalışma koşullarını belirliyen sadece bir yasa vardır, o da fırın patronunun dediğidir. Çalışma koşulları Ortaçağ köleliğini aratmamaktadır. Ekmek işinde yüksek düzeyde kârlar elde edildiğinden birçok patron mafya, ülkü ocakları vb. gibi çetelerle ilişki içerisindedir. Bu rant kavgası sonucu kendi aralarında bile çatışabilmektedirler. İşçilere istedikleri zaman maaş verirler, her türlü çalışma koşulunu dayatırlar, karşı çıkanlara kaba kuvvet uygularlar. Sosyal hak, tazminat vb. birçok fırın işçisinin uzak olduğu kavramlardır.
Fırın patronları her ne kadar rekabet içersinde olsalar da, dernek düzeyinde örgütlü bulunmaktadırlar. Ekmeğin fiyatının ayarlanmasından hangi işçinin (hamurkar, pişirici, yardımcı, çırak, şoför) ne kadar ücret alacağına kadar birlikte karar vermektedirler. Herhangi bir işçinin olumsuz tavrı üzerine diğer fırınlarda çalışmasını engellemek için kendi aralarında diyalog kurmaktadırlar. Buna karşın fırın işçileri içinde örgütlü işçilerin sayısı çok azdır.
Fırın patronları ağır çalışma koşullarını dayatırken, bu gücü sömürü düzeninden almaktadırlar. Bu düzen devam ettikçe Kadıköyde çıkan yangın sonucu katledilen işçi arkadaşlarımız gibi nicelerinin kanı yerde kalacaktır. Bu katliam ne tek başına bir fırın patronunun, ne de yanlış müdahalede bulunan itfaiyenin suçudur. Fırın işçilerinin kendilerine dayatılan bu kölelik düzenine karşı örgütlenmekten ve mücadele etmekten başka seçenekleri yoktur.