3 Nisan'04
Sayı: 2004/05


  Kızıl Bayrak'tan
  28 Mart yerel seçimleri ve sonrası...
  AB emperyalistleri Bush ve savaş çetesinin izinde
  1 Mayıs'ın güncel çağrısı: NATO'ya geçit verme!
  1 Mayıs ve görevlerimiz
  Devlet terörüne karşı devrimci dayanışmayı yükseltelim!
  BDSP seçim çalışması değerlendirmesi...
  BDSP seçim çalışması değerlendirmesi...
  BDSP seçim çalışması değerlendirmesi...
  BDSP seçim çalışması değerlendirmesi...
  BDSP seçim çalışması değerlendirmesi...
  Seçim sonuçlarının gösterdikleri...
  28 Mart yerel seçimleri üzerine
  Ekim'in Mart 2004 tarihli 235. sayısı çıktı...
  Arap Birliği zirvesi ertelendi
  NATO neden genişliyor?
  AB Zirvesi ve "terör gündemi"
  AB'nin doğuya genişlemesi ve Almanya'nın emperyalist dünya gücü olma çabaları
  BİR-KAR 3. Kongresi gerçekleştirildi...
  Ekim Gençliği'nden...
  Bu "büyüme" matah mı, sürdürülebilir mi?
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
1 Mayıs ve görevlerimiz

İşçi sınıfının devrimci 1 Mayıs’ı yaklaşıyor. Devrimci örgüt ve grupların, bu yakınlığı, üzerlerine düşen görevlerin yakıcılığını hatırlamanın ve gereklerini yerine getirmenin bir vesilesi yapmaları gerekiyor. Bu yılın 8 Mart kutlamaları, ardında, konunun ciddiyeti üzerine söylenecek herşeyi gereksiz kılacak fazlasıyla ders bırakmış durumdadır. Şimdi yapılması gereken, 8 Mart deneyiminden çıkarılacak derslerle, 1 Mayıs’a hakkını verecek bir hazırlıkla ilerlemektir.

8 Mart’ın en önemli dersi, devrimci bir olayın yıldönümünü, devrimcilikle -hatta konuyla bile- ilgisi olmayan çevrelerle birlikte kutlama çabalarının, kendine devrimciyim diyenleri çok farklı kulvarlara sürükleyebildiğini, daha da önemlisi, o günün tüm devrimci içeriğini boşaltarak anlamsızlaştırabildiğini göstermiş olmasıdır. 8 Mart’ta bazı devrimci gruplar, feminist çevrelerle ortaklaşma adına, günün içeriğinden soyutlanması faaliyetine ortak olurken, kendini bu oluşumun dışında tutabilecek basireti gösterebilenlerse, bir araya gelip devrimci bir 8 Mart etkinliği gerçekleştirme basireti gösteremeyip, oluşumun etkinliğine katılma gafletiyle aynı sonuca bir bakıma ortaklık yapmış oldular. İşte asıl sorun da bu sonuncuların tutumundan kaynaklanıyor. Çünkü iddia sahipleri onlardır, iddialarına sahip çıkmak da nların görevleridir.

1 Mayıs için durum elbette biraz daha farklı. Sendikalar, konuyla ilgili olmadıkları için değil, bürokratik ve ihanetçi yönetim ve yapılanmaları nedeniyle günü devrimci özünden uzaklaştırmak için uğraşıyorlar. Dolayısıyla burada yapılması gereken elbette sendikalardan ayrı bir kutlama değil, etkinlik organizasyonunu mümkünse tümüyle üstlenmek, değilse, sendikalarla ortak bir inisiyatif oluşturmaktır. Zaman bu açıdan önemlidir. Bu iş son ana bırakıldığında, sendikaların devrimci grupları tümüyle organizasyon dışında (hatta ellerinden geliyorsa alan dışında) bırakmaya çalıştığı bilinmektedir.

Bugünden, devrimci gruplardan oluşturulacak bir komisyon, sendikalar başta olmak üzere, ilgili işçi-emekçi örgütlerinin “en uygunları” ile görüşmelere başlamalıdır. Konu, 1 Mayıs kutlamalarının organizasyonun konfederasyonlara bırakılmaması olmalıdır. Elbette sendika ve meslek örgütlerinden devrimci kararlar almaları, devrimci kararların altına imza atmaları beklenemez. Ancak, madem ki işçi-emekçi örgütüdürler, işçi ve emekçilerin sorunlarına, ihtiyaçlarına asgari duyarlılık göstermek zorundadırlar. 1 Mayıs’ta, sınıfın siyasal taleplerinin yanı sıra, güncel, ekonomik-demokratik taleplerinin de yükseltilmesi gereken bir gün olduğuna göre, sendikal ve mesleki örgütlerin kendilerine çizdikleri sınırlarda da olsa bu taleplerle alana çıkmaları, üyelerini bu talepler etrafında mücadeleye çağırmaları önemlidir.1 Mayıs organizasyonu çalışmalarında, devrimci gruplar, bu gerekliliği ve önemi asla unutmadan hareket etmek durumundadırlar.

Görev ve sorumluluk çağrısını devrimci örgütler genellemesiyle yapmış bulunuyoruz. Fakat asıl çağrının sınıfın öncülerine, yani sınıf devrimcilerine yönelmesi gerektiği, işçi sınıfının bu uluslararası gününün anlam ve içeriğine uygun kutlanmasıyla ilgili asıl sorumluluğun, sınıfın devrimcilerine düştüğü açıktır. Dolayısıyla, devrimci gruplara görev ve sorumluluğa çağırmak da, bu sorumluluğu yerine getirmek üzere bir araya getirmeye çalışmak da, sözü edilen işçi ve emekçi örgütleriyle, içeriğine uygun bir kutlama üzerine görüşmeler yapmak/onları ikna etmeye çalışmak da, asıl olarak sınıf devrimcilerinin sorumluluğundadır.

Seçim çalışmalarından derlenen yeni güçlerin, 1 Mayıs’ın örgütlenmesi faaliyetine sevkedilerek çalışma içinde eğitilmesi, daha ileriden kazanılmaya çalışılması da dönemin önem verilmesi, ihmal edilmemesi gereken görevlerinin başında gelmektedir.

Doğru bir bakış, doğru kararlar ve özveriyle yürütülecek bir çalışmanın ürün vermemesi düşünülemez. Komünistler açısından bakış ve kararların doğruluğu tartışma götürmeyeceğine göre, kadrolar cephesinden daha fazla özveri, ama onda da önce inisiyatif sahibi olabilmek büyük bir önem taşıyor.



“Ağır kusurlu” katliamcı devlet...

Katliamların hesabı sorulacak!

Murat Ördekçi TKEP/L davası tutsağıydı. 19 Aralık 2001’de 20 hapishanede birden gerçekleşen “hayata dönüş” operasyonunda katledildi. Arkasından ailesi mahkemeye başvurdu. İstanbul 2. İdari Mahkemesi, devleti, Murat Ördekçi’nin ailesine toplam 109 milyar tazminat ödemeye mahkum etti. Açılan davada mahkeme kendi devletini ağır kusurlu buldu. “Operasyonun iyi planlanmadığını”, “ölçücülük kuralarına uygun olmadığını”, “orantılı güç kullanılmadığını” tespit etti.

Peki bu ne demek oluyor?

Zamanında devletin değişik ağızları tarafından büyük bir başarıyla gerçekleştirildiği ilan edilen “hayata dönüş” operasyonunun açık bir katliam olduğunun devletin kendi mahkemeleri tarafından tescilidir bu. 19 Aralık öyle bir katliamdır ki, zorba kimliğiyle ancak ilkçağ barbarlarıyla karşılaştırılabilecek olan ve tarihi boyunca yüzlerce katliama imza atan sermaye devletinin, bu kez kendi hukuk sistemi tarafından dahi mahkum edilmek zorunda kalınmasıdır. Burjuvazinin hukuk sisteminin dahi olayın vehameti karşısında gerçeklerin üstünü örtebilecek gücü kendisinde bulamamasıdır. Dönemin bütün görevlileri artık yalnız bizim için değil, burjuvazinin kara hukuk sistemi için dahi birer suçludur. Hemen yargılanmaları ve cezalandırılmaları gerekir. “Ağır kusurlu” oldukları aslen işçi, emekçi ve devrimcilri yargılasın diye kurulmuş olan kendi mahkemeleri tarafından dahi onaylanmıştır. “Ağır kusur”larının sonucu 28 can ve yüzlerce yaralıdır.

Tüm bunlara rağmen apaçık bir vahşetin adı olan 19 Aralık katliamının sorumlularının hak ettiği cezayı vermek burjuva hukuk sisteminin doğasına aykırıdır. Onun en ilerden yapabileceği, en basit insani normları dahi çiğneyen bu vahşete birkaç milyar ceza kesmektir. Dahası “kan parası” vererek hesabı kapatmak, kendi devlet geleneğinin önemli bir parçasıdır.

Bu hunhar katliamın cezasını ancak işçi-emekçiler ve devrimci adaleti verebilir. Ve şüphe duyulmamalıdır, er ya da geç bu ceza verilecektir. Bu katliamcı devlet bütün kurum ve aygıtlarıyla yokedilecektir. Bunun böyle olacağının en kesin göstergesi, 19 Aralık’ta ağır silahlara, buldozerlere, binlerce askere karşı işçi ve emekçilere, onların kurtuluş mücadelesine duyduğu inançla direnen devrimci tutsakların iradesidir. Bu yenilmez irade kaçınılmaz olarak bir gün tüm sömürülenleri saracaktır. O zaman bu hesap bir kez daha görülecektir. Bu “ağır kusurlu” devletin kaçınılmaz cezası olacaktır.